130- Tegannî, müzik. Radyoda, teybde Kur’ân-ı kerîm okumak ve dinlemek.

HASAN CAN

Active member
TEGANNÎ VE MÜZİK

Güzel san’atların bir kolu denilen müzik, hisleri ve düşünceleri seslerle ve hareketlerle anlatmak san’atıdır. Müzik, düzenlenmiş ses ve hareketdir. Seslerin melodi, armoni ve polifoni gibi şekllerde düzenlenmesidir. İlâhî dinler ve bunların bozulması ile meydâna çıkan, eski Mısr, Çin ve Yunan inançları ve Buda, Berehmen kâfirleri, Cennetde müzik olduğunu bildirmekdedir. Hattâ müzik kelimesi, yunanlıların büyük putları olan Zeüs’ün kızları sayılan Mousa (Müz) denilen dokuz heykelin adından hâsıl olmakdadır. Müziğin bütün dinlerde büyük günâh olduğu, (Dürr-ül-müntekâ)da yazılıdır. İncîlin yasak etdiği müziği, sonradan papasların hıristiyan dînine sokdukları Zerkânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Mevâhib-i ledünniyye) şerhi, beşinci cildinde uzun yazılıdır. Bozuk dinler, kalbleri ve rûhları besliyemediği için, müziğin, her nev’ çalgı sesinin nefslere hoş gelmesi, nefsleri beslemesi rûhânî te’sîr sanıldı. Bugünkü batı müziği, kilise müziğinden doğdu. Bugün yeryüzünü kaplıyan bozuk dinlerin hemen hepsinde, müzik, ibâdet hâlini almışdır. Müzik ile, her nev’ çalgı ile nefsler keyflenmekde, şehvânî, hayvânî arzûlar kuvvetlenmekdedir. Rûhun gıdâsı olan, kalbleri temizliyen ve nefsleri ezip, harâmlara olan arzûlarını yok eden, ilâhî ibâdetler unutulmakdadır. (Mekâtîb-i şerîfe)nin doksanıncı ve doksandokuzuncu mektûbları sonunda diyor ki, (Şarkı, tegannî çok dinleme. Simâ’ kalbi öldürür. Nifâk hâsıl olur). Doksanaltıncı mektûbda diyor ki, (Kalbde Allah sevgisini artdıran şi’rleri, çalgısız ve fâsıklar olmaksızın dinlemek câizdir). Müzik, her nev’ çalgı, insanları, alkolikler ve morfinmanlar gibi gaflet içinde, uyuşuk yaşatmakdadır. Böylece, nefsleri azdırarak, se’âdet-i ebediyyeden mahrûm kalmasına sebeb olmakdadır. İslâm dîni, insanları bu âfetden, bu sonsuz felâketden korumak için, müziği kısmlara ayırmış, zararlı olanlarını harâm kılmış, yasak etmişdir.
Müziğin Cennetde de bulunduğunu ve orada nasıl olduğunu, dünyâda erkeklere de, kadınlara da harâm olan kısmlarını bildiren hadîs-i şerîflerden birkaçı, (Kurret-ül’uyûn) kitâbının son bâbında yazılıdır. Bu kitâb, 1302 [m. 1884] de İstanbulda basılan (Muhtasar-ı tezkire-i Kurtubî) kitâbının kenârlarında basılmışdır. Her iki kitâb, Hakîkat Kitâbevi tarafından 1421 [m. 2001] de yeniden tab’ edilmişdir.
(Hadîka)da diyor ki, (Tâtârhâniyye) fetvâ kitâbında, (Başkalarını hicv eden ve fuhş, içki anlatan ve şehveti harekete getiren şi’rleri tegannî ile, ya’nî ses dalgaları ile okumak, her dinde harâmdır. Harâma sebeb olan şeyler de harâm olur) demekdedir. Böyle, kat’î harâm olana güzel okudun diyen kâfir olur. Zinâ, ribâ, riyâ ve şerâb içmek gibi harâmlar için de böyledir. Va’z, hikmet, nasîhat, güzel ahlâk bildiren şi’r ve ilâhîleri tegannî ile okumak câizdir. Devâmlı, böyle vakt geçirmek mekrûh olur. Tarîkatcıların, câmi’lerde, tekkelerde ilâhî, zikr, tesbîh okuyarak, nefslerin şehvetlerini tahrîk etmeleri, dahâ büyük harâmdır. Böyle olduğu kat’î olarak bilinen toplantılara gitmemelidir. Böyle yerler, ibâdet yeri olmakdan çıkmış, fısk meclisi olmuşdur. Fekat, iyi bilinmedikce, sû-i zan etmemelidir. Kur’ân-ı kerîmi, zikri, düâyı, ezânı, tegannî ile okumak, sözbirliği ile harâmdır. Tegannî, harfleri, kelimeleri değişdirmekde, ma’nâyı bozmakdadır. Bunları kasd ile, bile bile değişdirmek harâm olur. Hatâ ile, tegannî ile ve bilmiyerek bozulunca harâm olmaması, bozulup bozulmıyacak yerleri öğrenmeğe çalışanlar içindir. Bunun için, tecvîd öğrenmek lâzımdır. Kur’ân-ı kerîmi, zikri ve ilâhîleri, ma’nâyı bozmıyacak güzel ses ile okumak, müstehabdır. Bu da, tecvîde göre okumakla olur. Bunun kalbe, rûha te’sîri çok olur. Güzel ses ile okumak demek, nağme yapmak, çene oynatmak değil, Allah korkusu ile okumakdır. Enbiyâ “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve Evliyâ “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” böyle güzel sesle okurlardı. Fâsıklar [kötü kimseler] ve Ehl-i kitâb gibi tegannî yaparak hazîn okumak ve bunu dinlemek hadîs-i şerîf ile men’ olundu. Elhân ile, ya’nî mûsikîye uyarak tecvîdi bozmak bid’at ve dinlemesi de büyük günâhdır.
 

HASAN CAN

Active member
Tegannî, müzik üzerinde tâm bilgi edinmek için, Gazâlînin (Kimyâ-ı se’âdet) kitâbı,
birinci rükn, sekizinci aslını terceme etmek, uygun görüldü. (Ahlâk-ı alâ’î) yüzseksenikinci
sahîfesinde ve Zehebînin (Et-tıbbün-nebevî) kitâbının sonunda da tegannî
için güzel ve genis bilgi vardır. Imâm-ı Gazâlî buyuruyor ki:
Insanların yüreginde kalb veyâ gönül denilen bir kuvvet vardır. Çelik, tasa
sürtülünce ates çıkdıgı, [cam veyâ bakelit çubuk, yün parçasına sürtülünce, çubuk
ucunda elektrik hâsıl olup, kâgıd parçalarını çekdigi] gibi, güzel ve âhenkli ses isitmek
de, gönül denilen bu gizli kuvveti harekete getirir. Güzel ses, insanın elinde
olmıyarak, kalbine te’sîr eder. Çünki, kalbin ve rûhun, Arsın üstündeki (Âlem-i
ervâh) ile baglılıgı vardır. Maddesiz, ölçüsüz olan o âlem, hüsn-i cemâl, güzellik
âlemidir. Güzelligin temeli ise (tenâsüb, uygun, düzgün) olmakdır. Bu dünyâdaki
bütün güzellikler, o âlemin güzelliginden gelmekdedir. Güzel, düzgün, âhenkli
sesler de, o âleme benzemekdedir. Islâmiyyete uyanların kalbi temiz olur. Kuvvetli
olur. Böyle kalblerin (Âlem-i emr) ile baglılıkları kuvvetlidir. Bunlara müzik
te’sîr edip, harekete getirir. Böyle olan kalb, bir seye tutulmus ise, mesgûl oldugu
seyi harekete getirir. Rüzgârın atesi tutusdurmasına benzer. Kalbde, Allah
sevgisi varsa, güzel ses, bu sevgiyi artdırır. Fâideli olur. Bir kimse islâmiyyete uymaz,
Allahü teâlânın düsmanı olan nefsine uyarsa, kalbi bozulur. Çalgı dinlemek
ve her günâhı islemek nefsi kuvvetlendirir. Sâlim, temiz kalb müzikden zevk
alamaz. Müzik nefsi kuvvetlendirip, harekete getirip zararlı olur. Kalbde Allah sevgisi
olabilecegini anlamıyanlar, her güzel sese harâm der. Bunlar, insan kendi
cinsini sevebilir. Insanın kalbi, kendi cinsinden baska seye baglanamaz diyerek, Allah
sevgisine inanmıyor. Islâmiyyet, Allah sevgisini emr ediyor denince, bundan
maksad, emrlerini seve seve yapmakdır diyorlar. Güzel ses, kalbe, dısardan birsey
getirmez. Saglam kalbdeki halâl olan bagı harekete getirir. Hasta olmıyan kalbin
tegannî dinlemesi halâl olur. Kalbde bir baglılık yoksa, güzel sesden lezzet alması,
kus sesi dinlemek, yesillik, akar su, çiçekler seyr etmek gibi olur. Bunları seyr,
göze lezzet verdigi gibi, güzel koku, burna hos geldigi gibi, lezzetli yemek agza tatlı
geldigi gibi ve lise bilgileri, fennî buluslar, akla hos geldigi gibi, güzel ses de, kulaga
lezzet vermekde olup, onlar gibi mubâh olur.
Kalbi hasta olanın ya’nî Allahdan baska birseye baglı olanın, ya’nî sevenin
nefsi azar. Meselâ, yabancı bir kızı veyâ oglanı ister. Çalgı, müzik dinledigi zemân,
nefsinde onlara kavusmak arzûsu artar. Kalbi bu yola hareket etdirir. Bunlarla bulusması
harâm oldugundan, her çesid çalgıyı dinlemesi de, harâma sebeb olur.
Kalbi hasta olmıyan, ya’nî kalbinde yalnız Allah sevgisi bulunan kimse, kız, ask,
sehvet anlatan sesleri isitince, kalbi bunlardan zevk almaz. Sıkılır. Kalb hasta
ise, bunlardan nefs zevk alıp, kalbi bu yola hareket etdirir. Böyle kimselerin müzik
dinlemeleri harâm olur. Erkek ve kız, bütün gençler böyledir. Islâmiyyetin, sönmesini
emr etdigi nefs atesini tutusduran hersey harâmdır. Hasta olmıyan kalbin,
halâl seylere olan sevgisini, bagını artdıran ve nefsi za’îfleten sesleri dinlemek de,
ba’zı sartlarla mubâh olur.
Hacca gidecek olanın Kâ’be, hac, Mekke, Medîne sarkılarını dinlemesi, askerlerin
harb, kahramanlık sarkılarını dinlemesi mubâh, hattâ sevâb olur.
(Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
Mekkeye girdigi zemân, önünde Ibni Revâha beytler okuyarak gidiyordu. Ömer
“radıyallahü anh” bunu görünce, Resûlullahın önünde si’r okunur mu? diyerek darıldı.
Resûlullah da, Bırak yâ Ömer. Mâni’ olma! Bu beytler kâfirlere, ok atmakdan
dahâ çok te’sîrlidir buyurdu). Buradan anlasılıyor ki, nefsi azdıran si’rleri okumak
câiz olmayıp, harbde kâfirlere zarar verici, onları üzücü si’rleri okumak câizdir.
Günâhları, kusûrları, azâbları anlatan kasîdeleri, ilâhîleri dinliyerek, üzülmek,
tevbeye sebeb olmak sevâbdır. Fekat, ölüme, kazâ kadere karsı üzülmege sebeb
olan ilâhîleri, kasîdeleri dinleyerek üzülmek harâm olur. [Bunun için, mevlidlerde
vefât bahsini okumamalıdır.]
Dügün, ziyâfet, sünnet, bayram, sefer dönüsü gibi sevinmesi lâzım olan yerlerde
halâl olan ses ile nes’elenmek mubâhdır. Bu sesler, nefse degil, kalbe kuvvet verir.
Kalbi kararmıs olanların, kalbimde Allah sevgisi var diyerek ses, ilâhî dinlemeleri
insanı ekseriyâ aldatır. Kalbin temiz, kuvvetli olup, nefsi ezmis oldugunu,
yâhud kalb hasta olup, nefsin azmıs oldugunu ancak Veliyyi kâmiller “rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” anlar. [Bunun içindir ki, imâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh”,
ikiyüzaltmısaltıncı [266] mektûbunda, gençlerin toplanarak kasîde, ilâhî, mevlid
okumalarını uygun görmemisdir.] Kalbinde hâller hâsıl olmıyan, hâsıl olsa
da, nefsi sehvetden temâm kesilmemis olan tesavvuf yolcularına güzel ses, nagme,
fâideden ziyâde zarar verir. (Kimyâ-yı se’âdet)den terceme temâm oldu.
(Resehât)da, Sa’düddîn-i Kâsgarî, hâce Muhammed Pârisâ “kuddise sirrühümâ”
dan isiterek buyuruyor ki, (Insanı Allahü teâlâdan uzaklasdıran perdelerin en
zararlısı, kalbin kararması, hasta olması, ya’nî dünyâ sevgisinin kalbe yerlesmesidir.
Bu sevgi, kötü arkadaslardan ve lüzûmsuz seyler seyr etmekden hâsıl olur. Çok
ugrasarak, bunları kalbden çıkarmalıdır. Fâidesiz kitâb, [roman, gazete, mecmû’a,
hikâyeler] okumak, lüzûmsuz seyler konusmak, bu sevgiyi artdırır. Kadın ve
kadın resmleri, [resmli mecmû’a, filmler, televizyon] seyr etmek, sarkı, çalgı, [kadın
sesleri] dinlemek, bu sevgiyi kalbde yerlesdirir. Bunların hepsi, insanı Allahü
teâlâdan uzaklasdırır. Kalbin hasta olması, Allahü teâlâyı unutmasıdır. Birinci kısmda,
46. cı maddenin sonuna bakınız! Allahü teâlâya kavusmak istiyenlerin, bunlardan
sakınması, nefsi kuvvetlendiren, azdıran herseyden ictinâb etmesi lâzımdır. Allahü
teâlânın âdeti söyledir ki, kalbi temizlemege ve nefsi ezmege çalısmıyanlara,
zevklerini, sehvetlerini bırakmıyanlara bu ni’meti ihsân etmez). [Kalb, muhabbet
yeri, sevgi yeridir. Ask, muhabbet bulunmıyan kalb ölmüs demekdir. Kalbde, yâ
dünyâ sevgisi, yâhud Allah sevgisi bulunur. Burada dünyâ demek, harâm olan seyler
demekdir. Zikr, ibâdet yaparak, kalbden dünyâ sevgisi çıkarılınca, kalb temiz
olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliginden dolar. Günâh isleyince, kalb kararır,
hasta olur. Dünyâ muhabbeti yerleserek, Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli,
bir siseye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu bosaltınca, hava kendiliginden
dolar.]
Tesavvuf büyüklerinden Mahmûd-i Incirfagnevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”
buyuruyor ki, (Zikr-i alâniyye, ya’nî yüksek sesle zikr yapabilmek için, kalbinde
yalan ve gıybet bulunmamak, bugazından harâm ve sübheli sey geçmemis olmak,
gönlü riyâdan ve süm’adan ve sırrı hazret-i Hakdan baska seylere teveccühden pâk
olmak lâzımdır). Iste, tegannî, simâ’ yalnız böyle kimselere fâideli olur. Fıkh
âlimleri de, tegannînin, böyle olmıyanlar için ve çalgının herkes için, harâm oldugunu
bildirmislerdir. Beyt tercemesi:
Sevgilimle geziyorduk el-ele,
Haberim yok, bakmısım bir çiçege.
Utanmadın mı dedi ve ekledi:
Ben varken nasıl bakıyorsun güle?
Bu beyt, tesavvufcuların, takvâ ehlinin hâlini göstermekdedir.
Tegannînin mubâh oldugunu bildirdigimiz yerde, bes sartı gözetmek lâzımdır:
1 — Kadın, kız veyâ parlak oglan sesini, yanında kendilerini görerek dinlemek,
mahremleri olmıyan [yabancı] erkeklere harâmdır. Bunları görünce, temiz kalb sıkılır,
kararır, hasta olur, za’îfler. Nefs zevk alır, kuvvetlenir, azar. Seytân, nefsin,
hareketine yardım eder. Nefs, kötü isteklerini, harâmları, kalbe yapdırır. Çünki,
bütün a’zâlar kalbin emri ile hareket etmekdedir. Güzel olmıyan oglanın sesi câiz
ise de, çirkin kızın da sesini, yanında dinlemek harâmdır. Kızların, kadınların mev-
lid, ilâhî gibi okuması câiz olan seslerini, kendilerini görmeden [Meselâ gramofondan,
radyodan] yabancı erkeklerin dinlemesi, oglanın yüzüne bakmak gibidir.
Ya’nî, düsünceye göre, halâl veyâ harâm olup, mevlidi dinlemesi câiz, sesini dinlemesi
harâm olur. Sübheli seyden kaçınmalıdır.
(Hadîka)da diyor ki, zarûret olmadan, erkegin [yabancı kadın], kız ile konusması
harâmdır. Alıs veris gibi islerde, zarûret mikdârı konusmak câiz olur.
2 — Ses dinlerken, ud, keman, ney, saz, kaval gibi hiçbir çalgı çalmamalıdır.
Keyf için, eglence için, her çalgıyı çalmak ve dinlemek harâmdır. Çalgı, içki içenlerin
âdetidir. Içki ise, nefsi kuvvetlendirir. Kalbi za’îfletir. Yalnız muhârebede,
askerin moralini kuvvetlendirmek için, bando, muzika çalmak ve bunlara sulh zemânında
da hâzırlanmak ve dügünlerde davul, def çalmak, her müslimâna câizdir.
[Siyâsî toplantılar da, harb sâhası demekdir.]
 

HASAN CAN

Active member
Çalgı âletlerinin, kendileri harâm degildir. Bunları çalmak ve dinlemek harâmdır.
3 — Güzel sesle fuhs, kadın, içki anlatan si’rleri okumamalı ve bunları dinlememelidir.
Müslimânı, din âlimlerini kötüliyen sesleri de dinlemek harâmdır.
4 — Dinleyiciler arasında parlak oglan, yabancı kadın bulunmamalıdır. Fısk,
fuhs, livâta ve zinâ, nefsin istekleri, sehvetleridir. Nefsin kötü arzûlarına [ya’nî sehvete]
ask, muhabbet adı takmamalıdır. Ask, muhabbet kalbde olur ve kıymetlidir.
5 — Kalbinde mahlûk sevgisi, nefsinde sehvet hissi olmıyanların, zevk için, güzel
ses dinlemeleri câiz ise de, devâmlı olmamalıdır. Ba’zı mubâhları, sık sık islemek,
lehv, la’b ve abes olur. Bos yere zemân öldürmek olur. Bunlar ise harâmdır.
[Zâhir bilgilerinde derin âlim ve bâtın ma’rifetlerinde ârif ve kâmil olan Mazher-
i Cân-ı Cânân “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (Simâ’ ya’nî kasîde,
ilâhî, mevlid dinlemek, hasta olmıyan kalbe rikkat verir, yumusatır. Yumusak kalbli
müslimâna Allahü teâlâ merhamet eder. Allahü teâlânın merhametine sebeb olan
sey niçin harâm olsun? Çalgıların, harâm oldugu sözbirligi ile bildirilmisdir. Yalnız,
dügünlerde def [davul] çalmak mubâh ve ney çalmak mekrûh denildi. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, yolda giderken ney sesi isitdi. Mubârek kulaklarını
kapadı. Yanında olan, Abdüllah bin Ömerin de kapamasını emr buyurmadı.
Demek ki, isitmemek takvâdır, azîmetdir. Simâ’ için, âlimler arasında ihtilâf vardır.
Câiz diyenler de, degil diyenler de oldu. [Fekat, çalgı çalmanın harâm oldugu,
icmâ’ ile, sözbirligi ile bildirildi.] Ihtilâf edilmis olan birseyi yapmamak dahâ
iyidir. Takvâ ehli, bunun için, yüksek sesle zikr etmemis, sessiz zikri âdet edinmislerdir.)
Mazher-i Cân-ı Cânânın bu sözleri, (Makâmât-ı Mazheriyye)de yazılıdır.]
(Dürr-ül me’ârif)in dördüncü sahîfesinde diyor ki, (Simâ’ ancak, Allahü teâlâya
müteveccih olanlara câizdir. Herseyi Allahü teâlâdan bilirler. Ihtiyârî olmıyan
raksa (Vecd) denir. Irâdî ve ihtiyârî olarak raks etmege, (Tevâcüd) denir. Nizâmüddîn-
i Evliyâ hazretlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” meclisinde, Simâ’ vardı, fekat
çalgı yokdu. Kadın ve oglan da yokdu. El saklatmak bile yokdu. Âletsiz, çalgısız
olan sese (Simâ’) [ya’nî (Tegannî)] denir. Âlet ile, çalgı ile birlikde olan insan
sesine (Gınâ) [ya’nî (Müzik)] denir. Gınânın harâm oldugunu bütün âlimler
sözbirligi ile bildirmislerdir. Isrâ sûresinin altmısdördüncü âyetinin, gınâyı harâm
etdigini bildiren âlimler vardır. (Ilk tegannî eden seytândır) ve (Gınâ, kalbde nifâk
hâsıl eder) hadîs-i serîfleri de gınânın harâm oldugunu göstermekdedirler. Âlimler,
simâ’ın harâm olmasında ihtilâf etdi. Gınânın harâm oldugunda ihtilâf yokdur.
Kadın ve oglan sesi gınâya dâhildir. Simâ’a halâl diyen âlimler de, buna sartlar bildirdiler.
Bu sartlar bulunmıyan simâ’ da sözbirligi ile harâm olur.) (Dürr-ülme’ârif)
den yapılan bu terceme de gösteriyor ki, islâmiyyetde müzik, çalgı yokdur.
Son zemânlarda isitilen (Tesavvuf müzigi) sözünün islâmiyyetde yeri olmadıgı an-
lasılıyor. Harâma halâl diyenin kâfir olacagı bildirildi. Bunun için, harâmı ibâdete
karısdıranın, hem kâfir olacagı, hem de islâmiyyeti yıkmak, bozmak için ugrasan
zındık olacagı hâtıra gelmekdedir. Kur’ân-ı kerîmi, tekbîrleri ve ilâhîleri çalgı
ile, ney çalarak okumak, bunun için tehlükeli bid’atdir. Kur’ân-ı kerîmi güzel
ses ile, tecvîd ile okumalıdır. Tegannî ile, kelimeleri degisdirip nagmeye uydurarak
okumak harâmdır.
Genç hâfızların, genç kadınlar, kızlar arasında, Kur’ân-ı kerîm, mevlid, ilâhî okuması
da gınâ olur. Harâm olur. Bir kimse, bir yere sehvet ile bakarsa, kalbi de oraya
takılıp lekelenir, hastalanır. Kalb hastalanınca, nefs kuvvet bulur, azar.
Kalbinde yalnız Allah sevgisi olanların güzel ses dinlemesi câiz olup, yukarıda
yazılı sartlara uygun olarak, oturup okurlar dedik ise de, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü
teâlâ anhüm ecma’în” ve Tâbi’în-i ızâm “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
böyle yapmadı. Bid’at oldugu meydândadır. Fâidesi oldugundan câiz dedik.
(Siyerül-aktâb)da, Hasen Basrî buyuruyor ki, (Allah sevgisi ile, simâ’ dinleyen,
Sıddîk olur. Nefse tâbi’ olarak dinleyen, zındık olur).
Kur’ân-ı kerîmi radyo ile ve ho-parlör ile okurken, çok def’a, harflere mahsûs
ses, ya’nî agızdaki mahrecleri degisip ma’nâ bozuluyor. Kur’ân-ı kerîm, bayagı,
ma’nâsız, ses dalgaları hâlini alıp ibâdet degil, bir sarkıcının nagmeleri gibi, hissî
bir zevk vâsıtası oluyor. Bundan baska, (Redd-ül-muhtâr), (Mecma’ul-enhür) ve
(Dürr-ül-müntekâ)da ve Elmalılı Hamdi efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
tefsîrinin üçüncü cildinin, 2361. ci sahîfesinde diyor ki, (Kur’ân-ı kerîm okumak
demek, Kur’ân okudugunu anlıyacak kadar aklı basında olan insanın okuması demekdir).
Câ’miler, nemâz kılmak için yapılmısdır. Vâ’ız ve hâfızların sesi, radyolarla,
ho-parlörlerle, her tarafa yayılınca, câmi’ içinde, nemâz kılacak yer bulunmıyor.
Nemâz kılanlar sasırıyor. (Ibni Âbidîn)de, imâmın, yüksek sesle okuması
vâcib olan yerde, baskalarını râhatsız edecek kadar bagırması günâh oldugu yazılıdır.
Ho-parlörle okuyanlar, bu bakımdan da günâha giriyorlar.
Ibni Hacer-i Mekkî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvâ-yı kübrâ)sında, gusl abdesti
basında buyuruyor ki, (Câmi’de Kur’ân-ı kerîm okumak büyük kurbetdir.
Yüksek sesle okuyup, nemâz kılanları sasırtan çocukları susdurmak lâzımdır. Hocaları
susdurmazsa, yetkililer çocukları da, hocalarını da câmi’den çıkarmalıdır).
[Süâl: Ezân, ho-parlörle okununca, uzaklardan da isitiliyor. Mü’minler ezân sesi
duyuyor. Ho-parlör fâideli oluyor denirse:
Cevâb: Ezân sesinin uzaklardan isitilmesi lâzım olsaydı, bu sözün bir kıymeti
olurdu. Ezânın, insan sesinden fazla sesle okunması lâzım olsaydı, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, bunun çâresini emr ederdi. Çünki, dinde lâzım olan
herseyi bildirmesi, yapdırması vazîfesi idi. Nemâz vaktlerinin geldigini, hıristiyanlar
gibi çan çalarak veyâ yehûdîler gibi boru ötdürerek uzaklara duyuralım diyenler
oldu. Kabûl etmedi. (Biz böyle yapmayız. Yüksek yere çıkıp ezân okuyunuz!)
buyurdu. Böylece, insan sesinin varamıyacagı yerlere tek bir ezân sesinin ulasdırılmasına
lüzûm olmadıgı anlasıldı. Ibâdetlerde degisiklik yapmanın (Bid’at) oldugunu,
büyük günâh oldugunu biliyoruz. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”
kabûl etmedigi, red etdigi birseyi ibâdete karısdırmak ise, bid’atden dahâ büyük,
ondan dahâ çirkin günâh olur. Birinci kısmda, otuzdördüncü maddede, ondokuzuncu
mektûbda, (Bid’atler nûrlu parlak, fâideli görünseler de, hepsinden kaçınmak
lâzımdır. Hiçbir bid’atde fâide yokdur) diyor. (Mektûbât Tercemesi)nde,
yüzseksenaltıncı mektûbda diyor ki, (Bugün kalbler kararmıs oldugundan, ba’zı
bid’atler, güzel görülürse, kıyâmet günü, kalbler uyandıkları zemân, bid’atlerin hepsinin
zararlı oldukları anlasılacakdır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Dîninizde yapılan her yenilik zararlıdır. Bunları atınız!) buyurdu) diyor. Allahü
teâlâ, Bekara sûresinin ikiyüzonaltıncı âyetinde meâlen, (Ba’zı seyleri sever, fâideli
dersiniz. Hâlbuki o seyler size zararlıdır) buyurdu. Görülüyor ki, ho-parlör-
le ezân okumak bid’atini savunmak, bir müslimâna yakısacak sey degildir. Bundan
baska, (Dürr-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” yemîn kısmında, nezri
anlatırken buyuruyor ki, (Her beldede, her mahallede mescid yapmak, hükûmet
üzerine vâcibdir. Beyt-ül-mâl parasından yapdırılması lâzımdır. Hükûmet yapdırmazsa,
müslimânların yapdırması vâcib olur). Birinci cild, dörtyüzsekseninci sahîfede
diyor ki, (Ezân okunurken, câmi’den çıkmak harâmdır. Fekat, kendi mahallesindeki
câmi’ cemâ’ati ile kılmak için çıkmak câizdir. Çünki, mahallesindeki câmi’de
kılmak vâcibdir). Bütün bunlardan anlasılıyor ki, her mahallede mescid
bulunması, mahalle mescidlerinin hepsinde ezân okunması, herkesin kendi mahallesi
veyâ çarsısı câmi’inde okunan ezânı isitip, buradaki cemâ’ate gitmesi emr
edilmisdir. Her mahallede câmi’ bulunacak, hepsinde ezân okunacak, herkes ezân
sesi duyacakdır. Ho-parlörle uzaklara duyurmaga lüzûm yokdur. Simdi, ezânı
ho-parlör ile okuyorlar. Ho-parlör sesleri birbirine karısarak, ezân oyuncak hâlini
alır. Görülüyor ki, ho-parlörle okumak, lüzûmsuz ve zararlı olmakdadır. Islâmiyyetin
emrine uyarak her müezzin minâreye çıkıp, sünnete uygun ezân okuyunca,
herkes kendine yakın ezânı çok iyi isitir. Uzaklardan ho-parlör sesini duymaga
lüzûm olmaz. Ezânı ho-parlörle okuyarak, sesin uzaklardan isitilmesini istemek,
ezânın bir yerde okunmasını, her câmi’de okunmamasını istemek demekdir.
Beyhekînin bildirdigi ve (Künûz-üd-dekâık)da yazılı hadîs-i serîfde, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâbına “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hitâb
ederek buyurdu ki, (Sizden sonra, bir zemân gelecekdir. O zemânda bulunan
müslimânların en sefîlleri, en asagıları, müezzinlerdir). Bu hadîs-i serîf, tegannî
ederek ve sünnete uymıyarak okuyan ve ibâdetlere bid’atler karısdıran kimselerin
zuhûr edeceklerini haber vermekdedir. Allahü teâlâ, müezzin kardeslerimizi,
bu hadîs-i serîfde kötülenen müezzinler gibi olmakdan muhâfaza buyursun!
Âmîn.
 

HASAN CAN

Active member
Zemânımızda, minâresine çıkılıp sünnete uygun ezân okunan bir câmi’ görünmez
oldu. Minârede okumamak sehrlere de, köylere de yayıldı. Çok sükr, Diyânet
isleri baskanlıgı, müftîliklere gönderdigi 1.12.1981 târîh ve 19 numaralı ta’mîmi
ile, müezzinlerin minâreye çıkarak ezân okumalarını mecbûrî hâle getirmisdir.
Ezân okuyanın müslimân, âkıl ve sâlih oldugunun bilinmesi lâzımdır. Bunun için
teypden ve radyodan okunan ezân sahîh olmaz. Minâreye çıkıp ho-parlörle okumak
da, sünnete uygun degildir. Birinci kısmda, 61. maddenin sonuna bakınız! Ibâdet
ile âdeti ayırd etmek lâzımdır. Ibâdet olmayan seylerde, radyo, ho-parlör
kullanılır. Islâmiyyet, buna birsey demez. Fekat, ibâdetlerde ufak degisiklik yapan
mezhebsiz olur.
Bütün fıkh kitâblarında, meselâ fârisî (Tergîbüssalât) kitâbında diyor ki, (Abdestsiz
ve cünüb ve serhos olanın ve fâsıkın ve çocugun ve kadının ve mecnûnun ezân
okumaları mekrûhdur. Serhos, cünüb ve mecnûnun okudukları ezânı tekrâr okumak
lâzım oldugu, sözbirligi ile bildirildi. Kâfir, nemâz vaktinde ezân okursa, müslimân
oldugu anlasılır. Çünki ezân, müslimânlıgın si’ârıdır, alâmetidir). Ezânı,
ma’nâsını bilerek, inanarak ve severek okumak müslimân olmanın alâmetidir. Büyük
günâh isliyene (Fâsık) [kötü kimse] denir. Içki içen, kumar oynıyan, kadınlarla,
kızlarla arkadaslık eden, her gün bes vakt nemâz kılmıyan, (Fâsık) olur. Kadınların
ezân, Kur’ân, mevlid, ilâhî okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları harâmdır.
Hoparlör, radyo ve televizyon ile duyurmaları mekrûh olur. Bu âletlerin harâm
sesler için kullanılmaları âdet olan yerlerde, (âlet-i lehv) eglence âletleri olurlar. Bunlarla
ibâdet yapmak, meselâ hoparlörle ezân okumak, fâsıkın okuması gibi, câiz olmaz.
Fısk yapanlar gibi ezân okumanın harâm oldugu (Dürer)de yazılıdır.
Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsının degiserek, küfre sebeb olmasının misâlleri çokdur.
Burada birini bildirelim: Yasîn-i serîf sûresinde seksenbirinci âyet-i kerîmenin sonunun
meâli, (Onun yaratdıkları pek çokdur. O, herseyi bilir)dir. Hâlbuki, bu âyet-i
kerîme radyoda, ho-parlörde söylenirken ve lâtin harfleri ile okunurken, ma’nâsı
bozularak, (O berberdir, herseyi bilicidir), seklini aldıgı vâkı’ oluyor ki, okuyan
ve dinleyip begenen kâfir olur. Lâtin harfleri ile, bir dürlü yazılan, bir dürlü okunan
(Hallâk) kelimesi, islâm harfleri ile yazılması ve okunması, farklı iki baska kelime
olup, biri yaratıcı, öteki ise, berber demekdir. Arabîde üç (Z) harfi vardır. Bir
kalın (Zı), ikinci ince okunan (Ze), üçüncüsü (Zâl)dır. Bunların üçü ayrı ayrı
söylenir. Ibni Âbidîn üçyüzotuzikinci sahîfede diyor ki, (Rükü’ tesbîhinde (Zı) ile
(azîm) denir ki, Rabbim büyükdür demekdir. Eger ince (Ze) ile (azîm) denilirse,
Rabbim benim düsmanımdır demek olur ve nemâz bozulur). Kur’ân-ı kerîmi lâtin
harfi ile ögrenip okuyan, bu üç harfi ayıramıyacagı için nemâzı sahîh olmaz.
Kur’ân-ı kerîmi lâtin harfleri ile yazmak câiz olmadıgı Ibni Hacerin “rahmetullahi
teâlâ aleyh” (Fetâvâ-yı kübrâ)sının Necâset bahsinde ve Libyada (Câmi’at-ülislâmiyye)
nin çıkardıgı (El-hedy-ül-islâmî) kitâbının [m. 1966] baskısında altmısikinci
[62] sahîfesindeki fetvâda yazılıdır. Hindistânda bulunan yüzlerce Ehl-i sünnet
medresesinin büyüklerinden olan Keralada (Bâkıyâtüs-sâlihât) medresesi
müderrislerinin nesr etdigi (El-muallim) aylık mecmû’asının 1406 [m. 1985] târîhli
nüshasındaki fetvâda da uzun yazılıdır. Istanbulda (Hakîkat Kitâbevi)nin çıkardıgı
(El-edillet-ül-kavâtı’) hutbe kitâbında bu fetvânın bir sûreti mevcûddur.
Radyodan ve ho-parlörden çıkan sesler, simdi Hıristiyanların ve Yehûdîlerin ellerinde
bulunan, Incîl ve Tevrâtlar gibi, Allah kelâmı degildir. Allahü teâlâ tarafından
nesh edilmis ve kullar tarafından degisdirilmis olan mukaddes kitâblara hakâret
etmek, alay etmek ve bunları okumak, dinlemek câiz olmadıgı (Hadîka) kitâbının
yüzonbesinci sahîfesinde yazılıdır. Bunun için meyhânelerde, oyun yerlerinde,
günâh islenen topluluklarda, radyo ile Kur’ân-ı kerîm ve mevlid dinleyerek
keyflenmek küfr olur ve küfre sebeb olan da, kâfir olur.
Radyoda, Kur’ân-ı kerîmi ve mevlidi hurmetle dinliyenler, hâfızın nagmeleri ile
aglayanlar olur. Güzel ses, nagme, kalbi hastalanmıs olanların nefsine te’sîr etmekdedir.
Nefsi beslemekdedir. Nefs, insanı aglatmakdadır. Hâlbuki, Kur’ân-ı kerîm
okumak sünnetdir. Harâma, hattâ mekrûha sebeb olan sünneti terk etmek lâzım
oldugu, fıkhda, temel bilgilerden biridir. O hâlde, radyoda Kur’ân-ı kerîm ve
mevlid okumamak dahâ dogru olmakdadır. Radyoda her dil ile, dîni bilgiler vermek,
Ehl-i sünnet âlimlerinin, dünyâ bilginlerini hayrân bırakan, rûhlara gıdâ
olan sözlerini insanlıga duyurmak lâzımdır. Böyle yayınlar çok fâideli ve çok sevâb
olur.
Süâl: Evet, uzak memleketlerdeki vericilerden dinlendigi zemân, ses net olarak
gelemiyor. Fekat, bir sehrdeki vericiden alınan ses, tam hâfızın okudugu gibi oluyor.
Ma’nâsı da, iyi anlasılıyor. Radyoda, teypde ve ho-parlörde isitilen bu seslere,
Kur’ân-ı kerîm denilmez mi?
Cevâb: Radyoda isitilen ses, fen bakımından (Aks-i sadâ) [sesin yankısı] da degildir.
(Nakl-i sadâ) [sesin iletilmesi] de degildir. Nakl, sesin kendinin götürülmesi
demekdir. Isı da, reyyonman, ısıma ve konveksiyon akımları ile yayıldıgı gibi,
nakl yolu ile de iletiliyor. Atese sokulan masa, ısıyı degisdirmeden iletiyor. Isı, demirin
kristallerinin birinden, ötekine geçerek yayılıyor. Hâfızın yanında, kendi sesini
isitmemiz (Nakl-i sadâ)dır. Bugazdaki ses iplikcikleri [etden iki tel], konusurken,
gerilerek sertlesiyor. Cigerden gelen hava, bunları titresdirerek ses hâsıl
oluyor. Titresen tellerin hava moleküllerine çarpması, bu molekülleri titresdiriyor.
Bu titresimler de, yanlarındaki hava moleküllerini titresdirerek kulagımıza kadar
ulasıyor. Böylece sesi duyuyoruz. Ses hava içinde, müntezam küreler hâlinde dalgalarla
yayılıyor. Havanın kendisi gitmiyor. Sesi iletmis oluyor. Kuru hava, sesi,
sâniyede üçyüzkırk metre hızla iletmekdedir. Su molekülleri de, sesi iletir. Sesin,
sudaki hızı, sâniyede binbesyüz metre kadardır. Katı cismler, sesi dahâ çabuk
iletiyor. Sesin çelik ve camdaki hızı, sâniyede besbin metredir.
Havada, suda yayılmakda olan ses dalgaları, dıvar, kayalık gibi sert düz yüzeylere
çarpınca, dogrultularını degisdirerek, tekrâr geriye döner. Geri dönen dalgalar,
esit özellikde, ikinci bir ses meydâna getirirler. Bu ikinci sese (Aks-i sadâ) veyâ
(yankı) denir. Aks-i sadâ, kendini hâsıl eden birinci sesin özelliginde oldugu hâlde,
secde âyetinin, aks-i sadâsını isiten kimsenin, ma’nâsını anlasa bile, tilâvet secdesi
yapması lâzım gelmiyor. Kur’ân-ı kerîmin aks-i sadâsı, Kur’ân-ı kerîm olmuyor.
Bu sese, Allahü teâlânın kelâmı denmiyor. Radyoda isitilen ses, hâfızın sesinin
(Nakl-i sadâ)sı, ya’nî sesin kendisi olmadıgı gibi, (Aks-i sadâ)sı bile degildir.
Hâfızın sesine benziyen, baska bir sesdir. Kadınların aynadan, sudan aks eden görüntülerine
ve kâgıd, perde üzerindeki resmlerine bakmanın da, benzerlerine
bakmak oldugunu, birinci kısmda, 58. ci maddenin son sahîfesinde bildirmisdik.
Ses, mikrofona gelince gayb oluyor, bitiyor. Elektrige, sonra miknâtıs dalgalarına
çevriliyor. Bu elektro-manyetik dalgalar, antene gelip, radyoda, elektrige ve sonra
yeni bir sese çevriliyor. Ho-parlörde de böyle olmakdadır. Zâten ho-parlör, elektrik
dalgalarını ses dalgalarına çeviren âlet demek oldugu, Fransızca (Larousse)da
bile yazılıdır. Aks-i sadâya Kur’ân-ı kerîm okumak denilmiyor da, bu baska sese,
nasıl Kur’ân okumak denilir.
 

HASAN CAN

Active member
Süâl: Radyoda dinlenen ses, fen bakımından, hâfızın sesinin kendisi degilse de,
sesinin tâm benzeridir. Ses bütün harmonikleri ile, farksız oluyor. Ma’nâsı da
bozulmuyor. Bunu dinlemek, niçin câiz olmasın?
Cevâb: Birseyin benzeri, kendisi degildir. Sarı metal bileyzikler, altın bileyziklere
tâm benziyor ise de, aynı degildirler. Altın yerine geçmezler. Radyodan, hoparlörden
çıkan ses, hâfızın sesine çok benziyorsa da, insan sesi degildir. Metalik
sesdir. Tınısı, yüksekligi, siddeti ve harmonikleri baskadır. Kadının resmi de, kadına
çok benziyor ise de, kendinin aynı degildir. Gayrı da degildir. Bunun içindir
ki, kadının avret yerlerine sehvetsiz bakmak harâm oldugu hâlde, bunların resmlerine
sehvetsiz bakmak harâm degildir. Fekat benzedigi için, resmlerine bakmak
mekrûhdur. Bunun gibi, sevilen seyin benzerine de saygı göstermek lâzımdır.
Çünki, aynı degil ise de, gayrı da degildir.
Kâfirlerin kilisede org çalarak okudukları gibi, Kur’ân-ı kerîmi çalgı çalarak okumanın
küfr olacagı, mu’teber kitâblarda yazılıdır. [Ikinci kısm, kırkıncı [40] maddeye
bakınız!]. Kur’ân-ı kerîmin radyoda ve ho-parlörde söylenen, okunan tâm benzerine
de, böyle saygısızlık yapmak küfr olur. Eger çalgısız ve tecvîd ile okunuyor
ise, radyoda sâatlerce çalgı ve sehveti harekete getiren seyler çalıp, birkaç dakîka
Kur’ân-ı kerîm okunur, sonra yine günâh olan seylere baslanırsa, bu hâl, kumar,
içki, oyun ve açık kadın gibi günâh bulunan fısk meclisinde, bu kimselerin veyâ baska
birinin, birkaç dakîka da Kur’ân-ı kerîmi veyâ bunun tâm benzerini okuması
gibi olur. Böyle olan radyodaki Kur’ân-ı kerîmi dinlemek, fısk meclisinde okunan
Kur’ânı dısardan dinlemege benzer. Bunun için, harâmları kesip, bu aralık zemânda,
okumak da, bunu dinlemek de câiz olmaz. Günâh olur. (Mültekâ) serhlerinde
diyor ki, (Fısk meclislerinde, alay edenler arasında tesbîh, tehlîl, zikr, tekbîr, hadîs,
fıkh ve benzerlerini okumak günâhdır). Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi
ve sellem”, böyle okumagı yasak etmisdir. Meselâ, (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında
diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Rebî’ bin Sü’ûdün evine geldi.
Evde, küçük kızlar def çalıyordu ve sarkı söylüyorlardı. Sarkıyı, [çalgıyı] bırakıp,
Resûlullahı medh etmege basladılar. (Beni söylemeyiniz! [Önce okudugunuza
devâm ediniz!]. Beni medh etmek [mevlid, ilâhî okumak] ibâdetdir. Def [çalgı]
çalarken, eglence, oyun arasında ibâdet câiz degildir) buyurdu. Def, çalgı çalarak
veyâ baska la’b, ya’nî oyun oynayarak Kur’ân-ı kerîm okuyanın kâfir olacagı
(Tergîb-üs-salât)da, cemâ’at ile nemâz bahsinde ve (Cevâhir-ül-fıkh)da yazılıdır.
(Mîzân-ı Sa’rânî), abdesti anlatırken buyuruyor ki, (Islâm âlimleri, çirkin seyler
söyledikden sonra Kur’ân-ı kerîm okuyan kimse, Mıshafı pislik içine sokan kim-
se gibidir. Bunun küfründe sübhe yokdur buyurdular).
(Hadîka)da, dil âfetlerini anlatırken buyuruyor ki, hadîs-i serîfde, (Nikâhı herkese
duyurunuz! Bunun için de, câmi’lerde yapınız ve defler çalınız!) buyuruldu.
Imâm-ı Münâvî, bunu açıklarken, (Mescidlerde def çalınmaz. Hadîs-i serîf, deflerin
mescidlerde çalınmasını emr etmiyor. Mescidlerin dısında çalınmasını, mescidde
yalnız nikâh yapılmasını emr ediyor) diyor. (Hadîka)nın bu yazısından anlasılıyor
ki, çalınmasına açıkça izn verilmis olan deflerin bile câmi’lerde çalınması yasak
olunca, herhangi bir çalgının câmi’de çalınması hiç câiz olmaz.
(Muhtasar-üt-Tezkire)deki hadîs-i serîflerde, (Âhır zemânda, câhil din adamları
ve fâsık hâfızlar çogalır), (Öyle zemân gelecekdir ki, o zemânın din adamları,
esek lesinden dahâ çok bozulmus, kokmus olacaklardır) buyuruldu. Böyle hadîs-
i serîfler, Kıyâmet günü yaklasınca, fâsık ve bozuk din adamlarının türeyeceklerini
haber veriyor. Rusyada husûsî metodlarla yetisdirilmis komünist ajanlara,
anarsistlere, birer sarık ve cübbe giydirilerek, Türkmenistân, Azerbaycân müftîsi...
hazretleri denildigini isitdik. Milletler arası yapdıkları propaganda toplantılarını
yayınlayan mecmû’alarında resmlerini gördük. Bu ajanları, din adamı olarak,
halkları müslimân olan Afrika ve arab memleketlerine gönderdiler. Bunlarla
anarsi hâzırladılar. Kardesi kardese düsman yapdılar. (Sosyalist islâm cumhûriyyeti)
denilen ülkeleri bu sûretle ele geçirdiler. Azîz yurdumuzda, serefli milletimizin
arasında böyle bozuk din adamlarının bulunmadıgını sükrânla görmekdeyiz.
Teyp bandına ve gramofon plâgına Kur’ân-ı kerîm almak, kâgıd üzerine yazmak
gibidir. Teyp ve gramofon, müzik, sarkı, keyf, oyun ve eglence için kullanılıyor ise
de, kâgıd da, roman, açık resm, eglence ve fuhs dergileri olmakdadır. Kur’ân-ı kerîm
kâgıda yazılınca (Mushaf) olur. Mushaf, Kur’ân-ı kerîmin okunmasına ve
ögrenmesine ve ezberlenmesine sebeb ve vâsıta oldugu için kıymetlidir. Mushaf
yazmak ve hediyye etmek, bunun için, çok sevâbdır. Band ve plak da, Kur’ân-ı kerîmin
benzerini isiterek ögrenilmesine ve ezberlenmesine vâsıta olmakdadırlar.
Kur’ân-ı kerîmi, bu niyyet ile, teyp, plâk üzerine almak câiz olur. Bunlara da, Mushaf-
ı serîfe oldugu gibi hurmet etmek, bunlara baska seyler doldurmamak, yüksege
koymak, üzerlerine birsey koymamak, abdestsiz tutmamak, kâfirlere, fâsıklara
vermemek, baska seyler bulunan bandlar ve plâklar arasına koymamak, fısk,
oyun, eglence yerlerinde çalmamak lâzımdır. Kur’ân-ı kerîm dinlemek için kullanılan
gramofon ve teyp hiçbir zemân fısk meclislerine götürülmemeli, bunlarda hiçbir
zemân, harâm olan çirkin seyler çalınmamalıdır. Çalgı çalmakda kullanılan bir
gramofonun ve teybin Kur’ân-ı kerîm dinlemek için de kullanılması, sarkı, gazel
okuyan fâsık bir hâfızın okudugu Kur’ân-ı kerîmi dinlemege benzer ki, bunun câiz
olmadıgı yukarıda bildirildi. Kısacası, Kur’ân-ı kerîm bulunan bandlar ve plâklar
Mushaf-ı serîf gibi kıymetlidirler. Bunlara da saygısızlık yapmak, küfre sebeb
olur. Su kadar var ki, bunlardan Kur’ân-ı kerîmi dinlemek, hâfız dinlemek olmaz.
Tam benzerini dinlemek olur. Kur’ân-ı kerîmi dinlemek sevâbı hâsıl olmaz. Çünki,
Kur’ân-ı kerîmi tilâvet etmek, ya’nî okumak demek, su’ûrlu bir kimsenin,
Kur’ân-ı kerîm okudugunu bilen insanın okuması demek oldugu (Redd-ül-muhtâr)
ın besyüzonaltıncı sahîfesinde yazılıdır. Fekat, benzerini de saygı ile dinlemek
farzdır. Küçük çocugun su’ûrsuz olarak okudugunu dinlemenin de lâzım oldugu
(Redd-ül-muhtâr)ın üçyüzaltmısaltıncı sahîfesinde yazılıdır.
Radyoda islâmiyyetin yasak etdigi seyler dinlenmez, hep fâideli ve sevâb seyler
dinlenirse, bunlar arasında okunan Kur’ân-ı kerîmi ve evde teypde, müslimâna
yakısan seylerin, nasîhatların, derslerin arasında okunan Kur’ân-ı kerîmi, ögrenmek
için dinlemek câiz olur. Fekat, bunun Kur’ân-ı kerîmin aslını dinlemek olmadıgı,
Elmalılı Hamdi efendi tefsîrinin üçüncü cildinin 2361. ci sahîfesinde yazılıdır.
Kur’ân-ı kerîmi, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı
kirâmın okudukları gibi okumak ve dinlemek ibâdet olur. Baska dürlü okumak ve
bunu dinlemek, ibâdeti degisdirmek olur, bid’at olur. Bid’at ise, günâhların en büyügüdür.
[Kitâbımızın üçüncü kısmında, birinci maddeyi okuyunuz!].
 

HASAN CAN

Active member
Hindistânda, ba’zı câmi’lerde, vehhâbîlerin imâmsız olarak cemâ’at ile nemâz
kıldıkları bildiriliyor. Bu câmi’lerin, büyük câmi’e elektrik teli ile baglı olup, oradaki
imâmın sesini ho-parlör ile isiterek, o imâma uyuldugu bildirildi. Ho-parlör
sesi ile imâma uyanların nemâzlarının sahîh olmıyacagı, birinci kısmın altmısdokuzuncu
maddesinde bildirilmisdi. (Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Imâma uymaga
mâni’ olan sebeblerden biri, imâm ile cemâ’at arasında, kayık geçecek kadar nehr
veyâ araba geçecek kadar yol yâhud sahrada kılarken, arada iki saflık bosluk bulunmakdır.
Câmi’lerin içinde büyük bosluk arkasında, imâma uymak câizdir. Bir
baska sebeb, mescidin üstünde veyâ dısında kılanın, imâmın veyâ cemâ’atden birinin
seslerini isitmege yâhud imâmın veyâ cemâ’atın hareketlerini görmege mâni’
büyük dıvar bulunmasıdır. [Ho-parlörün sesi, imâmın sesi degildir. Televizyondaki
seklleri de, hakîkî sekli degildir, benzerleridir.] Mescidin üstünde ve dıvar arkasında
kılanın, imâmdan veyâ cemâ’atden birinden baskasına tâbi’ olması câiz degildir.
Mescid kapıya kadar dolu ise, mescide bitisik kılanın imâma uyması sahîh
olur. Kapıya kadar dolu degil ise, son saf ile arasında araba geçecek mesâfe yoksa
yine sahîh olur. Bundan fazla mesâfe varsa [imâmın sesini isitse de] sahîh olmaz.
(Kâdîhân)da da diyor ki, mescide bitisik binâda kılanın imâma iktidâ etmesi câizdir.
Bu binânın üstünde ve mescide bitisik olmıyan binâlarda iktidâ câiz degildir).
Bu açık hakîkat karsısında, müslimânlara imâmsız cemâ’at ile nemâz kıldıran bu
din adamlarının ibâdete degil, felâkete önderlik etdikleri anlasılmakdadır.
Kâfirler, müslimânları hıristiyan yapmaga, câmi’leri kiliseye çevirmege ugrasıyorlar.
Bu isi sinsice yapabilmek için, müslimân görünüyorlar. Câmi’lere ilerde masa
sokabilmek için, secde yerlerini biraz yükseltmekle ise baslıyorlar. Basılan yere
bas konulmaz. Hastalık olur diyorlar. Secde yerlerini uzun yıllarda yükselte yükselte,
masaya yol açarız diyorlar. Câmi’lere müzik, org sokabilmek için, önce hoparlörden,
teypden baslıyor, ibâdetlerin çalgı âletleri ile yapılmasına, yavas yavas
alısdırmak istiyorlar. Yapılması günâh olmıyan, mubâh birseyin ibâdet sanılması
korkusu olursa, bu mubâh seyi yapmak harâm olur. Büyük günâh islemek olur. Bunun
için, müslimânların çok uyanık olması, ibâdetleri Eshâb-ı kirâm gibi, dedeleri
gibi yapmaga titizlikle ehemmiyyet vermeleri lâzımdır. Ho-parlör, teyp ve benzerleri
ile ibâdet etmek, iyi ve fâideli görülse bile, bid’at oldugu için ve ibâdetleri
degisdirmege yol açacagı için, câmi’lere sokulmamalı, islâm düsmanlarının
plânlarına, tuzaklarına kapılmamaga dikkat etmelidir. Bekara sûresi ikiyüzonaltıncı
âyetinde meâlen, (Begendiginiz, sevdiginiz çok sey vardır ki, sizin için zararlıdır!)
buyuruldu. Ibâdetlerde yapılacak ufak bir degisiklik, çok fâideli görünse de,
bunu yapmakdan kaçınmalıdır. Radyo ile, ho-parlör ile okunan ezân kabûl olmaz.
Imâmın ve müezzinin kendi seslerini isitmeyip, radyo, ho-parlör sesleri ile hareket
eden cemâ’atin nemâzlarının sahîh olmıyacagı, birinci kısm, altmısdokuzuncu
maddede de bildirilmisdi.
(Tergîb-üs-salât) kitâbında buyuruyor ki, (Kitâb-ül-kırâe) risâlesindeki hadîs-i
serîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kıyâmet alâmetlerini sayarken buyurdu
ki, (Hâkimler rüsvet alarak haksız karâr verir. Adam öldürmek çogalır.
Gençler, ana babalarını, hısm akrabâsını aramaz, saymaz olur. Kur’ân-ı kerîm
mizmârdan, ya’nî çalgı âletlerinden okunur. Tecvîd ile, güzel okuyanları, islâmiyyete
uyan hâfızları dinlemeyip, mûsikî ile sarkı gibi okuyanları dinlerler.) Muhyiddîn-
i Arabî hazretleri “kaddesallahü sirrehül’azîz” (Müsâmere) adındaki kitâbında
diyor ki, Eshâb-ı kirâmdan Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” hazretlerinin haber
verdigi hadîs-i serîfde, (Bir zemân gelir ki, müslimânlar birbirlerinden ayrılır, parçalanırlar.
Islâmiyyeti bırakıp, kendi düsüncelerine, görüslerine uyarlar. Kur’ân-ı
kerîmi mizmârlardan, ya’nî çalgılardan, sarkı gibi okurlar. Allah için degil, keyf
için okurlar. Böyle okuyanlara ve dinleyenlere hiç sevâb verilmez. Allahü teâlâ bunlara
la’net eder. Azâb verir!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
bunlar gibi, dahâ nice hadîs-i serîflerle, Kur’ân-ı kerîmin radyo, teyp ve gramofon
ve ho-parlör gibi çalgı çalınan âletlerde okunacagını haber veriyor. Böyle
okumanın günâh oldugunu bildiriyor. Derin âlim, seyh-ul-islâm Ahmed ibni Kemâl
efendinin kırk hadîsinin tercemesinde, otuzdokuzuncu hadîs-i serîfde, (Mizmârları
kırmak için ve hınzırları öldürmek için gönderildim) buyuruluyor. Bunu
terceme ederken, (Mizmâr, düdük ve bütün çalgı âletleri demekdir. Bu hadîs-i serîfin
ma’nâsı, her çesid çalgıyı ve domuz eti yimegi yasak etmek için emr olundum
demekdir) diye ma’nâ verilmekdedir. Baska bir hadîs-i serîfde, (Kur’ân-ı kerîmi
arab sîvesi ile, onların sesi ile okuyunuz! Fâsıklar, sarkıcılar gibi okumayınız!) buyuruldu.
Sarkı okur gibi okuyan kimsenin imâm olması harâmdır. Onun arkasında
kılınan nemâz, sahîh olmaz. Çünki, sesi perdeye uydurmak, nagme yapmak için,
harf eklemekdedir ki, bunlar, insan sözü olur. Kur’ân-ı kerîm olmaz.]
TENBÎH: Yukarıda, Kur’ân-ı kerîmi radyoda okumak ve bunu dinlemek anlatılmakdadır.
Radyo kullanmak için, radyo dinlemek için birsey yazılmamısdır. Bu
ikisini birbiri ile karısdırmamalıdır. Radyo kullanılması, bir sahîfe sonra bildirilecekdir.
(Kimyâ-i se’âdet)de buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîm okumasını ögrenmek çok sevâbdır.
Fekat, Kur’ân-ı kerîm okuyanların ve hâfızların, ona saygı göstermeleri lâzımdır.
Bunun için de, her sözü, her isi Kur’ân-ı kerîme uygun olmalıdır. Onun edebi
ile edeblenmelidir. Onun yasak etdigi seylerden sakınmalıdır. Ona, böyle saygı
göstermezse, Kur’ân-ı kerîm kendisine düsman olur. Resûlullah “aleyhisselâm” buyurdu
ki, (Ümmetimdeki münâfıkların çogu, Kur’ân-ı kerîm okuyanlardan olacakdır).
Ebû Süleymân Dârânî buyuruyor ki, (Cehennemde azâb yapan, Zebânî adındaki
melekler, puta tapan kâfirlerden önce, islâmiyyete uymayan hâfızlara saldıracaklardır).
Para kazanmak için mevlid okuyan, mûsikî ile mevlid okuyan hâfızlar
da böyledir. Sunu iyi bilmelidir ki, Kur’ân-ı kerîm, yalnız okumak için gönderilmedi.
Gösterdigi yolda gitmek, islâmiyyete uymak için gönderildi). (Sir’a-tül-islâm) serhinin
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi sarkı söyler gibi
okumak, bid’atlerin en çirkini, en kötüsüdür. Böyle okuyanlar cezâlandırılır).
(Riyâd-un-nâsıhîn)de diyor ki, Kur’ân-ı kerîm, islâmiyyete uyan hâfızlara sefâ’at
edecekdir. (Müslim) kitâbındaki hadîs-i serîfde, (Kur’ân-ı kerîm, okuyanlarına, yâ
sefâ’at edecek veyâ düsman olacakdır) buyuruldu. Bir hadîs-i serîfde, (Kur’ân-ı kerîm
okuyan çok kimse vardır ki, Kur’ân-ı kerîm, onlara la’net eder) buyuruldu.
Kur’ân-ı kerîmi abdestli olarak okumak, sag el ile tutmak, dizden asagı koymamak,
bitirince açık bırakmamak, baska sey yaparken kapayıp yüksek bir yere koymak,
okurken konusmamak, konusursa, tekrâr E’ûzü okuyarak baslamak lâzımdır.
Mushafı [ve Kur’ân-ı kerîm bulunan teypi] ayaga kalkarak almalıdır.
Radyoda Kur’ân-ı kerîm dinleyen de, hiç olmazsa, radyoyu yüksege koymalı,
bir is yapmamalı, konusmamalı, kıbleye karsı edeble oturmalıdır. Kur’ân-ı kerîmi
ve mevlidi dinledikden sonra veyâ önce, çalgı, sarkı ve baska küfr ve harâm seyleri
dinlemek, bunlara saygısızlık olur. Kur’ân-ı kerîm, okunup da, kendisine saygı
göstermiyenlere la’net eder. Okuyanlar ve söyliyenler için günâh olan hersey,
okutanlar ve dinleyenler için de, günâhdır.
Radyoda, hâfızın Kur’ân-ı kerîm okumasına sebeb olan dinleyiciler, bir canbazı
seyr edenler gibi oluyor. Ya’nî, canbaz, oynarken ipden düsüp ölürse, seyrciler
günâha girer. Çünki, onlar seyr etmeselerdi, canbaz oynamıyacak ve ölmiyecekdi.
Evet, öldürülen kimse, eceli geldigi için ölür. Fekat, bunu öldüren de, cezâsını
görür.
 

HASAN CAN

Active member
Kur’ân-ı kerîmi, mevlidi ve ezânı mûsikî ile, tegannî ederek okumak da, ma’nâsını
bozuyor ve zararlı oluyor. Meselâ, (Allahü ekber), Allahü teâlâ büyükdür, de-
mekdir. Sesi uzatarak, meselâ (Aaaallahü ekber), seklinde okunursa, Allah, acabâ
büyük müdür? demek olur ki, böyle söyliyenlerin kâfir olacagı meydândadır.
Bütün fıkh kitâblarında ve meselâ, (Halebî-yi sagîr)in sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, ikiyüzelliikinci sahîfesinde: (Kur’ân-ı kerîmi nagme ile, ya’nî sesi mûsikî
perdelerine uydurarak okumak, harfleri bozmaz ise, âlimler mekrûh demisdir.
Zîrâ fâsıkların nagmelerine tesebbühdür. Eger harfler degisir ise, harâmdır.
Okuması mekrûh olan birseyi dinlemek de mekrûhdur. Okuması harâm olan seyi,
dinlemek de harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyan hâfızlara emr-i
ma’rûf yapmak vâcibdir. Inâdlarına, düsmanlıklarına sebeb olacak ise, bunları dinlememeli,
orayı terk etmelidir) demekdedir. (Halebî)nin ikiyüzdoksanyedinci
sahîfesinde, (Tegannî ile okuyan bir imâm arkasında kılınan nemâzın i’âdesi,
tekrâr kılınması lâzımdır). Baska bir sahîfesinde, (Is görenler ve yatanlar arasında,
yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm okunursa, okuyan günâha girer) yazılıdır.
(Halebî-yi kebîr)de, dörtyüzdoksanaltıncı sahîfesinde diyor ki, (Yan yatarak
ayakları birbirine bitisdirip, Kur’ân-ı kerîmi, içinden ezbere okumak veyâ yürüyerek,
is görerek, hamâmda, kabr basında oturup okumak câizdir. Kitâb okuyan,
yazan, is yapan yanında Kur’ân-ı kerîm okumaga baslamak, onlar dinlemedikleri
zemân günâh olur. Câmi’de veyâ baska yerde, birkaç kisinin, bir zemânda,
yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm okumaları tahrîmen mekrûhdur. Birinin okuyup,
baskalarının sessizce dinlemeleri lâzımdır. Isi olanların dinlemesi farz olmaz.
Kur’ân-ı kerîmi dinlemek, farz-ı kifâyedir ve okunmasından ve nâfile ibâdetlerden
dahâ sevâbdır. Kadın, Kur’ân-ı kerîmi kadından ögrenmelidir. Yabancı erkeklerden,
a’mâdan bile ögrenmemelidir). Kur’ân-ı kerîmi ögrendikden sonra, unutmanın
günâh oldugu, (Berîka)da ve (Hadîka)da yazılıdır. (Hulâsa-tül-fetâvâ) sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Is görürken ve yürürken, kalbi ile düsünerek,
Kur’ân-ı kerîm okumak câizdir).
Kur’ân-ı kerîmi dogru, güzel okumak için, mûsikî ögrenmege lüzûm yokdur. Tecvîd
ilmini ögrenmege lüzûm vardır. Âlimlerin çoguna göre, Tecvîd ilminde, harflerin
agızdaki yerleri, medler, harflerin uzatma mikdârları ve dahâ birçok seyler
ögrenmeden okunan Kur’ân-ı kerîm, dogru olmaz ve ezân ve nemâz sahîh olmaz.
Ikinci kısm, birinci maddeye bakınız!
(Halebî-yi sagîr) kitâbında, tilâvet secdesi kısmından birkaç satır önce, buyuruyor
ki, (Kur’ân-ı kerîmi okunamıyacak kadar küçük harflerle yazmak, böyle küçük
Kur’ân-ı kerîm almak günâhdır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmi okumak, dinlemek,
içindekileri, ögrenip yapmak için gönderdi. Kur’ân-ı kerîmi okunamıyacak kadar
küçük yazmak, ona hakâret etmek olur. Halîfe Ömer “radıyallahü anh”, böyle küçük
yazan birisini cezâlandırmısdır). Böyle mushafları almak, tasımak, hıristiyanların
putları gibi, altın mahfaza içinde boyuna takmak, fâidesizdir ve çok günâhdır.
Âyet-i kerîmeleri ve Allahü teâlânın ismlerini, yerde serili seyler ve seccâdeler
üzerine yazmanın [Kâ’be-i muazzamanın resmini koymak da böyledir] tahrîmen
mekrûh oldugu (Halebî)de yazılıdır. Paralar üzerine yazmanın mekrûh oldugu (Imdâd)
ın Tahtâvî hâsiyesinde yazılıdır. Büyük âlim, seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise
sirruh”, bir mektûbunda buyuruyor ki; Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în-i ızâm “aleyhimürrıdvân”
zemânlarında, paralar üzerine mubârek kelimeler yazılmadı. Çünki,
para, alıs veris vâsıtası oldugundan, muhterem degildir, hakîrdir. Üzerlerine resm
koymak câiz olur. Ehl-i sünnet olmıyan hükûmetler, meselâ Fâtımîler, Resûlîler
gibi, mu’tezile mezhebinde olup, müslimân ismini tasıyan, fekat islâmiyyete uymıyan
hükümdârlar, para üzerine âyet-i kerîme ve hadîs-i serîf yazmıslardır. Milleti
kandırmak, müslimân görünmek için yapdıkları hîlelerden biri de bu idi. Din âlimleri
[ya’nî Fükahâ-ı ızâm], muhterem kelimeleri, paralara degil, mezâr taslarına bile
yazmaga izn vermemisdir. Böyle paraları abdestsiz tutmak mekrûh oldugu,
(Fetâvâ-yi Hindiyye)de yazılıdır. Harâb olmus mıshafı gömmek veyâ yakmak lâ-
zım geldigi (Sir’a-tül-islâm) serhinde yazılıdır.
Ibâdetleri, hosa gidecek sekle degisdirmek olamaz. Insanların begendigi ibâdeti,
Allahü teâlâ da begenir zan etmek, pek yanlısdır. Böyle olsaydı, Peygamberlerin
“aleyhimüsselâm” gönderilmesine lüzûm yokdu. Herkes, hosuna gitdigi gibi ibâdet
eder, Allahü teâlâ da, onu begenirdi. Hâlbuki, ibâdetlerin kabûl olması için insanların
hosuna gitmesi, dinleyicilerin çok olması degil, insanların aklı ermese, fâidelerini
anlamasalar bile, islâmiyyete uygun olması lâzımdır.
Bu yazımız, dîni dünyâ kazanclarına âlet edenlerin hosuna gitmiyebilir. Onlar
için degil, hakîkati ögrenmek istiyenler için yazıyoruz.
Süâl: Radyo dinlemek ve televizyon seyr etmek günâh mıdır?
Cevâb: Bu süâl, sinemaya gitmek günâh mı demege benziyor. Bu iki süâli birlikde
cevâblandıralım:
Süâl: Sinemaya gitmek günâh mıdır?
Cevâb: Radyo, sinema, televizyon nesr vâsıtasıdır. Kitâb, gazete, mecmû’a gibidir.
Bunlar, tabanca gibi, bir vâsıta, bir âletdir. Tabancayı, bir kabâhatsiz, günâhsız,
zararsız kimseye karsı kullanmak günâhdır. Muharebede, düsmana karsı kullanmak
ise, çok sevâbdır. Görülüyor ki, tabanca kullanmak, hep günâhdır demek
veyâ her zemân sevâbdır diye kesdirip atmak, dogru degildir.
Bunun gibi, radyo ve filmler, iyi insanlar tarafından hâzırlanır, Allahü teâlânın
begendigi seyleri bildirir, islâmiyyetin fâidelerini, ahlâk, ticâret, san’at, fabrikaların
çalısması, târîh olayları, askerlik gibi din ve dünyâ bilgileri verirse, böyle radyoyu
dinlemek, böyle filmleri ve televizyonları görmek günâh olmaz, mubâh olur.
Fâideli kitâb ve mecmû’a okumak gibi, her müslimâna lâzım olur. [Birinci kısmda,
68. ci maddenin 3. cü sahîfesine bakınız!]
Fekat bunlar, din düsmanları, ahlâksızlar tarafından hâzırlanır, harâm, çirkin,
sarkılar, çalgılar bulunursa ve zararlı seylerin propagandası yapılırsa, böyle radyoları
dinlemek, televizyonları görmek ve böyle film gösterilen sinemalara gitmek
câiz olmaz. Böyle olan gazete ve kitâbları, romanları okumak gibi, harâm olur.
(Hadîka) ve (Berîka)nın sonlarında diyor ki, (Def, tanbur ve her nev’ çalgıyı
evinde, dükkânında bulundurmak, kendisi kullanmasa bile, satmak, hediyye, âriyet,
kirâya vermek günâhdır). Mubâh ile günâh karısık olursa ve radyoda, televizyonda,
filmde veyâ bunların görüldügü, dinlenildigi yerde, harâm seyler varsa, günâha
girmemek için mubâhı, hattâ sevâbı terk etmek lâzım olur. Nitekim, mü’minin
da’vetine gitmek sünnet oldugu hâlde, harâm bulunan da’vete gitmemeli, harâmdan,
mekrûhdan sakınmak için sünneti terk etmelidir.
(Ahlâk-ı alâ’î) kitâbında diyor ki, (Si’r, veznli söze denir. Lahn ve nagme bulunmıyan
güzel sesi dinlemek mutlaka mubâhdır. Sıkıntı gidermek için, nagme ile,
kendi kendine okumak câiz diyenler vardır. Fekat, baskalarını eglendirmek veyâ
para kazanmak için okumak harâmdır. Nagme, ya’nî veznli ses üçdür:
1 — Insan sesi. Yukarıda uzun bildirdik.
2 — Hayvan sesi. Kusların ötmesi gibi. Bunları dinlemek, mutlaka halâldir.
3 — Cansızlardan [bütün çalgılardan] vurmak, üflemek, sürtmekle çıkarılan sesleri
dinlemek, mutlaka harâmdır. Suyun akması, dalgaların çarpması, rüzgâr, yaprak
seslerini dinlemek günâh degildir. Bunları dinlemek fâidelidir. Sıkıntıyı giderir).
(Esi’at-ül-leme’ât) hadîs kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Beyân ve
Si’r) bâbında diyor ki, Âise “radıyallahü anhâ”nın bildirdigi hadîs-i serîfde, (Si’r,
iyisi iyi olan, çirkini çirkin olan sözdür) buyuruldu. Ya’nî, vezn ve kâfiye, bir sözü
çirkinlesdirmez. Si’ri çirkin yapan, ma’nâsıdır.
 

HASAN CAN

Active member
(Hadîka) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Harâm karısma-
mıs olan tegannî, sâlih insanın temiz kalbine, rûhuna tatlı geldigi gibi, harâm karısmıs
olan müzik de, fâsıkların nefslerine tatlı gelir). Onlar, bunların, bunlar da onların
müziklerinden zevk almazlar, sıkılırlar. Çünki kalbe, rûha lezzet veren sey, nefse
sıkıntı verir. Nefse tatlı gelen sey, temiz kalblere sıkıntı verir. Bunun içindir ki,
kâfirlerin, fâsıkların Cennet hayâtı yasadıkları yerler, müslimânlara, sâlihlere zındân
olur. (Dünyâ, [ya’nî harâmların bulundugu yerler, fısk meclisleri] mü’mine zındân,
kâfire ise Cennetdir) hadîsi degismez bir hakîkatdir. Bu hakîkati gözönüne alarak,
herkes kendi kalbinin nasıl oldugunu kolayca anlıyabilir. Çok kimsenin nefsi,
küfr alâmetlerini kullanmakla ve harâmları islemekle kuvvet bulup, kalbi ve rûhu
örtdügünden, nagme nefse te’sîr edip azdırmakdadır. Rûhun, kalbin sıfatları maglûb
oldugundan, müteessir olmamakdadırlar. Nefsin duydugu lezzet, kalbin, rûhun
lezzeti sanılmakdadır. Nagmeden ba’zı hayvanlar da lezzet almakdadır.
Sûre-i Lokmandaki (Lehvelhadîs) âyet-i kerîmesinin, mûsikînin men’i için oldugunu,
tefsîrler meselâ, (Tefsîr-i medârik) bildirmekdedir. Fârisî (Mevâhib-i
aliyye) ismindeki tefsîrde, bu âyet-i kerîme söyle tefsîr ediliyor: (Ba’zı insanlar, dedikodu
yaparak, yalan hikâyeler, romanlar söyliyerek ve yazarak ve para ile sarkıcı
kadınlar tutup herkese ses nagmeleri dinleterek, Kur’ân-ı kerîm dinlemelerine,
farzları, harâmları okuyup ögrenmelerine ve nemâz kılmalarına mâni’ olmaga,
ya’nî gençleri islâmiyyetden uzaklasdırmaga çalısıyor ve müslimânlarla ve
Allahü teâlânın emrleri ile, alay ediyorlar. Islâmiyyete gerilik, müslimânlara da,
anormal insan, ibtidâî, örümcek kafalı, hasta adam ve gerici gibi ismler takıyorlar.
Bunlara, Allahü teâlânın emrleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin sözleri söylenince,
kendilerine bir süs vererek, kibrle, gurûrla yüzlerini çevirerek, bu söylenenleri hiç
duymuyormus gibi aldırıs etmezler. Onlara Cehennem atesini, çok acı azâbları müjdele!).
Bu tefsîr, türkçeye terceme edilmis ve (Mevâkib tefsîri) ismi verilmisdir.
(Dürr-ül-müntekâ) kitâbında buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi ve ezânı tegannî ile
okumak ve dinlemek harâmdır. Burhâneddîn-i Mergınânî “rahmetullahi teâlâ
aleyh” buyurdu ki, Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyan hâfıza, ne güzel okudun diyen
kimsenin îmânı gider. Tecdîd-i îmân ve tecdîd-i nikâh etmesi lâzım gelir. Kuhistânî
hazretleri de, böyle yazmakdadır. Kasîdeleri, ilâhîleri tegannî ile okuyarak,
bunları dinliyerek vecde geliyoruz, kendimizden geçiyoruz diyenlerin sözleri dogru
degildir. Dînimizde böyle birsey yokdur. Tekkelerde yapılan rakslar, tegannî
ile okunan seyler [ilâhîler, mevlidler] harâmdır. Buralara gidip oturmak, dinlemek
câiz degildir. Tesavvuf büyükleri, böyle seyler yapmadı. Bunlar sonradan uyduruldu.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” si’r dinlemisdir. Fekat bu, sarkı,
nagme dinlemege izn degildir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” sarkı
dinleyip vecde geldi diyenler, yalan söyliyor). [Harâm olan tegannî, mûsikî
perdelerine uyarak okumakdır. Sünnet olan tegannî, tecvîde uyarak okumakdır.]
Raks ve simâ’ hakkında (Ukûd-üd-dürriyye) sonunda genis bilgi vardır.
(Dürr-ül-muhtâr) besinci cild, ikiyüzyetmisinci sahîfede diyor ki, (Kur’ân-ı
kerîm okurken, harf eklemiyecek, kelimeyi bozmıyacak seklde tegannî etmek
câiz ve güzeldir. Aksi takdîrde harâmdır. Böyle tegannî edene, ne güzel okudun
demekde küfr korkusu vardır). Ibni Âbidîn, serh ederken buyuruyor ki, (Tegannî
eden hâfıza, ne güzel okudun diyen kimse kâfir olur demislerdir. Çünki, dört mezhebde
de harâm olan birseye, güzel diyen kâfir olur. Fekat, Kur’ân-ı kerîmin
harflerini, kelimelerini degisdirdigi için, güzel okudun diyen kâfir olur. Yoksa, sesi,
sadâsı, Kur’ân-ı kerîmi okuması güzel demek istiyen, elbette kâfir olmaz).
Böyle kimse, bu hâfızın tegannî etmiyerek okudugundan da zevk alır ve güzel okudu
der. Bununla berâber, tegannî eden hâfızı dinlememelidir. Okuması da, dinlemesi
de harâmdır. (Hadîka)da, dil âfetlerini anlatırken buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi
mûsikî perdelerine göre okuyarak hareke veyâ medleri degisdirmek ve bunu
dinlemek harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile süslemek demek, tecvîde uygun
okumak demekdir).
(Kimyâ-yı se’âdet) kitâbı, ikiyüzaltmısaltıncı sahîfesinde, çocuk terbiyesini anlatırken,
(Çocuklara kadın, kız, ask bulunan si’rleri okutmamalı, böyle si’rler rûhun
gıdâsıdır diyen ögretmene göndermemelidir. Talebesine böyle söyliyen, [ve
seks bilgileri veren ögretmen], üstâd degil, seytândır. Çocugun kalbini bozmakdadır)
buyuruyor. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Gınâ kalbi karartır)
buyurdu. Ya’nî insan sesi ile tegannî ve çalgılar kalbi karartır. [Bu hadîs-i serîfi,
Ibni Âbidîn, besinci cild, ikiyüzyirmiikinci sahîfede, îzâh etmekdedir.] Mûsikîye
özenmemeli, hâsıl etdigi lezzete aldanmamalıdır. Bundan rûh degil, Allahü teâlânın
düsmânı olan nefs lezzet almakdadır. Zevallı rûh, nefsin elinde esîr oldugundan,
kendi lezzeti sanmakdadır. [Üçüncü kısm, otuzbesinci maddeyi okuyunuz!].
 

HASAN CAN

Active member
Mûsikînin tadı, zehrli bala, sekerlenmis, yaldızlanmıs necâsete [pislige] benzer.
Mûsikînin harâm ve zararlı oldugunu bildirmekden maksadımız, buna tutulmus
olan binlerce insanı fâsık ve günâhlı olmakla lekelemek degildir. Sunu bildirmek
isterim ki, bu satırları yazanın günâhları, okuyucularınınkinden katkat ziyâdedir.
Ma’sûm, günâhsız olan, ancak Peygamberlerdir “aleyhimüsselâm”. Yayılmıs olan
günâhları bilmemek de, ayrıca günâhdır. Sözbirligi ile bildirilen harâmları, halâl sanarak,
sıkılmadan isliyen kâfir olur. Günâhlarımızın çoklugunu düsünerek, Rabbimize
karsı, her zemân mahcûb, boynu bükük olmalıyız. Hergün tevbe etmeliyiz!
Allahü teâlânın askı ile dolmus, Evliyânın büyüklerinden olan, Celâleddîn-i Rûmî
“kuddise sirruh”, ney ve baska hiçbir çalgı çalmadı. Mûsikî dinlemedi ve raks
etmedi. Ya’nî dans etmedi. Kırkyedibinden ziyâde beyti ile dünyâya nûr saçan
(Mesnevî)sine, her memleketde, birçok dillerde serhler, açıklamalar yapılmısdır.
Bunlardan pek kıymetlisi ve lezzetlisi, mevlânâ Câmînin kitâbı olup, bunu da,
birçok kimse, ayrıca serh etmisdir. Bunların içinde de, Süleymân Nes’et efendinin
serhinden ellialtı sahîfesi, yalnız dört beytin serhi olup, sultân Abdülmecîd hân zemânında,
[1263] de matba’a-i Âmirede tab’ edilmisdir. Bu kitâbda, mevlânâ Câmî
“kuddise sirruh” buyuruyor ki: (Mesnevînin birinci beytinde, [Dinle neyden,
nasıl anlatıyor-ayrılıklardan sikâyet ediyor] ney, islâm dîninde yetisen kâmil,
yüksek insan demekdir. Bunlar, kendilerini ve herseyi unutmusdur. Zihnleri, her
ân, Allahü teâlânın rızâsını aramakdadır. Ney, fârisî dilinde, yok demekdir. Bunlar
da, kendi varlıklarından yok olmusdur. Ney denilen çalgı, içi bos bir çubuk olup,
bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hâsıl olmakdadır. O büyükler de, kendi
varlıklarından bosalıp, kendilerinden, Allahü teâlânın ahlâkı, sıfatları ve kemâlâtı
zâhir olmakdadır. Neyin üçüncü ma’nâsı, kamıs kalem demekdir ki, bundan
da, insan-ı kâmil kasd edilmekdedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadıgı
gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlânın ilhâmı iledir).
Sultân Ikinci Abdülhamîd hân zemânında Ankara vâlîsi olan Âbidîn Pâsa “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, (Mesnevî serhi)nde, neyin insan-ı kâmil oldugunu, dokuz
dürlü isbât etmekdedir.
Mevlevî seyhleri de, âlim, sâlih zevât idi. Bunlardan Osmân efendi, (Tezkiye-i
Ehl-i beyt) kitâbında, râfizîlerin (Hüsniyye) kitâbına vesîkalarla cevâb vererek, islâmiyyete
büyük hizmet etmisdir. (Tezkiye-i Ehl-i beyt) kitâbının türkçesi, (Hak Sözün
Vesîkaları) kitâbının üçüncü kısmı olarak, Hakîkat Kitâbevi tarafından nesr edilmisdir.
Sonraları, ba’zı câhiller, neyi çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi, seyler çalmaga,
dans etmege basladılar. Oyun âletleri, o tesavvuf üstâdının türbesine konuldu. (Mesnevî
serhleri)ni okuyarak, o hakîkat günesini yakından tanıyanlar, elbette aldanmaz.
Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, yüksek sesle zikr bile yapmazdı. Nitekim
(Mesnevî)sinde:
Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb,
bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab!
buyuruyor ki, (O hâlde, sevgiliye kavusmagı, cân-u gönülden iste. Dudagını ve da-
magını oynatmadan, Rabbin ismini [kalbinden] söyle!) demekdir. Sonradan gelen
din câhilleri, ney, saz, def gibi çalgılar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek,
nefslerini zevklendirmislerdir. Bu günâhlara ibâdet adını verebilmek ve kendilerini
din adamı tanıtabilmek için, Mevlânâ da böyle çalar ve oynardı. Biz mevlevîyiz,
onun yolunda gidiyoruz diyerek, yalan söylemislerdir.
Zâhir ilmlerinde mütehassıs, tesavvuf derecelerinde çok yüksek olan, derin âlim,
büyük velî Abdüllah-ı Dehlevî, yetmisdördüncü mektûbunda buyuruyor ki, (Tegannî,
hazîn ses ve Allah sevgisini anlatan si’rler ve Evliyâ-yı kirâmın hayâtını bildiren
kasîdeler, kalbdeki baglılıgı harekete getirir. Hafîf sesle zikr etmek ve islâmiyyetin
yasak etmedigi si’rleri dinlemek, Çestiyye yolunda olanların kalblerini
inceltir). Seksenbesinci mektûbda buyuruyor ki, (Tesavvuf büyükleri güzel ses dinlediler.
Fekat, çalgı ile degil idi. Oglanlar ve kızlar yanında degil idi. Fâsıklar
arasında degil idi. Çestiyye yolunun büyüklerinden Sultân-ül-mesâyıh Nizâmüddîn-
i Evliyâ hazretleri güzel ses dinlerdi. Fekat hiçbir zemân, hiçbir çalgı dinlemedigi,
(Fevâid-ül-füâd) ve (Siyer-ül-evliyâ) kitâblarında yazılıdır.
 

HASAN CAN

Active member
(Simâ’),
ya’nî güzel ses dinlemek, Evliyânın kalbindeki kabz [sıkıntı] hâlini bast [râhatlık]
hâline çevirmek içindir. Gâfillerin güzel ses dinlemeleri, fıska yol açar. Hiçbir çalgı
halâl degildir. Sekr hâlinde iken, câiz diyenler oldu ise de, bunlar ma’zûrdur. Bunları
ileri sürerek câiz dememelidir. Islâmiyyete uygun sartları gözeterek, sesle zikr
câiz ise de, sessiz zikr efdaldir. Ud, keman, saz, ney ve her çalgıyı ve gâfillerin sarkılarını
dinlemek ve raks [dans] yapmak ve seyr etmek câiz degildir). Doksandokuzuncu
mektûbda buyuruyor ki, (Kalbdeki kabzı, bulanıklıgı gidermek için, güzel
sesle, tecvîde uyarak okunan Kur’ân-ı kerîmi dinlemelidir. Eshâb-ı kirâm
böyle yapardı. Kasîde ve si’r dinlemezlerdi. Sarkı ve çalgı dinlemek ve yüksek sesle
zikr yapmak, sonradan meydâna çıkdı. Ebül-Hasen-i Sâzilî ve Hammâd-i Debbâs
gibi tesavvuf büyükleri “kaddesallahü teâlâ esrârehümâ” siddetle inkâr etdiler.
Abdülhak-ı Dehlevî “rahmetullahi aleyhim”, bunu uzun bildirmekdedir. Çalgısız
olarak ve fâsıklar ve gâfiller arasında olmıyarak, Allah sevgisini anlatan
si’rleri dinliyen büyükler de vardı. Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinin yanına ney ve
saz getirdiklerinde, biz bunları dinlemeyiz. Dinliyen tesavvufcuları da inkâr etmeyiz
buyurdu. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hiç dinlememisdir.
Tarîkat-i müceddidiyyede, tegannî dinlemenin kalbe te’sîri yokdur. Kur’ân-ı kerîm
dinlemek, safâ vermekde ve huzûru artdırmakdadır. Nagme ve saz dinlemek
kalb seyrinde olanlara zevk verir. Hafîf sesle ve hazîn tegannî ile zikr, zevkı ve sevkı
artdırır. Irâde ve ihtiyâr ile olmadan, derd ve hüzn ile içden gelen yüksek sesle
zikr etmek yasak degildir. Fekat her zemân yapmamalıdır).
(Esi’at-ül-leme’ât)da, (Beyân ve Si’r) bâbında diyor ki, Tâbi’înin büyüklerinden
Nâfi’ buyurdu ki, Abdüllah bin Ömer “radıyallahü anhümâ” ile berâber gidiyorduk.
Ney sesi isitdik. Abdüllah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan
hızla uzaklasdık. Ney sesi dahâ isitiliyor mu, dedi. Hayır isitilmiyor dedim. Parmaklarını
kulaklarından ayırdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de böyle yapmısdı
dedi. Nâfi’, sonra dedi ki, ben o zemân çocuk idim. Bundan anlasılıyor ki,
Nâfi’a kulaklarını kapamasını emr etmemesi, çocuk oldugu için idi. Yoksa, ney sesi
dinlemek tahrîmen mekrûh olmayıp tenzîhen mekrûh oldugu için, Abdüllah vera’
ve takvâsı sebebi ile kulaklarını kapatdı demek dogru degildir. Nâfi’, böyle yanlıs
anlasılmaması için, çocuk oldugunu bildirdi. (Esi’at-ül-leme’ât)dan terceme temâm
oldu.
Sultân Üçüncü Muhammed hân “rahimehullahü teâlâ” zemânında yasamıs
olan Itrî efendi, bir din âlimi degildi. Meshûr Beethoven gibi, bir mûsikî üstâdı idi.
Islâm tekbîrini, segâh makâmına bestelemekle, islâmiyyete bir hizmet yapmamıs,
dîne bir bid’at karısdırmısdır. Müzik perdelerine uydurmak için, kelimeler degisdirilmekde,
ma’nâları bozulmakdadır. Insanlar, nagmenin kulaklara ve nefse olan
te’sîrine kapılıp, tekbîrin ma’nâsı ve kalbe ve rûha olan te’sîri gayb olmuşdur.
Kur’ân-ı kerîm ve mevlidler de, böyle mûsikî ile okununca, kelimeler bozularak
ma’nâları değişiyor. Te’sîri ve sevâbı kalmıyor. Kur’ân-ı kerîmi güzel ses ile ve tecvîd
ile okumalıdır. Bu vakt te’sîri ve sevâbı çok olur.
(Berîka) kitâbında, dil âfetlerinin onyedincisi olarak gınâ, ya’nî tegannî uzun
anlatılmakdadır. Şeyh-ul-islâm Ebüssü’ûd efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” fetvâsı
da yazılıdır. Bu fetvâda halâl ve harâm olan tegannîler bildirilmekdedir. Çalgılar
hakkında hiçbirşey yazılı değildir. Ney ve çalgı çalanların bu fetvâyı ileri sürmeleri,
Ebüssü’ûd efendiye iftirâ olmakdadır.
(İbni Âbidîn) dördüncü cildde, şâhidliği kabûl edilmiyenleri anlatırken buyuruyor
ki, (Eğlence için ve para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek, sözbirliği
ile harâmdır. Çalgı çalarak dans etmek büyük günâhdır. Sıkıntısını gidermek için
kendi kendine şarkı söylemek günâh değildir. Va’z ve hikmet bulunan şi’r dinlemek
câizdir. Çalgı olarak, yalnız kadınların düğünlerde def çalması câizdir). Fekat, erkek
kadın bir arada bulunmamalıdır. Tegannî ve çalgı hakkında (Mevâhib-i ledünniyye)
ikinci kısm sonunda geniş bilgi vardır. (Hadîka)da, kulak âfetlerini anlatırken
buyuruyor ki, (Fısk, içki meclislerinde ve kızları oynatarak çalgı çalmak ve bunu
dinlemek harâmdır. Hadîs-i şerîfde yasak edilen, böyle çalınan çalgılardır. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” çobanın kavalını işitince, parmakları ile mubârek
kulaklarını kapadı ise de, yanında bulunan Abdüllah bin Ömere kulaklarını
kapamasını emr etmedi. Bu da, geçerken duymanın harâm olmadığını göstermekdedir).
El âfetlerini bildirirken buyuruyor ki, (Çalgıyı, içki, oyun ve kadın bulunan
yerlerde keyf için çalmak harâmdır. Düğünlerde def çalmak hadîs-i şerîfde emr edildi.
Bu emrin erkeklere de şâmil olması esahdır. [Fekat, İbni Âbidînin yukarıdaki
men’ eden yazısı tercih olunur.] Harbde, hac yolunda ve askerlikde davul ve benzeri
âletleri çalmak câizdir). Mekteblerde, millî ve siyâsî toplantılarda ve bayramlarda
bando, müzika çalmak câiz olduğu buradan anlaşılmakdadır.
İmâm-ı Zehebînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tıbb-ün-nebevî) kitâbının ve İbni
Âbidînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Ukûd-üd-dürriyye) fetvâ kitâbının sonlarında,
tegannînin harâm olan ve câiz olan kısmları arabî olarak uzun anlatılmakdadır.
Bu kitâblardan birincisi, (Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının kenârında olarak, ikincisinin
yalnız tegannîyi anlatan yazıları, (El-Habl-ül-metin fî-ittibâ’is-selefis-sâlihîn)
kitâbının sonuna ek olarak, İstanbulda, Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır.
Izdırâb dolu, rü’yâdır bu hayât,
doğmuşuz ölmek üzere, değil mi?
Zevk ile geçerse de, birkaç sâat,
derd kovalar, zevklerin herbirini!
Gideriz her an, cehl ve gafletle,
ölüm denizi dibine hasretle.
Dürlü mihnetle ve bin meşakkatle,
mahvu perişân eder dünyâ bizi.
Biz ise seyr eyleyip, bu bünyâdı,
ararız halkı için, nedir bâdî.
Hâlıkı, halkı ve sırr-ı îcâdı,
bilmek isteriz Hakkın hikmetini.
Fekat, Hakkın koyduğu sırrın halli,
kulun aklı ile olamaz, bes belli.
İnsâna acz ve gaflet ve cehli,
etdirirler sehv içinde sehvi.
 
Üst Alt