ceylannur
Yeni Üyemiz
Yeter ki Okusunlar Diye
Okumak… Evlatlarımıza gösterdiğimiz yegane hedef! Bu uğurda ceketimizi satmayı bile göze aldığımız noktasından hareketle, tüm imkanlarımızı seferber ediyoruz. Buna rağmen çocuklarımızın başarı düzeyi pek çoğumuzu tatmin etmiyor. Bir taraftan da evlatlarımıza toz kondurmak istemiyoruz.
Dünü çoktan unuttuk, gözlerimiz parlak yarınların ışıltısıyla kamaşmış. Geçmişini hatırlamaktan rahatsızlık duyanlarımız bile var. Güzelim hatıraların adını “nostalji” koyuyoruz ki, bize tanıdık gelmesin, yabancı olsun. Bir düşünülse, bu günlere nerelerden gelindi?
Oysa pek çok konuda, hatta her mevzuda bugünlerimizin kodları geçmişimizde saklı. Çocuklarımızla alakalı hususlar için de böyle. Geçmişimize bir göz gezdirirsek, çocuklarımızın başarı ve tatmin düzeylerinin değerlendirmesini daha iyi yapabiliriz.
“Çalışacağım, ama...”
Uzun sömestr tatili süresince öğrencilerimiz yoğun bilgisayar ve televizyon mesaisi ile yorgunluklarını üzerlerinden atıp, streslerini tuşa getirirken, bizler de veliler olarak onlara daha iyisini verme gayretinde idik. Bu devre arasında çalışma-ödül sözleşmeleri yenilendi, güncellendi. Çocuklar anne-babalarını memnun edebilecek başarı düzeyine karşın, isteklerini masaya koydular: “Çalışırım ama istediğim şeyleri bana alırsanız!” “Tamam, kabulümüzdür!”
Çocuğunu uzak bir yerden Başkent’in prestijli bir semtindeki ilköğretim okuluna göndermekte olan bir aile, başarı seviyesi daha yüksek bir başka okula nakil yaptırmak istiyordu. Çünkü bu varlıklı semtin okulunda öğrenciler gösteriş yarışında olduğu için, öğretmenler ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, umulan başarı bir türlü gelmiyordu. Ailenin sosyo-kültürel ve ekonomik düzeyi de çocuğun okul arkadaşları ile benzerlik göstermiyordu. Yani hiç rekabet şansı yoktu.
Aile, sorunun kaynağını doğru algılayamadığı için okul değişikliği yaparak, çocuğunu gösteriş budalası okul arkadaşlarından uzaklaştırmakla sorunu kökten halledeceğini düşünüyordu. İman ettikleri “üstün seviyeli okul, eşittir, üstün başarılı öğrenci” denkleminin gerçekleşmesinin önündeki engel kalkmalıydı.
Çocuk istekleri, aile zihniyeti
Bir başka anne de, ciddi performans düşüklüğü gösteren lise öğrencisi oğlu için çabalıyordu. “İmam bildiğini okur” misali kendince teşhisi koymuş, kendi çözümlerini uygulamak için çırpınıyordu. Oğlunun ders başarısızlığı, işi okuldan kaçmaya, yalan söylemeye ve bazı kötü alışkanlıklara kadar götürmüştü.
Bu anneye göre bu olumsuzluklar zincirinin başlıca sebebi ergenlik çağı idi. Sanki bu çağda hiç başarılı olan yokmuş veya başarısızlık bu çağın olmazsa olmazı imiş gibi…
Yaptığımız görüşmeden sonra anlaşıldı ki, hakikaten çocuğun bir suçu yok! Çünkü kabahatin büyüğü ailede. Çocuğun orta öğrenimde en başarısız olduğu alan matematik iken, ısrarla ticaret lisesine yazdırmışlar. Ki, matematik burada baş rol oynar! Bir yıl borçlu geçen öğrenci, ikinci yıl iki misli stres ve yük altında kalmış, başarması hepten imkansızlaşmış ve çareyi kaçmakta, günü kurtarmakta bulmuş.
Diğer bir anne telefonda şu soruyu soruyordu:
“Çocuğumun isteklerinin ne kadarını karşılamam gerektiğini bilemiyorum. Daha doğrusu, hep benden alabileceğimin daha fazlasını istiyor, isteklerine yetişemiyorum. Cep telefonunun yeni modeli çıkmış, arkadaşları almışlar ben de alayım mı, yoksa şımarır mı? Çünkü elindeki telefonunu da alalı çok zaman olmadı.”
Şu da başka bir velinin derdi:
“Liselere giriş sınavına hazırlanmak için dershaneye devam eden oğlum bir gün hayli sıkıntılı geldi. Sebebi şu: Dershanede çocuklara başarılı olmanın yollarını konu alan bir seminer vermişler. Seminerde bilhassa çalışma odası üzerinde durulmuş. Hatta denilmiş ki, yakın bir zamanda evlerinizi ziyaret edip odalarınızın bu düzene uygun olup-olmadığına bakacağız!
Oysa benim oğlumun kendine ait bir odası bile yok. Tıklım tıklım eşya dolu bir odayı üniversiteye hazırlanmakta olan lise son sınıf öğrencisi ağabeyi ile paylaşmak zorundalar. Biri aşırı tertipli, diğeri alabildiğine dağınık. İkisi de başarılı sayılır, hatta dağınık olanın dersleri daha iyi durumda.”
Başarısızlık imkansızlık yüzünden mi?
Yukarıda sıraladığımız yaşanmış örneklere bakıldığında, velilerimizin çocuklarını ders çalışmaya teşvik ve yönlendirme konusunda sıkıntılı oldukları anlaşılır.
Eğitimcilerin de çocukları yeterince motive edemedikleri, tüm çabalarına rağmen umulan performansı alamadıkları da bir vakıadır. Yanlış bir temayül olarak hep imkansızlıklar üzerinde durulmakta, çabalar da o yönde yoğunlaşmaktadır.
Daha açık söylemek gerekirse, çocuk güya cep telefonunun modeli düşük veya bilgisayarının filan aksamı noksan diye başarılı olamıyorsa boşuna zahmet etmeyin, başarı ancak bir hayaldir.
Diyelim dört çocuğunuz var, okumalarını istiyorsunuz. Size kaç oda, kaç bilgisayar, kaç telefon, kaç vs. lazım, hiç düşündünüz mü? Düşünmek bile istemezsiniz. Onlar için aldıklarınız kısa sürede bir hiç oluyor, alamadıklarınız için çocuklarınız karşısında ezim ezim eziliyorsanız, gerçekten ciddi bir sorunla karşı karşıyasınız demektir. Peki o halde ne yapalım?
Öncelikle eskiyi hatırlayalım. Siz, bugünün mürekkep yalamışları; bugün çocuklarınıza sağladığınız imkanların ne kadarı sizin çocukluk günlerinizde vardı? Koltuğunun altında iki odunla, yani o günkü yakacak ile kilometrelerce yol yürüyerek okula ulaşanlar, servis nedir, okul harçlığı nedir bilmeyenler, bez torba ya da tahta çanta ile büyüklerinin eski önlük ve kitaplarıyla okuyanlar, neden sesiniz sedanız çıkmıyor? Dokuz kardeş içinde ebesiyle-dedesiyle iki göz evlerde yaşarken sınav kazananlar, sizi başarıya hangi etken sevk etti?
Başarının psikolojik kaynakları
Elbette meseleyi sadece açlık ve doyumsuzluk noktasına indirgemek yanlış olur. Ancak bu iki kavram arasında öyle anlamlı bir fark var ki, bunu biz yeni nesile aktarabilmiş değiliz. Yani evlatlarımıza açlık çektirmiyoruz, lâkin onlar müthiş bir doyumsuzluk hissi içerisindeler. Buna mukabil biz onlara karşı yetersiz kaldığımızı düşünüyoruz .
Bir de çok zeki çocuklar var. Ancak bu üstün zekâlarını ana-babalarını tek ayak üstünde uyuturcasına yalana-dolana kullanan evlatlara dikkatinizi çekmek isterim. Özellikle yüksek öğrenim gençlerinin azımsanmayacak bir kısmı, okul ile bitişikte yer alan ‘cafe’leri birbirine karıştırıp, ikisinden de mezun olamazlar! Sonuçta ya bir arkadaş ya da not vermeyen bir hoca mesul tutularak gencin zedelenen gururu onarılır, can sağlığı tesellisiyle…
Her aile kendi sosyal, ekonomik ve kültürel seviyesine mütenasip olarak, çocuklarına okumaları konusunda dengeli, akılcı bir motivasyon sağlamak zorundadır. Unutulmamalıdır ki, doyurulmuş, yani yüksek oranda karşılanmış ihtiyaçlar bireyi güdüleyemez, teşvik edemez. Şimdi ile gelecek arasındaki ilişki de net bir şekilde göz önüne alınmalıdır.
Bir faaliyete istek duymada iki önemli unsur yer alır: Birincisi mahrumiyet güdüsü, ikincisi gelişme güdüsü. Her ikisinin de varlığı mutlak sevk edici olmakla birlikle, birincisi daha çok maddi, ikincisi ise soyut, yani sosyo-kültürel ağırlıklıdır. Çocuğun kişilik yapısı ve zekâ potansiyeline göre bu iki güdüleyici unsurun birine ağırlık verebilirsiniz. Nihayetinde onlar sizi memnun etmek veya sizden yeni teknoloji harikaları kopartabilmek için ders çalışmasınlar.
Onlara bir şey vaad etmeyin, kendileri için çalıştıklarının bilincine varsınlar. Bir de böyle deneyelim, bakalım nasıl olacak?
Okumak… Evlatlarımıza gösterdiğimiz yegane hedef! Bu uğurda ceketimizi satmayı bile göze aldığımız noktasından hareketle, tüm imkanlarımızı seferber ediyoruz. Buna rağmen çocuklarımızın başarı düzeyi pek çoğumuzu tatmin etmiyor. Bir taraftan da evlatlarımıza toz kondurmak istemiyoruz.
Dünü çoktan unuttuk, gözlerimiz parlak yarınların ışıltısıyla kamaşmış. Geçmişini hatırlamaktan rahatsızlık duyanlarımız bile var. Güzelim hatıraların adını “nostalji” koyuyoruz ki, bize tanıdık gelmesin, yabancı olsun. Bir düşünülse, bu günlere nerelerden gelindi?
Oysa pek çok konuda, hatta her mevzuda bugünlerimizin kodları geçmişimizde saklı. Çocuklarımızla alakalı hususlar için de böyle. Geçmişimize bir göz gezdirirsek, çocuklarımızın başarı ve tatmin düzeylerinin değerlendirmesini daha iyi yapabiliriz.
“Çalışacağım, ama...”
Uzun sömestr tatili süresince öğrencilerimiz yoğun bilgisayar ve televizyon mesaisi ile yorgunluklarını üzerlerinden atıp, streslerini tuşa getirirken, bizler de veliler olarak onlara daha iyisini verme gayretinde idik. Bu devre arasında çalışma-ödül sözleşmeleri yenilendi, güncellendi. Çocuklar anne-babalarını memnun edebilecek başarı düzeyine karşın, isteklerini masaya koydular: “Çalışırım ama istediğim şeyleri bana alırsanız!” “Tamam, kabulümüzdür!”
Çocuğunu uzak bir yerden Başkent’in prestijli bir semtindeki ilköğretim okuluna göndermekte olan bir aile, başarı seviyesi daha yüksek bir başka okula nakil yaptırmak istiyordu. Çünkü bu varlıklı semtin okulunda öğrenciler gösteriş yarışında olduğu için, öğretmenler ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, umulan başarı bir türlü gelmiyordu. Ailenin sosyo-kültürel ve ekonomik düzeyi de çocuğun okul arkadaşları ile benzerlik göstermiyordu. Yani hiç rekabet şansı yoktu.
Aile, sorunun kaynağını doğru algılayamadığı için okul değişikliği yaparak, çocuğunu gösteriş budalası okul arkadaşlarından uzaklaştırmakla sorunu kökten halledeceğini düşünüyordu. İman ettikleri “üstün seviyeli okul, eşittir, üstün başarılı öğrenci” denkleminin gerçekleşmesinin önündeki engel kalkmalıydı.
Çocuk istekleri, aile zihniyeti
Bir başka anne de, ciddi performans düşüklüğü gösteren lise öğrencisi oğlu için çabalıyordu. “İmam bildiğini okur” misali kendince teşhisi koymuş, kendi çözümlerini uygulamak için çırpınıyordu. Oğlunun ders başarısızlığı, işi okuldan kaçmaya, yalan söylemeye ve bazı kötü alışkanlıklara kadar götürmüştü.
Bu anneye göre bu olumsuzluklar zincirinin başlıca sebebi ergenlik çağı idi. Sanki bu çağda hiç başarılı olan yokmuş veya başarısızlık bu çağın olmazsa olmazı imiş gibi…
Yaptığımız görüşmeden sonra anlaşıldı ki, hakikaten çocuğun bir suçu yok! Çünkü kabahatin büyüğü ailede. Çocuğun orta öğrenimde en başarısız olduğu alan matematik iken, ısrarla ticaret lisesine yazdırmışlar. Ki, matematik burada baş rol oynar! Bir yıl borçlu geçen öğrenci, ikinci yıl iki misli stres ve yük altında kalmış, başarması hepten imkansızlaşmış ve çareyi kaçmakta, günü kurtarmakta bulmuş.
Diğer bir anne telefonda şu soruyu soruyordu:
“Çocuğumun isteklerinin ne kadarını karşılamam gerektiğini bilemiyorum. Daha doğrusu, hep benden alabileceğimin daha fazlasını istiyor, isteklerine yetişemiyorum. Cep telefonunun yeni modeli çıkmış, arkadaşları almışlar ben de alayım mı, yoksa şımarır mı? Çünkü elindeki telefonunu da alalı çok zaman olmadı.”
Şu da başka bir velinin derdi:
“Liselere giriş sınavına hazırlanmak için dershaneye devam eden oğlum bir gün hayli sıkıntılı geldi. Sebebi şu: Dershanede çocuklara başarılı olmanın yollarını konu alan bir seminer vermişler. Seminerde bilhassa çalışma odası üzerinde durulmuş. Hatta denilmiş ki, yakın bir zamanda evlerinizi ziyaret edip odalarınızın bu düzene uygun olup-olmadığına bakacağız!
Oysa benim oğlumun kendine ait bir odası bile yok. Tıklım tıklım eşya dolu bir odayı üniversiteye hazırlanmakta olan lise son sınıf öğrencisi ağabeyi ile paylaşmak zorundalar. Biri aşırı tertipli, diğeri alabildiğine dağınık. İkisi de başarılı sayılır, hatta dağınık olanın dersleri daha iyi durumda.”
Başarısızlık imkansızlık yüzünden mi?
Yukarıda sıraladığımız yaşanmış örneklere bakıldığında, velilerimizin çocuklarını ders çalışmaya teşvik ve yönlendirme konusunda sıkıntılı oldukları anlaşılır.
Eğitimcilerin de çocukları yeterince motive edemedikleri, tüm çabalarına rağmen umulan performansı alamadıkları da bir vakıadır. Yanlış bir temayül olarak hep imkansızlıklar üzerinde durulmakta, çabalar da o yönde yoğunlaşmaktadır.
Daha açık söylemek gerekirse, çocuk güya cep telefonunun modeli düşük veya bilgisayarının filan aksamı noksan diye başarılı olamıyorsa boşuna zahmet etmeyin, başarı ancak bir hayaldir.
Diyelim dört çocuğunuz var, okumalarını istiyorsunuz. Size kaç oda, kaç bilgisayar, kaç telefon, kaç vs. lazım, hiç düşündünüz mü? Düşünmek bile istemezsiniz. Onlar için aldıklarınız kısa sürede bir hiç oluyor, alamadıklarınız için çocuklarınız karşısında ezim ezim eziliyorsanız, gerçekten ciddi bir sorunla karşı karşıyasınız demektir. Peki o halde ne yapalım?
Öncelikle eskiyi hatırlayalım. Siz, bugünün mürekkep yalamışları; bugün çocuklarınıza sağladığınız imkanların ne kadarı sizin çocukluk günlerinizde vardı? Koltuğunun altında iki odunla, yani o günkü yakacak ile kilometrelerce yol yürüyerek okula ulaşanlar, servis nedir, okul harçlığı nedir bilmeyenler, bez torba ya da tahta çanta ile büyüklerinin eski önlük ve kitaplarıyla okuyanlar, neden sesiniz sedanız çıkmıyor? Dokuz kardeş içinde ebesiyle-dedesiyle iki göz evlerde yaşarken sınav kazananlar, sizi başarıya hangi etken sevk etti?
Başarının psikolojik kaynakları
Elbette meseleyi sadece açlık ve doyumsuzluk noktasına indirgemek yanlış olur. Ancak bu iki kavram arasında öyle anlamlı bir fark var ki, bunu biz yeni nesile aktarabilmiş değiliz. Yani evlatlarımıza açlık çektirmiyoruz, lâkin onlar müthiş bir doyumsuzluk hissi içerisindeler. Buna mukabil biz onlara karşı yetersiz kaldığımızı düşünüyoruz .
Bir de çok zeki çocuklar var. Ancak bu üstün zekâlarını ana-babalarını tek ayak üstünde uyuturcasına yalana-dolana kullanan evlatlara dikkatinizi çekmek isterim. Özellikle yüksek öğrenim gençlerinin azımsanmayacak bir kısmı, okul ile bitişikte yer alan ‘cafe’leri birbirine karıştırıp, ikisinden de mezun olamazlar! Sonuçta ya bir arkadaş ya da not vermeyen bir hoca mesul tutularak gencin zedelenen gururu onarılır, can sağlığı tesellisiyle…
Her aile kendi sosyal, ekonomik ve kültürel seviyesine mütenasip olarak, çocuklarına okumaları konusunda dengeli, akılcı bir motivasyon sağlamak zorundadır. Unutulmamalıdır ki, doyurulmuş, yani yüksek oranda karşılanmış ihtiyaçlar bireyi güdüleyemez, teşvik edemez. Şimdi ile gelecek arasındaki ilişki de net bir şekilde göz önüne alınmalıdır.
Bir faaliyete istek duymada iki önemli unsur yer alır: Birincisi mahrumiyet güdüsü, ikincisi gelişme güdüsü. Her ikisinin de varlığı mutlak sevk edici olmakla birlikle, birincisi daha çok maddi, ikincisi ise soyut, yani sosyo-kültürel ağırlıklıdır. Çocuğun kişilik yapısı ve zekâ potansiyeline göre bu iki güdüleyici unsurun birine ağırlık verebilirsiniz. Nihayetinde onlar sizi memnun etmek veya sizden yeni teknoloji harikaları kopartabilmek için ders çalışmasınlar.
Onlara bir şey vaad etmeyin, kendileri için çalıştıklarının bilincine varsınlar. Bir de böyle deneyelim, bakalım nasıl olacak?