Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
“Bil ki bir müslüman hakkında kötü konuşmak haram olduğu gibi, kötü zanna kapılmak da haramdır. Kötü zan, aslını bilmediğin bir konuda müslüman kardeşin hakkında kötü diye hüküm vermendir.”
Müslüman, hakkı bâtıldan ayıran kimsedir. Yani gerçeği yalandan, doğruyu eğriden... Hak, kesin bilgiden, bâtıl ise zandan beslenir. Şu halde zanna uymak bâtıla uymanın, kesin bilgiye uymak hakka uymanın alametidir.
Bir işin iç yüzünü bilmeden, ihtimallere dayanarak verilen hükme zan diyoruz. Herhangi bir şey veya bir kimse hakkında, kesin bilgi ve delile dayanmaksızın yapılan yorum, analiz, tahmin ve hükümlerin hepsi zan kapsamına girer.
Peki zannın dinimizdeki yeri nedir? Zan denilen şey tamamıyla kötü bir şey midir? Kulaktan dolma bilgilerle amel etmek de zanna dahil midir? Bir kimse hakkında zanda bulunmak gıybet veya iftira olur mu?
Zan kötü müdür?
Öncelikle ifade edelim ki, zannın hepsi kötü değildir. İyisi olduğu gibi kötüsü de var. Dinimiz zannın iyisini teşvik, kötüsünü zemmetmiş, hatta günah saymıştır. Nitekim Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurat,12) buyurur.
Bu ayetten yola çıkan meşhur alimlerimizden İmam Nevevî rh.a. kötü zanda bulunmanın haram olduğunu söylemiştir. (Tefsîru’s-Seâlebî)
İmam Gazalî rh.a. de şöyle demiştir: “Bil ki bir müslüman hakkında kötü konuşmak haram olduğu gibi, kötü zanna kapılmak da haramdır. Kötü zan, bilmediğin bir konuda müslüman kardeşin hakkında kötü diye hüküm vermendir.”
Zanlar ve gerçekler
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim zannın daha çok müşriklerin uymayı alışkanlık edindikleri bir durum olduğunu haber verir. Onların kesin bilgiye uymaktan çok zanna uymayı tercih ettiklerinden bahseder. Çünkü zan kesin bilgiye ulaşmaktan daha kolay, daha zahmetsizdir. Yunus Suresi’nin 36. ayetinde müşrikler için; “Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz.” buyrularak bu hakikate dikkat çekiliyor. Ancak ayetin devamında; “Elbette ki zan, haktan (gerçekten) hiçbir şeyin yerini tutmaz.” buyurulmakla zannın mutlak gerçeğe halef olamayacağının altı çiziliyor.
Kulaktan dolma söze itibar
Günümüzde zannın daha çok kulaktan dolma laflarla beslenmiş olanına rastlıyoruz. Hangi konuda veya kiminle ilgili olursa olsun, biri bir şey söylemişse o sözün gerçek olup olmadığı araştırılmadan hemencecik karar verildiği görülüyor.
Peki bir kimsenin bir olay veya şahıs hakkında “şöyle şöyledir” diye haber vermesi; o şeyin gerçekten öyle olup olmadığına hükmetmemiz için yeterli midir? Anlatılan şeyin doğruluğunu araştırmak gerekmez mi? Peki ya anlatan kişi de gerçek diye aktardığı şeyi kulaktan dolma öğrenmişse? Ya söylenen şey kasıtlı bir karalamadan ibaretse?
Şu halde hiçbir olay veya kişi hakkında aslını iyice öğrenmeden, kulaktan dolma bilgilere dayanarak; “bu böyledir” diye hüküm verilmemelidir. Hele ki bu haberi, günah işlemeyi alışkanlık haline getiren fâsık biri söylemişse... Çünkü Cenab-ı Hak fâsıktan gelen haberin mutlak surette araştırılmasını istemiş ve buyurmuştur ki: “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)
Günümüzde basın yayın organlarında haberlerden tutun da, tartışma programlarına kadar hemen hemen her alanda bir şeyler söylüyor. Ve maalesef söylenenlerin önemli bölümünün zan üzere bina edilmiş olduğu ortada.
Bugünkü yayıncılık anlayışında dile getirilen pek çok konu ve hükmün zan mı gerçek mi olduğu araştırılmadan kabul edilmesi, hele de başkasına aktarılması da vebaldir. Çünkü Rabbimiz, hakkında kesin bilgiye sahip olmadığımız şeylerin ardına düşmekten bizi sakındırmış ve buyurmuştur ki: “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme. Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan sorumludur.” (İsra, 36)
Adalet ve faziletiyle “ikinci Ömer” diye anılan halife Ömer ibn Abdülaziz, yanında birisinin fazilet ve iyiliği anlatıldığı zaman sorardı:
– Anlattığınız o kişi, yanında bir kardeşinden bahsedildiği zaman nasıl davranırdı?
– Onların kıymetini düşürür, haklarında kötü ve lekeleyici ifadeler kullanırdı, derlerse, derdi ki:
– O adam anlattığınız gibi değilmiş!
Eğer:
– Onlardan iyilik ve güzellikle bahsediyor, derlerse:
– Allah’ın izniyle o adam anlattığınız gibi biridir, derdi. (Tefsîru’s-Sealebî)
Zan ve gıybet ilişkisi
Biliriz ki bir kimsenin arkasından onun hoşlanmayacağı şekilde konuşulduğu zaman bu konuşma ya gıybet olur ya da iftira. Eğer söylenen şey o kişide bulunuyorsa bu gıybettir, bulunmuyorsa iftiradır. Dolayısıyla hakkında zanda bulunulan şahsın gerçek durumu zanna uygunsa zan isabet etmiş, fakat bu zannı dile getiren gıybet etmiştir. Eğer isabet etmemişse, bu defa zanna dayanarak hüküm veren kişi, zan yürüttüğü şahıs hakkında iftirada bulunmuş demektir.
Zanna dayalı konuşmanın sözlerin en yalanı olduğu ifade edilmiştir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz s.a.v. “Zandan sakının! Muhakkak ki zan sözlerin en yalanıdır.” (Buharî; Müslim) buyurmuştur.
İnsanız... Elimizde olmadan içimize iyi veya kötü birçok düşünce doğabilir. Bundan kaçınmak mümkün değil. Önemli olan o düşüncelerin kötü olanlarıyla hareket etmemek, onları başkalarına anlatmamak, böylece onların da aynı hususta kötü düşünmelerine sebebiyet vermemektir.
İslâm zahire hükmeder
İslâm zahire, yani olayın görülebilen kısmına bakarak hüküm verir. Kalbe göre hüküm vermek ancak Allah Teâla’ya aittir. Bunu Usame b. Zeyd r.a. örneğinde açıkça görebiliyoruz. Bilindiği üzere bu mübarek sahabi, bir savaşta kelime-i şahadet getirdiği halde düşmanı öldürmüştü. Kendince, ölen adamın canını kurtarmak için şehadet getirdiğini zannediyordu. Mesele Peygamberimiz’e intikal edince üzülmüş ve buyurmuştu ki: “(O adamın doğru mu yalan mı söylediğini anlamak için) kalbini mi yardın?” (Nesaî)
Bu örnekten bir kez daha anlaşılıyor ki niyet okumaya çalışmak, inancını tartmaya cür’et etmek, “asıl sen onun kalbine bak, içi bozuk” gibi sözler söylemek tehlikeli ve yanlıştır.
Şüphe çekmekten uzak
Bu arada zan gütmemek kadar, zan altında kalmaya yol açacak durumlardan uzak durmak da büyük önem arz ediyor. Çünkü günah işlememeye dikkat ediyor olsak bile, günahkâr biriyle arkadaşlık yapmamız yahut alenen günah işlenen yerlerde bulunmamız, hakkımızda kötü zanda bulunulmasına neden olabilir. Dolayısıyla insanların bizi yanlış anlamasına, hakkımızda kötü düşünmelerine fırsat vermiş olabiliriz. O halde zan uyandıracak hal ve tavırlardan kaçınmalı, gerekirse açıklamada bulunmalıyız. Zira yanlış anlama büyük ihtimalle şüpheye, o da zanda bulunmaya götürür.
Rasul-i Zîşan Efendimiz s.a.v. buna çok dikkat ederdi. Bir gece mübarek hanımlarından Safiye r.a., mescitte itikâfta bulunan Peygamberimizi ziyarete gider. Bir süre konuştuktan sonra ayrılmak üzere ayağa kalkar. Peygamberimiz s.a.v. de onu kapıya kadar uğurlar. Tam o sırada Ensar’dan iki genç oradan geçmektedir. Peygamberimizi görünce hızlanırlar. Peygamberimiz s.a.v.:
– Biraz durun, der, bu kadın (eşim) Safiye bint Huyey’dir.
Gençler beklenmedik bir anda yapılan bu açıklamaya bir anlam veremezler. Derler ki:
– Sübhanallah ey Allah’ın Rasulü!.. (Bunu neden söylediniz?)
Efendimiz s.a.v. duruma şöyle açıklık getirir:
– Şeytan kanın damarda dolaştığı gibi dolaşır durur. Ben onun kalplerinize bir kötülük atmasından, vesvese vermesinden endişe ettim. (Buharî, Müslim, Ebu Davud)
Daima iyi zan
Özetlemek gerekirse, hakkında net bilgiye sahip olmadığımız her ne varsa, o konuya dair fikir yürütmemiz, kulaktan dolma haberlerle ahkâm kesmemiz, görmediğimiz bir şeyi görmüş gibi anlatmamız zandır. Zannın iyisi iyi, kötüsü kötüdür.
Bir şey hakkında ille de zanda bulunacaksak iyi zanda bulunmalıyız. Çünkü Peygamber Efendimiz s.a.v. buyurdular ki; “İyi zanda bulunmak, güzel kulluktan ileri gelir.” (Ebu Davud)
Müslümana yakışan, karşısındaki insana iyi zanda bulunması, kendisini ona nispetle daha aşağı durumda görmesidir. Karşısındaki şayet çocuksa, kendine kıyasla daha az günah işlemiş olabileceğini, yaşlıysa daha fazla ibadet yapmış olabileceğini, alimse daha fazla bilgi sahibi olabileceğini düşünmesi gerekir.
Allah Teâla hakkında da iyi zanda bulunmak gerekir. Çünkü bir hadis-i kudsîde Rabbimiz buyurmuştur ki:
“Ben kulumun zannı üzereyim. (Hakkımda) hayır zannederse hayırla, şer zannederse şerle muamele ederim.” (Taberanî) (semerkand dergisi)
Müslüman, hakkı bâtıldan ayıran kimsedir. Yani gerçeği yalandan, doğruyu eğriden... Hak, kesin bilgiden, bâtıl ise zandan beslenir. Şu halde zanna uymak bâtıla uymanın, kesin bilgiye uymak hakka uymanın alametidir.
Bir işin iç yüzünü bilmeden, ihtimallere dayanarak verilen hükme zan diyoruz. Herhangi bir şey veya bir kimse hakkında, kesin bilgi ve delile dayanmaksızın yapılan yorum, analiz, tahmin ve hükümlerin hepsi zan kapsamına girer.
Peki zannın dinimizdeki yeri nedir? Zan denilen şey tamamıyla kötü bir şey midir? Kulaktan dolma bilgilerle amel etmek de zanna dahil midir? Bir kimse hakkında zanda bulunmak gıybet veya iftira olur mu?
Zan kötü müdür?
Öncelikle ifade edelim ki, zannın hepsi kötü değildir. İyisi olduğu gibi kötüsü de var. Dinimiz zannın iyisini teşvik, kötüsünü zemmetmiş, hatta günah saymıştır. Nitekim Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurat,12) buyurur.
Bu ayetten yola çıkan meşhur alimlerimizden İmam Nevevî rh.a. kötü zanda bulunmanın haram olduğunu söylemiştir. (Tefsîru’s-Seâlebî)
İmam Gazalî rh.a. de şöyle demiştir: “Bil ki bir müslüman hakkında kötü konuşmak haram olduğu gibi, kötü zanna kapılmak da haramdır. Kötü zan, bilmediğin bir konuda müslüman kardeşin hakkında kötü diye hüküm vermendir.”
Zanlar ve gerçekler
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim zannın daha çok müşriklerin uymayı alışkanlık edindikleri bir durum olduğunu haber verir. Onların kesin bilgiye uymaktan çok zanna uymayı tercih ettiklerinden bahseder. Çünkü zan kesin bilgiye ulaşmaktan daha kolay, daha zahmetsizdir. Yunus Suresi’nin 36. ayetinde müşrikler için; “Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz.” buyrularak bu hakikate dikkat çekiliyor. Ancak ayetin devamında; “Elbette ki zan, haktan (gerçekten) hiçbir şeyin yerini tutmaz.” buyurulmakla zannın mutlak gerçeğe halef olamayacağının altı çiziliyor.
Kulaktan dolma söze itibar
Günümüzde zannın daha çok kulaktan dolma laflarla beslenmiş olanına rastlıyoruz. Hangi konuda veya kiminle ilgili olursa olsun, biri bir şey söylemişse o sözün gerçek olup olmadığı araştırılmadan hemencecik karar verildiği görülüyor.
Peki bir kimsenin bir olay veya şahıs hakkında “şöyle şöyledir” diye haber vermesi; o şeyin gerçekten öyle olup olmadığına hükmetmemiz için yeterli midir? Anlatılan şeyin doğruluğunu araştırmak gerekmez mi? Peki ya anlatan kişi de gerçek diye aktardığı şeyi kulaktan dolma öğrenmişse? Ya söylenen şey kasıtlı bir karalamadan ibaretse?
Şu halde hiçbir olay veya kişi hakkında aslını iyice öğrenmeden, kulaktan dolma bilgilere dayanarak; “bu böyledir” diye hüküm verilmemelidir. Hele ki bu haberi, günah işlemeyi alışkanlık haline getiren fâsık biri söylemişse... Çünkü Cenab-ı Hak fâsıktan gelen haberin mutlak surette araştırılmasını istemiş ve buyurmuştur ki: “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)
Günümüzde basın yayın organlarında haberlerden tutun da, tartışma programlarına kadar hemen hemen her alanda bir şeyler söylüyor. Ve maalesef söylenenlerin önemli bölümünün zan üzere bina edilmiş olduğu ortada.
Bugünkü yayıncılık anlayışında dile getirilen pek çok konu ve hükmün zan mı gerçek mi olduğu araştırılmadan kabul edilmesi, hele de başkasına aktarılması da vebaldir. Çünkü Rabbimiz, hakkında kesin bilgiye sahip olmadığımız şeylerin ardına düşmekten bizi sakındırmış ve buyurmuştur ki: “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme. Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan sorumludur.” (İsra, 36)
Adalet ve faziletiyle “ikinci Ömer” diye anılan halife Ömer ibn Abdülaziz, yanında birisinin fazilet ve iyiliği anlatıldığı zaman sorardı:
– Anlattığınız o kişi, yanında bir kardeşinden bahsedildiği zaman nasıl davranırdı?
– Onların kıymetini düşürür, haklarında kötü ve lekeleyici ifadeler kullanırdı, derlerse, derdi ki:
– O adam anlattığınız gibi değilmiş!
Eğer:
– Onlardan iyilik ve güzellikle bahsediyor, derlerse:
– Allah’ın izniyle o adam anlattığınız gibi biridir, derdi. (Tefsîru’s-Sealebî)
Zan ve gıybet ilişkisi
Biliriz ki bir kimsenin arkasından onun hoşlanmayacağı şekilde konuşulduğu zaman bu konuşma ya gıybet olur ya da iftira. Eğer söylenen şey o kişide bulunuyorsa bu gıybettir, bulunmuyorsa iftiradır. Dolayısıyla hakkında zanda bulunulan şahsın gerçek durumu zanna uygunsa zan isabet etmiş, fakat bu zannı dile getiren gıybet etmiştir. Eğer isabet etmemişse, bu defa zanna dayanarak hüküm veren kişi, zan yürüttüğü şahıs hakkında iftirada bulunmuş demektir.
Zanna dayalı konuşmanın sözlerin en yalanı olduğu ifade edilmiştir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz s.a.v. “Zandan sakının! Muhakkak ki zan sözlerin en yalanıdır.” (Buharî; Müslim) buyurmuştur.
İnsanız... Elimizde olmadan içimize iyi veya kötü birçok düşünce doğabilir. Bundan kaçınmak mümkün değil. Önemli olan o düşüncelerin kötü olanlarıyla hareket etmemek, onları başkalarına anlatmamak, böylece onların da aynı hususta kötü düşünmelerine sebebiyet vermemektir.
İslâm zahire hükmeder
İslâm zahire, yani olayın görülebilen kısmına bakarak hüküm verir. Kalbe göre hüküm vermek ancak Allah Teâla’ya aittir. Bunu Usame b. Zeyd r.a. örneğinde açıkça görebiliyoruz. Bilindiği üzere bu mübarek sahabi, bir savaşta kelime-i şahadet getirdiği halde düşmanı öldürmüştü. Kendince, ölen adamın canını kurtarmak için şehadet getirdiğini zannediyordu. Mesele Peygamberimiz’e intikal edince üzülmüş ve buyurmuştu ki: “(O adamın doğru mu yalan mı söylediğini anlamak için) kalbini mi yardın?” (Nesaî)
Bu örnekten bir kez daha anlaşılıyor ki niyet okumaya çalışmak, inancını tartmaya cür’et etmek, “asıl sen onun kalbine bak, içi bozuk” gibi sözler söylemek tehlikeli ve yanlıştır.
Şüphe çekmekten uzak
Bu arada zan gütmemek kadar, zan altında kalmaya yol açacak durumlardan uzak durmak da büyük önem arz ediyor. Çünkü günah işlememeye dikkat ediyor olsak bile, günahkâr biriyle arkadaşlık yapmamız yahut alenen günah işlenen yerlerde bulunmamız, hakkımızda kötü zanda bulunulmasına neden olabilir. Dolayısıyla insanların bizi yanlış anlamasına, hakkımızda kötü düşünmelerine fırsat vermiş olabiliriz. O halde zan uyandıracak hal ve tavırlardan kaçınmalı, gerekirse açıklamada bulunmalıyız. Zira yanlış anlama büyük ihtimalle şüpheye, o da zanda bulunmaya götürür.
Rasul-i Zîşan Efendimiz s.a.v. buna çok dikkat ederdi. Bir gece mübarek hanımlarından Safiye r.a., mescitte itikâfta bulunan Peygamberimizi ziyarete gider. Bir süre konuştuktan sonra ayrılmak üzere ayağa kalkar. Peygamberimiz s.a.v. de onu kapıya kadar uğurlar. Tam o sırada Ensar’dan iki genç oradan geçmektedir. Peygamberimizi görünce hızlanırlar. Peygamberimiz s.a.v.:
– Biraz durun, der, bu kadın (eşim) Safiye bint Huyey’dir.
Gençler beklenmedik bir anda yapılan bu açıklamaya bir anlam veremezler. Derler ki:
– Sübhanallah ey Allah’ın Rasulü!.. (Bunu neden söylediniz?)
Efendimiz s.a.v. duruma şöyle açıklık getirir:
– Şeytan kanın damarda dolaştığı gibi dolaşır durur. Ben onun kalplerinize bir kötülük atmasından, vesvese vermesinden endişe ettim. (Buharî, Müslim, Ebu Davud)
Daima iyi zan
Özetlemek gerekirse, hakkında net bilgiye sahip olmadığımız her ne varsa, o konuya dair fikir yürütmemiz, kulaktan dolma haberlerle ahkâm kesmemiz, görmediğimiz bir şeyi görmüş gibi anlatmamız zandır. Zannın iyisi iyi, kötüsü kötüdür.
Bir şey hakkında ille de zanda bulunacaksak iyi zanda bulunmalıyız. Çünkü Peygamber Efendimiz s.a.v. buyurdular ki; “İyi zanda bulunmak, güzel kulluktan ileri gelir.” (Ebu Davud)
Müslümana yakışan, karşısındaki insana iyi zanda bulunması, kendisini ona nispetle daha aşağı durumda görmesidir. Karşısındaki şayet çocuksa, kendine kıyasla daha az günah işlemiş olabileceğini, yaşlıysa daha fazla ibadet yapmış olabileceğini, alimse daha fazla bilgi sahibi olabileceğini düşünmesi gerekir.
Allah Teâla hakkında da iyi zanda bulunmak gerekir. Çünkü bir hadis-i kudsîde Rabbimiz buyurmuştur ki:
“Ben kulumun zannı üzereyim. (Hakkımda) hayır zannederse hayırla, şer zannederse şerle muamele ederim.” (Taberanî) (semerkand dergisi)