HASAN CAN
Active member
CIN HAKKINDA BILGI
Asagıdaki yazı, Osmânlı pâdisâhlarının otuzaltıncısı, sonuncusu, sultân Muhammed
Vahîdeddîn hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında, medresetülmütehassısînde
tesavvuf müderrisi olan seyyid Abdülhakîm efendinin “rahmetullahi
aleyh” (Keskül) ismindeki kitâbından alındı. Keskül basılmamısdır.
Cin var mı, diye soranlara, acele cevâb vermek îcâb eder. Çünki, Cinnin var olmasında
sübhe etmek, pek tehlükelidir. Cevâb olarak, islâm âlimlerinin saglam kitâblarından
çıkardıgım, asagıdaki bilgileri, dikkatle ve insâf ile okumak ve dogru
düsünerek, anlamak lâzımdır.
Cin, cinnet, cinân, Cennet, cenân ve cenîn gibi C ve N harflerinden meydâna gelen
kelimeler (örtülü) demekdir. Cennet denilen yer, meyveler, çiçekler, kokular
ile örtülü oldugundan, bu ism verilmisdir. Delilere, mecnûn denilmesi de, aklının
örtülü oldugu içindir. Geceye (Cünn-i leyl) denir. Çünki, karanlık, gün ısıgını
örtmüsdür. Cin denilen mahlûklar da, gözümüzden örtülü oldugu için, cin denilmisdir.
Cin kelimesi, Cinnî isminin cem’idir. Cin, cinnîler demekdir. Peri, fârisîde,
cin demekdir.
Mahlûklar, görülen, görülmiyen diye iki kısmdır. Ayrıca, mekânsız, madde olmıyan
mahlûklar da vardır. Imâm-ı Mâverdî diyor ki, (Cin, dört ana maddeden yapılmısdır:
Su, toprak maddeleri, havadaki gazlar ve ates. Bunlardan ates; alev, ısık
ve dumandır. Mâric denilen, alev kısmından yaratılan cinnîlerin mü’minleri, kâfirleri,
fâsıkları vardır). Bugünkü fen bilgimize göre, bu dört ana madde, yüzbes
elementden (basît cismden) meydâna gelmekdedir. Su hâlde bütün mahlûklar, elementlerden
yapılmıs olup, enerji (kudret) tasırlar. Normal fizik sartlarında, katı
ve sıvı (mâyı’) hâlinde bulunan varlıkları ve renkli gazları görebildigimiz için
bunlardan yapılmıs cismler görünür. Meselâ insanda katı maddeler ve su çok
(yüzde yetmisden fazla) bulundugundan, insan görünüyor. Otlar ve bütün hayvanlar
da böyledir.
Cinnîler, havadan ve nârdan [ya’nî atesden] meydâna gelmisdir. [Atesin alev kısmı
görünmez, içindeki katı zerreler, sıcakda ısıklandıgı için, parlak görünüyor.] Bunun
için, cin de görünmez.
Alev iki kısmdır: Biri zulmânî [görünmiyen], ikincisi nûrânî [bu da görünmez].
Zulmânî olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmısdır. Insanlar, toprak
maddelerinden yaratıldıgı hâlde, Allahü teâlâ, bu maddeleri organik ve organize
hâle, et ve kemige çevirdigi gibi, meleklerde ve cinde alev sekli degiserek, onlara
mahsûs latîf, her sekle dönebilen bir hâle gelmisdir.
Cinnin ta’rîfi söyledir: Cin ya’nî peri, atesin alev kısmından yapılmıs cismler olup,
her sekle girebilirler.
Melekler ise, nûrânî cismlerdir. Muhtelif sekllere girebilirler. Melek ile cin, yaratılıs
bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, hakîrdir,
kıymetsizdir. Melekde, nûr [ısık] kısmı, cinde ise, alev maddesi fazladır. Elbette
nûr, zulmetden efdaldir. Meleklerin, cinnîlere yakınlıgı, insanın hayvana yakınlıgı gibidir.
Insanların üstün olanları, melekden kıymetli, cin de hayvandan kıymetlidir.
Islâm âlimlerinin çogu, meleklere cism dedi. Dogrusu da öyledir.
Meleklerin varlıgına inanmıyan kâfir olur. Cism olduklarına inanmıyan kâfir olmaz,
bid’at sâhibi olur.
Cinnin varlıgına da inanmıyan kâfir olur. Eski felsefecilerden bir kısmı, Kaderiyye
[ya’nî mu’tezile] fırkasının çogu ve zındıklar, Cin ve seytânlara inanmadı. Cin,
zekî, dâhî insan demekdir. Seytânlar da, kötü kimseler demekdir dediler. Din kitâblarını
okumıyan ve islâm âlimlerinin sözlerini bilmiyen, elbette inanmaz. Fekat,
Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirildigi hâlde ve islâm büyüklerinin kitâblarıdolu oldugu hâlde, Kaderiyye fırkasının inanmaması, sasılacak seydir. Çünki bunlar,
Kur’ân-ı kerîme uyduklarını söylüyor. Demek ki, bu kadar uymakdadırlar. Hâlbuki,
Cinnin var olması, akla uymıyan birsey degildir. Ya’nî aklın red edecegi birsey
degildir. Çünki, Allahü teâlânın kudretinin yapamıyacagı birsey degildir. Bugün
fen adamları, akl ve din sâhibleri, aklın imkânsız demedigi seyleri red etmiyor.
Kur’ân-ı kerîmde bildirilen seylere, kelimenin açık ve meshûr ma’nâlarını vermek
lâzımdır. Seyh-i ekber [Muhyiddîn-i Arabî] “kuddise sirruh”, Cinnin var oldugunu,
su âyet-i kerîmeler ile gösteriyor:
1 — Zâriyât sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (Insanları ve Cinnîleri ancak,
beni bilip itâ’at, ibâdet etmeleri için yaratdım) buyruluyor.
2 — Errahmân sûresi, yetmisdördüncü âyetinde, Cinnin Cennete girecegi bildiriliyor.
3 — Errahmân sûresinin otuzbirinci âyetinde (Sekalân) buyuruyor ki, (Ey insanlar
ve cinnîler!) demekdir. Resûl-i sekaleyn, müftîyüssekaleyn, gavsüssekaleyn
[ya’nî, insanların ve cinnin Peygamberi, müftîsi, velîsi] gibi ismler de, cinnin varlıgını
göstermekdedir.
Kitâblı kâfirlerin hepsi, atese tapanlar, puta tapanlar, budistler, müsrikler ve Yunan
felesoflarının çogu ve tesavvuf büyükleri cinnin var olduguna inanıyor. Süleymân
aleyhisselâmın vak’ası da, cinnin varlıgını göstermekdedir.
Cinnîleri anlatan âyet-i kerîmelere, akllarına göre, baska ma’nâ verenler mürted
olur. (Milel-nihal) kitâbında ve imâm-ı Muhammed Birgivînin “rahmetullahi
aleyh” yazdıgı (Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbındaki fetvâ ve (Akâ’id-i Nesefî)
serhindeki açıklama, mürted olacaklarını bildirmekdedir. Fetvâ sudur:
(Kur’ân-ı kerîmin âyetlerine, kelimelerin açık, meshûr ma’nâları verilir. Bu
ma’nâları degisdirerek, bâtınîlere [Ismâ’îlîlere] uyanlar kâfir olur).
Kul-e’ûzü birabbinnâs sûresi ve Cin sûresi, cinnin varlıgını açıkca haber vermekdedir.
[Bilgileri noksân ba’zı kimselerin, cinnîleri hayâl (illüzyon) sanarak, yok demeleri
kıymetsizdir. Korkudan, göz önünde hâsıl olan hayâller, elbette yokdur. Fekat,
bu hayâlleri cin sanmak, cinden haberi olmamak demekdir. Birseye yok diyebilmek
için, o seyi tanımak, kavramak lâzımdır. Tanımadan yok demek, çocukca
lâf olur. Bu gibilere, ilm adamı demek, yersiz olur. Bütün Peygamberlerin haber
verdigi ve hele, Peygamberlerin en üstününün “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”
çesidli zemânlarda haber verdigi bir bilgiye, akla, tecribeye dayanmadan,
zan yolu ile, çala kalem yok demek, ilm adamına yakısır bir sey degildir. Cinne, meleklere,
Cennete, Cehenneme hattâ Allahü teâlâya inanmıyanların biricik sözleri,
(Kim gitmis, kim görmüs. Var olsalardı görürdük. Görülmiyen seye inanmak,
abdallık olur) demeleridir. Gözün akla degil, aklın göze baglı olması lâzım sanıyorlar.
Hâlbuki akl, duygu organları üstünde bir kuvvetdir ve his edilen seylerin
dogrusunu, yanlısını ayıran bir hâkimdir. Insanlar, göze tâbi’ olsaydı, insanlık
serefi, gözün kuvveti ile ölçülseydi, kedi, köpek ve fârenin insandan dahâ serefli,
dahâ kıymetli olması lâzım gelirdi. Çünki, bu hayvanlar, karanlıkda da görüyor,
insan ise göremiyor. O hâlde, göremedigine inanmak istemiyen kimse, insanlıgı,
hayvandan asagı düsürmekdedir. Demek ki, his organlarımız, aklın usakları, âletleridir.
Kumandan, hâkim, akldır. Akl, görünmiyen, duyulmıyan seyleri red etmedigi
gibi, yoklugu isbât edilemiyen ve anlasılamıyan seylere de yok demez. Bunlara
yok demek, akla uygun bir söz olmaz].
Cinnin varlıgı, dînin açıkca bildirdigi birsey oldugundan, inanmıyan müslimânlıkdan
çıkar, hiçbir ibâdeti kabûl olmaz.
Cinnin insanlara zarar verdikleri, yardım etdikleri, insanları isteklerine kavusdurdukları,
çesidli zemânlarda, birçok müslimân ve kâfirler tarafından görül-müs ve haber verilmisdir. Buna karsılık, inanmıyanlar, pek azdır. Ya’nî yalnız felesof
taklîdcileri ve tıb diploması alan birkaç kimsedir. Eski tecribeli doktorlar ve
simdi, tıbbı zevk edinip ihtisâs kazananların çogu, yok deyip geçemiyor, müslimânlara
uyuyorlar. Islâm âleminin en büyük doktoru olan Ibni Sînâ, Yunan felesoflarının
te’sîri altında kalıp, islâmiyyetden bir nasîb alamadıgı hâlde, (Kanûn) ismindeki
kitâbında, Sar’a hastalıgını anlatırken, Cinden bahs etmekdedir. Meselâ diyor
ki, (Hastalıklara birçok maddeler sebeb oldugu gibi, cinnin hâsıl etdigi hastalıklar
da vardır ve meshûrdur).
Asagıdaki yazı, Osmânlı pâdisâhlarının otuzaltıncısı, sonuncusu, sultân Muhammed
Vahîdeddîn hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında, medresetülmütehassısînde
tesavvuf müderrisi olan seyyid Abdülhakîm efendinin “rahmetullahi
aleyh” (Keskül) ismindeki kitâbından alındı. Keskül basılmamısdır.
Cin var mı, diye soranlara, acele cevâb vermek îcâb eder. Çünki, Cinnin var olmasında
sübhe etmek, pek tehlükelidir. Cevâb olarak, islâm âlimlerinin saglam kitâblarından
çıkardıgım, asagıdaki bilgileri, dikkatle ve insâf ile okumak ve dogru
düsünerek, anlamak lâzımdır.
Cin, cinnet, cinân, Cennet, cenân ve cenîn gibi C ve N harflerinden meydâna gelen
kelimeler (örtülü) demekdir. Cennet denilen yer, meyveler, çiçekler, kokular
ile örtülü oldugundan, bu ism verilmisdir. Delilere, mecnûn denilmesi de, aklının
örtülü oldugu içindir. Geceye (Cünn-i leyl) denir. Çünki, karanlık, gün ısıgını
örtmüsdür. Cin denilen mahlûklar da, gözümüzden örtülü oldugu için, cin denilmisdir.
Cin kelimesi, Cinnî isminin cem’idir. Cin, cinnîler demekdir. Peri, fârisîde,
cin demekdir.
Mahlûklar, görülen, görülmiyen diye iki kısmdır. Ayrıca, mekânsız, madde olmıyan
mahlûklar da vardır. Imâm-ı Mâverdî diyor ki, (Cin, dört ana maddeden yapılmısdır:
Su, toprak maddeleri, havadaki gazlar ve ates. Bunlardan ates; alev, ısık
ve dumandır. Mâric denilen, alev kısmından yaratılan cinnîlerin mü’minleri, kâfirleri,
fâsıkları vardır). Bugünkü fen bilgimize göre, bu dört ana madde, yüzbes
elementden (basît cismden) meydâna gelmekdedir. Su hâlde bütün mahlûklar, elementlerden
yapılmıs olup, enerji (kudret) tasırlar. Normal fizik sartlarında, katı
ve sıvı (mâyı’) hâlinde bulunan varlıkları ve renkli gazları görebildigimiz için
bunlardan yapılmıs cismler görünür. Meselâ insanda katı maddeler ve su çok
(yüzde yetmisden fazla) bulundugundan, insan görünüyor. Otlar ve bütün hayvanlar
da böyledir.
Cinnîler, havadan ve nârdan [ya’nî atesden] meydâna gelmisdir. [Atesin alev kısmı
görünmez, içindeki katı zerreler, sıcakda ısıklandıgı için, parlak görünüyor.] Bunun
için, cin de görünmez.
Alev iki kısmdır: Biri zulmânî [görünmiyen], ikincisi nûrânî [bu da görünmez].
Zulmânî olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmısdır. Insanlar, toprak
maddelerinden yaratıldıgı hâlde, Allahü teâlâ, bu maddeleri organik ve organize
hâle, et ve kemige çevirdigi gibi, meleklerde ve cinde alev sekli degiserek, onlara
mahsûs latîf, her sekle dönebilen bir hâle gelmisdir.
Cinnin ta’rîfi söyledir: Cin ya’nî peri, atesin alev kısmından yapılmıs cismler olup,
her sekle girebilirler.
Melekler ise, nûrânî cismlerdir. Muhtelif sekllere girebilirler. Melek ile cin, yaratılıs
bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, hakîrdir,
kıymetsizdir. Melekde, nûr [ısık] kısmı, cinde ise, alev maddesi fazladır. Elbette
nûr, zulmetden efdaldir. Meleklerin, cinnîlere yakınlıgı, insanın hayvana yakınlıgı gibidir.
Insanların üstün olanları, melekden kıymetli, cin de hayvandan kıymetlidir.
Islâm âlimlerinin çogu, meleklere cism dedi. Dogrusu da öyledir.
Meleklerin varlıgına inanmıyan kâfir olur. Cism olduklarına inanmıyan kâfir olmaz,
bid’at sâhibi olur.
Cinnin varlıgına da inanmıyan kâfir olur. Eski felsefecilerden bir kısmı, Kaderiyye
[ya’nî mu’tezile] fırkasının çogu ve zındıklar, Cin ve seytânlara inanmadı. Cin,
zekî, dâhî insan demekdir. Seytânlar da, kötü kimseler demekdir dediler. Din kitâblarını
okumıyan ve islâm âlimlerinin sözlerini bilmiyen, elbette inanmaz. Fekat,
Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirildigi hâlde ve islâm büyüklerinin kitâblarıdolu oldugu hâlde, Kaderiyye fırkasının inanmaması, sasılacak seydir. Çünki bunlar,
Kur’ân-ı kerîme uyduklarını söylüyor. Demek ki, bu kadar uymakdadırlar. Hâlbuki,
Cinnin var olması, akla uymıyan birsey degildir. Ya’nî aklın red edecegi birsey
degildir. Çünki, Allahü teâlânın kudretinin yapamıyacagı birsey degildir. Bugün
fen adamları, akl ve din sâhibleri, aklın imkânsız demedigi seyleri red etmiyor.
Kur’ân-ı kerîmde bildirilen seylere, kelimenin açık ve meshûr ma’nâlarını vermek
lâzımdır. Seyh-i ekber [Muhyiddîn-i Arabî] “kuddise sirruh”, Cinnin var oldugunu,
su âyet-i kerîmeler ile gösteriyor:
1 — Zâriyât sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (Insanları ve Cinnîleri ancak,
beni bilip itâ’at, ibâdet etmeleri için yaratdım) buyruluyor.
2 — Errahmân sûresi, yetmisdördüncü âyetinde, Cinnin Cennete girecegi bildiriliyor.
3 — Errahmân sûresinin otuzbirinci âyetinde (Sekalân) buyuruyor ki, (Ey insanlar
ve cinnîler!) demekdir. Resûl-i sekaleyn, müftîyüssekaleyn, gavsüssekaleyn
[ya’nî, insanların ve cinnin Peygamberi, müftîsi, velîsi] gibi ismler de, cinnin varlıgını
göstermekdedir.
Kitâblı kâfirlerin hepsi, atese tapanlar, puta tapanlar, budistler, müsrikler ve Yunan
felesoflarının çogu ve tesavvuf büyükleri cinnin var olduguna inanıyor. Süleymân
aleyhisselâmın vak’ası da, cinnin varlıgını göstermekdedir.
Cinnîleri anlatan âyet-i kerîmelere, akllarına göre, baska ma’nâ verenler mürted
olur. (Milel-nihal) kitâbında ve imâm-ı Muhammed Birgivînin “rahmetullahi
aleyh” yazdıgı (Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbındaki fetvâ ve (Akâ’id-i Nesefî)
serhindeki açıklama, mürted olacaklarını bildirmekdedir. Fetvâ sudur:
(Kur’ân-ı kerîmin âyetlerine, kelimelerin açık, meshûr ma’nâları verilir. Bu
ma’nâları degisdirerek, bâtınîlere [Ismâ’îlîlere] uyanlar kâfir olur).
Kul-e’ûzü birabbinnâs sûresi ve Cin sûresi, cinnin varlıgını açıkca haber vermekdedir.
[Bilgileri noksân ba’zı kimselerin, cinnîleri hayâl (illüzyon) sanarak, yok demeleri
kıymetsizdir. Korkudan, göz önünde hâsıl olan hayâller, elbette yokdur. Fekat,
bu hayâlleri cin sanmak, cinden haberi olmamak demekdir. Birseye yok diyebilmek
için, o seyi tanımak, kavramak lâzımdır. Tanımadan yok demek, çocukca
lâf olur. Bu gibilere, ilm adamı demek, yersiz olur. Bütün Peygamberlerin haber
verdigi ve hele, Peygamberlerin en üstününün “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”
çesidli zemânlarda haber verdigi bir bilgiye, akla, tecribeye dayanmadan,
zan yolu ile, çala kalem yok demek, ilm adamına yakısır bir sey degildir. Cinne, meleklere,
Cennete, Cehenneme hattâ Allahü teâlâya inanmıyanların biricik sözleri,
(Kim gitmis, kim görmüs. Var olsalardı görürdük. Görülmiyen seye inanmak,
abdallık olur) demeleridir. Gözün akla degil, aklın göze baglı olması lâzım sanıyorlar.
Hâlbuki akl, duygu organları üstünde bir kuvvetdir ve his edilen seylerin
dogrusunu, yanlısını ayıran bir hâkimdir. Insanlar, göze tâbi’ olsaydı, insanlık
serefi, gözün kuvveti ile ölçülseydi, kedi, köpek ve fârenin insandan dahâ serefli,
dahâ kıymetli olması lâzım gelirdi. Çünki, bu hayvanlar, karanlıkda da görüyor,
insan ise göremiyor. O hâlde, göremedigine inanmak istemiyen kimse, insanlıgı,
hayvandan asagı düsürmekdedir. Demek ki, his organlarımız, aklın usakları, âletleridir.
Kumandan, hâkim, akldır. Akl, görünmiyen, duyulmıyan seyleri red etmedigi
gibi, yoklugu isbât edilemiyen ve anlasılamıyan seylere de yok demez. Bunlara
yok demek, akla uygun bir söz olmaz].
Cinnin varlıgı, dînin açıkca bildirdigi birsey oldugundan, inanmıyan müslimânlıkdan
çıkar, hiçbir ibâdeti kabûl olmaz.
Cinnin insanlara zarar verdikleri, yardım etdikleri, insanları isteklerine kavusdurdukları,
çesidli zemânlarda, birçok müslimân ve kâfirler tarafından görül-müs ve haber verilmisdir. Buna karsılık, inanmıyanlar, pek azdır. Ya’nî yalnız felesof
taklîdcileri ve tıb diploması alan birkaç kimsedir. Eski tecribeli doktorlar ve
simdi, tıbbı zevk edinip ihtisâs kazananların çogu, yok deyip geçemiyor, müslimânlara
uyuyorlar. Islâm âleminin en büyük doktoru olan Ibni Sînâ, Yunan felesoflarının
te’sîri altında kalıp, islâmiyyetden bir nasîb alamadıgı hâlde, (Kanûn) ismindeki
kitâbında, Sar’a hastalıgını anlatırken, Cinden bahs etmekdedir. Meselâ diyor
ki, (Hastalıklara birçok maddeler sebeb oldugu gibi, cinnin hâsıl etdigi hastalıklar
da vardır ve meshûrdur).