KÜTÜB-İ SİTTE Ölüm

MURATS44

Özel Üye
Kütüb-i Sitte
Kütüb-i Sitte
ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM'IN HASTALANMASI ve ÖLMESİ
5365 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, kendisini ölüme götüren hastalığa yakalandığı zaman derdi ki:
"Ey Aişe! Ben Hayber'de yediğim (zehirli) yemeğin elemini hep hissediyordum. İşte şimdi kalp damarımın kesildiğini hissettiğim anlar geldi."
Buhârî, Megâzî 83.
5366 -
Yine Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hastalığı ağırlaşıp, ağrıları artınca, benim odamda tedavi edilmesi için diğer zevcelerinden müsaade istedi. Onlar kendisine izin verdiler. İki kişinin arasında çıktı. Bunlardan biri amcası Abbâs İbnu Abdilmuttalib idi, bir başkası daha vardı. Ayakları yerde sürünüyordu. Odama girince ızdırabı daha da arttı.
"Ağızlarındaki bağları açılmamış yedi kırbadan üzerime su dökün, belki (iyileşir), insanlara bir vasiyette bulunurum!" buyurdular. Hz. Hafsa'ya ait bir leğene oturttuk. Sonra bu kırbalardan üzerine su dökmeye başladık. (Bir müddet sonra) "yeterince döktünüz" diye işaret edinceye kadar dökmeye devam ettik. Sonra (iyileşerek) halka çıkıp namaz kıldırdı ve bir hitabede bulundu."
5367 -
Yine Sahiheyn'de Ubeydullah İbnu Abdillah'tan gelen bir rivayette Ubeydullah der ki: "Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın yanına girdim. Ona: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hastalığından bana anlatmaz mısın?" dedim. Anlatmaya başladı: "Elbette! Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ağırlaştı ve: "Halk namazını kıldı mı?" diye sordu. Biz: "Hayır! Ey Allah'ın Resûlü, onlar sizi bekliyorlar!" dedik.
"Leğene benim için su koyun!" emrettiler. Hz. Aişe der ki: "Hemen dediğini yaptık, o da yıkandı. Sonra kalkmaya çalıştı, fakat üzerine baygınlık çöktü. Sonra kendine geldi ve tekrar:
"Cemaat namaz kıldı mı?" diye sordu. "Hayır!" dedik, onlar sizi bekliyorlar ey Allah'ın Resülü!" Tekrar:
"Benim için leğene su koyun!" emretti. Hz. Aişe der ki:
"Dediğini yaptık, yıkandı. Sonra tekrar kalkmak istedi. Yine üzerine baygınlık çöktü. Sonra ayılınca:
"İnsanlar namaz kıldı mı?" diye sordu.
"Hayır! dedik, onlar sizi bekliyorlar, ey Allah'ın Resülü!" Aleyhissalâtu vesselâm: "Benim için leğene su koyun!" dedi ve yıkandı. Sonra kalkmaya yeltendi, yine üzerine baygınlık çöktü, sonra ayıldı.
"Halk namazı kıldı mı?" diye sordu.
"Hayır, onlar sizi bekliyorlar ey Allah'ın Resülü!" dedik. Hz. Aişe der ki:
"Halk mescide çekilmiş, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı yatsı namazı için bekliyorlardı."
Hz. Aişe der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz. Ebu Bekr'e adam göndererek halka namaz kıldırmasını söyledi. Elçi gelerek ona:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm halka namaz kıldırmanı emrediyor!" dedi. İnce duygulu bir kimse olan Ebu Bekr radıyallahu anh:
"Ey Ömer halka namazı sen kıldır!" dedi. Hz. Aişe'nin anlattığına göre, Hz. Ömer:
"Buna sen daha ziyade hak sahibisin (ehaksın)!" cevabında bulundu. Aişe der ki: "O günlerde namazı Ebu Bekr radıyallahu anh kıldırdı. Bilahare Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, kendinde bir hafiflik hissetti. Biri Abbâs olmak üzere iki kişinin arasında, öğle namazı için çıktı. O sırada namazı halka Ebu Bekr kıldırıyordu. Ebu Bekr, Resülullah'ın geldiğini görünce, geri çekilmek istedi. Aleyhissalâtu vesselâm geri çekilme diye işaret buyurdu. Kendisini getirenlere: "Beni yanına oturtun" dedi. Onlar da Hz. Ebu Bekr'in yanına oturttular. Hz. Ebu Bekr, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın namazına uyarak namaz kılıyordu. Halk da Hz. Ebu Bekr'in namazına uyarak namazını kılıyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm oturmuş vaziyette idi."
Ubeydullah der ki: "Abdullah İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ'nın yanına girdim ve:
"Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın Aleyhissalâtu vesselâm'ın hastalığı ile ilgili olarak anlattığını size anlatayım mı?" dedim. Bana: "Haydi anlat!" dedi. Ben de bu hususta anlattığını naklettim. Söylediklerimden hiçbir noktayı reddetmedi. Sadece:
"(Resülullah'ı mescide) Abbâs'la birlikte taşıyan ikinci şahsın ismini verdi mi?" diye sordu. Ben: "Hayır söylemedi" deyince: "O, Ali radıyallahu anh idi" dedi."
5368 -
Bir rivayette Buhârî şu ziyadede bulundu: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hastalığı sırasında: "Ben, yarın neredeyim? Ben, yarın neredeyim?" diye sorarak Hz. Aişe'nin yanında kalacağı günü öğrenmek isterdi. Zevceleri, dilediği yerde kalma izni verdiler."
Hz. Aişe der ki: "Aleyhissalâtu vesselâm, benim hücremde ve normal olarak bana uğramakta olduğu günde vefat ettiler. Ayrıca Azîz ve Celîl olan Allah onun rûh-u şerifelerini kabzettiği vakit, mübarek başları ciğerimle boğazım arasında (göğsümde) (yaslanmış vaziyette) idi. Tükrüğü de tükrüğüme karışmıştı.
(Aleyhissalâtu vesselâm'ın hastalığı sırasında birara, kardeşim) Abdurrahmân İbnu Ebî Bekr radıyallahu anhümâ içeri girdi, elinde bir misvak vardı, dişlerini misvaklıyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm o misvağa baktı.
"Ver o misvağı bana!" dedim. O da verdi. Dişlerimle kemirip yonttum ve ucunu geverek (yumuşatıp) Aleyhissalâtu vesselâm'a uzattım. Resülullah, başı göğsüme yaslı vaziyette onunla dişlerini misvakladı."
Buhârî, Megazî 83, Vudû 45, Ezân 39, 46, 47, 51, 67, 68, 70, Hibe 14, Humus 4, Enbiya 19, Tıbb 21, İ'tisâm 5; Müslim, Salât. 90, (418); Tirmizî, Cenâiz 8, (978, 979); Nesâî, Cenâiz 6, (4, 6, 7).
5369 -
Yine Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, sıhhati yerinde iken şöyle diyordu:
"Hiçbir peygamber, cennetteki makamını görmeden kabzedilmez. Bundan sonra hayatı devam ettirilir veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır."
Aleyhissalatu vesselâm hastalandığı zaman O'nu, (başı) dizimin üstünde baygın vaziyette gördüm. Bir ara kendine geldi. Gözlerini evin tavanına dikti ve sonra: "Ey Allah'ım! Refik-i A'la'da (bulunmayı tercih ederim)" dedi. Bu sözü işitince ben (kendi kendime): "Demek ki (makamı gösterildi) ve bizimle olmayı tercih etmiyor" dedim. Bunun, sıhhatli iken bize söylediği şu hadis olduğunu anladım: "Hiçbir peygamber cennetteki makamını görmeden kabzedilmez, sonra yaşamaya devam veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır."
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın telaffuz ettiği son söz: "Allahım, Refik-i A'la'da" cümlesi oldu." (Refik-i A'la: Cennetin en yüksek makamında bulunan peygamberler cemaatidir).
Buhârî, Megazî 83, 84, Tefsîr, Nisa 13, Marda 19, Da'avât 29, Rikâk 41; Müslim, Fezâil 87, (2444); Muvatta, Cenâiz 46, (1, 238, 239); Tirmizî, Da'avât 77, (3490).
5370 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm muhtazar (ölmeye yakın) iken evde birkısım erkekler vardı. Bunlardan biri de Ömer İbnu'l-Hattâb radıyallahu anh idi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Gelin, size bir şey (vasiyet) yazayım da bundan sonra dalâlete düşmeyin!" buyurdular. Hz. Ömer:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a ızdırap galebe çalmış olmalı. Yanınızda Kur'ân var, Allah'ın kitabı sizlere yeterlidir" dedi. Oradakiler aralarında ihtilâfa düştü. Kimisi: "Yaklaşın, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm size vasiyet yazsın!" diyor, kimi de, Hz. Ömer radıyallahu anh'ın sözünü tekrar ediyordu.
Gürültü ve ihtilâf artınca, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Yanımdan kalkın, yanımda münakaşa câiz değildir!" buyurdu. Bunun üzerine İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ: "En büyük musibet, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'la onun vasiyeti arasına girip engel olmaktır!" diyerek çıktı."
Buhari, Megâzî 83, İlm 39, Cihâd 176, Cizye 6, İ'tisâm 26; Müslim, Vasiyye 22, (1637).
5371 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm muhtazar olduğu (ölüm anlarına geldiği) zaman, sık sık ızdıraplar bürümeye başladı. Kerîmeleri Hz. Fâtıma radıyallahu anhâ: "Vay babacığım, ne ızdırab çekiyor!" diye yakınmaya başladı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bugünden sonra baban ızdırab çekmeyecek!" buyur(arak onu teselli etmek iste)di. Aleyhissalâtu vesselâm ölünce, Hz. Fâtıma:
"Vay babacığım! Rabbi, duasına icabet etti! Vay babacığım, gideceği yer Firdevs cennetidir! Vay babacığım, ölümünü Cibril'e haber verdik" diye yas etti. Aleyhissalâtu vesselâm gömülünce de:
"Ey Enes! Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl râzı oldu?" diyerek ızdırabının azametini dile getirdi."
Buhârî, Megâzî 83; Nesâî, Cenâiz 13, (4,13); İbnu Mâce, Cenâiz 65, (1629).
5372 -
Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın amcası) Hz. Abbâs radıyallahu anh, bir cemaate uğradı. Aralarında Ensardan bir grup vardı. Resûlullah'ın ızdırabı arttığı için ağlıyorlardı. Onlara: "Niye ağlıyorsunuz?" diye sordu.
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'la beraberliklerimizi hatırladık" dediler. Bunun üzerine Abbâs radıyallahu anh Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına girdi (ve ensarın ağlamakta olduğunu) ona haber verdi. Aleyhissalâtu, vesselâm hemen başına boz renkli bir sargı sardı -veya "bir bürdenin kenarını" demişti- ve hücreden çıkıp minbere geçti. Halka hitap etti. Ensarı hayırla yâdetti ve onlara iyi muamele edilmesini vasiyet etti. İlâveten dedi ki:
"Allah bir kulunu dünya ile yanındaki arasında muhayyer bıraktı, o da Allah'ın yanındakini seçti: "Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekr ağlamaya başladı ve: "Ey Allah'ın Resülü! Annelerimiz, babalarımız sana feda olsunlar!" dedi. Biz de "Bu ihtiyar adama da ne oluyor ki, Resülullah'ın: "Allah bir kulunu dünya ile yanındaki arasında muhayyer bıraktı, kul da Allah'ın yanındakini tercih etti" sözü üzerine ağlıyor" dedik. Meğer burada muhayyer bırakılan Resûlullah'mış. Bunu en iyi bilenimiz de Ebu Bekr radıyallahu anh imiş."
Buhârî, Salât 80, Fezâil 3.
 

MURATS44

Özel Üye
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yıkanması kefenlenmesi

Kütüb-i Sitte
Kütüb-i Sitte
RESÜLULLAH ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM'IN YIKANMASI KEFENLENMESİ

5373 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı yıkamak istedikleri zaman: "Allah'a kasem olsun bilmiyoruz! Ölülerimizi soyduğumuz gibi, Resûlullah'ı da elbiselerinden soyacak mıyız, yoksa elbisesi üzerinde olduğu halde mi yıkayacağız?" dediler. Bu şekilde ihtilaf edince, Allah üzerlerine uyku attı. Öyle ki, onlardan herbirinin çenesi göğüslerindeydi. Beyt cihetinden, kim olduğu bilinemeyen bir konuşmacı:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı elbisesi üzerinde olduğu halde yıkayın!" diye konuştu. Bunun üzerine kalkıp, kamîsi üzerinde olduğu halde yıkadılar. Su, kamîsin üzerinden dökülüyordu.. Aleyhissalâtu vesselâm'ın bedenini elleriyle değil, kamîsiyle ovuyorlardı."
Hz. Aişe sözlerine devamla dedi ki: "Eğer, daha önce yaptığım işi şimdi yapacak olsaydım, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı kadınlarından başkası yıkamazdı."
Ebu Dâvud, Cenâiz 32, (3141).
5374 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm üç Necrânî kumaş içerisine kefenlendi: "İki parçalı bir hulle, bir de öldüğü sırada üzerinde bulunan kamîs."
Âmiru'ş-Sâbi'den kaydedilen bir rivayette İbnu Abbâs şu ziyadede bulunur: "Aleyhissalâtu vesselâm'ı Hz. Ali, Fazl ve Üsâme radıyallahu anhüm yıkadı ve bunlar kabrine indirdiler."
Ebu Dâvud, Cenâiz 34, (3153).
5375 -
İmam Mâlik anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm pazartesi günü vefat etti ve salı günü de defnedildi. Halk namazını (cemaat halinde değil) ferd ferd kıldı, hiç kimse imamlık yapmadı.
Bir kısmı: "Minberin yanına defnedilsin" dedi. Bazıları da: "Bakî' mezarlığına defnedilsin" dedi. Bu (münakaşaya) Hz. Ebu Bekir geldi ve: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın "Her peygamber öldüğü yere defnedilir" buyurduğunu işitmiştim" dedi. Bunun üzerine, hemen orada mezar kazıldı.
Aleyhissalâtu vesselâm'ı yıkamak istedikleri vakit, gömleğini çıkarmak istediler. Derken: "Gömleği çıkarmayın!" diye bir ses işittiler. Bunun üzerine gömleği üzerinde olduğu halde yıkadılar."
Muvatta, Cenâiz 27, (2, 231).
5376 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Kabrinde Resülûllah aleyhissalâtu vesselâm'ın altına kırmızı bir kadife kondu."
Tirmizî, Cenâiz 55, (1048); Nesâî, Cenâiz 88, (4, 81); Müslim, Cenâiz 91, (967).
5377 -
Muhammed İbnu Ali İbni'l-Hüseyin anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın kabrine lahid yapan Ebu Talha'dır. Aleyhissalâtu vesselâm'ın altına kadifeyi koyan, (Aleyhissâlatu vesselâm'ın) azadlısı şükran radıyallahu anh'dır."
Tirmizî, Cenâiz 55, (1047).
5378 -
Kâsım İbnu Muhammed rahimullah anlatıyor: "(Halam) Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın evine gidip yanına girdim ve: "Ey anneciğim! Bana Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ve iki arkadaşının kabirlerini(n örtüsünü) aç da bir göreyim!" dedim. Üç kabri de benim için açıverdi. Bunlar (yer seviyesinden ne) yukarıda ne de aşağıda idiler. Kırmızı arsanın kumlarıyla kumlanmış idi."
Ebu Dâvud, Cenâiz 72, (3220).
5379 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ'nın anlattığına göre, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın kabrini yerden yükseltilmiş olarak görmüştür.
Buhârî, Cenâiz 96.
ÖLÜMÜN BAŞLANGICI VE GELİŞİ

5380 -
Ebu Sa'îdi'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lailahe illallah demeyi telkin
edin."
Müslim, Cenâiz 1, 2, (916, 917); Tirmizî, Cenâiz 7, (976); Ebu Dâvud, Cenâiz 20, (3117); Nesâî, Cenâiz 4, (4, 5).
5381 -
Ma'kıl İbnu Yesâr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Yâ-sin süresini okuyun."
Ebu Dâvud, Cenâiz 24, (3121); İbnu Mâce, Cenâiz 4, (1448).
5382 -
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "İnsan öldüğü zaman gözleri nasıl belerip kalıyor, görmez misiniz?" buyurmuştu. Cemaat:
"Evet, görüyoruz!" dediler. Bunun üzerine:
"İşte bu, gözünün, nefsini (çıkan ruhunu) takip etmesindendir!" buyurdular."
Müslim, Cenâiz 9, (921).
5383 -
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Ebu Seleme radıyallahu anh'ın yanına girdi. Ebu Seleme'nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra:
"Ruh kabzedildi mi göz onu takip eder" buyurdu. Ehlinden bazıları feryad u figân koparmıştı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Kendinize kötü temennide bulunmayın, hayır dua edin! Çünkü melekler, söylediklerinize âmin derler!" buyurdu. Sonra ilâve etti:
"Allahım, Ebu Seleme'ye mağfiret buyur! Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol! Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!"
Müslim, Cenâiz 7, (920); Tirmizî, Cenâiz 7, (977); Ebu Dâvud, Cenâiz 19, 21, (3115, 3118); Nesâî, Cenâiz 3, (4, 5).
5384 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir müslüman muhtazar olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler:
"Sen razı ve senden de (Rabbin) razı olarak (şu bedenden) çık. Allah'ın rahmet ve reyhanına ve sana gadabı olmayan Rabbine kavuş."
Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semanın kapısına kadar onu getirirler ve: "Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!" derler. Sonra onu mü'minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler. Ona:
"Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?" diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler:
"Bırakın onu, onda hâla dünyanın tasası var!" derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara):
"Falan ölmüştü, yanınıza gelmedi mi?" der. Onlar:
"0, annesine, Hâviye cehennemine götürüldü!" derler. Aleyhissalâtu vesselâm devamla der ki:
"Kâfir muhtazar olduğu vakit, azab melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler:
"Bu cesedden kendin öfkeli, Allah'ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah'ın azabına koş!"
Bunun üzerine, cesedden, en kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada:
"Bu koku ne de pis!" derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler."
Nesâî, Cenâiz 9, (3, 8-9).
5385 -
Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mü'min alnının teriyle ölür."
Tirmizî, Cenâiz 10, (982); Nesâî, Cenâiz 5, (4, 6).
5386 -
Ubeyd İbnu Halîd es-Sülemî Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabından birinden naklen anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ani ölüm, kâfir için gadab-ı ilahî'nin bir yakalamasıdır, mü'min için de bir rahmettir."
Ebu Dâvud, Cenâiz 14, (3110).
 

MURATS44

Özel Üye
Kütüb-i Sitte
Kütüb-i Sitte
CEVAZ

5387 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'la birlikte demirci Ebu Seyf radıyallahu anh'ın yanına girdik. O, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın oğlu İbrahim'in süt babası idi. Aleyhissalâtu vesselam oğlunu aldı, öptü ve kokladı. Daha sonra yanına tekrar girdik. İbrahim can çekişiyordu. Bu manzara karşısında Aleyhissalâtu vesselâm'ın gözlerinden yaş boşandı. Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh:
"Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah'ın Resülü?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Ey İbnu Avf! Bu merhamettir!" buyurdu ve ağlamasına devam etti. Sonra şöyle söyledi: "Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat Rabbimizi razı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrahim! Senin ayrılmandan bizler üzgünüz!"
Buhârî, Cenâiz 44; Müslim, Fezâil 62, (2315); Ebu Dâvud, Cenâîz 28, (3126).
5388 -
Abdullah İbnu Ubeydillah İbni Ebî Müleyke anlatıyor: "Hz. Osman İbnu Affân radıyallahu anh'ın Mekke'de bir kızı vefat etti. Cenazesinde bulunmak üzere geldik. İbnu Ömer ve İbnu Abbâs radıyallahu anhüm de cenazede hazır oldular. Ben ikisinin arasında oturuyordum. Abdullah İbnu Ömer, tam karşısında bulunan Amr İbnu Osman'a:
"Ağlamayı niye yasaklamıyorsun? Zira Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ölü, ehlinin, kendisi üzerine ağlaması sebebiyle azab görür" buyurmuştur!" dedi. Bunun üzerine İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ: "Hz. Ömer radıyallahu anh bunun bir kısmını söylemişti" dedi ve sonra İbnu Abbas konuşmasına devam ederek anlattı:
"Hz. Ömer'le Mekke'den çıktım. el-Beyda nam mevkie geldiğimizde, semüre ağacının gölgesinde bir yolcu gördü. Bana:
"Git bak bakalım! Bu yolcu neyin nesi?" dedi. Gittim baktım, meğer Süheyb imiş, gelip haber verdim. "Onu bana çağır!" dedi. Tekrar Süheyb'e dönüp:
"Haydi yürü, Emir'ül-Mü'minine uğra!" dedim.
Hz. Ömer radıyallahu anh hançerlendiği zaman Hz. Süheyb radıyallahu anh, ağlayarak girdi. Hem ağlıyor, hem de: "Vay kardeşim, vay arkadaşım!" diyordu. Hz. Ömer: "Ey Süheyb bana mı ağlıyorsun? Aleyhissalâtu vesselâm: "Ölü, ehlinin kendi üzerine ağlaması sebebiyle azab görür" buyurdu!" dedi.
İbnu Abbâs radıyallahu ahnüma der ki: "Hz. Ömer radıyallahu anh öldüğü zaman bunu Hz. Aişe radıyallahu anhâ'ya hatırlatmıştım. Şöyle dedi:
"Allah Ömer'e rahmet buyursun! Vallahi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Allah, mü'mine, ehlinin üzerine ağlaması sebebiyle azab verir" demedi. Lakin Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Allah, kâfirin azabını, ehlinin üzerine ağlamasıyla artırır" buyurdular."
Hz. Aişe sözlerine şöyle devam etti: "(Bu meselede) size Kur'an yeter. Orada "Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez" (Fâtır 18) buyrulmuştur."
Bu söz üzerine İbnu Abbâs radıyallahu anhüm: "Gerçek şu ki, güldüren de, ağlatan da Allah'tır, (gülmek ve ağlamak fıtri bir şe'niyettir, kişinin bundadahli yoktur)" dedi.
İbnu Müleyke der ki: "İbnu Ömer bu konuşmalar karşısında hiçbir şey söylemedi (serdedilen delilleri ikna edici buldu)."
Buhârî, Cenâiz 33; Müslim, Cenâiz 22, (928); Nesâî, Genâiz 15, (4,18,19).
5389 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Kendisine, İbnu Ömer radıyallahu anhümâ'nın: "Sağ kimsenin üzerine ağlamasıyla ölüye azab edileceğini söylemekte olduğu" haber verilmişti. Şu cevabı verdi:
"Allah, Ebu Abbirrahman'ı (İbnu Ömer'i) mağfiret buyursun. Aslında o, yalan söylemiyor, ancak unutmuş veya yanılmış olmalı. Zira Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, (ölmüş) bir yahudi kadın cenazesine uğramıştı, yakınları onun üzerine ağlıyorlardı.
"Bunlar onun üzerine ağlıyorlar. Ona da bu yüzden kabrinde azab ediliyor!" buyurdu."
Buhârî, Cenâiz 33; Müslim, Cenâiz 25, (931); Muvattâ, Cenâiz 37, (1, 234); Tirmizî, Cenâiz 25, (1004); Nesâî, Cenâiz 15, (4,17).
5390 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın âlinden birisi vefat etmişti. Kadınlar, arkasından ağlamak üzere toplandılar. Hz. Ömer radıyallahu anh onları bundan men etmek ve geri çevirmek üzere kalktı. Aleyhissalâtu vesselâm müdahale edip:
"Ey Ömer! Bırak onları, çünkü göz ağlayıcıdır, kalp ızdıraba maruzdur, (ızdırabın yaşandığı) zaman yakındır!" buyurdular."
Nesâî, Cenâiz 16, (4,19).
5391 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, ölmüş bulunan Osmân İbnu Maz'ûn'u, gözlerinden yaşlar dökerek öptü."
Tirmizî, Cenâiz 14, (989); Ebu Dâvud, Cenâiz 40, (3163); İbnu Mâce, Cenâiz 7, (1456).
5392 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Kurrâlar öldürüldüğü zaman, bir ay boyu kunut okudu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bir başka şey için bu kadar üzüldüğünü hiç görmedim."
Buhârî, Cenâiz 41, Vitr 7, Cizye 8, Megazi 38, Da'avât 59; Müslim, Mesacid 29, (677).
MATEMDEN NEHİY

5393 -
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: "Ebu Seleme öldüğü zaman, şöyle dedim: "Garip adam, diyar-ı gurbette öldü. Ben de: "Onun için öyle bir ağlayacağım ki, herkes ondan bahsetsin."
Tam ağlamak için hazırlanmıştım ki, Saîd'den, bana yardım etmek isteyen bir kadın geldi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm onunla karşılaşmış ve kadına: "Sen, Allah Teâlâ'nın tard ettiği şeytanı tekrar eve sokmak mı istiyorsun?" dediler. Bunun üzerine ben de ağlamaktan vazgeçtim ve ağlamadım."
Müslim, Cenâiz 10, (922).
5394 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a Zeyd İbnu Hârise, Cafer İbnu Ebî Ta'lib ve Abdullah İbnu Ravâha radıyallahu anhüm'ün ölüm haberi gelince oturdu. (Halinden) üzüntülü olduğu belliydi. Ben kapı aralığından bakıyordum. Yanına bir adam geldi ve: "Cafer'in kadınları!" dedi ve onların ağladıklarını haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm derhal onları men etmesini emretti. Adam gitti ve sonra geri gelip: "Ben onları yasakladım, fakat onlar sözüme kulak asmadılar" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm ikinci sefer emrederek kadınları bundan nehyetmesini söyledi. Ama o, kadınların yine kulak asmadıklarını haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm yine: "Yasakla onları!" buyurdu. Adam üçüncü sefer geri geldi ve:
"Ey Allah'ın Resûlü! Allah'a yemin olsun kadınlar bana -veya bize- galebe çaldılar" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ağızlarına toprak saç!" emretti."
Buhârî, Cenâiz 41, 46, Megâzî 44, Müslim, Cenâiz 30, (935); Ebu Dâvud, Cenâiz 25, (3122); Nesâî, Cenâiz 14, (4,15).
5395 -
Câbir İbnu Atik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Abdullah İbnu Sâbit'e geçmiş olsun ziyaretine gelmişti. Onu, (Allah'ın emri) galebe çalmış buldu. Ona seslendi. Fakat cevap alamadı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm istirca'da bulundu "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn" dedi ve:
"Biz (yaşamanı isteriz ama, Allah'ın emri) bize galebe çaldı ey Ebu'r-Rebî!" dedi. Bunun üzerine kadınlar feryad edip ağlamaya başladılar. İbnu Atik radıyallahu anh kadınları susturmaya başladı. Ancak Aleyhissalâtu vesselâm: "Bırak onları ağlasınlar! Vâcip olduğu zaman tek ağlayan ağlamayacak" buyurdu.
"Vacip olan da ne?" dediler.
"Öldüğü zaman (demektir)" dedi. Bunun üzerine kızı:
"Allah'a yemin olsun, elimden gelse şehid olmanı isterim. Çünkü sen (cihad için gerekli teçhizâtı) hazırladın" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Allah onun ecrini niyetine göre verdi. Siz aranızda şehid olmayı ne zannedersiniz?" buyurdular.
"Allah yolunda ölmek!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:
"Öyleyse ümmetimin şehidleri cidden azdır. Bilesiniz: Tâunda ölen şehittir, boğularak ölen şehittir, yeter ki seferi taatte olsun. Zâtulcenb'ten ölen şehittir. İshalden ölen şehittir, yanarak ölen şehittir, yıkık altında ölen şehittir, çacuk karnında ölen kadın şehittir."
Muvatta, Cenâiz 36, (1, 233, 234); Ebu Dâvud, Cenâiz 15, (3111); Nesâî, Cenâiz 14, (4,13,14).
5396 -
İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Sa'd İbnu Ubâde'ye geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. (Yanına gelince) onu baygın buldu ve: "Ölmüş olmalı!" dedi. Yanındakiler: "Hayır" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm ağladılar. Resûlullah'ın ağladığını gören halk da ağladı.
"İşitmiyor musunuz, buyurdular, Allah Teâla Hazretleri ne gözyaşı sebebiyle ne de kalbin hüznüyle azab vermez. Ancak şunun sebebiyle azab verir! -ve dilini işaret ettiler- yahut da merhamet eder."
Buhârî, Cenâiz 45; Müslim, Cenâiz 12, (924).
5397 -
İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"(Izdırab ve mâtemi sebebiyle) yanaklarını yolan, üst başını yırt(ıp dövün)en, cahileye duasıyla dua eden bizden değildir."
Buhârî, Cenâiz 36, 39, 40, Menâkıb 8; Müslim, İmân 165, (103); Tirmizî, Cenâiz 22, (999); Nesâî, Cenâiz 19, (4, 20).
5398 -
Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
Bir kimse ölünce, arkada ağlayanları kalkıp: "Vay benim dağım, vay efendim..." gibi sözler sarfederse, ona iki melek vekil kılınır, melekler ölen kimsenin göğsüne vura vura: "Sen öyle misin?" diye sorarlar."
Tirmizî, Cenâiz 24, (1003).
5399 -
Nu'mân İbnu Beşîr radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Abdullah İbnu Ravâha radıyallahu anh bayılmıştı. Kızkardeşi Amrâ ağlamaya başladı: "Vay benim dağım vay şuyum, vay buyum" diye sayıp dökerek yakınıyordu. Abdullah ayıldığı zaman:
"Allah'a yemin olsun, o söylediklerini söylerken her defasında bana: "Sen böyle misin?" diye soruldu" dedi."
Söylendiğine göre, Abdullah vefat ettiği zaman Amrâ arkasından ağlamadı."
Buhârî, Megâzî, 44.
5400 -
Hz. Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh'ın elinden tuttu, oğlu İbrahim'e gittiler. Aleyhissalâtu vesselâm oğlunu can çekişir vaziyette buldu. Kucağına aldı ve ağladı. Abdurrahman:
"Ağlıyor musun? Ağlamaktan bizi sen men etmedin mi? " dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Hayır (ağlamaktan değil), iki ahmak, fâcir sesten yasakladım: Musibet sırasındaki ses; yüzleri tırmalamak, cepleri yırtmak ve şeytan mâtemi."
Tirmizî, Cenâiz 25, (1005).
 

MURATS44

Özel Üye
Kütüb-i Sitte
Kütüb-i Sitte
5401 -
Esma Bintu Yezîd İbni's-Seken radıyallahu anhâ anlatıyor: "Kadınlardan biri dedi ki: "Ey Allah'ın Resülü! Bizim sana âsi olmamamız gereken şu ma'ruf (iyi amel) nedir?" Aleyhissalâtu vesselâm:"Matem yapmayın!" buyurdu. Kadın:
"Ey Allah'ın Resülü! Falan sülâle (nin kadınları) amcamın (vefatında matemime iştirak edip) yardımcım olmuşlardı. Benim de mukabeleten borcumu ödemem gerek" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm kadına (matem için) izin vermedi. Kadın tekrar tekrar izin istedi."
Kadın der ki:
"Resülullah, sonunda onlara borcumu ödemem için izin verdi. Onlara olan borcumu ödedikten sonra hiç matem tutmadım, şu ana kadar bir başka mateme de katılmadım. Benim dışında matem tutmayan kadın da kalmadı."
Tirmizî, Tefsîr, Mümtehine, (3304).
5402 -
Hz.Huzeyfe radıyallahu anh muhtazar (ölüme yakın) olunca: "Ben ölünce, kimse üzerime ezan okumasın, ben bunun, ölüm haberinin duyurulması olmasından korkarım. Zira ben, Aleyhissalâtu vesselâm'ın ölüm haberinden yasakladığını işittim. Öyleyse ben öldüm mü, üzerime namaz kılsınlar. Beni Rabbime (sessizce) taşısınlar" dedi."
Tirmizî, Cenâiz 12, (986); İbnu Mâce, Cenâiz 14, (1476).
5403 -
Ebu Sa'idi'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm matemci kadına da, onu dinleyene de lânet etti."
Ebu Dâvud, Cenâiz 20, (3128).
5404 -
İbnu Ömer radıyallahu anhümâ'nın anlattığına göre, "Abdurrahman (İbnu Ebi Bekr es-Sıddîk) radıyallahu anh'ın kabri üzerinde bir çadır görmüştü, seslendi:
"Ey oğlum! Çadırı mezarın üstünden kaldır. Çünkü onu, (sağken işlediği) ameli gölgelemektedir."
Buhârî, Cenâiz 82, (muallak olarak kaydetmiştir.)
ÖLÜYÜ YIKAMA VE KEFENLEME

5405 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam, Arafat'ta Resülullah ile beraber dururken devesi onu (yere atıp) boynunu kırdı ve adam öldü. Aleyhissalâtu vesselâm: "Adamı su ve sidr ile gasledin, iki parça bezle kefenleyin, kefene tahnît yapmayın (koku sürmeyin).. Başını da örtmeyin. Allah onu Kıyamet günü telbiye ederek diriltecektir!" buyurdu."
Buhârî, Cenâiz 20, 21, 22, Cezâu's-Sayd 13, 20, 21; Müslim, Hacc 94, (1206); Ebu Dâvud, Cenâiz 84, (3238, 3239, 3240, 3241); Tirmizî, Hacc 105, (951); Nesâî, Hacc 98, 99,100,101 (5,195-197).
5406 -
Leyla Bintu Kâif es-Sakafiyye anlatıyor: "Ben Ümmü Külsûm Binti Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı yıkayan kadınlar arasında idim. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm da kapının yanında idi. Yanında Ümmü Külsüm'un kefeni vardı, bize parça parça veriyordu. İlk verdiği parça izâr idi. Sonra gömleği(dır'), sonra başörtüsünü (hımâr) sonra göğüs örtüsünü (milhafe) verdi. Ümmü Külsüm sonra bir başka giysinin içine konuldu."
Ebu Dâvud, Cenâiz 36, (3157).
5407 -
Ebu Sa'îdi'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Ölü, (Kıyamet günü), içinde öldüğü elbise ile diriltilecek" dediğini işittim."
Ebu Dâvud, Cenâiz 18, (3114).
5408 -
Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kefen(e fazla ödeme)de ileri gitmeyin. Çünkü çabuk çürütülür."
Ebu Dâvud, Cenâiz 35, (3154).
5409 -
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Hamza İbnu Abdilmuttalib'i tek parçadan müteşekkil çizgili bir kumaşla kefenledi."
Tirmizî, Cenâiz 20, (997).
5410 -
Abdullah İbnu Amr İbni'I-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Ölü üç parça ile kefenlenir: Gömlek giydirilir, izar bağlanır, üçüncü giysi olan lifafeye sarılır. Eğer sadece bir kat giysi varsa onunla kefenlenir."
Muvatta, Cenâiz 7, (1, 224).
CENAZENİN TEŞYİİ VE TAŞINMASI

5411 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim cenazeyi takip eder ve önce üç kere taşırsa (ölen kardeşine karşı olan) borcunu ödemiş olur."
Tirmizî, Cenâiz 50,(1041).
5412 -
Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah alehissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cenazeyi ne ses (matem), ne de ateşle takip etmeyin."
Bir rivayette şu ziyade var: "Cenazenin önünde yürümeyin."
Muvatta, Cenâiz 13, (1, 226); Ebu Dâvud, Cenâiz 46, (3171).
5413 -
İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm'ı, Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir'i cenazenin önünde yürürlerken gördüm."
Ebu Dâvud, Cenâiz 49, (3179); Tirmizî, Cenâiz 26, (1007,1008); Nesaî, Cenâiz 56, (4, 56).
5414 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm cenazenin önünde yürürdü. Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman da (önde yürürdü).
Tirmizî, Cenâiz 26, (1007).
Rezîn şu ziyadede bulundu: "Siz teşyî ederken cenazenin önünde, arkasında, sağında, solunda ve yakınında yürüyün!"
Rezîn'in ziyâdesini Buhârî muallak olarak zikretmiştir.
5415 -
Ümmü Atiyye radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Cenazeyi takipten (biz kadınlar) men edildik ama bunda çok şiddet gösterilmedi."
Buhârî, Cenâiz 30; Müslim, Cenâiz 235, (938); Ebu Dâvud, Cenâiz 44, (3167).
5416 -
Muğîre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Binekli, cenazenin ardından yürür, yaya ise dilediği yerden. Çocuğa da namaz kılınır. Anne-babası için mağfiret ve rahmetle dua edilir."
Tirmizî, Cenâiz 42, (1031); Nesâî, Cenâiz 55, 56, (4, 55, 56); Ebu Dâvud, Cenâiz 49, (4180).
5417 -
Hz. Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir cenazeye katılmıştı. Birkısım binekliler gördü.
"(Binerek cenaze teşyi etmekten) utanmıyor musunuz? Allah'ın melekleri yaya olsunlar da siz hayvanların sırtında olun (olacak şey değil)!" buyurdular."
Tirmizî, Cenâîz 28, (1012); Ebu Dâvud, Cenâiz 48, (3177).
5418 -
Hz. Câbir İbnu Semure radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Ebu'd-Dahdâh'ın cenazesini yayan takip etti. At sırtında geri döndü."
Müslim, Cenâiz 89, (965); Tirmizî, Cenâiz 29, (1014); Ebu Dâvud, Cenâiz 48, (3178); Nesâî, Cenâiz 95, (4, 85, 86).
CENAZEYİ DEFİNDE SÜR'AT

5419 -
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cenazede çabuk olun. Eğer sâlih biri ise, kendisine iyilik yapmış olursunuz. Böyle biri değilse, belayı bir an önce sırtınızdan atmış olursunuz."
Buhârî, Cenâiz 52; Müslim, Cenâiz 51, (944); Muvatta, Cenâiz 56, (1, 243); Ebu Dâvud, Cenâiz 50, (3181); Tirmizî, Cenâiz 30, (1015); Nesâî, Cenâîz 44, (4, 42).
5420 -
Ubâdetu'bnu's-Sâmid radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm cenazeyi takip ettiği vakit, cenaze mezara konuncaya kadar oturmazdı. Bir yahudi âlimi (bir gün) karşısına çıkıp:
"Ey Muhammed biz de böyle yaparız!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Onlara muhalefet edin! Oturun!" emrettiler!"
Ebu Dâvud, Cenâiz, 47, (3176); Tirmizî, Cenâiz, 35, (1020).
5421 -
Âmir İbnu Rebî'a radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden biri bir cenazenin geçtiğini görürse, cenaze ile birlikte yürümese bile, cenazeyi geride bırakıncaya veya cenaze kendisini geride bırakıncaya veya cenaze onu geride bırakmadan, yere konuncaya kadar oturmasın."
Buhârî, Cenâiz 47, 48; Müslim, Cenâiz 74; (958); Ebu Dâvud, Cenâiz 47, (3172); Tirmizî, Cenâiz 51, (1042); Nesâî, Cenâiz 45, (4, 44).
5422 -
Muhammed İbnu Sîrîn rahimehullah anlatıyor: "Hasan İbnu Ali ve İbnu Abbas radıyallahu anhüm (otururlar iken) bir cenaze geçmişti. Hz. Hasan derhal ayağa kalktı, İbnu Abbâs ayağa kalkmadı. Hasan radıyallahu anh:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir yahudinin cenazesine ayağa kalkmadı mı?" dedi: Bunun üzerine İbnu Abbâs da ayağa kalktı. Cenâze için kalktı sonra tekrar oturdu.
Bir rivayette: "Ben melekler için, yani cenaze ile birlikte olan melekler için ayağa kalktım" denmiştir.
Nesâî, Cenâiz 47, (4, 46).
5423 -
Hasan İbnu Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm otururken bir yahudi cenazesi geçiyordu. Yahudi cenâzesinin başından yukarıda olmasını iyi karşılamadı ve ayağa kalktı."
Nesâi, Cenâiz 47, (4, 47).
 
Son düzenleme:

MURATS44

Özel Üye
şehidin defni

Kütüb-i Sitte
Kütüb-i Sitte
ŞEHİDİN DEFNİ

5424 -
Hişâm İbnu Âmir anlatıyor: "Uhud günü Ensâr, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelip: "Bize yara ve meşakkat isabet etti, ne emredersiniz (ey Allah'ın Resülü)?" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Kabirleri genişletin ve derinleştirin. Bir kabre iki-üç kişiyi birden koyun!" buyurdular."
"Öyleyse hangisi öne konsun?" denildi.
"Kur'an'ı daha çok bilen!" buyurdular."
5425 -
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Uhud şehidlerini (defin sırasında), her iki kişinin (cesedini) bir giysiye koyuyor, sonra da: "Kur'an'ı hangisi daha çok almıştı?" diye sorup, onlardan birine işaret edildiği takdirde, onu lahidde öne koyuyordu. Sonra da: "Ben bunlara şahidim!" diyordu. Onları kanlarıyla defnetmelerini emretti. Onlara cenâze namazı kılmadı, onları yıkamadı da."
Buhârî, Cenâiz 73, 74, 75, 76, 79, Megâzî 26; Ebu Dâvud, Cenâiz 31, (3138); Tirmizî, Cenâiz 46, (1036); Nesâî, Cenâiz 61, (4, 62).
(İbnu Deybe hadisin bir meselesi ile ilgili olarak şu açıklamayı yapar): "Derim ki: "İki kişinin, bir giysi içinde, derileri birbirlerine değecek şekilde birleştirilmeleri câiz değildir. Öyleyse bu "birleştirme" hadisesi, ikisinin arasına bir perde konduktan sonra gerçekleştirilmiş olacağına yahut o giysinin ikisi arasında bölünmüş olacağına hamledilir. Zahir mâna da bunu gerektiriyor çünkü hadiste geçen "onlardan birine işaret edildiği takdirde, onu lahidde öne koyuyordu" ibaresi bunu ifade eder. Her birinin müstakil veya aralarında bir perde olmadan birini öne almak mümkün değildir."
5426 -
Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Uhud günü, halam, kabristanımıza gömmek için babamı (Uhud'dan Medineye) getirmişti. O sırada Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın tellâli şöyle nida etti: "Ölüleri yerlerine geri götürün!"
Ebu Dâvud, Cenâiz 42, (3165); Tirmizî, Cihâd 37, (1717); Nesâî, Cenâiz 83, (4, 79).
5427 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Uhud şehidlerinin üzerinden demir(den mamul silah, zırh gibi şeyler)in ve deri(den mamul kan bulaşmamış giyecek)lerin çıkarılmasını ve onların elbiseleri ve kanlarıyla gömülmelerini emretti."
Ebu Dâvud, Cenâiz 31, (3134).
DEFİNDE TA'CİL

5428 -
Husayn İbnu Vahvah radıyallahu anh anlatıyor: "Talha İbnu'I-Berâ hastalandığı zaman, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ona geçmiş olsun ziyaretine geldi. (Yakınlarına:) "Ben onda ölüm alâmetinin zuhurunu gördüm. (Ölümünü) -bana hemen haber verin ve acele davranın. Çünkü, müslüman bir kimsenin cesedinin ailesi içerisinde hapsedilmesi uygun değildir" buyurdular."
Ebu Dâvud, Cenâiz 38, (3159).
5429 -
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Bir gün Resülullah aleyhissalatu vesselam bir hutbe irad etti. Hutbesinde, ashabından, ölmüş, yetersiz bir kefene sarılıp, geceleyin defnedilmiş bir zâtı zikretti. Sonra kişinin, mecbur kalmadıkça geceleyin gömülmesini yasakladı, ta ki üzerine namaz kılınsın. Ve dedi ki:
"Biriniz kardeşini kefenledi mi, kefenini güzel yapsın!"
Müslim, Cenâiz 49, (943); Ebu Dâvud, Cenâiz 34, (3148); Nesâi, Cenâiz 37, (4, 33).
5430 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, geceleyin bir kabre girdi. Kendisine bir kandil yakılmıştı. Uzanmış vaziyetteki cenazeyi kıble cihetinden aldı. (Ölüye): "Muhakkak ki sen çok dua eden, çok Kur'an okuyan (yufka yürekli) bir kimseydin. Allah sana rahmetini bol kılsın!" diye dua etti ve dört kere tekbir getirdi."
Tirmizî, Cenâiz 62, (1057).
5431 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bir kızının defnine şahid olduk. Bu definde Resülullah kabrin üzerine oturmuştu. Aleyhissalâtu vesselâm'ın gözlerinden yaş aktığını gördüm.
"Aranızda bu gece günah işlemeyen (cima yapmayan) var mı?" buyurdular. Ebu Talha radıyallahu anh: "Ey Allah'ın Resulü! Ben varım!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Öyleyse kabrine in!" buyurdular."
Ravi der ki: "Ebu Talha kabre inip onu defnetti."
Buhari, Cenaiz 72.
5432 -
Hz. İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Lahid bize, şakk bizden başkasına aittir."
Ebu Dâvud, Cenâiz 65, (3208); Tirmizî, Cenâiz 53, (1045); Nesâî, Cenâiz 85, (4, 80).
5433 -
Ebu'I-Heyyâc el-Esedî anlatıyor: "Bana, Hz. Ali radıyallahu anh: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın beni göndermiş olduğu şeye ben de seni göndereyim mi?" diye sordu ve Resülullah'ın kendisine:
"Haydi git, kırıp dökmedik put, düzlemedik yüksek kabir bırakma!" dediğini anlattı."
Müslim, Cenâiz 93, (969); Ebu Dâvud, Cenâiz 72, (3218); Nesâî, Cenâiz 99, (4, 88, 89).
5434 -
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kabrin kireçlenmesini, üzerine bina yapılmasını, üzerine oturulmasını, üzerine yazı yazılmasını ve ayakla basılmasını yasakladı."
Müslim, Cenâiz 94, (970); Ebu Dâvud, Cenâiz 76, (3225, 3226); Tirmizî, Cenâiz 58, (1052); Nesâî, Cenâiz 96, (4, 86, 88).
5435 -
Muttalib İbnu Ebî Vedâ'a anlatıyor: "Osmân İbnu Maz'ün öldüğü zaman, cenazesi Medine'den dışarı çıkarıldı ve gömüldü. Osman radıyallahu anh, muhacirlerden ölen kimse idi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, bir adama Osman için bir kaya (getirerek mezar yerini belli etmesini) emretti. Adam (bir taş aldı, fakat) taşımaya güç yetiremedi. Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bizzat gidip kollarını sıvadı. -Râvi der ki: "Sanki ben sıvadığı sırada Resülullah'ın kollarının beyazlığını görür gibiyim."- Sonra kayayı getirip Osman'ın baş tarafına koydu ve: "Bununla, kardeşimin kabrini işaretliyorum, âilemden ölenleri bunun yanına gömeceğim" buyurdu."
Ebu Dâvud, Cenâiz 63, (3206).
ÖLÜNÜN NAKLİ

5436 -
Abdullah İbnu Ebî Müleyke anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Ebî Bekr radıyallahu anhümâ Mekke yakınlarında bir yer olan Hubşiyy'de vefat ettiği zaman Mekke'ye taşındı ve orada defnedildi. Hz. Aişe radıyallahu anhâ Mekke'ye gelince Abdurrahmân'ın kabrine uğradı ve şu beyitleri okudu:
"Biz (Irak Kralı) Cezîme'ye uzun zaman (kırk yıl hizmet eden) iki nedîmesi (Mâlik ve Akîl) gibiydik.
Öyle ki (hakkımızda): "Bunlar ebediyen ayrılmayacaklar" denmişti.
Vakta ki, ben ve (kardeşim) Mâlik uzun beraberlikten sonra ayrılınca, sanki tek gece beraber kalmadık gibi oldu."
Hz. Aişe sonra şunları söyledi: "Vallahi ben burada olsaydım, öldüğün yerde defnedilirdin. Eğer ölümüne hazır olsaydım ziyaretine de gelmezdim."
Tirmizî, Cenâiz 60, (1055).
5437 -
Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, ölünün defnini tamamlayınca, kabri üzerinde durur ve:
"Kardeşiniz için (Allah'tan) mağfiret talep edin, onun için (karşılaşacağı sorgulamada) metânet dileyin. Zira şimdi ona hesap sorulacak!" buyururdu."
Ebu Dâvud, Cenâiz 73, (3221).
5438 -
Hz. Ali radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre, bir ölünün defin işini tamamlayınca şöyle derdi: "Allahım, bu kulundur, sana gelmiştir. Sen ise yanına inilenin en hayırlısısın. Ona mağfiret et, onun girdiği yeri (kabri) geniş kıl."
Rezîn tahric etmiştir.
5439 -
Hz. Bureyde radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre, "Ölünce, kabrinin üzerine iki yaş çubuk konmasını tavsiye etmiştir."
Buhârî, Cenâiz 82, (Bab başlığında muallak olarak kaydetmiştir).
5440 -
Urvetu'bnu'z-Zübeyr, Hz. Aişe radıyallahu anhâ'dan naklen anlattığına göre, "Urve'nin kardeşi Abdullah İbnu'z-Zübeyr'e Aişe dedi ki:
"Beni arkadaşlarımla birlikte defnedin. Resülullah'la birlikte odaya defnetmeyin. Zira ben, O'nunla birlikte tezkiye olunmamdan hoşlanmam."
Buhârî, Cenâiz 96, İ'tisâm 16.
 

MURATS44

Özel Üye
Kabir ziyaretinin yasaklanması

Kütüb-i Sitte
Kütüb-i Sitte
KABİR ZİYARETİNİN YASAKLANMASI

5441 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah kabirleri çok ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescidler yapanlara, kandiller takanlara da lanet etsin."
Tirmizî, Cenâiz 61.
5442 -
Abdullah İbnu Amr İbni'I-As radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la birlikte bir ölü defnettik. Defin işi bitince Aleyhissalâtu vesselâm'la birlikte ölünün (çıktığı evin) kapısının hizasına kadar geldik. Orada gelmekte olan bir kadınla karşılaştık. Zannımca, Aleyhissalâtu vesselâm onu tanıdı. Bu, Hz. Fâtıma radıyallahu anhâ idi.
"Evden niye ayrıldın?" diye sordu.
"Şu ölünün sahibine geldim. Ölülerine olan merhamet duygularımı onlara ifade ettim. (Allah rahmet etsin dedim) -veya ölüleri sebebiyle onlara taziyede (başsağlığı dileğinde) bulundum-" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Belki sen onlarla birlikte kabirlere kadar vardın!?" dedi. Hz. Fâtıma:
"Allah korusun! O hususta sizin zikrettiğiniz günahı işittim, (hiç kabre kadar, gider miyim!)" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer onlarla kabirlere kadar gitmiş olsaydın..." diyerek ciddî bir tehditte bulundu.
Râvilerden biri, "Küd "dan maksadın kabirler olduğunu zannederim" dedi."
Ebu Dâvud, Cenâiz 26, (3123); Nesâî, Cenâiz 27, (4, 27).
KABİR ZİYARETİNE CEVAZ

5443 -
Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ben sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlar size ahireti hatırlatır."
Müslim, Cenâiz 106, (977); Ebu Dâvud, Cenâiz 81, (3235); Tirmizî, Cenâiz 60, (1054); Nesâî, Cenâiz 100, (4, 89).
5444 -
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Rabbimden anneme istiğfar talep etmek için izin istedim, fakat bana izin vermedi. Kabrini ziyaret etmem için izin istedim, buna izin verdi."
Müslim, Cenâiz 105, (976); Ebu Dâvud, Cenâiz 81, (3234); Nesâî, Cenâiz 108, (5, 90).
ZİYARETÇİ NE DEMELİDİR?

5445 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Medine ehlinin mezarlarına uğramıştı. Mezarlara yüzünü çevirerek: "Esselamu aleyküm (selam üzerinize olsun) ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiniz. Biz de arkadan geleceğiz" buyurdular."
Tirmizî, Cenâiz 59, (1053).
5446 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir mezarlığa uğramıştı: "Selam üzerinize olsun ey mü'minler cemaatinin mahalle halkı! İnşaallah biz de sizlere kavuşacağız!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Cenâiz 83, (3237).
Müslim ve Nesâî'de Büreyde'den gelen bir rivayette şu ziyade var: "Allah'tan bizim için de sizin için de afiyet dilerim."
KABİRLER ÜZERİNE OTURMA

5447 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Birinizin bir kor üzerine oturup elbisesini oradan da bedenini yakması, kendisi için bir kabrin üzerine oturmaktan daha hayırlıdır."
Müslim, Cenâiz 96, (971); Ebu Dâvud, Cenâiz 77, (3228); Nesâî, Cenâiz 105, (4, 95).
5448 -
Hz. Ali radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre kabirlere dayanır, üzerlerine yatardı.
Muvattâ, Cenâiz 34, (1, 233).
5449 -
Osman İbnu Hakim anlatıyor: "Hârice İbnu Zeyd elimden tutup beni bir kabrin üzerine oturttu ve amcan Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh'tan haber verdi. Buna göre, Zeyd şöyle demişti: "Kabir üzerine oturmanın mekruhluğu, onun üzerinde abdest bozanlaradır."
Buhârî, Cenâiz 82, (bab başlığında muallak olarak gelmiştir).
TA'ZİYE HAKKINDA

5450 -
Ebu Berze el-Eslemî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim çocuğunu kaybeden bir anneye ta'ziyede bulunursa cennette ona bir bürde giydirilir."
Tirmizî, Cenâiz 74, (1076).
5451 -
İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim (bir belâya) mâruz olana taziyede bulunursa, ona öbürünün sevabının bir misli verilir."
Tirmizî, Cenâiz 71, ( 1073).
5452 -
Abdullah İbnu Ca'fer anlatıyor: "Ca'fer'in ölüm haberi geldiği zaman, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ca'fer ailesi için yemek yapın! Çünkü onlara, onları meşgul eden (haber) geldi!" buyurdular."
Tirmizî, Cenâiz 21, (998); Ebu Dâvud, Cenâiz 30, (3132).
5453 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ şöyle buyurdular: "Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir." (Hz. Aişe bu sözüyle) günah cihetiyle demek istemiştir."
Muvatta, Cenâiz 45, (1, 238); Ebu Dâvud, Cenâiz 64, (3207).
5454 -
Ebu Katâde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir cenaze geçirilmişti. Resülullah aleyhissalâtu vesselam: "Hem o istirahata kavuştu, hem de ondan istirahata kavuşuldu!" buyurdular. Bunun üzerine, yanındakiler:
"Ey Allah'ın Resülü, "istirahata kavuşan" ve "ondan istirahata kavuşan" kimdir, bu ne demektir?" diye sordular. Şu açıklamayı yaptı:
"Mü'min kul (ölünce), dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur. Fâcir (ölünce) ondan da kullar, memleket, agaçlar ve hayvanlar kurtulur."
Buhârî, Rikâk 42; Müslim, Cenâiz 61, (950); Muvatta, Cenâiz 54, (1, 241, 242); Nesâî, Cenâiz 48, 49 (4, 48).
5455 -
İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Medine'de doğan bir adam Medine'de ölmüş idi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm namazını kıldırdı, sonra da: "Keşke doğduğu yerden başka bir yerde ölseydi!" buyurdu. Oradakiler "Niçin?" diye sorunca açıkladı:
"Kul doğduğu yerin dışında ölürse, cennette doğduğu yerle eserinin kesildiği (ecelinin geldiği) yerin arası mukayese edilir!"
Nesâî, Cenâiz 8, (4, 7).
KABİR AZABI

5456 -
Hâni Mevlâ Osmân İbnu Affân radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Osman radıyallahu anh, bir kabrin üzerinde durunca sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine: "Cenneti ve cehennemi hatırladığın vakit ağlamıyorsun, fakat kabri hatırlayınca ağlıyorsun!" dediler. Bunun üzerine: "Çünkü Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Kabir, ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir."
Hz. Osman devamla Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözünü de nakletti:
"(Ahiret âleminden gördüğüm) manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!"
Rezin şu ziyadeyi kaydetti: "Hâni der ki: "Hz. Osman radıyallahu anh'ın şu beyti irşad ettiğini işittim:
"Eğer ondan necat buldunsa, büyük musibetten kurtuldun, Aksi halde senin kurtulacağını hayal etmem."
Tirmizi, Zühd 5, (2309).
5457 -
Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet ininceye kadar kabir azabından şüphelenmeye devam etmiştik. (Meâlen): "Sayınızın çokluğuyla övünmek sizi oyaladı. Öyle ki, kabirleri ziyaret ettiniz."
Tirmizi, Tefsir Tekâsür, (3352).
5458 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın anlattığına göre, bir yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek:
"Seni kabir azabından Allah korusun!" dedi. Aişe de Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a kabir azabından sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!" buyurdu. Hz. Aişe der ki:
"Bundan sonra Aleyhissalâtu vesselâm'ı namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim."
Buhâri; Cenâiz 89; Müslim, Mesâcid 123, (584); Nesâî, Cenâiz 115, (4,104,105).
5459 -
İbnu Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) iki kabre uğradı ve:
"(Bunlarda yatanlar) azab çekiyorlar. Azabları da büyük bir günahtan değil" buyurdular. Sonra sözlerine şöyle devam ettiler:
"Evet! Biri, nemîmede (lâf getirip götürmede) bulunurdu. Diğeri de idrar sıçrantısına karşı korunmazdı." Aleyhissalâtu vesselâm sonra yaş bir hurma dalı istedi, ikiye böldü. Birini birinin üzerine dikti, birini de öbürünün üzerine dikti. Sonra da:
"Belki bunlar yaş kaldıkça azapları hafifler!" buyurdular."
Buhâri, Vudû 55, 56, Cenâiz 82, 89, Edeb 46, 49; Müslim, Tahâret 111, (292); Tirmizi, Tahâret 53, (70); Ebu Dâvud, Tahâret 11, (20, 21); Nesâî, Tahâret 27, (1, 28-30).
5460 -
İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah (cennet veya cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş ehlinin (yeridir). Kendisine:
"Allah seni Kıyamet günü diriltinceye kadar senin yerin işte budur!" denilir."
Buhârî, Cenâiz 90, Bed'ü'l-Halk 8, Rikâk 42; Müslim, Cennet 65, (2866); Muvatta, Cenâiz 47, (1, 239); Tirmizî, Cenâiz 70, (1072); Nesâî, Cenâiz 116, (4, 107).
5461 -
Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bizimle birlikte, Benî Neccâr'a ait bir bahçede bulunduğu sırada bindiği katır, onu aniden saptırdı, nerdeyse (sırtından yere) atacaktı. Karşısında beş veya altı kabir vardı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bu kabirlerin sahiplerini bilen var mı?" buyurdular. Bir adam:
"Ben biliyorum!" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ne zaman öldüler?" dedi. Adam:
"Şirk devrinde!" deyince Aleyhissalâtu vesselâm;
"Bu ümmet kabirde fitneye maruz kılınacak. Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım şahsen işitmekte olduğum kabir azabını size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim" buyurdular ve sonra şunları söylediler: "Kabir azabından Allah'a sığının!" Oradakiler:
"Kabir azabından Allah'a sığınırız!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Cehennem azabından da Allah'a sığının!" dedi
"Cehennem azabından Allah'a sığınırız" dediler.
"Fitnelerin açık ve kapalı olanından Allah'a sığının!" dedi.
"Açık ve kapalı her çeşit fitneden Allah'a sığınırız!" dediler.
"Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığının!" buyurdu.
"Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığınırız!" dediler."
Müslim, Cennet 67, (2867).
5462 -
Ebu Eyyub el-Ensârî radıyallahu anh anlatıyor: "Güneş battıktan sonra, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çıkmıştı, bir ses işitti: "Bu, kabirlerinde azab çeken yahudiler(in sesidir)!" buyurdular."
Buhâri, Cenâiz 88; Müslim, Cennet 69, (2869); Nesâi, Cenâiz 114, (4, 102).
5463 -
Nesâi. Hz. Enes radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir kabirden bir ses işitmişti: "Bu ne zaman öldü? (Bileniniz var mı?" buyurdular.
"Cahiliye devrinde!" dediler. Bu cevaba sevindi ve:
"Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım kabir azabını size de işittirmesi için dua ederdim" buyurdular."
Müslim, Cennet 68, (2868); Nesâî, Cenâîz 114, (4, 102).
 

MURATS44

Özel Üye
Münker ve nekirin sualleri

MÜNKER VE NEKİRİN SUALLERİ

5464 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:
"Muhammed aleyhissalâtu vesselâm denen kimse hakkında ne diyordun?" diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya:
"Şehadet ederim ki, O, Allah'ın kulu ve elçisidir!" diye cevap verir. Ona:
"Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti" denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Allah da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar. Eğer ölen kâfir ve münafık ise (meleklerin sorusuna):
"(Sorduğunuz zâtı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!" diye cevap verir. Kendisine:
"Anlamadın ve uymadın!" denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) iki ağırlık dışında ona yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir."
Buhâri, Cenâiz 68, 87; Müslim, Cennet 70, (2870); Ebu Dâvud, Cenâiz 78, (3231); Nesâi, Cenâiz 110, (4, 97, 98); Tirmizi, Cenâiz 70, (1071) -Ebu Hureyre'den-,
5465 -
Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ölüyü, (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır."
Buhâri, Rikâk 42; Müslim, Zühd 5, (2960); Tirmizi, Zühd 46, (2380).
5466 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ölüp de pişman olmayan yoktur, mutlaka herkes nedamet duyar: İyi yolda olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur, nedamet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedamet duyar."
Tirmizi, Zühd 59, (2405).
5467 -
Yine Ebu Hureyre anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i câriye (bırakan), veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine dua edecek sâlih evlat (bırakan)."
Müslim, Vasıyyet 14, (1631); Ebu Dâvud, Vesâyâ 10, (2880); Tirmizî, Ahkâm 36, (1376); Nesâî, Vesâya 8, (6, 251).
ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM'IN İSMİ VE NESEBİ

5489 -
Buhâri merhum "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bi'setine (peygamber olarak gönderilişine) tahsis ettiği babta der ki: "O, Allah'ın elçisi Muhammed İbnu Abdillah İbni Abdilmuttalib İbni Hâşim İbni Abdi Menâf İbni Kusayy İbni Kilâb İbni Mürre İbni Ka'b İbni Lüeyy İbni Gâlib İbni Fihr İbni Mâlik İbni'n-Nadr İbni Kinâne İbni Huzeyme İbni Müdrike İbni İlyâs İbni Mudar İbni Nizar İbni Ma'add İbni Adnân'dır."
Buhâri, Menâkıbu'l-Ensâr 28.
5490 -
Vâile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri, İsmâil'in evlatları arasından Kinâne'yi seçti, Kinâne'den Kureyş'i seçti, Kureyş'ten Beni Haşîm'i seçti. Beni Hâşim'den de beni seçti."
Müslim, Fezail 1, (2276).
5491 -
Cübeyr İbnu Mut'im radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Benim beş ismim var: Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Allah'ın benimle küfrü mahvedeceği el-Mâhî (mahvedici)yim. Ben Hâşir (toplayıcı)yım, insanlar benim arkamda haşredilecektir. Ben Âkıb (sondan gelen)im, benden sonra peygamber gelmeyecektir."
Buhâri, Menâkıb 17, Tefsir, Saff 1; Müslim, Fezâil 125, (2354); Muvatta, Esmâu'n-Nebî 1, (2, 1004); Tirmizi, Edeb 67, (2842).
5492 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri, Kureyşlilerin şetmlerini (hakâretâmiz sözlerini) ve lânetlerini benden nasıl çevirdiğine hayret etmiyor musunuz? Onlar zemmedilen birine şetmediyorlar, zemmedilen birine lanet okuyorlar, ben ise (Muhammed'im) övülmüşüm."
Buhâri, Menâkıb 17; Nesâi, Talâk 25, (6, 159).
HZ. PEYGAMBER'İN DOĞUMU VE YAŞI

5493 -
Muttalib İbnu Abdillah İbni Kays İbnu Mahreme babası vasıtasıyla ceddinden anlattığına göre ceddi şöyle demiştir:
"Ben ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Fil yılında doğduk."
Tirmizi, Menâkıb 4, (3623).
5494 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm altmışüç yaşında vefat etmiştir."
Buhari, Menâkıb 10; Müslim, Fezâil 115, (2349); Tirmizi, Menâkıb 28, (3655).
5495 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Mekke'de, kendisine vahiy geldiği durumda onüç yıl ikamet etti. Altmışüç yaşında da vefat etti."
5496 -
Bir başka rivayette de şöyle demiştir: "Mekke'de ses işitir ve ışık görür olduğu halde onbeş yıl ikamet etti. Bunun yedi yılında ışıktan başka bir şey görmedi, sekiz senesinde vahiy aldı. Medine'de on yıl ikamet etti. Altmış beş yaşında olduğu halde vefat etti."
5497 -
Sahîheyn'de gelen bir diğer rivayette şöyle demiştir: "Vahiy Aleyhissalâtu vesselâm'a o kırk yaşında iken indirildi. Bundan sonra onüç yıl kaldı. Sonra hicretle emr olundu. O da Medine'ye hicret etti. Orada on yıl kaldı. Sonra vefat etti. Aleyhissalâtu vesselâm."
Buhari, Megâzi 85, Fezâilu'l-Kur'ân 1; Müslim, Fezail 117, 121, (2351, 2353); Tirmizi, Menâkıb 28, (3652, 3653).
5498 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm altmışüç yaşında vefat etti. Hz. Ebu Bekir de altmışüç yaşında vefat etti. Hz. Ömer de altmışüç yaşında vefat etti. (Radıyallahu anhüma)."
Müslim, Fezail 114, (2348).
HZ. PEYGAMBER'İN ÇOCUKLARI

5499 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Kureyşliler, birbirlerine küfrün ve sapıklığın devamını tavsiye ettiler ve aralarında:
"Bizim üzerinde olduğumuz şey var ya, bu, o köksüz sürgün (mesabesinde olan Muhammed)in üzerinde olduğu şeyden daha doğrudur!" dediler. Bunun üzerine, Allah Teâla hazretleri Kevser sûresini inzal buyurdu:
"Şüphesiz ki biz sana kevseri verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Asıl arkası kesik (nesilsiz) olan, sana düşmanlık edenin ta kendisidir" (Kevser 1-3).
Bundan sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın beş erkek çocuğu oldu. Dördü Hz. Hatice radıyallahu anhâ'dan: Abdullah; bu in büyükleri idi; Tâhir; -bunun Abdullah olduğu ve bunların üç tane oldukları da söylenmiştir-; Tayyib, Kâsım ve Mâriye'den olan İbrahim.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın dört tane de kızı vardı: Bunlardan Zeyneb, Ebu'l-As İbnu'r-Rebî'in nikâhı altında idi. Rukiyye ve Ümmü Külsûm: Bu ikisi, Ebu Leheb'in oğulları olan Utbe ve Uteybe'nin nikâhı altında idiler. "Ebu Leheb'in iki eli kurusun ve kurudu da..." (Tebbet 1-5) vahy-i şerifi nazil olduğu zaman, Ebu Leheb oğullarına onları boşamalarını emretti. Bunun üzerine Hz. Osman önce Rukiyye ile evlendi. Rukiyye onunla birlikte Habeşistan'a hicret etti. Orada Hz. Osman'ın Abdullah adında bir oğlu dünyaya geldi. Hz. Osman ona izafeten (Ebu Abdillah diye) künye almıştı. Sonra Rukiyye radıyallahu anhâ vefat etti. Ondan sonra Hz. Osman Ümmü Külsûm radıyallahu anhümâ ile evlendi.
Hz. Fâtıma radıyallahu anhâ: Bu Hz. Ali radıyallahu anh'ın nikâhı altında idi. Hz. Ali'nin Fatma'dan Hasan, Hüseyin ve Muhsin adlarında üç erkek çocuğu ile Zeyneb ve Ümmü Külsüm adlarında iki kız çocuğu dünyaya geldi. Bunlardan Zeyneb, Abdullah İbnu Ca'fer radıyallahu anhüma'nın nikâhı altında idi. Hz. Ali, Ümmü Külsûm'u da Hz. Ömer'e nikâhlamıştı, radıyallahu anhüm ecmâin."
Rezîn tahric etmiştir.
5500 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, oğlu İbrahim öldüğü zaman buyurdular ki:
"O daha memede iken öldü. Onun cennette iki sütannesi var. Bunlar onun sütünü (iki yıla) tamamlayacaklar. Çünkü o benim oğlumdur."
Müslim, Fezâil 63, (2316).
 

MURATS44

Özel Üye
Aleyhissalâtu vesselâm'ın sıfatları ve ahlâkları

ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM'IN SIFATLARI VE AHLÂKLARI

5501 -
Hz. Ali'nin evladlarından Muhammed'in oğlu İbrahim anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı vasfettiği zaman şöyle derdi: "Resûlu-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm efendimiz çok uzun boylu olmadığı gibi, (azaları) birbirine girmiş kısa boylu da değildi, orta boylu bir insandı.
Saçları kıvırcık değildi, düz de değildi, dalgalıydı. Şişman değildi, yuvarlak yüzlü de değildi, yanakları uzuncaydı.
Rengi kırmızıya çalan, beyazdı. Gözleri siyah ve kirpikleri uzundu, göğsünde göbeğine kadar inen kıldan bir hat vardı. El ve ayaklarının parmakları kalıncaydı. Eklem yerleri ve iki küreğinin birleşme yeri olan omurga iri idi.
Bir tarafa dönünce (sadece başını çevirmez) bütün vücudunu çevirirdi. Yürüyünce, yamaçtan iniyormuşcasına öne meylederek yürürdü.
İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardı. O, peygamberlerin mührü (sonuncusu) idi. İnsanların en iyi kalplisi, en şecaatlisi ve en doğru sözlüsü idi. O ahlâkça herkesten yüce, muâşere yönüyle de en geçimlisi idi. Onu âniden gören ondan heybet duyardı; bilerek beraber olan, kalpten severdi. Onu vasfeden şöyle derdi: "Ben ne O'ndan önce, ne de ondan sonra O'nun gibisini görmedim."
Resul-ü Ekrem çabuk konuşmazdı; her işitenin anlayacağı şekilde teker teker konuşurdu."
Tirmizi, Menakıb 19, (3642).
5502 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ehl-i Kitap saçlarını düz salınmaya bırakırlar, müşrikler de ayırırlardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ise, (vahiy yoluyla) emredilmediği hususlarda Ehl-i Kitaba uygun hareket etmekten hoşlanırdı. Bu sebeple saçını alnından serbest bıraktı. Bilahare (bütün müşrikler müslüman olduktan sonra) saçlarını (alnından) ayırdı."
Buhâri, Libas 70, Menakıb 23, Fezâilu'l-Ashâb 52; Müslim, Fezail 90, (2336); Ebu Dâvud, Tereccül 10, (4188); İbnu Mâce, Libâs 36, (3632).
5503 -
Hz. Enes radıyallahu anh'ın anlattığına göre, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın saçındaki aklardan sorulunca (Enes) şöyle cevap vermiştir:
"Allah O'nu, beyazla çirkinleştirmemiştir." "
Bir rivayette de şöyle demiştir: "O, kişinin başında ve sakalında bulunan beyazları yolmasını mekruh addederdi. Ve (Enes radıyallahu anh): "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm saçlarını boyamadı. Beyaz kıl (onda nâdirdi ve sadece) alt dudağında, şakaklarında ve başında bir nebzecik vardı" derdi."
Müslim, Fezâil 104, 105 (2341).
5504 -
Ebu Cuhayfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm, sadece alt dudağında yani anfetesinde beyaz gördüm."
Buhari, Menakıb 23; Müslim, Fezail 106, (2342).
5505 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı, berber onu tıraş ederken gördüm. Ashabı etrafını çevirmişti. Aleyhissalâtu vesselâm'ın tek kılının yere düşmesini istemiyorlar, birinin eline düşsün istiyorlardı..."
Müslim, Fezail 75, (2325).
PEYGAMBERLİK MÜHRÜ VE MÜTEFERRİK ŞEYLER

5506 -
Abdullah İbnu Sercis radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte ekmek ve et yedim ve: "Ey Allah'ın Resulü! Allah seni mağfiret buyursun!" dedim. Bana: "Seni de!" diye karşılıkta bulundu.
Râvi der ki: "(İbnu Sercis'e): "Resûlullah sana istiğfarda mı bulundu?" diye soruldu. O: "Evet, "Seni de!" dedi" diye cevap verdi ve sonra şu ayeti okudu. (Meâlen): "Kendi günahın için de, mü'min erkek ve mü'min kadınlar için de Allah'an af dile..." (Muhammed 19). İbnu Sercis devamla dedi ki:
"Sonra etrafında döndüm, iki omuzu arasında peygamberlik mührünü gördüm. Sol kürek kemiğinin geniş tarafında idi, yumruk gibi ve üzerinde siğiller emsâli benler vardı."
Müslim, Fezâil 112, (2346).
5507 -
Câbir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın peygamberlik mührü, iki omuzu arasında idi. Tıpkı bir güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızı bir yumru (gudde=bez) idi."
Tirmizi, 42, (3647).
5508 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan daha güzelini hiç görmedim. Sanki güneş mübarek yüzlerinde yürüyor gibiydi. Yürürken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan daha hızlı yürüyen kimse de görmedim. Sanki yer O'nun ayağı altında dürülüyor gibiydi. Biz O'nunla beraber yürürken kendimizi zorlardık. O ise, aldırmazdı."
Tirmizi, Menakıb 26, (3650).
5509 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm konuşurken (ağır ağır konuşurdu. Öyle ki) eğer biri çıkıp, kelimeleri saymak istese sayardı. O, sözü sizin gibi peş peşe getirmezdi."
Buhâri, Menâkıb 23; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 19, (2493), Zühd 71; Tirmizi, Menâkıb 20, (3643); Ebu Dâvud, İlm 7, (3654, 3655).
5510 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, söylediği bellensin diye kelamını üç kere tekrar ederdi."
Tirmizi, Menâkıb 21, (3644).
5511 -
Abdullah İbnu Selam radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, oturup konuştuğu zaman, (vahiy bekleyerek veya mele-i A'la'ya iştiyak duyarak) çok sık nazarını semaya çevirirdi."
Ebu Dâvud, Edeb 21, (4837).
5512 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "(Annem) Ümmü Süleym, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm için yere bir post serer, O da üzerinde kaylûle (öğle uykusu) kestirirdi. Aleyhissalâtu vesselâm uyanınca annem O'nun terini ve kıllarını toplardı. Bunları bir şişede toplar, sonra onu sürünme maddesine katardı."
(Râvi devamla der ki): "Hz. Enes radıyallahu anh muhtazar (can çekişme halinde) olunca, kefenine sürülecek hanûta bundan katılmasını vasiyet etti."
Buhâri, İsti'zan 41; Müslim, Fezail 84, (2331); Nesaî, Zinet 119, (8, 218).
5513 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Medine'de bir panik olmuştu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ebu Talha radıyallahu anh'tan el-Mendûb denen (ağır yürüyüşlü) atını istiâreten aldı ve bindi. Dönüşünde: "Bir şey görmedik. Ancak atı çok hızlı bulduk" buyurdu."
5514 -
Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm insanların en iyisi, en cömerdi ve en şecaatlisi idi. Nitekim bir gece, Medine halkı umumi bir korku yaşamıştı. Halk (korkunun kaynağı olan) sesin geldiği tarafa yöneldi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ise, herkesten önce o cihete gitmiş, haberi tahkik etmiş ve geri dönmüştü, onları yarı yolda karşıladı. Ebu Talha radıyallahu anh'ın çıplak atı üzerinde idi. Boynunda kılıncı asılıydı. Şöyle diyordu:
"Korkulacak bir şey yok, korkulacak bir şey yok."
Sonra, "Bu atı pek hızlı bulduk" dedi. Halbuki at, ağır yürürdü."
Buhari, Cihad 46, 82; Müslim, Fezâil 48, (2307); Ebu Dâvud, Edeb 87, (4988); Tirmizi, Cihad 14, (1685).
5515 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm iki iş arasında muhayyer bırakılırsa, mutlaka en kolayını tercih ederdi. Yeter ki bu, günah olmasın. Eğer bir iş günah idiyse, günaha karşı insanın en uzak duranı idi. Aleyhissalâtu vesselâm kendisi için hiç intikam aramadı. Ama Allah'ın bir haramı ihlâl edilince o zaman Allah için intikam alırdı."
Buhari, Menâkıb 23, Edeb 80, Hudud 10, 42; Müslim, Fezâil 77, (2327); Muvatta, Husnü'l-Hulk 2, (2, 903); Ebu Dâvud, Edeb 5, (4785).
5516 -
Câbir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la birlikte ilk namazı kıldım. Sonra Aleyhissalâtu vesselâm ehline gitti. Onunla ben de çıktım. Onu birkısım çocuklar karşıladı. Derken onların yanaklarını bir bir okşamaya başladı. Benim yanağımı da okşadı. Elinde bir serinlik ve hoş bir koku hissettim. Elini sanki attar havanından çıkarmış gibiydi."
Müslim, Fezâil 80, (2329).
5517 -
İbnu Ebi Evfa radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, zikri çok yapar, lağvı (hoş sözü) de az yapardı, namazı uzatırdı, hutbeyi de kısa yapardı. Dul ve miskinlerle beraber yürümekten ar duymazdı, onların ihtiyaçlarını mutlaka yerine getirirdi."
Nesai, Cuma 31, (3, 109).
5518 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la birlikte yürüdüm. Üzerinde kenarı sert, Necrâni bir hırka vardı. Ona bir bedevi arkadan yetişerek hırkadan tutup şiddetle çekti. Boynunun derisine baktığımda, şiddetle çekilen hırkanın kenarının zedeleyip iz bıraktığını gördüm. Bedevi:
"Ey Muhammed! Yanındaki Allah'ın malından bana da verilmesini emret" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm ona yönelik baktı ve güldü. Sonra da bir ihsanda bulunulmasını emretti."
Buhari, Libas 18, Humus 19, Edeb 68.
5519 -
Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sabah namazını kılınca, Medine'nin hizmetçileri ellerinde su bulunan kaplar olduğu halde kendisine gelirlerdi. Aleyhissalâtu vesselâm da hiçbirini ihmal etmeden kaplara elini batırırdı. Bazan sabahları hava soğuk olurdu, Aleyhissalâtu vesselâm yine de elini suya batırırdı."
Müslim, Fezâil 74, (2324).
5520 -
Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bir taksimde bulunduğu bir sırada, bir adam gelerek üzerine eğildi. Aleyhissalâtu vesselâm da elindeki hurma dalını adama dürtüp yüzünden yaraladı. Sonra da: "Gel! Kısas yap!" buyurdu. Adam:
"Affettim ey Allah'ın Resûlü!" dedi."
Ebu Dâvud, Diyât 15, (4536); Nesâi, Kasâme 20, (8, 32).
 

MURATS44

Özel Üye
Aleyhissalâtu vesselâm'ın alâmetleri

ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM'IN ALÂMETLERİ

5521 -
Hz. Ali İbnu Ebi eTalib radıyallahu anh anlatıyor: "Babam anlatmış ve demişti ki: "Kureyş büyüklerinden bir grubla Şam'a gitmiştik; beraberimde Muhammed aleyhissalâtu vesselâm da vardı. Yolda bir rahib(in manastırın)a yaklaştık ve yakınına konakladık. Develerimizi çözmüştük ki rahib yanımıza geldi. Daha önceki gelişlerimizde yanımıza hiç uğramamıştı. Aramızda dolaşmaya başladı ve Muhammed'i (bulup) elinden tuttu ve:
"Bu âlemlerin efendisidir!" dedi. Kureyş büyükleri ona:
"Bu söylediğini nereden biliyorsun?" diye sordular. Adam:
"Ben onun sıfat ve evsafını bize indirilen kitapta bulmuşum! Nitekim siz yaklaştığınız zaman, O'na secde etmedik ne taş, ne ağaç kaldı, hepsi de secde ettiler. Bu cansız şeyler ancak bir peygambere secde ederler. Ben O'nu ayrıca peygamberlik mührüyle de biliyorum, bu mühür omuz başındaki düz kemiğe baş kısmının aşağısında bulunur, elma büyüklüğündedir" dedi. Sonra bizden ayrıldı, yemek hazırlayıp getirdi. Muhammed o sırada, develeri gözetliyordu. Yanımıza geldiğinde üzerinde ona gölge yapan bir bulut vardı. Yaklaşınca, halkın kendinden önce ağacın gölgesini kaptıklarını gördü. O da güneşte oturdu. Ağacın gölgesi, üzerine meyletti, onlar güneşte kaldılar. Râhib:
"Bakın, ağacın gölgesi O'nun üzerine meyletti" dedi. Rahib onların yanında iken, bu çocuğu Allah aşkına Rum (diyarın)a götürmeyin diye ricada bulundu ve: "Eğer O'nu götürürseniz, taşıdığı sıfatlarıyla O'nu tanırlar ve öldürürler" dedi. O, bu hususta Allah'ın adını vererek onlara ricada bulunurken, yan tarafına bir göz attı. Manastırına doğru gelen yedi Rum gördü. Onları karşıladı ve:
"Niye geldiniz?" dedi.
"Rahiplerimiz bize Araplar arasında çıkacak bir peygamberin bu ayda memleketimize doğru gelmekte olduğunu söylediler. (Buralara giriş sağlayan) her yola bir grup insan çıkarıldı. Biz de senin su yoluna gönderildik" dediler. Rahip: "Sizden daha hayırlı birini geride bıraktınız mı?" dedi. Onlar:
"O şahsın senin yolunun üzerinde olduğu bize haber verildi!" dediler. Rahib: "Allah'ın icra etmek istediği bir iş hakkında ne dersiniz, insanlardan bunu geri çevirebilecek biri var mı?" diye sordu. Onlar: "Hayır!" dediler. Rahip:
"Öyleyse şu kimseye biat edin. Zira bu, gerçek peygamberdir" dedi. Onlar da ona biat ettiler, Rahiple birlikte orada kaldılar. Sonra rahip bize döndü, ve:
"Allah için söyleyin, bunun velisi kim?" dedi. Beni kastederek: "Şu" dediler. Rahib bana hususi şekilde, geri dönmemiz için ricada bulundu. Ben de O'nu içlerinde, Hz. Ebu Bekr'in gönderdiği, Bilâl'in de bulunduğu bir grup kimse ile geri çevirdim. Rahip O'na kek ve zeytinyağından azık koydu."
Bu rivayeti Tirmizi, (Menâkıb 5, (3624) Ebu Musa el-Eş'âri radıyallahu anh'tan tahric etmiştir.
Rivayete: "Ebu Talib Şam için yola çıktı...." diye başlar ve yukarıda kaydedildiği şekilde zikreder. Yukarıdaki metni Rezin, Hz. Ali radıyallahu anh'ın babasından rivayeti olarak, kaydedilen elfazla tahric etmiştir.
5522 -
Atâ İbnu Yesâr rahimehullah anlatıyor: "Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma'ya rastladım ve: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Tevrat'ta zikredilen vasıflarını bana söyle" dedim. Bunun üzerine hemen:
"Pekala dedi ve devam etti: Allah'a yemin olsun! O, Kur'an'da geçen bazı sıfatlarıyla Tevrat'ta da mevsuftur (ve şöyle denmiştir:) "Ey peygamber, biz seni insanlara şahid, müjdeleyici ve korkutucu (Ahzâb 45) ve ümmiler için de koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulum ve elçimsin. Ben seni mütevekkil diye tesmiye ettim. O, ne katı kalpli, ne de kaba biri değildir. Çarşı pazarda rastgele bağırıp çağırmaz. Kötülüğü kötülükle kaldırmaz, bilakis affeder, bağışlar. Allah, bozulmuş dini onunla tam olarak ikame etmeden onunla kör gözleri, sağır kulakları, paslanmış kalpleri açmadan onun ruhunu kabzetmez."
Buhâri, Büyû' 50, Tefsir, Feth 3.
5523 -
Abdullah İbnu Selam radıyallahu anh anlatıyor: "Tevrat'ta Hz. Muhammed aleyhisselâm'ın sıfatı ve İsa İbnu Meryem'in de O'nunla birlikte defnedileceği yazılıdır.
Ebu Mevdûd el-Medenî der ki: "(Resûlullah'ın kabrinin bulunduğu) hücrede bir kabir yeri var."
Tirmizi, Menâkıb 3, (3621).
5524 -
Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Habeşistan'ın sahibi (kralı) Necaşî merhum'u işittim, demişti ki:
"Ben şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın Resûlüdür. O, Hz. İsa aleyhisselâm'ın geleceğini müjdelediği zâttır. Eğer ben, şu saltanatın başında olmasaydım ve üzerimdeki insanlarla ilgili yük bulunmasaydı onun ayakkabılırını taşımak üzere yanına giderdim."
Ebu Davud, Cenâiz 62, (3205).
5525 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Bana Ebu Süfyan İbnu Harb anlattı ve dedi ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile aramızda sulh(-u Hudeybiye) olduğu bir sırada Şam'a gitmiştim. Ben orada iken, Herakliyus'a, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan bir mektup getirildi. Mektubu Dıhyetu'l-Kelbî getirmişti. Onu Busra emirine teslim etti. O da, Rum Kralı Herakliyus'a ulaştırdı. Herakliyus:
"Peygamber olduğunu zanneden şu adamın kavminden buralarda birileri var mı?" diye sordu. Ona "evet var!" dediler ve ben bir grup Kureyşliyle birlikte çağırıldım. Yanına girdik. Bizi önüne oturttu.
"Ona nesebce en yakın olan kimdir?" dedi. Ben atıldım:
"Benim!" dedim. Bunun üzerine beni, arkadaşlarım arkamda kalacak şekilde önüne oturttu. Sonra tercümanını getirtti.
"Şunlara söyle, ben şuna, o peygamber olduğunu zanneden kimse hakkında soracağım. Eğer cevaplarında bana yalan söylemeye kalkarsa, onu tekzib etsinler!" dedi. Ebu Süfyan der ki:
"Allah'a yemin olsun. Eğer yalanım, aleyhime tesir hâsıl eder korkusu olmasaydı, cevaplarım sırasında yalan söylerdim. Sonra Herakliyus, tercümanına:
"Sor şuna! O zâtın aranızdaki nesebi nasıldır?" dedi. Ben:
"O, aramızda asîl bir nesebe sahiptir" dedim. O tekrak sordu:
"O'nun ecdadı arasında kral var mı?
"Yok!" dedim.
"Siz onu bu iddiasından önce hiç yalanla itham ettiniz mi?" dedi. Ben:
"Hayır!" dedim.
"Ona insanların eşraf takımı mı tabi oluyor, zayıflar takımı mı? dedi.
"Zayıflar takımı!" dedim.
"Artıyorlar mı azalıyorlar mı?" dedi. Ben:
"Eksilmiyorlar, bilakis artıyorlar" dedim. O tekrar sordu:
"Dine girdikten sonra hoşnutsuzlukla dininden vazgeçen, irtidad eden oldu mu?"
"Hayır!" dedim.
"Onunla hiç savaştınız mı?" dedi. Ben:
"Evet!" dedim.
"Onunla savaşınız nasıl oldu?" dedi.
"Harb onunla bizim aramızda münavebeli oldu. O bize karşı kazandı, biz de ona karşı kazandık!" dedim.
"Verdiği sözden caydığı oldu mu?" dedi.
"Hayır! Ancak, aramızda bir sulh var, bu esnada ne yapacak bilmiyoruz!" dedim.
Ebu Süfyân der ki: "Allah'a yemin olsun o konuşmamız esnasında, (aleyhte) bundan başka bir şey söyleme imkanı bulamadım." Herakliyus sormaya devam etti:
"Muhammed'den önce bu sözü söyleyen bir başkası var mıydı?" dedi.
"Hayır!" dedim. Bunun üzerine tercümanına:
"Söyle ona! Ben sana "aranızdaki nesebi" nden sordum, sen onun asaletli biri olduğunu söyledin. İşte peygamberler de böyledir, hep kavimleri arasında neseb sahiplerinden gönderilirler. Ben sana "ecdadı içinde kral var mı?" diye sordum "yok!" dedin. Ben de "eğer ecdadı arasında bir kral olsaydı bu ecdadının kraliyetini arayan bir adam" diyecektim. Ben, "ona tabi olanlar" dan sordum: "Cemiyetin zayıf takımı mı yoksa eşraf kesimi mi?" diye. Sen "zayıflar!" dedin. Peygamberlere tabi olanlar işte bunlardır. Ben sana "bu iddiasından önce onu hiç yalanla itham ettiniz mi?" diye sordum, sen "hayır!" dedin. Böylece anladım ki o, ne insanlara ne de Allah'a yalan söyleyecek biri değildir. Ben sana "dine girdikten sonra, hoşnut olmayarak dininden dönen oldu mu?" diye sordum, sen "Hayır!" dedin. İman böyledir, onun neşesi kalplere bir girdi mi, bir daha solmaz. Ben senden "onlar artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?" diye sordum, sen arttıklarını söyledin. İman işi böyledir, tamamlanıncaya kadar artarlar. Ben sana "onlarla savaştınız mı?" diye sordum, sen savaştığınızı, savaşın aranızda münâvereli cereyan ettiğini, onların size, sizin de onlara galebe çaldığını söyledin. Peygamberler de böyledir, imtihandan geçirilirler, sonunda âkibet onların olur. Ben, sana "verdiği sözden döndüğü olur mu?" dedim, sen olmadığını söyledin. Peygamberler de böyledir, sözlerinden dönmezler. Ben, "Bu iddiayı ondan önce söyleyen oldumu?" diye sordum. sen "Hayır!" dedin. Ben "Eğer bu sözü ondan önce biri söylemiş olsaydı, "Bu adam, kendinden önce söylenmiş bir sözü tamamlamaya çalışan birisi" diyecektim.
Herakliyus sonra: "Size ne emrediyor?" diye tekrar soru sordu. Biz:
"Namaz, zekat, sıla-i rahim ve iffet" dedik. Bunun üzerine herakliyus dedi ki:
"Eğer, senin söylediklerin gerçekse, O peygamberdir! Ben onun çıkacağını biliyordum. Ancak sizin aranızdan çıkacağını zannetmiyordum. Eğer, O'na kavuşabileceğimden emin olsam karşılaşmayı çok isterdim. Yanında olsaydım, ayaklarına su dökerdim. O'nun hakimiyeti, ayaklarımın altında olan şu diyarlara kadar uzanacaktır.
Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın mektubunu getirtti ve okuttu. Şöyle diyordu: "Bismillahirrahmanirrahim.
Allah'ın elçisi Muhammed'den Rum'un büyüğü Herakliyus'a,
Selam hidayete tabi olanlara olsun.
Emmâ ba'd! Seni İslâm'a çağırıyorum. İslâm'a gir, selâmeti bul! Allah da ecrini iki kat versin. Yüz çevirirsen, bütün tebeanın günahı üzerine olsun. "Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmeyelim.! Eğer onlar yüz çevirirse siz deyin ki: "Şâhit olun, biz müslümanlarız" (Âl-i İmran 64).
Herakliyus, mektubun okunuşunu tamamlayınca, yanında sesler yükseldi ve gürültüler arttı. Bize emretti, çıkarıldık. Ben arkadaşlarıma:
"İbnu Ebi Kebşe'nin işi ciddidir. Şu Benî Asfer'in (Rumların) kralı ondan korkuyor!" dedim. Allah İslâm'ı bana nasib edinceye kadar onun galip geleceği inancını taşıdım.
Herakliyus, ileri gelen cemaatini hep davet etti, kendine ait sarayların birinde toplandılar. Onlara:
"Ey Rum cemaati! Ebedî bir kurtuluşunuz ve şu saltanatınızın bekasına ne dersiniz?" dedi. Bunun üzerine, hep birden vahşi eşekler gibi ürküp kapılara koştular. Ancak hepsini kapatılmış buldular. Herakliyus onları geri çağırdı.
"Ben sizin dindeki salâbetinizi imtihan ettim. Sizde gördüğüm durum hoşuma gitti!" dedi. Bunun üzerine, ona secde ettiler ve ondan razı oldular."
Buhâri, Bed'ü'l-Vahy 1, İmân 37, Şehâdât 28, Cihâd 11, 99, 102, 122, Cizye 13, Tefsir, Âl-i İmrân 4, Edeb 8, İsti'zan 24, Ahkâm 40; Müslim, Cihad 73, (1773); Tirmizi, İsti'zan 24, (2718).
5526 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Cinler semaya yükselip, orada vahyi dinliyorlardı. Bir tek kelime işitince, ona doksandokuz tane de (kendilerinden) ilave ediyorlardı. O tek kelime hak, ilave edilenler batıldı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm gönderilince, semadaki yerlerine yükselmeleri şihâblarla (göktaşları) önlendi. Bundan önce gökte şihablar (bu kadar çok) atılmazdı. İblis onlara:
"Nedir bu? Herhalde mühim bir hadise var!" dedi. Askerlerini gönderdi. Onlar Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı Mekke'de iki dağın arasında namaz kılıyor buldular. İblise tekrar dönüp gördüklerini haber verdiler. O da:
"Arzda meydana gelen hadise işte bu! (Sizin semadan haber almanız bu sebeple engelleniyor) dedi."
Tirmizi, Tefsir, Cin, (3321)
VAHYİN BAŞLANGICI

5527 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua geliyordu. (Bu esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin birkaç gece tek başına kalıp, tahannüs'de bulunuyordu. -Tahannüs ibadette bulunma demektir.- Bu maksadla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hz. Hatice radıyallahu anha'ya dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında Hak gelinceye kadar devam etti. Bir gün ona melek gelip:
"Oku!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ben okuma bilmiyorum!" cevabını verdi. (Aleyhissalâtu vesselâm hâdisenin gerisini şöyle anlatır: "Ben okuma bilmiyorum deyince) melek beni tutup kucakladı, takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar:
"Oku!" dedi. Ben tekrar:
"Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve: "Oku!" dedi. Ben yine: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti" (Alâk 1-5) dedi."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme (bir korku) vardı. Hatice'nin yanına geldi ve:
"Beni örtün, beni örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle kaldı. (Sükûnete erince) Hz. Hatice radıyallahu anhâ'ya, başından geçenleri anlattı ve:
"Nefsim hususunda korktum!" dedi. Hz. Hatice de:
"Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın. Misafire ikram edersin. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (halka) yardım edersin!" dedi. Sonra Hz. Hatice, Aleyhissalâtu vesselâm'ı alıp Varaka İbnu Nevfel İbni esed İbni Abdi'l-Uzzâ İbni Kusay'a götürdü. Bu zat, Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde hıristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma bilirdi. İncil'den, Allah'ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri âma olmuş yaşlı bir ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine:
"Ey amcamoğlu! Kardeşinin oğlunnu bir dinle, ne söylüyor!" dedi. Varaka Aleyhissalâtu vesselâm'a:
"Ey kardeşimin oğlu! Neler de görüyorsun?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm gördüklerini anlattı. Varaka da O'na:
"Bu gördüğün melektir. O Hz. Musa'ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka:
"Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, O'na husumet edilmemiş olsun! O gününü görürsem, sana müessir yardımda bulunurum!" dedi. Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de fetrete girdi (Kesildi)."
Buhari, Bed'ü'l-Vahy, Enbiya 21, Tefsir, Alâk Ta'bir 1; Müslim, İman 252, (160); Tirmizi, Menakıb 13, (3636).
5528 -
Yahya İbnu Ebi Kesir anlatıyor: "Ebu Seleme İbnu Abdirrahman'a Kur'an'dan ilk inenin ne olduğunu sordum.
"Ya eyyühe'l-Müddessir (ey örtüsüne bürünmüş)! (suresi)dir!" dedi. Ben:
"İyi ama, başkaları ilk inenin İkra'bismi Rabbikellezi halâk (suresi) dir diyorlar" dedim. Bunun üzerine Ebu Seleme:
"Ben bu hususta Hz. Câbir radıyallahu anh'a sormuştum. O bana:
"Sana, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın söylediğinden başka bir şey söylemeyeceğim. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bir ay kadar Hira mağarasına mücavir oldum (itikafa girdim). Mücaveretimi (itikafımı) tamamlayınca, dağdan indim. Derken bana bir seslenen oldu. Sağıma baktım, hiçbir şey görmedim. Soluma baktım, yine bir şey görmedim. Arkama baktım bir şey görmedim. Derken başımı kaldırdım, bir şey gördüm, ama (bakmaya) dayanamadım. Hemen Hatice'nin yanına geldim:
"Beni örtün!" dedim. Derken şu âyetler nazil oldu. (Mealen): "Ey örtüsüne bürünen! Kalk! (İnsanları ahiretle) korkut! Rabbini büyükle, elbiseni temizle. Pislikten kaçın.." (Müddessir suresi). Bu vahiy namaz farz kılınmazdan önceydi."
Buhari, Bed'ü'l-Vahy, Bed'ül-Halk 6, Tefsir, Müddessir, Tefsir, Alak, Edeb 118; Müslim, iman 257, (161).
5529 -
Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a vahiy indiği zaman, yüzünün yakınlarında arı uğultusu gibi bir ses işitilirdi. Bir gün, O'na vahiy indirildi. Bir müddet öyle kaldı. Sonra o hal açıldı. O da Mü'minûn suresinden ilk on ayeti okudu:
"Mü'minler kurtuluşa ermiş, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar namazlarını Allah'tan korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tâdil-i erkân ile kılarlar. Onlar dünya ve ahiretlerine faydası dokunmayan her türlü şeyden yüz çevirirler. Onlar nail oldukları her türlü nimetin zekatını aksatmadan verirler. Onlar namuslarını korurlar. Ancak hanımlarına ve cariyelerine karşı müstesna; bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar. Kim helal sınırını aşarak bunların ötesine geçmek isterse, işte öyleleri haddini aşmış olanlardır. O mü'minler ki, Allah'a ve kullara karşı olan emânet ve mesuliyetlerini yerine getirirler ve sözlerinde dururlar. Onlar namazlarını devamlı olarak, vaktinde ve şartlarına riayet ederek kılarlar. İşte onlar vârislerin ta kendileridir. Onlar Firdevs cennetine vâris olurlar. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır" (Mü'minûn, 1-11).
Arkadan dedi ki: "Kim bu on ayeti yerine getirirse cennete girer."
Sonra kıbleye yöneldi ve ellerini kaldırıp:
"Allahım (hayrımızı) artır, bizi (iyilik yönüyle) noksanlaştırma. Bize ikram et, zillete düşürme. Bize ihsanda bulun, mahrum etme. Bizi tercih et, (düşmanlarımızı) bize tercih etme. Allahım, bizi râzı kıl, bizden de razı ol!" buyurdular."
Tirmizi, Tefsir, Mü'minun, (3172).
5530 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a inen en son ayet Ribâ ayetidir."
Buhari, Bakara 53).
5531 -
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hacc mevsiminde vakfe mahallinde kendini hacılara arzediyor: "Beni kavmine götürecek bir kimse yok mu? Kureyş, Rabbimin kelamını tebliğ etmeme mani oldu" diyordu."
Ebu Dâvud, Sünnet 22, (4734); Tirmizi, Sevabu'l-Kur'ân 24, (2926).
İSRÂ
5532 -
Hz. Enes radıyallahu anh Mâlik İbnu Sa'sa'a radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, onlara, Mirac'a götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki:
"Ben Ka'be'nin avlusunda Hatîm kısmında -belki de Hıcr'da demişti- yatıyordum. -Bir rivayette şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık arasında idim.- Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. -Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla (ve hikmetle) dolu, altından bir kab getirildi. Kalbim (çıkarılıp su ve zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi (imanla) doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak'tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselâm beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
"Gelen kim?" denildi.
"Cibril!" dedi.
"Beraberindeki kim?" denildi.
"Muhammed aleyhissalâtu vesselâm!" dedi.
"Ona Mirac daveti gönderildi mi?" denildi.
"Evet!" dedi.
"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!" denildi.
Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Adem aleyhisselam'ı gördüm.
"Bu babanız Adem'dir! Selam ver O'na!" dendi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra bana:
"Salih evlad hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti ve ikinci semaya geldik. Kapıyı çaldı.
"Bu gelen kim?" denildi.
"Ben Cibril'im!" dedi.
"Beraberindeki kim?" denildi.
"Muhammed!" dedi.
"Ona Mirac daveti gönderildi mi?" denildi.
"Evet!" dedi.
"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Derken bize kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimâsselam ile karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hz. Cebrail:
"Bunlar Hz. Yahya ve Hz. İsa'dırlar, onlara selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular. Sonra:
"Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber" dediler. Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı.
"Bu gelen kim?" denildi.
"Cibril'im!" dedi.
"Yanındaki kim?" denildi.
"Muhammed'dir!" dedi.
"Ona Mirac daveti gitti mi?" denildi.
"Evet!" dedi.
"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı bize açıldı. İçeri girince Hz. Yusuf aleyhisselam'la karşılaştık. Cebrail:
"Bu Yusuf'tur! Ona selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra:
"Salih kardeş hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Cebrâil beni dördüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı.
"Bu gelen kim?" denildi.
"Cibril'im!" dedi.
"Beraberindeki kim?" denildi.
"Muhammed!" dedi.
"Ona Mirac davetiyesi indi mi?" denildi.
"Evet!" dedi.
"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Kapı açıldı. İçeri girdiğimizde, Hz. İdris aleyhisselam ile karşılaştık. Hz. Cebrâil:
"Bu İdris'tir, ona selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra bana:
"Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı çaldı.
"Kim bu gelen?" denildi.
"Ben Cibril'im!" dedi.
"Beraberindeki kim?" denildi.
"Muhammed!" dedi.
"Ona Mirac daveti indirildi mi?" denildi.
"Evet!" dedi.
"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı açıldı. İçeri girince, Hârun aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail aleyhisselam:
"Bu Hârun aleyhisselâm'dır. Ona selam ver!" dedi. Ben selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu ve:
"Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Cebrail beni yükseltti ve altıncı semaya geldik. Kapıyı çaldı.
"Bu gelen kim?" denildi.
"Ben Cibril!" dedi.
"Beraberindeki kim?" denildi.
"Muhammed!" dedi.
"Ona Mirac daveti indirildi mi?" denildi.
"Evet!" dedi.
"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dendi. Kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Musa aleyhisselam ile karşılaştık. Hz. Cebrail:
"Bu Hz. Musa'dır! Ona selam ver!" dedi. Ben selam verdim, o da selamıma mukabelede bulundu. Sonra:
"Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Ben onu geçince ağladı. Kendine: "Niye ağlıyorsun?" denildi.
"Çünkü dedi, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu. Onun ümmetinden cennete gidecekler benim ümmetimden cennete gideceklerden daha çok!" dedi. Sonra beni yedinci semaya çıkardı ve kapıyı çaldı.
"Bu gelen kim?" denildi.
"Cibril'im!" dedi.
"Beraberindeki kim?" denildi.
"Muhammed!" dedi.
"Ona Mirac daveti indirildi mi?" denildi.
"Evet!" dedi.
"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. İçeri girince, Hz. İbrahim aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail:
"Bu baban İbrahim'dir, ona selam ver!" dedi. ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra:
"Salih oğlum hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi.
Sonra Sidretü'l-Müntehâ'ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen'in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrail aleyhisselâm bana:
"İşte bu Sidretü'l-Müntehâ'dır!" dedi.
Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.
"Bunlar nedir, ey Cibrîl?" diye sordum. Hz. Cebrâil:
"Şu iki batıni nehir cennetin iki nehridir. Zahiri olanların biri Nil, diğeri Fırat'tır!" dedi. Sonra bana el-Beytü'l-Ma'mur yükseltildi. Sonra bana bir kabta şarap, bir kapta süt, bir kapta da bal getirildi. Ben sütü aldım. Cebrail aleyhisselâm:
"Bu (aldığın), fıtrat(a uygun olan)dır, sen ve ümmetin bu fıtrat (yaratılış) üzerindesiniz!" dedi.
Resûlullah devamla dedi ki: "Sonra bana, her günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm. Hz. Musa aleyhisselâm'a uğradım. Bana:
"Ne ile emrolundun?" dedi.
"Gece ve gündüzde elli vakit namazla!" dedim.
"Ümmetin, her gün elli vakit namaza muktedir olamaz. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Benî İsrail'e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım (muvaffak olamadım). Sen çabuk Rabbine dön, bunda ümmetine hafifletme talep et!" dedi. Ben de hemen döndüm (hafifletme istedim, Rabbim) benden on vakit namaz indirdi. Musa aleyhisselâm'a tekrar uğradım. Yine:
"Ne ile emrolundun?" dedi.
"Benden on vakit namazı kaldırdı!" dedim.
"Rabbine dön! Ümmetin için daha da azaltmasını iste!" dedi. Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa aleyhisselam'a uğradım. Aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolunmama kadar bu şekilde Hz. Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Hz. Musa'ya uğradım. Yine:
"Ne ile emredildin?" dedi.
"Her gün beş vakit namazla!" dedim.
"senin ümmetin her gün beş vakit namaza da tâkat getiremez. Rabbine dön, hafifletme talep et!" dedi.
"Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben beş vakte razıyım. Allah'ın emrine teslim oluyorum!" dedim. Musa aleyhisselâm'ı geçer geçmez bir münadi (Allah adına) nida etti:
"Farzımı kesinleştirdim, kullarımdan hafiflettim de!"
Bir rivayette şu ziyade geldi: "Namazlar (günde) beştir. Ve onlar ellidir de. İndimde hüküm değişmez artık!"
Buhari, bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menâkıbu'l-Ensâr 42; Müslim, İman 264 (164); Tirmizi, Tefsir, İnşirah, (3343); Nesâî, Salât 1, (1, 217-218).
5533 -
Nesâi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, beş vakit namazla gönderilince, Hz. Musa aleyhisselam kandisine:
"Rabbine dön! Daha da azaltmasını talep et. Çünkü, Benî İsrail'e iki namaz farz etmişti, onları kılmadılar!" dedi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Rabbime tekrar dönüp daha da hafifletmesini istedim. Rabb Teâla şu cevabı verdi:
"Semavat ve arzı yarattığım zaman ben sana ve ümmetine elli vakit namaz yazmıştım. Öyleyse elli olan beştir. Sen ve ümmetin bunları kılın!" Böylece anladım ki, bu beş vakit namaz Rabbim Teâla'dan kesin bir emirdir. Hemen Hz. Musa'ya döndüm. O yine "Dön!" dedi. Fakat ben, artık geri dönmedim."
Nesai, Salet 1, (1, 223,-224).
5534 -
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kureyş beni tekzib ettiği vakit, Hıcr'da doğruldum. Allah Teâla hazretleri Beytu'l-Makdis'i bana tecelli ettirdi. Ben onlara onun alametlerini birer birer haber vermeye başladım. Hem Beytu'l-Makdis'e bakıyor hem de haber veriyordum."
Buhari, Menâkıbu'l-Ensâr 41, Tefsir, İsra 3; Müslim, İman 276, (170); Tirmizi, Tefsir, Beni İsrail, (3132).
5535 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İsra gecesinde Hz. Musa'ya uğradım. Kırmızı kum tepesinin yanındaki kabrinde namaz kılıyordu."
Müslim, Fezail 164, (2375); Nesâî, Kıyamu'l-Leyl 15, (3, 215).
 

MURATS44

Özel Üye
Hz. Peygamber'in gaybtan haber vermesi

HZ. PEYGAMBER'İN GAYBTAN HABER VERMESİ

5536 -
Câbir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kisra ölünce, ondan sonra başka kisra yoktur. Kayser de öldü mü ondan sonra kayser yoktur. Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, siz her ikisinin de hazinelerini Allah yolunda harcayacaksınız."
Buhari, Menakıb 25, Humuz 8, Eyman 3; Müslim, Fiten 77, (2919).
5537 -
Adiyy İbnu Hatim radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında iken bir adam geldi ve fakirlikten şikayet etti. Derken biri daha gelip, o da yol kesilmesinden şikayet etti. (Aleyhissalâtu vesselâm bana dönerek:)
"Ey Adiyy dedi, sen Hire şehrini gördün mü?"
"Hayır görmedim, ancak işittim!" dedim. Bunun üzerine:
"Eğer ömrün biraz uzarsa, devesine binen bir kadının Hire'den (tek başına) kalkıp Ka'be'yi tavaf edeceğini mutlaka göreceksin. O bu seyahatini yaparken Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak!"
Adiyy der ki: "İçimden, kendi kendime: "Memlekete dehşet saçan Tayy eşkiyaları nereye gidecek?" dedim. Resûlullah sözlerine devam etti:
"Eğer ömrün olursa Kisra'nın hazinelerinin de fethedildiğini göreceksin!"
"Kisra İbnu Hürmüz mü?" diye araya girdim.
"Evet İbnu Hürmüz olan kisra!" buyurdu ve devam etti:
"Eğer hayatın uzarsa mutlaka göreceksin: "Kişi eli altın ve gümüş parayla dolu olduğu halde bunu tasadduk etmek üzere fakir arayacak fakat kendinden onu kabul edecek bir tek adam bulamayacak. Her biriniz, mutlaka bir gün gelecek aranızda herhangi bir perde, bir tercüman olmaksızın Allah'la karşılaşacaksınız. O zaman Allah Teâla hazretleri:
"Sana tebliğ getiren bir peygamber göndermedim mi?" diye soracak. Muhatabı: "Evet gönderdin!" diyecek. Rabb Teâla:
"Ben sana mal vermedim mi, ikram etmedim mi?" diye soracak, kul:
"Evet! Ey Rabbim, verdin!" deyip sağına bakacak, cehennemden başka bir şey görmeyecek, soluna bakacak cehennemden başka bir şey görmeyecek."
Adiyy der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Bir hurmanın yarısı da olsa onu sadaka olarak vererek ateşten korunun! Kim yarım hurma bulamazsa güzel bir sözle korunsun!"
Yine Adiyy radıyallahu anh dedi ki:
"Ben Hire'den kalkıp, Beytullah'ı tavaf eden ve Allah'tan başka kimseden korkmayan yaşlı kadını gördüm. Kisra İbnu Hürmüz'ün hazinelerini fethedenler arasında ben bizzat bulundum. Eğer sizlerin ömrü uzun olursa mutlaka, Ebu'l-Kasım aleyhissalâtu vesselâm'ın şu söylediğini de göreceksiniz: "Kişi, eli altın veya gümüşle dolu olarak çıkacak, onu kendinden (sadaka olarak) kabul edecek adam bulamayacak."
Buhari, Menakıb 25).
5538 -
Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizler Mısır'ı fethedeceksiniz. Orası (paraya) "kîrat" denilen yerdir. Oranın halkına hayır tavsiye edin. Onların bir zimmet, bir de rahim (hakkı) vardır."
Müslim, Fezailu's-Sahâbe 226, (2543).
5539 -
Hz. Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri yeryüzünü benim için dürüp topladı, ben de doğusunu da batısını da gördüm. Ümmetimin mülkü, bana gösterilen yerlere kadar uzanacaktır. bana iki hazine verildi: Kırmızı ve beyaz hazineler. Ben Rabbimden, ümmetimi umumî bir kıtlıkla helak etmemesini, ümmetime kendi nefislerinden başka bir düşman musallat edip çoğunluğu helak etmelerine meydan vermemesini talep ettim.
Rabbim Teâla hazretleri bu isteklerime şöyle cevap verdiler:
"Ey Muhammed! Bir hüküm verdim mi artık o geri alınmaz. ben senin ümmetine "Onları umumi bir kıtlıkla helak etmeyeceğim, kendileri dışında, çoğunu helak edecek bir düşman da musallat etmeyeceğim, hatta yeryüzünün her tarafında bulunanlar, onlar aleyhinde toplansalar da. Ama kendi aralarında birbirlerini helak edecekler."
Müslim, Fiten 19, (2889); Tirmizi, Fiten 14, (2177); Ebu Davud, Fiten 1, (4252).
5540 -
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün: "Halınız var mı?" diye sordular.
"Bizde halı da nasıl olsun?" dedim.
"Şurası muhakkak ki o da olacak!" buyurdular. Nitekim dediği gibi oldu. Gün geldi ben hanımıma (israf ve mekruh addettiğim için):
"Şu halını benden bari uzak tut!" diye çıkıştığım vakit:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Sizlerin de halıları olacak!" dememiş miydi?" diye karşılık verdi."
Buhari, Menakıb 25, Nikah 62; Müslim, Libas 39; Ebu Davud, Libas 45, (4145); Tirmizi, Edeb 26, (2775); Nesai, Nikah 83, (6, 136).
5541 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Muhakkak ki, Allah bu ümmet için, her yüz senenin başında, kendisine dini tecdîd edecek kimse(ler) gönderecektir."
Ebu Davud, Melahim 1, (4391).
5542 -
Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm aramızda doğrulup, o günden Kıyamet'e kadar olacak her şeyden bahsetti. Onu belleyen belledi ve unutan da unuttu. Şu arkadaşlarım da bunu bilirler. (Resûlullah'ın haber verdiği ve fakat) unutmuş olduğum o şeylerden biri vukua gelip görünce, öylesine canlı hatırlıyorum ki, tıpkı, kişinin gördüğü bir şahsın yüzünü, o şahıs kaybolunca hatırlamadığı halde bilahare karşılaşınca hemen tanıyıvermesi gibi."
Buhari, Kader 4; Müslim, Fiten 23, (2891); Ebu Davud, Fiten 1, (4240).
5543 -
Yine Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Kıyâmet'e kadar gelecek her şeyi bana haber verdi. Onlardan her ne varsa Aleyhissalâtu vesselâm'a sordum. sadece "Medine halkını Medine'den kim çıkaracak?" bunu sormadım."
Müslim, Fiten 24,. (2891).
5544 -
Amr İbnu Ahtab el-Ensâri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün bize sabah namazını kıldırıp minbere çıktı. Öğle vakti girinceye kadar hitap etti. Sonra minberden inip namaz kıldı. Tekrar minbere çıkıp ikindi vakti girinceye kadar bize hitap etti. İnip ikindiyi kıldı, sonra tekrar minbere çıktı, güneş batıncaya kadar bize konuştu. Bu konuşmalarda Kıyamet gününe kadar olacak (hadisatı) bize haber verdi. Bunları en iyi bilenimiz, en belleyişli olanımızdır."
Müslim, Fiten 25, (2892).
5545 -
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Hayber fethedildiği zaman, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a zehir katılmış bir koyun (kızartması) hediye edildi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Yahudilerden burada olanları bana toplayın!" emrettiler ve derhal toplanıp getirildiler.
"Size bir şey sorsam doğru söyleyecek misiniz?" buyurdu. Onlar:
"Evet!" deyince: "Babanız kimdir?" buyurdu.
"Falancadır!" dediler.
"Yalan söylediniz, bilakis babanız falandır!" buyurdu.
"Doğru söyledin!" dediler.
"Önceki gibi bana doğru söyleyecek misiniz?" diye tekrar sordu.
"Evet! Zaten biz sana yalan söylesek sen onu anlayacaksın, tıpkı babamız hakkındakini anladığın gibi" dediler.
"Cehennem ehli kimdir?" dedi.
"Biz orada az kalacağız. Orada bize siz halef olacaksınız!" dediler.
"Defolun! Vallahi biz ebediyyen size cehennemde halef olmayacağız!" buyurdu. Sonra da:
"Size bir şey sorsam bana doğru söyleyecek misiniz?" buyurdu.
"Evet!" dediler.
"Bu koyuna zehir koydunuz mu, koymadınız mı?" dedi.
"Evet, koyduk!" dediler.
"Pekiyi bunu niye yaptınız?" buyurdu.
"Yalancı (bir peygamber) isen, senden kurtulmayı arzu ettik. Hakiki bir peygamber isen, bu zehir sana asla zarar vermez!" dediler."
Buhari, Cizye 7.
5546 -
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hanımlarından bazıları: "Ey Allah'ın Resûlü! Hangimiz sana daha çabuk kavuşacak?" diye sordular. O da:
"Kolu en uzun olanınız!" diye cevap verdi. Onlar da bir karış alıp kollarını ölçtüler. En uzun kollusu Sevde idi. Bilahare anladık ki, kolunun uzunlu (ndan murad) sadaka imiş. Zaten o sadaka vermeyi severdi. İlk önce o, Aleyhissalâtu vesselâm'a kavuşmuştu."
Buhari, Zekat 11; Nesai, Zekat 59, (5, 66, 67).
5547 -
Müslim'in diğer bir rivayeti şöyledir: "Bana kavuşmada en çabuğunuz kolu en uzun olanınızdır!"
Hz. Aişe devamla der ki: "Kol yönüyle kim daha uzun diye uzunluk ölçüşmesi yaptılar. En uzunumuz Zeyneb (Bintu Cahş) idi. Çünkü o, eliyle çalışır ve kazandığını sadaka olarak fukaraya verirdi."
Müslim, Fezailü's-Sahabe 101, (2452).
5548 -
Hilâl İbnu Amr anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh'ı dinledim. Demişti ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Maverâunnehr'den bi adam çıkacak, ona el-Hâris Harrâs (çiftçi) (el-Hâris İbnu Harrâs) denecek. (Ordusunun) önünde Mansûr denen bir adam olacak. Bu zât Âl-i Muhammed için (malıyla, hazineleriyle, silahıyla zemin) hazırlayacak, hilafeti mümkün kılacaktır. Tıpkı Kureyş'in Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a mümkün kıldığı gibi. Ona yardımcı olmak her müslümana vâcib olmuştur -veya ona icabet etmesi vacip olmuştur" dedi-"
Ebu Davud, Mehdî 1, (2452).
5549 -
İbnu Ebi Kesir anlatıyor: Ebu Sehm radıyallahu anh dedi ki:
"Bana (Medine'de) bir kadın uğramıştı. Böğründen tuttum, sonra saldım. Sabahleyin Aleyhissalâtu vesselâm halktan biat almaya başladı. Yanına ben de gittim.
"Dün kıdını tutan değil misin sen?" diye sordular.
"Evet! Ama bir daha yapmayacağım ey Allah'ın Resûlü!" dedim. Benim biatımı da aldı."
(Rezin tahric etmiştir. Hadis, Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde mevcuttur (5, 293).
CANSIZLARIN RESÛLULLAH'A KONUŞMALARI, BOYUN EĞMELERİ

5550 -
Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la Mekke'de idim. Beraberce bir tarafına gitmiştik. Onun karşısına çıkan her ağaç, her dağ ona selam veriyor ve: "Allah'ın selamı üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü!" diyordu."
Tirmizi, Menakıb 8, (3630).
5551 -
Câbir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mekke'de bir taş var, peygamberlik geldiği zaman günler boyu bana velam verdi, şu anda o taşı biliyorum."
Müslim, Fezail 2, (2277); Tirmizi, Menakıb 7, (3628).
5552 -
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Bir bedevî gelerek Aleyhissalâtu vesselâm'a:
"Senin Allah elçisi olduğunu ne ile bileyim?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Hurma ağacından şu salkımı çağırmamla. O benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet eder!" dedi ve onu çağırdı. Salkım, ağaçtan inmeye başladı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına düştü ve: "Selam senin üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Sonra Aleyhissalâtu vesselâm ona:
"Haydi yerine dön!" emrettiler. Salkım yerine döndü ve eski yerine kaynadı. Bedevi (bu manzara karşısında) müslüman oldu."
Tirmizi, Menâkıb 9, (3632).
5553 -
Ma'n İbnu Abdirrahman anlatıyor: "Babam merhumu dinledim. Diyordu ki:
"Mesruk'a sordum: "Kur'an'ı dinledikleri gece, cinleri(n geldiğini) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a haber verdi?" Bana şu cevabı verdi: "Baban, yani İbnu Mes'ud bana bildirdi ki: "Onların yani cinlerin geldiğini bir ağaç haber verdi."
Buhari, Menakıbu'l-Ensâr 32; Müslim, Salet 153, (450).
5554 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir hurma kütüğüne dayanarak hitapta bulun(ur)du. (Duyulan ihtiyaç üzerine) ona bir minber yaptılar, onun üzerinde hutbe vermeye başladı. Hurma kütüğü (Aleyhissalâtu vesselâm'ın kendisini terketmesi üzerine) bir deve inleyişi gibi inleyip ağlamaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm minberden inip kütüğü meshedip okşadı. Kütük inlemeyi bırakıp sükûnet buldu."
Tirmizi, Menâkıb 9, (3631).
 
Üst Alt