Okyay
ÖZEL ÜYE
HİLYE’İ- SE’ÂDET
Essalâtü Vesselâmü Aleyke yâ Resulellah
Esselâtü Vesselâmü Aleyke yâ Habibellah
Esselâtü Vesselâmü Alayke yâ Seyyid’el evveline vel âhirin
Velhamdü Lillâhi Rabbil âlemin.
Peygamber Efendimiz, Sallâllahü vesellem,
O’nu anlatmak için, yarışmış cümle âlem..
Yüz yıllardan bu yana, O’na ait bilgiler,
İslam âlimlerince, toplanmış birer- birer.
Efendimizin bütün, görünen uzuvları, (s.v)
Şekli hem sıfatları ve de güzel huyları...
Hayatının tamâmı, bütün incelikleri,
Ve de ihtişâmıyla, ibret yüklü halleri,
Çok geniş ve açıkça, vesikalar- senetler,
Işığında yazılmış, tanımlar-şâheserler.
Haberlerden derlenmiş, gelmiştir bir araya.
Tâ ki, tahayyül edip, mü’minler şifâ bula.
Hasretinden kıvranıp, göz yaşı dökenlere,
Aşkından yanıp duran, kalplere olsun çâre.
Bunlar siyer eserler, binlerce arasından,
Resûlullah âşığı, bilginler deryâsından. (s.v.)
Hazreti Peygamberin, Hilye-i seâdetini, (s.v.)
Bildiren kitaplar ki; İmâm-ı Tirmizi’nin,
“Eş-şemâil’ürResul”- adlı eseri başta,
Ve de Kadı Iyad’ın, “Şifa-i Şerif”, başka,
İmâm’ı Beyheki’nın, dahi İsbehâni’nin,
“Delâil’ün- Nübüvve”, kitapları her birinin,
Hadîs-i Şeriflerden. ve Ashâb-ı Kiramdan,
Ki Hilye-i Seâdet, bahşolmuş bu ikramdan.
Ve Hilye-i Nebîyi, hem çok güç iken beyan,
Af umarak başlarız, Rabbim lütfetsin imkân.
Yâ Rabb! Haddim değilken, pâk-i Zât-ı Vasfına,
İfadem; acizane, güvenerek affına.
Peygamber Efendimiz, O Resûl-ü Zişân’ın, (s.v)
Mübârek çehreleri, sesi ve âzâları,
Ne kadar insan varsa, hepsinin yüzlerinden,
Âzâsı, seslerinden, güzeldi her birinden.
Mübârek yüzü sanki, bir miktar yuvarlaktı,
Derisi, berrak idi, ve gâyet de parlaktı.
Neşeli olduğunda, yüzü nurdan şavkardı.
Ay gibi nurlanırdı, sevinç yüze dolardı,
Sevindiği alnından, hemen belli olurdu.
Çünkü Orda; Adem'den, İbrahim'den Nur vardı.
Gündüz nasıl görürse, gece öyle görürdü,
Rabbi o’na bu gücü, seçkin olarak verdi.
Önünde olanları, nasıl görüyorduysa,
Arkada olanlar da, görürdü hem ne varsa..
Bunları ısbat eden, yüzlerce hâdise ki,
Kitaplarda yazılı, arayan bulur belki.
Yana da geriye de, bakacaksa ne zaman,
Tüm bedeniyle dönüp, öyle bakardı tamam.
O mübârek Gözleri, büyükçeydi, güzeldi,
Kirpikleriyse uzun, zâhir O’na özeldi.
Gözlerinde bir miktar, kırmızılık olurdu,
Sebebini Rabbimiz, elbet iyi bilirdi.
Gözlerinin karası, gayetteki siyahtı,
Mübârek Alnı açık, göz kamaşır parlaktı.
Ya Mübârek kaşları, ince, arası açık,
Kaşlar öyle duruş ki, Yaratıcıya aşık.
O ki Siyah kaşları, Hakk'ın lütfuydu ânın,
Dahi nazargahıydı , cümle âlem, cihânın.
Mâlike Ebû Hâle, bilgi verdi, söyledi,
Hilâl misali gibi, açık kaşlı idi.
İki kaşı arası, ve devamlı, her zaman,
Sanki gümüş gibiydi, hep görünürdü ayân
İki kaş arasında, olan bir damar vardı,
Zâtı hiddetlenince, o anda kabarırdı.
Mübârek burnu güzel, hele güzelde tekti,
Orta yeri bir miktar,Allah hükmü yüksekti.
Yandan bakıldığında, güzel mübârek burnu,
Ortası aynen öyle, yüksekçe görünürdü.
Bir sanat abidesi, sanırsın çekme, lâtif,
Onu gören birisi, kolay edemez târif.
Başının büyüklüğü, mükemmeldi normaldi,
Mübarek ağızları, öyle küçük değildi.
Dişleri şeffaf beyaz, ondan beyaz olmazdı,
O ışık cümbüşüne, bakmaya doyulmazdı.
Ön dişleri seyrekti, tam tertil üzereydi,
Söz söylediği zaman, hayret verecek şeydi,
Dişleri arasından, sanki nur saçılırdı
Kelimelerse tek tek, gâyet net seçilirdi.
Allah-ü Teâlanın, kulları arasında,
Ondan daha tatlı söz, daha fasih anlamda,
Bu denli sözlü kimse, bir şahıs görünmedi.
Hiçbir sözün bu kadar, hazzına varılmadı,
Ancak Allah kelâmı, yüceydi müstesnâydı.
Rabbimiz de O Sözü, O’nun dilinden yaydı.
Ve mübârek sözleri, pek kolay anlaşılır,
Gönülleri alırdı, ruhlar kendine koşar.
Söz söylediği zaman, kelimeler incidir,
Ard arda dizilirler, sanırsın ki goncadır.
Biri saymak istese, kelamları sayardı.
Bazan anlaşılsın ki, üç kere tekrarlardı.
Cennette Resulullah, gibi konuşulacak,
Herkes muhabbetlerden, hazla hayran kalacak.
Hem o mübarek sesi, hiç kimsenin sesinin,
Yetişmediği yere, yetişirdi Resul'ün.(sav)
Peygamber Efendimiz, üstün güçlü biriydi, (s.v)
Mübarek kollar etli, parmakları iriydi.
Avuçlarının içi, genişti, lâtif eldi.
Vücudunun kokusu, miskten dahi güzeldi,
Elbette bilir bunu, âşık-ı Pir-ü civân,
Yassı kürekli idi, mübârek Fahr-i cihân.
Sırtının ortası ki, hem de dahî etliydi,
Kerem sahibi ve de, eşsiz devletli idi.
Gümüş teninde ayrı, üstün letâfet vardı,
Sanki biraz irice, mühr-i nübüvvet vardı.
O mübârek sırtında, idi mühr-i nübüvvet,
Sağ tarafına yakın, gâyet barizdi elbet.
Bildirilen bilgide, şöyle edilmiş târif,
Büyükçe bir ben idi, orada mühr-i şerif.
Sarıya yakın rengi, sanırsın ki karaydı,
Tut ki bir güvercinin, yumurtası kadardı.
Etrafını çevirmiş, sanki bâriz hatlar,
Birbirine bitişik, düzenli kılcağızlar.
Bedeni hem yumuşak, velâkin kuvvetliydi.
Kollar-ayaklar uygun,parmaklar bu denkteydi
Ve ayak parmakları, iri ve de uzundu.
Bu güçlü parmaklarla, Hakk yoluna gezendi.
Ayaklarının altı, çok yüksekçe olmayıp,
Yumuşaktı zarifti, mümtaz şahsına lâyık
Mübârek karnı geniş, göğsüyle karnı birdi,
Omuz başları kavi, kemikleri iriydi.
Mübârek göğsü geniş, bir sırma kılı vardı,
Göğsünden karnına dek, zerâfetle uzardı.
Peygamber Efendimiz, uzun boylu olmayıp,(s.v)
Hem kısa da değildi, seçkin endâma uyup,
Yanına uzun kimse, gelse tâki dururdu,
Efendimiz mutlaka, hep uzun görünürdü. (s.v)
Oturdukları zaman, mübârek omuzları,
Birlik oturanlardan, görünürdü yukarı
O’nu ansızın gören, içi korku kaplardı,
Eğer kendi yumuşak, davranmamış olsaydı
Mübârek hallerinden, kimseler duramazdı.
Sözünü işitmeye, tâkat getiremezdi
Halbûki O kendisi, çok hayâlı- mümtazdı,
Mübârek gözlerini, kısar yüze bakmazdı.
Bâzen aylarca az yir, açlığı da severdi,
Hikmetini O bilir, az yimeyi överdi.
Dâima taâmını, bir âdâbla yerlerdi.
Yemekten hemen sonra,bekler su içmezlerdi
Ve suyu içerken de, oturup içerlerdi.
Elbet bunda bir hikmet, bize bir ibret vardı.
Başkalarıyla birlik, eğer yemektelerse,
Herkesten geç çekerdi, elini her yemekte.
Hediye kabul eder, tevâzu gösterirdi,
Getirene kat be kat, karşılık verirlerdi.
Çiğ soğan ve sarımsak, çekinir yemezlerdi,
Zekât malını almaz, şiir de söylemezdi.
Mübârek gözler uyur, kalb’i şerif uyumazdı,
Aç yatıp tok kalkardı, asla da esnemezdi.
O mübârek vücûdu, nurâniydi, bu yüzden,
Cismi gölge olarak, asla yere düşmezdi.
Elbisesine sinek, konmaz ve uçmazlardı,
Sivri sinek ve böcek, kanını içmezlerdi.
Bir kimse rüyasında, görse Resûlullah’ı,(s.v)
Mutlak O’nu görmüştür, bir lütfudur Mevlâ’nın.
Şeytan O’nun şekline, asla giremez çünkü,
Mübârek şemâile, kat’a varamaz çünkü.
Dâima sağ yanına, yatmasını severdi,
Sağına yatmasında, elbet hikmetler vardı..
Mübârek sağ elini, yastık gibi koyardı
Nurlu sağ yanağına, avucunu dayardı
Gül mübarek saçları, sakallarının kılı.
Kıvırcık ne çok düzdü, Allah’tan ondüleydi
Ve saçları uzundu, önceler kâkül varken,
Sonraları ikiye, ayırır oldu derken,
Kimi zaman uzattı, bâzen kesip kısalttı.
Saçını sakalını, aslâ da boyamazdı,
Bıyığını kısaltır, bir nizamda tutardı.
Bıyık uzunluk şekli, hep kaşları kadardı.
Hususi berberleri, belli şahıslar vardı,
Sakalını sadece, bir tutam uzatırdı.
Şanlı Efendimizi, münasip görmüş Hâlık,(s.v)
Kırmızıyla karışık, beyaz benizli olup,
Rabbin lütfuyla gâyet, güzel ve sevimliydi.
Kendisi arab idi, ama siyah değildi.
“Arap” lügatta güzel, O’ysa ayrı güzeldi,
Çünkü O’na güzellik; Mevlâ’sından özeldi.
Devamı sayfa: 2 de
Moderatör tarafında düzenlendi: