Yusuf'un kokusu

MURATS44

Özel Üye
Elif ve Emir Pepe’yi büyük bir heyecanla seyrettiler. Pepenin söylediği birbirinden güzel şarkılara eşlik ettiler. En çok da “Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın” şarkısını beğendiler. Uykuları gelince dişlerini fırçalayıp yataklarına yattılar ve babalarına bize masal anlat dediler, babaları da onlara Yusuf peygamberin menkibesini anlattı.

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde zaman zaman içinde…

Kenan ilinde bir gece Yakub’un oğulları yataklarından sessizce kalkıp mum ışığı etrafında toplandılar. Aralarında fısıltıyla konuşmaya başladılar;
“artık ondan kurtulmanın vakti gelmedi mi? Baksanıza babamız yine en güzel kıyafetleri ona almış.”
“geçen hafta kurulan panayırda da sadece Yusuf’a hediye almıştı”
“koyunları biz otlatırız, zeytinleri biz toplarız, bağı biz çapalar, bostanı biz bekleriz.”
“babamız ise Yusuf’um der başka bir şey demez”
“bu iş böyle gitmez, babamız gerçekleri görmeli artık”
“ben diyorum ki; onu dağa götürüp bırakalım.”
“bence denize atalım, köpek balıklarına yem olsun”
“hayır benim daha iyi bir fikrim var şimdi şöyle yapacağız…”
Hep beraber mum ışığı üzerine eğildiler, oda bir anda karanlıkta kaldı ve ağabeylerinin karanlık planını dinlediler

O sabah Yusuf babasına gördüğü ilginç rüyayı anlatıyordu; rüyasında on iki yıldız, güneş ve ayı ona secde etmişlerdi.
Rüyayı büyük ilgiyle dinleyen babası onun terli saçlarından öperek; “sakın rüyanı kardeşlerine anlatma” dediyse de Yusuf dayanamamış ve rüyayı ağabeylerine sevinçle anlatmış.
Ağabeylerinin kıskançlık damarları daha da kabarmış ve akşam yaptıkları planı hemen uygulamaya karar vermişler.
Babalarına;“Sevgili babamız yarın tatil, biz oyuna gideceğiz. Yusuf da bizimle gelsin, gezsin, dolaşsın, oynasın.”
Babaları onların akıllarından geçen sinsi oyunu okumuştu sanki;
“bırakın Yusuf’um yanımda kalsın, sizinle gelirse farkında olmadan kurt yer onu.”
“yok dediler sen bize güvenmiyor musun? biz varken nasıl kurt yermiş, biz o kurdun canına okuruz.”
Babası Yusuf’u oynamaya pek istekli görünce; “peki dedi akşam olmadan evde olun, çünkü çocuklar hep akşam ezanı okunmadan evde olmalıdır.”
Ve Yusuf’u alarak evden uzaklaştılar. Tenha bir yere gelince onu kuyuya attılar. Yusuf kuyuya “cup” diye düştü.
Akşam eve döndüklerinde ağlayarak; “babacığım babacığım keşke senin sözünü dinleseydik, biz oyun oynarken Yusuf’u kurtlar yemiş bakın işte kanlı gömleği” dediler.
Yakub başına gelecekleri biliyor gibiydi sanki. Kanlı gömleği eline aldı ve; “ben Yusuf’umun kokusunu duyuyorum, artık bana düşen güzelce sabretmektir” dedi tevekkülle.

Yusuf kuyuda ağabeylerinin neden böyle bir davranışta bulunduklarını uzun uzun düşündü, belki de bu bir saklambaç oyunu idi. Ağabeyleri birazdan gelecek onu kuyudan çıkarıp eve gideceklerdi, ama dakikalar geçiyor kimse gelmiyordu. Kuyudan ağabeylerine seslendi. Ama sesler kuyunun duvarlarında yankılandı. Gece oldu, gökte yıldızlar pırıl pırıl parlamaya başladı ama gelmediler. Nihayet uykusu geldi, kuyunun sığ bir yerinde dertop oldu, uyudu.

Uyandığında konuşmalar duydu. Etrafını kolaçan etti, nerde olduğunu düşündü, demek ki bu bir rüya değildi. Bir bakraç gördü, hemen tutundu suyla beraber dışarı çıktı.

Kuyudan suyla birlikte bir çocuk çıkmıştı. Bu manzara karşısında adamlar şaşkındı. Bu olsa olsa Tanrıdan bir hediyedir diye düşündüler. Böyle yakışıklı bir çocuk Mısır’da iyi para eder deyip yanlarına aldılar. Kervan Mısır’a doğru yola çıkmış.

Yusuf’u ev hizmetlerine yardım etsin diye Mısırın Emiri satın almıştı. Fakat Yusuf çok akıllı, terbiyeli bir çocuktu. Onu okula gönderdiler. Yusuf tüm okulları başarı ile bitirdi. Sınavları kazandı ve Hazine İşlerinde çalışmaya başladı. Kısa sürede Hazinenin yöneticisi oldu. Çok çalıştı. Ambarları buğdayla, kasaları parayla ve kilerleri yiyecekle doldurdu. Çünkü Yusuf’un arkadaşı rüyasında yakında büyük bir kıtlık olacağını görmüştü. Yusuf rüya konusunda mahirdi ve rüyaları tabir etme yeteneği vardı. Gerçekten de uzun süre yağmur yağmadı. Toprak susuzluktan çatladı, ekinler, ağaçlar kurudu. İnsanlar bir kap yemek bulabilmek için yolları düştüler. Geldikleri yer ise Mısırdı, çünkü Yusuf tedbirini almış, halkına hiç yokluk çektirmiyor ve civar memleketlerden gelen insanlara yardım ediyordu.

Yusuf’un ağabeyleri de kıtlıktan etkilenmişler ve Mısıra gelmişlerdi. Yusuf onları tanıdı ama belli etmedi.
“Sizin dedi babamız var mı?”
“Evet ey Emir dediler, gözleri görmez ihtiyar bir babamız var.”
“Durumu nasıl?”
“Sorma dediler yıllar önce bir kardeşimizi kaybettik, elinde onun kanlı gömleği hâlâ ağlar durur”
“Onu niye getirmediniz?”
“Çok yaşlı, hasta üstelik gözleri de görmez.”
“Size buğdayı ancak onu buraya getirirseniz veririm” dedi Yusuf kararlılıkla
Amanın bu nasıl olabilir dediler, âmâ, ihtiyar babamızın Mısır başkanlarıyla ne işi olabilir ki, fakat açlık kıtlık dayanılacak gibi değildi, geri dönüp memleketlerindeki ihtiyar babalarını alıp getirdiler.
Yakup yol boyunca; “sürekli Ben Yusuf’umun kokusunu duyuyorum, ben ona gidiyorum” dedi.
Oğulları; “bıktık artık senin şu Yusuf’undan da onun kokusundan da, Emirin huzurunda da bundan bahsetme sakın” dediler.
Yusuf babasını görünce çok duygulandı. Onun boynuna sarıldı.
Yakub; “işte bu benim Yusuf’um” dedi.
Kardeşleri; “babamız aklını kaçırdı, buğdaydan vazgeçtik, bizi hapishaneye atmasalar” dediler.
Ama Yusuf, kardeşlerinin paniklemesine fırsat vermeden kendini tanıttı, başından geçen tüm hikayeyi anlattı.

Kardeşlerini affetti ve hep beraber mutluluk içinde yaşadılar.
 
Üst Alt