Zengin ve yoksul Müslümanlar arasındaki fark
‘Müslümanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler” hadisini önümüze ayna diye koyup düşünelim, bakalım aynada iskeletini görmeye kadar varan kaç kişi var şunun şurasında? Büyük bir ihtimal birçoğumuz dişleri arasında yuvalanan cesedi göremeyecektir.
İştahla oturduğumuz gıybet sofrasından mazeret ve bahane adlı kürdanları kullanmamıza rağmen bir türlü dişlerimiz arasından bertaraf edemediğimiz kardeş etini ancak iki dişin arasını açmak suretiyle temizleyebileceğiz. İşte bu yüzden bir tarağın dişleri bile bizimkinden çok daha düzgün.
Şirazesi oynayıp dağılmış bir dünyada “nerem doğru ki” mazeretine sığınan boynu eğri develer gibiyiz. Kendi ellerimizle yapıp ihmallerimizle ördüğümüz uçurumlara kader deyip geçiyoruz. Önümüze çıkan bir kara talihten bahsetmiyorum, tırnaklarımızla kendimize inşa ettiğimiz uçurumdan bahsediyorum.
Fakr u zaruret içinde kıvranan bir aile, sokakta sabahlayan bir evsiz, maddi sıkıntılardan dolayı bir türlü evlenemeyen genç, okuyamayan öğrenci, beslenemeyen bebek, sokağa fırlatılan ihtiyar, bunların hepsi kaderin cilveleştiği insanlar öyle mi?
Bu kişilerin mazlumiyeti ve mağduriyetinde bizim hiç payımız yok mudur?
Aynada iskeletimizi görebilmişsek bu meşum hayat sahnelerinde bizim de rolümüz olduğunu inkâr edemeyiz artık.
“Müslümanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler” hadisi öncelikle İslam ortak paydası etrafında bir araya gelmiş olan insanların birbirine sosyal, kültürel ve ekonomik yönden benzerliğine işaret etmektedir.
Müslüman’ın bir başka Müslüman’la arasındaki fark sınıf oluşturmayacak seviyededir. Şayet ekonomik üstünlük sosyal ve kültürel anlamda bir farklılaşmayı doğuruyorsa o zaman Müslümanlardan müşterek refleksler beklemek hayal olur.
Tarağın bazı dişlerinin eşitsizliği geri kalan dişlerin takviyesi ve desteğiyle giderilmelidir. Şimdi aynaya bir daha bakalım ve cevap verelim: Bugün zengin Müslüman’la yoksul Müslüman arasındaki fark acaba iki farklı din mensubu arasındaki farktan daha mı azdır? Yoksul bir Müslüman’la yoksul herhangi bir din mensubu arasındaki ortak noktalar neredeyse Müslüman zenginle Müslüman yoksul arasındaki ortak noktaları ikiye katlayacak derecededir. Zenginlerin dili nasıl aynı ise yoksulların dili de aynıdır.
Mağdurlar, mazlumlar ve yoksullar bidayetten beri hep aynı dili konuşurlar. Bu yüzden yoksullar içlerinde barındırdıkları “fakr” duygusunu keşfettikleri andan itibaren cemaat olmaya daha yatkındırlar. Varsıl olanlar şayet aynı şeyi-fakr duygusunu- içlerinde keşfettiklerinde aynı cemaate dâhil olurlar.
Bu iştirak tarağın dişlerinin eşitlenmesidir. İslam insanın dış yığınaklarını değil iç kazanımlarını dikkate alıp onları makbul birikim kabul eder. Kuşkusuz zenginlik kabahat değildir. Sadece yoksul karşısında sivrilen yanların budaması gerekmektedir. Müşterek bir düzen ve ahenkli bir birliktelik için bu şarttır.
Camide ip gibi saf düzeni olan cemaatin cemiyette bu saf düzenindeki eşitlik ve ahengi unutup baştan savması anlaşılır bir şey değildir. Camide safların düzgün tutulmasının önemi cemiyete hazırlıktır. Cami cemiyetin prototipidir. Cami cemaate, cemaat cemiyete hazırlanır.
Camide ast-üst hiyerarşisi ve kast sistemi nasıl yoksa sokakta ve toplumda da yoktur. Camiyi cemiyetle çatıştırdığımız zaman biri diğerine dar gelecektir hep. Belki de bu yüzden camiler kulağına yaşam soluğu üflenmemiş derin bir sükût içerisinde ve toplum bu yüzden cami sıcaklığından mahrum profan ve fazlasıyla dünyevi.
Adaleti, eşitliği, ahlakı, sabrı ve merhameti mukaddes emanet çetelesine dâhil edip camiye hapsettik. Her namaz vaktinde gelip gidip bu kavramların en mukaddes bildiğimiz taraflarını öpüp yüzümüzü sürdük.
Dışarısı yeterince karanlık ve soğuktu; yoksulluğu aramızda büyüttük. Hiç konuşmamasını içinde bulunduğu durumdan memnun olduğuna yorduk. Şimdi ne aynaya yetişen bir boyumuz kaldı geriye ne de bizi mesut ve eşit kılacak tarağın dişleri.
Hüseyin Akın
‘Müslümanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler” hadisini önümüze ayna diye koyup düşünelim, bakalım aynada iskeletini görmeye kadar varan kaç kişi var şunun şurasında? Büyük bir ihtimal birçoğumuz dişleri arasında yuvalanan cesedi göremeyecektir.
İştahla oturduğumuz gıybet sofrasından mazeret ve bahane adlı kürdanları kullanmamıza rağmen bir türlü dişlerimiz arasından bertaraf edemediğimiz kardeş etini ancak iki dişin arasını açmak suretiyle temizleyebileceğiz. İşte bu yüzden bir tarağın dişleri bile bizimkinden çok daha düzgün.
Şirazesi oynayıp dağılmış bir dünyada “nerem doğru ki” mazeretine sığınan boynu eğri develer gibiyiz. Kendi ellerimizle yapıp ihmallerimizle ördüğümüz uçurumlara kader deyip geçiyoruz. Önümüze çıkan bir kara talihten bahsetmiyorum, tırnaklarımızla kendimize inşa ettiğimiz uçurumdan bahsediyorum.
Fakr u zaruret içinde kıvranan bir aile, sokakta sabahlayan bir evsiz, maddi sıkıntılardan dolayı bir türlü evlenemeyen genç, okuyamayan öğrenci, beslenemeyen bebek, sokağa fırlatılan ihtiyar, bunların hepsi kaderin cilveleştiği insanlar öyle mi?
Bu kişilerin mazlumiyeti ve mağduriyetinde bizim hiç payımız yok mudur?
Aynada iskeletimizi görebilmişsek bu meşum hayat sahnelerinde bizim de rolümüz olduğunu inkâr edemeyiz artık.
“Müslümanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler” hadisi öncelikle İslam ortak paydası etrafında bir araya gelmiş olan insanların birbirine sosyal, kültürel ve ekonomik yönden benzerliğine işaret etmektedir.
Müslüman’ın bir başka Müslüman’la arasındaki fark sınıf oluşturmayacak seviyededir. Şayet ekonomik üstünlük sosyal ve kültürel anlamda bir farklılaşmayı doğuruyorsa o zaman Müslümanlardan müşterek refleksler beklemek hayal olur.
Tarağın bazı dişlerinin eşitsizliği geri kalan dişlerin takviyesi ve desteğiyle giderilmelidir. Şimdi aynaya bir daha bakalım ve cevap verelim: Bugün zengin Müslüman’la yoksul Müslüman arasındaki fark acaba iki farklı din mensubu arasındaki farktan daha mı azdır? Yoksul bir Müslüman’la yoksul herhangi bir din mensubu arasındaki ortak noktalar neredeyse Müslüman zenginle Müslüman yoksul arasındaki ortak noktaları ikiye katlayacak derecededir. Zenginlerin dili nasıl aynı ise yoksulların dili de aynıdır.
Mağdurlar, mazlumlar ve yoksullar bidayetten beri hep aynı dili konuşurlar. Bu yüzden yoksullar içlerinde barındırdıkları “fakr” duygusunu keşfettikleri andan itibaren cemaat olmaya daha yatkındırlar. Varsıl olanlar şayet aynı şeyi-fakr duygusunu- içlerinde keşfettiklerinde aynı cemaate dâhil olurlar.
Bu iştirak tarağın dişlerinin eşitlenmesidir. İslam insanın dış yığınaklarını değil iç kazanımlarını dikkate alıp onları makbul birikim kabul eder. Kuşkusuz zenginlik kabahat değildir. Sadece yoksul karşısında sivrilen yanların budaması gerekmektedir. Müşterek bir düzen ve ahenkli bir birliktelik için bu şarttır.
Camide ip gibi saf düzeni olan cemaatin cemiyette bu saf düzenindeki eşitlik ve ahengi unutup baştan savması anlaşılır bir şey değildir. Camide safların düzgün tutulmasının önemi cemiyete hazırlıktır. Cami cemiyetin prototipidir. Cami cemaate, cemaat cemiyete hazırlanır.
Camide ast-üst hiyerarşisi ve kast sistemi nasıl yoksa sokakta ve toplumda da yoktur. Camiyi cemiyetle çatıştırdığımız zaman biri diğerine dar gelecektir hep. Belki de bu yüzden camiler kulağına yaşam soluğu üflenmemiş derin bir sükût içerisinde ve toplum bu yüzden cami sıcaklığından mahrum profan ve fazlasıyla dünyevi.
Adaleti, eşitliği, ahlakı, sabrı ve merhameti mukaddes emanet çetelesine dâhil edip camiye hapsettik. Her namaz vaktinde gelip gidip bu kavramların en mukaddes bildiğimiz taraflarını öpüp yüzümüzü sürdük.
Dışarısı yeterince karanlık ve soğuktu; yoksulluğu aramızda büyüttük. Hiç konuşmamasını içinde bulunduğu durumdan memnun olduğuna yorduk. Şimdi ne aynaya yetişen bir boyumuz kaldı geriye ne de bizi mesut ve eşit kılacak tarağın dişleri.
Hüseyin Akın