HASAN CAN
Active member
KAZÂ VE KADER Bu risâleyi, Ebüssü’ûd efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazmışdır. Adının Mehmed olmayıp Ahmed olduğu, (Esmâ-ül-müellifîn) kitâbında açıklanmakdadır. (Kâmûs-ül-a’lâm) kitâbında da, Ahmed Ebüssü’ûd yazılıdır:
Din bilgisi kuvvetli olan bir kimse, nefsine uyup, gece gündüz günâh işlese, tanıdıkları, kendisine, (Emr-i ma’rûf) ve nasîhat etdiklerinde, bunlara karşı: (Benim içki içeceğimi, Allahü teâlâ ezelde takdîr edip, (Levh-i mahfûz)da yazmışdır. Onun için, ister istemez, bu günâhları, bana yapdırmakdadır) dese, ya’nî, insan kazâ ve kadere mağlûb bir hâldedir. Kaderi yerine getirmeğe mecbûr ve günâh işlemekde ma’zûrdur dese ve bu sözünü akl ve nakl ile isbâta kalkışarak dese ki: Allahü teâlâ, hiçbirşeyi yaratmadan önce, yapacağı şeyleri biliyordu. Bunlar, elbette meydâna gelecekdir. Yaratmıyacağı şeyleri de, biliyordu. Bunlar da, elbette meydâna gelmiyecekdir. İnsanlar bunları, hiç değişdiremez. Allahü teâlânın ezelî kelâmı olan Kur’ân-ı kerîmde haber verdiği şeyler de, ister istemez meydâna gelecekdir. Âlimlerimizin büyüklerinden, Fahreddîn-i Râzî “rahmetullahi teâlâ aleyh” de böyle söylüyor. Yasîn sûresindeki, (Onların îmân etmiyeceklerini ezelde söyledik) meâlindeki ve Müddessir sûresindeki, (Onu yalnız yaratdım, sonra çok mal, her işine hâzır yardımcı çocuklar ve yüksek rütbe ve mevkı’ verdim. Fekat o, bunları az görüp dahâ istedi ise de, artdırmadım. Çünki, benim Kur’ânıma ve Peygamberime inanmadı, inâd etdi. Sonra, onu Cehennemde (Sa’ûd) adındaki ateşden tepelere koyacağım), (Ebû Lehebin elleri kurusun! Sonra kurudu) meâlindeki âyet-i kerîmede Allahü teâlâ, bir kimsenin îmân etmiyeceğini haber veriyor. Bunlar îmân ederse, kelâm-ı ilâhînin yanlış olmasına sebeb olur. Bu ise, olamaz. O hâlde, bunlar îmân edemez. Bunun gibi, kâfirlerin îmân etmiyeceklerini biliyordu. Bunlar îmân ederse, İlm-i ilâhînin yanlış olması îcâb eder. Kâfirler îmâna gelemez. Demek ki, insanlarda ihtiyâr, irâde-i cüz’iyye kalmıyor.
Günâh işliyen o âlim, Fahreddîn-i Râzînin bu sözlerini bitirdikden sonra dese ki: İnsan, bir işi yapmağı, yapmamakdan iyi görür ve yapar. Bu görüşü, tercîhi, insandan değildir. O hâlde insan, işi yapmağa mecbûrdur. Nitekim, Fahreddîn-i Râzî, Bekara sûresinin baş tarafındaki, (Allahü teâlâ, onların kalblerini mühürlemişdir!) meâlindeki âyet-i kerîmeden de, cebr lâzım gelir. Çünki, Allahü teâlâ, kalbde küfr arzûsunu yaratınca, insan kâfir olmağa mecbûr olur, dedi. Demek ki, insanın her hareketi, yaprakların sallanması, ayın, güneşin hareketi gibidir. Nitekim, onlar da, canlı imiş gibi hareket ediyor. İnsan da, ihtiyârı ile hareket ediyormuş gibi görünüp, mecbûrî hareket etmekdedir. Nitekim, Mûsâ “aleyhisselâm”, Âdem “aleyhisselâm”a dedi ki, (Allahü teâlâ seni, kendi kudreti ile yaratdı. Rûhundan sana verdi. Melekleri sana karşı secde etdirdi. Seni Cennete koydu. Sonra, insanlar senin yüzünden Cennetden çıkdı). Âdem “aleyhisselâm” cevâb verip, (Allahü teâlâ, seni Peygamber yapdı. Sana levhalar hâlinde Tevrât gönderip, herşeyi bildirdi. Tevrât bu levhalara ne zemân yazıldı) deyince: (Seni yaratmadan önce) dedi. Bunun üzerine, Âdem “aleyhisselâm” sorup, (Benim Cennetde hatâ edip çıkarılacağım Tevrâtda yazılı mı?) deyince, (Evet) dedi. Âdem “aleyhisselâm” da, (O hâlde ben, Allahü teâlânın, kitâbında yazdığını yapdım) diyerek, hak kazandığını bildiren hadîs-i şerîf de, sözümün doğru olduğunu gösteriyor dese, bu kimseyi günâh işlemesine bırakmak câiz olur mu? Yoksa bunu, i’tikâdından vaz geçirip, tevbe etmesi emr olunur mu?
Cevâb: Bunu o hâlde bırakmamalıdır. Sözlerinden anlaşıldığı gibi, (İnsan günâh işlemeğe mecbûr ve kötülüklerinde ma’zûrdur. İbâdetlere sevâb, günâhlara azâb olmaz) diye inanıyorsa, zındıkdır. Hemen öldürülmesi lâzımdır. Eğer ibâdetlere sevâb, günâhlara azâb vardır amma, insan bunları yapmağa mecbûrdur. Herkes kazâ kader elinde esîrdir diye, günâhlarına üzülüyorsa, bu bozuk i’tikâdını düzeltmesi emr olunur. Sözlerinin yanlış olduğu bildirilir ve doğrusu anlatılır.
Din bilgisi kuvvetli olan bir kimse, nefsine uyup, gece gündüz günâh işlese, tanıdıkları, kendisine, (Emr-i ma’rûf) ve nasîhat etdiklerinde, bunlara karşı: (Benim içki içeceğimi, Allahü teâlâ ezelde takdîr edip, (Levh-i mahfûz)da yazmışdır. Onun için, ister istemez, bu günâhları, bana yapdırmakdadır) dese, ya’nî, insan kazâ ve kadere mağlûb bir hâldedir. Kaderi yerine getirmeğe mecbûr ve günâh işlemekde ma’zûrdur dese ve bu sözünü akl ve nakl ile isbâta kalkışarak dese ki: Allahü teâlâ, hiçbirşeyi yaratmadan önce, yapacağı şeyleri biliyordu. Bunlar, elbette meydâna gelecekdir. Yaratmıyacağı şeyleri de, biliyordu. Bunlar da, elbette meydâna gelmiyecekdir. İnsanlar bunları, hiç değişdiremez. Allahü teâlânın ezelî kelâmı olan Kur’ân-ı kerîmde haber verdiği şeyler de, ister istemez meydâna gelecekdir. Âlimlerimizin büyüklerinden, Fahreddîn-i Râzî “rahmetullahi teâlâ aleyh” de böyle söylüyor. Yasîn sûresindeki, (Onların îmân etmiyeceklerini ezelde söyledik) meâlindeki ve Müddessir sûresindeki, (Onu yalnız yaratdım, sonra çok mal, her işine hâzır yardımcı çocuklar ve yüksek rütbe ve mevkı’ verdim. Fekat o, bunları az görüp dahâ istedi ise de, artdırmadım. Çünki, benim Kur’ânıma ve Peygamberime inanmadı, inâd etdi. Sonra, onu Cehennemde (Sa’ûd) adındaki ateşden tepelere koyacağım), (Ebû Lehebin elleri kurusun! Sonra kurudu) meâlindeki âyet-i kerîmede Allahü teâlâ, bir kimsenin îmân etmiyeceğini haber veriyor. Bunlar îmân ederse, kelâm-ı ilâhînin yanlış olmasına sebeb olur. Bu ise, olamaz. O hâlde, bunlar îmân edemez. Bunun gibi, kâfirlerin îmân etmiyeceklerini biliyordu. Bunlar îmân ederse, İlm-i ilâhînin yanlış olması îcâb eder. Kâfirler îmâna gelemez. Demek ki, insanlarda ihtiyâr, irâde-i cüz’iyye kalmıyor.
Günâh işliyen o âlim, Fahreddîn-i Râzînin bu sözlerini bitirdikden sonra dese ki: İnsan, bir işi yapmağı, yapmamakdan iyi görür ve yapar. Bu görüşü, tercîhi, insandan değildir. O hâlde insan, işi yapmağa mecbûrdur. Nitekim, Fahreddîn-i Râzî, Bekara sûresinin baş tarafındaki, (Allahü teâlâ, onların kalblerini mühürlemişdir!) meâlindeki âyet-i kerîmeden de, cebr lâzım gelir. Çünki, Allahü teâlâ, kalbde küfr arzûsunu yaratınca, insan kâfir olmağa mecbûr olur, dedi. Demek ki, insanın her hareketi, yaprakların sallanması, ayın, güneşin hareketi gibidir. Nitekim, onlar da, canlı imiş gibi hareket ediyor. İnsan da, ihtiyârı ile hareket ediyormuş gibi görünüp, mecbûrî hareket etmekdedir. Nitekim, Mûsâ “aleyhisselâm”, Âdem “aleyhisselâm”a dedi ki, (Allahü teâlâ seni, kendi kudreti ile yaratdı. Rûhundan sana verdi. Melekleri sana karşı secde etdirdi. Seni Cennete koydu. Sonra, insanlar senin yüzünden Cennetden çıkdı). Âdem “aleyhisselâm” cevâb verip, (Allahü teâlâ, seni Peygamber yapdı. Sana levhalar hâlinde Tevrât gönderip, herşeyi bildirdi. Tevrât bu levhalara ne zemân yazıldı) deyince: (Seni yaratmadan önce) dedi. Bunun üzerine, Âdem “aleyhisselâm” sorup, (Benim Cennetde hatâ edip çıkarılacağım Tevrâtda yazılı mı?) deyince, (Evet) dedi. Âdem “aleyhisselâm” da, (O hâlde ben, Allahü teâlânın, kitâbında yazdığını yapdım) diyerek, hak kazandığını bildiren hadîs-i şerîf de, sözümün doğru olduğunu gösteriyor dese, bu kimseyi günâh işlemesine bırakmak câiz olur mu? Yoksa bunu, i’tikâdından vaz geçirip, tevbe etmesi emr olunur mu?
Cevâb: Bunu o hâlde bırakmamalıdır. Sözlerinden anlaşıldığı gibi, (İnsan günâh işlemeğe mecbûr ve kötülüklerinde ma’zûrdur. İbâdetlere sevâb, günâhlara azâb olmaz) diye inanıyorsa, zındıkdır. Hemen öldürülmesi lâzımdır. Eğer ibâdetlere sevâb, günâhlara azâb vardır amma, insan bunları yapmağa mecbûrdur. Herkes kazâ kader elinde esîrdir diye, günâhlarına üzülüyorsa, bu bozuk i’tikâdını düzeltmesi emr olunur. Sözlerinin yanlış olduğu bildirilir ve doğrusu anlatılır.