ALLAHÜ TEÂLÂNIN İSMLERİ
Allahü teâlânın ismleri çokdur. Sayısını bilmiyoruz. İsmlerinden doksandokuzunu, Kur’ân-ı kerîmde insanlara bildirmişdir. Kâdî zâde Ahmed efendi, (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde diyor ki, (Allahü teâlânın doksandokuz ismine (Es-mâ-i hüsnâ) denir. Allahü teâlânın ismleri (Tevkîfiyye)dir. Ya’nî islâmiyyetin bildirmesine bağlıdır. İslâmiyyetin bildirdiği ismler ile çağrılır ve onlar ile zikr olunur. Bunlardan başka ismler ile çağırmağa, zikr etmeğe, islâmiyyet izn vermemişdir). (Şerh-i Mevâkıf), beşyüzkırkbirinci sahîfesinde diyor ki, (Kâdî Ebû Bekr “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, Allahü teâlâya yakışmaz ma’nâ çıkmıyan, Ona yakışan ism söylenebilir. Çoğunluk ise, belli doksandokuz ismden başkası söylenemez dedi).
Bundan anlaşılıyor ki, Allahü teâlâya (Tanrı) demeğe izn yokdur. Ya’nî tanrı demek günâh olur. Allah ismini kullanmak istemeyip, bunun yerine, tanrı demek veyâ doksandokuz ismden birini bile kullanmak istemek, çok büyük ve çirkin suç olur.
Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes mü’min idi. Evlâdı çoğalınca, onlara reîs olmuşdu. Hepsi, dedelerinin gösterdiği gibi, Allahü teâlâya ibâdet ediyordu. Yâfes nehrden geçerken boğulunca, Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tutdu. Bunun evlâdı çoğalarak, bunlara Türk denildi. Bu Türkler, ecdâdı gibi, müslimân, sabrlı, çalışkan insanlardı. Bunlar zemânla çoğalarak Asyaya yayıldı. Başlarına geçen ba’zı zâlim hükümdârlar, semâvî dîni bozarak, puta tapdırmağa başladılar. Bunlardan, bugün Sibiryada yaşayan Yâkutlar, hâlâ puta tapmakdadır. Dinden uzaklaşdıkca, eski medeniyyet ve ahlâklarını da gayb etmişlerdi. Hele Hunlar ve onların reîslerinden Attilâ, dinsizliği ve zulmü ile (Allahın gadabı) ismini almışdı. İslâm güneşi Mekke-i mükerremeden doğarak, ilm, ahlâk ve her dürlü fazîlet ışıklarını dünyâya saçınca, Romalıların, Asyaya kadar yayılan sefâhet ve ahlâksızlıkları ve Asyayı, Afrikayı kaplamış olan dinsizlik, câhillik ve vahşet altında yetişmiş diktatörler, sömürdükleri insanların islâmiyyeti işitmelerine, anlamalarına mâni’ oldular. Bu engeller kılınc gücü ile ortadan kaldırıldı. Türk hâkânları, asâletleri ve uyanık olmaları sebebi ile islâmiyyetin işitilmesine mâni’ olmadılar. Şemseddîn Sâmî, (Kâmûs-ül-a’lâm)da diyor ki: (Hazer gölünün şarkındaki Aral gölünün şark tarafına, şimâlde Seyhûn, cenûbda Ceyhûn nehrleri, şimâl-i garbîye doğru akarlar. İki nehr arasına (Mâ-verâ-ün-nehr) denir. İki göl arasının cenûb kısmına (Hârizm)denir. Merv şehri buradadır. Bunun cenûbu, Îrânın (Cürcân) ve (Horasan) vilâyetleridir. Buraya şimdi (Türkmenistân) deniyor. Aral gölünün şimâline (Kazakistân) deniyor. Mâ-verâ-ün-nehrin cenûbuna (Özbekistân) deniyor. Buhâra, Semerkand, Taşkend buradadır. Bunun şarkına (Tâcikistân) deniyor. Yârkend, Fergâne ve Kâşgar buradadır. Bu memleketlerin hepsine (Türkistân) denir. Buhârâyı, 55 [m. 674] de, Horasan vâlîsi Sa’îd bin Osmân ibni Affân, Semerkandi ve bütün Mâverâün-nehri 77 [m. 695] de Kuteybe feth eyledi. Semerkandi, 1285 [m. 1868] de ve bütün Türkistânı, 1292 [m. 1874] de ruslar istilâ eyledi. [Osmânlı devletinin idâresini ele geçirmiş olan masonlar, bu istilâlara seyirci kaldılar.] Türkün asâleti ile islâmiyyetin şerefi bir araya gelmeden çok önce, Âsûrîler Türkistâna girerek, Türkleri, güneşe, yıldızlara tapınmağa alışdırmışdı). Tanyeri ağarınca, güneşe tapınırlardı. Bu sebebden, güneşin ismi, tanyeri ve nihâyet tanrı oldu. Kur’ân-ı kerîmde, (Benim ismim Allahdır. Beni Allah diye çağırınız. Allah diye ibâdet ediniz. Allah diye yalvarınız!) meâlinde müteaddid âyet-i kerîmeler vardır. Ona, Onun istediği ismi söylemeyip de, kâfirlerin, Onun en sevmediği ma’bûdlarına koydukları tanrı ismi ile Onu çağırmak, ne kadar yanlış ve ne büyük inâd olduğu meydândadır. Meselâ, bir hükümdâr, emri altında bulunan kimselere: (Benim ismim Ahmeddir. Beni, Ahmed diye çağırınız!) dese, onlar da, (Hayır efendim. Bizim canımız sana Ahmed demek istemiyor.
Allahü teâlânın ismleri çokdur. Sayısını bilmiyoruz. İsmlerinden doksandokuzunu, Kur’ân-ı kerîmde insanlara bildirmişdir. Kâdî zâde Ahmed efendi, (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde diyor ki, (Allahü teâlânın doksandokuz ismine (Es-mâ-i hüsnâ) denir. Allahü teâlânın ismleri (Tevkîfiyye)dir. Ya’nî islâmiyyetin bildirmesine bağlıdır. İslâmiyyetin bildirdiği ismler ile çağrılır ve onlar ile zikr olunur. Bunlardan başka ismler ile çağırmağa, zikr etmeğe, islâmiyyet izn vermemişdir). (Şerh-i Mevâkıf), beşyüzkırkbirinci sahîfesinde diyor ki, (Kâdî Ebû Bekr “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, Allahü teâlâya yakışmaz ma’nâ çıkmıyan, Ona yakışan ism söylenebilir. Çoğunluk ise, belli doksandokuz ismden başkası söylenemez dedi).
Bundan anlaşılıyor ki, Allahü teâlâya (Tanrı) demeğe izn yokdur. Ya’nî tanrı demek günâh olur. Allah ismini kullanmak istemeyip, bunun yerine, tanrı demek veyâ doksandokuz ismden birini bile kullanmak istemek, çok büyük ve çirkin suç olur.
Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes mü’min idi. Evlâdı çoğalınca, onlara reîs olmuşdu. Hepsi, dedelerinin gösterdiği gibi, Allahü teâlâya ibâdet ediyordu. Yâfes nehrden geçerken boğulunca, Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tutdu. Bunun evlâdı çoğalarak, bunlara Türk denildi. Bu Türkler, ecdâdı gibi, müslimân, sabrlı, çalışkan insanlardı. Bunlar zemânla çoğalarak Asyaya yayıldı. Başlarına geçen ba’zı zâlim hükümdârlar, semâvî dîni bozarak, puta tapdırmağa başladılar. Bunlardan, bugün Sibiryada yaşayan Yâkutlar, hâlâ puta tapmakdadır. Dinden uzaklaşdıkca, eski medeniyyet ve ahlâklarını da gayb etmişlerdi. Hele Hunlar ve onların reîslerinden Attilâ, dinsizliği ve zulmü ile (Allahın gadabı) ismini almışdı. İslâm güneşi Mekke-i mükerremeden doğarak, ilm, ahlâk ve her dürlü fazîlet ışıklarını dünyâya saçınca, Romalıların, Asyaya kadar yayılan sefâhet ve ahlâksızlıkları ve Asyayı, Afrikayı kaplamış olan dinsizlik, câhillik ve vahşet altında yetişmiş diktatörler, sömürdükleri insanların islâmiyyeti işitmelerine, anlamalarına mâni’ oldular. Bu engeller kılınc gücü ile ortadan kaldırıldı. Türk hâkânları, asâletleri ve uyanık olmaları sebebi ile islâmiyyetin işitilmesine mâni’ olmadılar. Şemseddîn Sâmî, (Kâmûs-ül-a’lâm)da diyor ki: (Hazer gölünün şarkındaki Aral gölünün şark tarafına, şimâlde Seyhûn, cenûbda Ceyhûn nehrleri, şimâl-i garbîye doğru akarlar. İki nehr arasına (Mâ-verâ-ün-nehr) denir. İki göl arasının cenûb kısmına (Hârizm)denir. Merv şehri buradadır. Bunun cenûbu, Îrânın (Cürcân) ve (Horasan) vilâyetleridir. Buraya şimdi (Türkmenistân) deniyor. Aral gölünün şimâline (Kazakistân) deniyor. Mâ-verâ-ün-nehrin cenûbuna (Özbekistân) deniyor. Buhâra, Semerkand, Taşkend buradadır. Bunun şarkına (Tâcikistân) deniyor. Yârkend, Fergâne ve Kâşgar buradadır. Bu memleketlerin hepsine (Türkistân) denir. Buhârâyı, 55 [m. 674] de, Horasan vâlîsi Sa’îd bin Osmân ibni Affân, Semerkandi ve bütün Mâverâün-nehri 77 [m. 695] de Kuteybe feth eyledi. Semerkandi, 1285 [m. 1868] de ve bütün Türkistânı, 1292 [m. 1874] de ruslar istilâ eyledi. [Osmânlı devletinin idâresini ele geçirmiş olan masonlar, bu istilâlara seyirci kaldılar.] Türkün asâleti ile islâmiyyetin şerefi bir araya gelmeden çok önce, Âsûrîler Türkistâna girerek, Türkleri, güneşe, yıldızlara tapınmağa alışdırmışdı). Tanyeri ağarınca, güneşe tapınırlardı. Bu sebebden, güneşin ismi, tanyeri ve nihâyet tanrı oldu. Kur’ân-ı kerîmde, (Benim ismim Allahdır. Beni Allah diye çağırınız. Allah diye ibâdet ediniz. Allah diye yalvarınız!) meâlinde müteaddid âyet-i kerîmeler vardır. Ona, Onun istediği ismi söylemeyip de, kâfirlerin, Onun en sevmediği ma’bûdlarına koydukları tanrı ismi ile Onu çağırmak, ne kadar yanlış ve ne büyük inâd olduğu meydândadır. Meselâ, bir hükümdâr, emri altında bulunan kimselere: (Benim ismim Ahmeddir. Beni, Ahmed diye çağırınız!) dese, onlar da, (Hayır efendim. Bizim canımız sana Ahmed demek istemiyor.