128- Ebüssü’ûd efendinin (Kazâ-kader) risâlesi

HASAN CAN

Active member
KAZÂ VE KADER Bu risâleyi, Ebüssü’ûd efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazmışdır. Adının Mehmed olmayıp Ahmed olduğu, (Esmâ-ül-müellifîn) kitâbında açıklanmakdadır. (Kâmûs-ül-a’lâm) kitâbında da, Ahmed Ebüssü’ûd yazılıdır:
Din bilgisi kuvvetli olan bir kimse, nefsine uyup, gece gündüz günâh işlese, tanıdıkları, kendisine, (Emr-i ma’rûf) ve nasîhat etdiklerinde, bunlara karşı: (Benim içki içeceğimi, Allahü teâlâ ezelde takdîr edip, (Levh-i mahfûz)da yazmışdır. Onun için, ister istemez, bu günâhları, bana yapdırmakdadır) dese, ya’nî, insan kazâ ve kadere mağlûb bir hâldedir. Kaderi yerine getirmeğe mecbûr ve günâh işlemekde ma’zûrdur dese ve bu sözünü akl ve nakl ile isbâta kalkışarak dese ki: Allahü teâlâ, hiçbirşeyi yaratmadan önce, yapacağı şeyleri biliyordu. Bunlar, elbette meydâna gelecekdir. Yaratmıyacağı şeyleri de, biliyordu. Bunlar da, elbette meydâna gelmiyecekdir. İnsanlar bunları, hiç değişdiremez. Allahü teâlânın ezelî kelâmı olan Kur’ân-ı kerîmde haber verdiği şeyler de, ister istemez meydâna gelecekdir. Âlimlerimizin büyüklerinden, Fahreddîn-i Râzî “rahmetullahi teâlâ aleyh” de böyle söylüyor. Yasîn sûresindeki, (Onların îmân etmiyeceklerini ezelde söyledik) meâlindeki ve Müddessir sûresindeki, (Onu yalnız yaratdım, sonra çok mal, her işine hâzır yardımcı çocuklar ve yüksek rütbe ve mevkı’ verdim. Fekat o, bunları az görüp dahâ istedi ise de, artdırmadım. Çünki, benim Kur’ânıma ve Peygamberime inanmadı, inâd etdi. Sonra, onu Cehennemde (Sa’ûd) adındaki ateşden tepelere koyacağım), (Ebû Lehebin elleri kurusun! Sonra kurudu) meâlindeki âyet-i kerîmede Allahü teâlâ, bir kimsenin îmân etmiyeceğini haber veriyor. Bunlar îmân ederse, kelâm-ı ilâhînin yanlış olmasına sebeb olur. Bu ise, olamaz. O hâlde, bunlar îmân edemez. Bunun gibi, kâfirlerin îmân etmiyeceklerini biliyordu. Bunlar îmân ederse, İlm-i ilâhînin yanlış olması îcâb eder. Kâfirler îmâna gelemez. Demek ki, insanlarda ihtiyâr, irâde-i cüz’iyye kalmıyor.
Günâh işliyen o âlim, Fahreddîn-i Râzînin bu sözlerini bitirdikden sonra dese ki: İnsan, bir işi yapmağı, yapmamakdan iyi görür ve yapar. Bu görüşü, tercîhi, insandan değildir. O hâlde insan, işi yapmağa mecbûrdur. Nitekim, Fahreddîn-i Râzî, Bekara sûresinin baş tarafındaki, (Allahü teâlâ, onların kalblerini mühürlemişdir!) meâlindeki âyet-i kerîmeden de, cebr lâzım gelir. Çünki, Allahü teâlâ, kalbde küfr arzûsunu yaratınca, insan kâfir olmağa mecbûr olur, dedi. Demek ki, insanın her hareketi, yaprakların sallanması, ayın, güneşin hareketi gibidir. Nitekim, onlar da, canlı imiş gibi hareket ediyor. İnsan da, ihtiyârı ile hareket ediyormuş gibi görünüp, mecbûrî hareket etmekdedir. Nitekim, Mûsâ “aleyhisselâm”, Âdem “aleyhisselâm”a dedi ki, (Allahü teâlâ seni, kendi kudreti ile yaratdı. Rûhundan sana verdi. Melekleri sana karşı secde etdirdi. Seni Cennete koydu. Sonra, insanlar senin yüzünden Cennetden çıkdı). Âdem “aleyhisselâm” cevâb verip, (Allahü teâlâ, seni Peygamber yapdı. Sana levhalar hâlinde Tevrât gönderip, herşeyi bildirdi. Tevrât bu levhalara ne zemân yazıldı) deyince: (Seni yaratmadan önce) dedi. Bunun üzerine, Âdem “aleyhisselâm” sorup, (Benim Cennetde hatâ edip çıkarılacağım Tevrâtda yazılı mı?) deyince, (Evet) dedi. Âdem “aleyhisselâm” da, (O hâlde ben, Allahü teâlânın, kitâbında yazdığını yapdım) diyerek, hak kazandığını bildiren hadîs-i şerîf de, sözümün doğru olduğunu gösteriyor dese, bu kimseyi günâh işlemesine bırakmak câiz olur mu? Yoksa bunu, i’tikâdından vaz geçirip, tevbe etmesi emr olunur mu?
Cevâb: Bunu o hâlde bırakmamalıdır. Sözlerinden anlaşıldığı gibi, (İnsan günâh işlemeğe mecbûr ve kötülüklerinde ma’zûrdur. İbâdetlere sevâb, günâhlara azâb olmaz) diye inanıyorsa, zındıkdır. Hemen öldürülmesi lâzımdır. Eğer ibâdetlere sevâb, günâhlara azâb vardır amma, insan bunları yapmağa mecbûrdur. Herkes kazâ kader elinde esîrdir diye, günâhlarına üzülüyorsa, bu bozuk i’tikâdını düzeltmesi emr olunur. Sözlerinin yanlış olduğu bildirilir ve doğrusu anlatılır.
 

HASAN CAN

Active member
Cevâb söyle
verilir: Yapılacak günâhları, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fekat, insanın iyiligi,
kötülügü, Cennetlik, Cehennemlik olacagı, son nefesde belli olur. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse, bütün ömrünce Cehennem
atesine götürecek günâhlar yapar. Bu kimse, ömrünün son günlerinde, Cennete
götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider). Bu günâh isliyen âlim, bu hâl üzere
yasayıp ömrü bu hâlde temâmlanacagını Allahü teâlânın bildigini nereden anladı
ki kendini, son nefese kadar, günâh islemege mecbûr sanıp, iyi olmakdan ümmîdsiz
bulunuyor. Birçok inâdcı, azgın kâfirlerin, son günlerinde, îmâna geldigi çok
görülmüsdür. Kendinin de, böyle düzelecegine niçin ihtimâl vermiyor. Niçin iyilige
dönmüyor? Ölünciye kadar günâh isliyecegi, kendisine bildirildi mi? Belli bir
kâfirin ebedî kâfir kalıp kalmıyacagını Allahü teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir
kalacagını, Allahü teâlânın bildigini kimse söyleyemez. Kur’ân-ı kerîmde haber verilen
kâfirlerin, küfre mecbûr olmaları ve bunların îmâna çagrılmaları, ellerinden
gelmiyen bir isi istemek demek olacagı da, yanlıs sözdür. Çünki ilm, ma’lûma tâbi’dir.
Allahü teâlâ, olacak seyleri, olacagı için biliyor. Kur’ân-ı kerîmde haber verilen
seyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressâmın, at resmi yapması, at o seklde
oldugu içindir. Yoksa, atın o seklde olması, ressâm öyle yapdıgı için degildir.
Allahü teâlânın, ba’zı kimselerin îmâna gelmiyeceklerini bilmesi ve Kur’ân-ı kerîmde
haber vermesi, onlar, kendi arzûları ile küfr üzere kalmagı niyyet edip, îmân
etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları
kâfir bildigi ve haber verdigi için degildir. Eger Allahü teâlâ bildigi için, kâfir olmaga
mecbûr kalınsaydı, Allahü teâlânın kendi yaratmasında da irâde, ihtiyâr sâhibi
olmayıp, mecbûr olması lâzım gelirdi. Çünki, kendi yaratacaklarını da, ezelde
biliyordu. O hâlde bunlar, kendi irâde ve ihtiyârları ile kâfir oluyor. Allahü teâlâ,
ezelde bildigi için, haber verdigi için, kâfir olmaga mecbûr degildirler. Îmâna
çagrılmaları da, olmıyacak seyi istemek degildir. Kur’ân-ı kerîme topluca îmân etmek
yetisir. Her yerine ayrı ayrı îmân etmek istenmiyor ki, Kur’ân-ı kerîmde yazılı
kâfirlerin, kendi îmânsızlıklarına da, îmân etmeleri lâzım gelsin.
Irâde ile yapılan isleri yapmak arzûsunu, Allahü teâlânın yaratması da, cebr olmaz.
O arzûyu Allahü teâlâ yaratır ise de, insan kesb etmekdedir. Allahü teâlânın
irâdesi, birseyi yalnız yaratmaga veyâ yalnız yaratmamaga mahsûs olmayıp, her ikisine
de sâmil oldugu gibi, insanın irâdesi de böyledir. Isi yapmagı da, yapmamagı
da irâde edebiliriz. Ya’nî, yapmagı istedigimiz ânda, yapmamagı da istiyebiliriz.
Bir isi yaparken, hiç kimse, bu isi yapmamak elimde degildi demez. Âdem ve Mûsâ
aleyhimesselâmın konusmaları cebr göstermez. Mûsâ “aleyhisselâm”, bu kadar
ihsân sâhibinin emrine karsı, irâdeni kullanırken, neden dikkat etmedin demis.
Âdem “aleyhisselâm” da, isin yapılmasını irâde ve ihtiyâr edecegimi, Allahü teâlânın
ezelde bildigini Tevrâtda okudugun hâlde ve bu isden meydâna gelecek nice
fâideleri bildigin hâlde, beni ayblamak sana yakısmaz demisdir. Herseyin dogrusunu
Allahü teâlâ bilir. [Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî, ne güzel söylemisdir:
(Kazâ ve kader, bir cebr-i mütehakkim degildir. Bir ilm-i mütekaddimdir.)]

O can ki, dostunu bilmez, niçin talebde degil,
eger bilirse onu, ya niçin tarebde degil?
Perde olursa nefs-i emmâre, ona her dem,
niçin, mücâhede-i düsmen-i la’înde degil?
Aceb degil mi ki dil, tenbel ola dilberden,
niçin mütâlebe-i dilber-i acebde degil?
Ne hâil oldu, gönül bedrine hüsûf erdi,
niçin semsin ziyâsını, bu meh, talebde degil?
 
Üst Alt