İKİNCİ CİLD, 62. ci MEKTÛB Bu mektûb, hân-ı hânân Abdürrahîm hâna “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmışdır. İnsan medenî olmak için yaratılmışdır. İnsan medenî olmak için ve yaşamak için, başka insanlara muhtâcdır. İnsanın üstünlüğü, bu ihtiyâcındandır. Buna benzer şeyleri de bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! Görünen ve görünmiyen iyiliklere kavuşmanızı Allahü teâlâdan düâ ederim. Çünki, sizin iyi ve üstün olmanız, birçok müslimânın iyi ve rahât olmasıdır. Bunun için sizin iyiliğinize düâ etmek, birçok müslimânın iyi olmalarına düâ etmek demekdir. Allahü teâlâ, Peygamberlerin efendisi hurmetine “aleyhi ve aleyhim ve alâ Âl-i küllin minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ”, sizi, size lâyık olmıyan herşeyden korusun! Sizin, Resûlullahın vârisleri olan büyük âlimlere “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” karşı sevginizin, bağlılığınızın ve ihlâsınızın tam ve olgun olduğunu bildiğim için şu yazılarımla başınızı ağrıtıyorum. Kıymetli efendim! Bu yüksek yolun yolcuları, bu memleketde [ya’nî Hindistânda] garîb oldular, azaldılar. Şimdiki tarîkatcıların yoluna bid’atler karışdığı için ve bu yolu bozdukları için, Resûlullahın sünnetine sarılmış olan büyükleri bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisizlikden dolayı, bu yolun yolcularının çoğu da, kısa görüşlü oldukları için, bu yüksek yola da bid’atler karışdırdılar. Milletin kalblerini bu bid’atler sebebi ile kazanmağa çalışdılar. Böyle yapmakla, islâm dînini olgunlaşdırdıklarını sandılar. Hâşâ öyle değildir! Bunlar, bu yüksek yolu yıkmağa, elden kaçırmağa uğraşıyorlar. Bu yolun büyüklerinin nasıl olduklarını anlıyamamışlar. Allahü teâlâ, bunları doğru yola kavuşdursun! Şimdi, büyük âlimlerden bu memleketde pek az kalmışdır. Bu yolda olanların ve bu yolu sevenlerin, bu yolun büyüklerinin hakîkî kitâblarına ve bu yolun hakîkî talebesine yardım etmeleri, imdâdlarına koşmaları lâzımdır. Çünki insan, medenî yaşamak için yaratılmışdır. Medenî yaşayabilmesi için, başkalarına muhtâcdır. Allahü teâlâ, Enfâl sûresinin altmışdördüncü âyetinde meâlen, (Ey Peygamberim! Allahü teâlâ ve senin yolunda olan mü’minler, sana kâfîdirler!) buyurdu. Mü’minlerin, insanların en iyisinin işlerine kifâyet edeceğini, yardımcı olacaklarını bildirdi. Başkalarına yardımcı olmak da lâzım olduğu buradan anlaşılmakdadır. Zemânımızın zenginleri, dervişliği kimseye muhtâc olmamak sanırlar. Böyle anlamak yanlışdır. İnsan demek, muhtâc demekdir. Değil insanlar, her mahlûk muhtâcdır. Hattâ, insanın iyiliği, güzelliği, muhtâc olmasından ileri gelmekdedir. İnsanın kulluk yapması, gönlü kırık olması, hep bu ihtiyâcındandır. İnsan muhtâc olmasaydı, âsî, taşkın, azgın olurdu. İkra’ sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (İnsan, ihtiyâcsız olunca, elbette azar!) buyuruldu. Mahlûklara gönül bağlamakdan kurtulmuş olan fakîrler, sebeblere yapışmağa muhtâc oldukları zemân, bu ihtiyâclarını, sebeblerin sâhibine, yaratıcısına söylerler. Sebeblere kavuşunca, Ondan bilirler. Gönderen de O, göndermiyen de O derler. Allahü teâlâ, birçok düzenler ve fâideler olması için, herşeyi sebeble yaratmakdadır. İyiliğe sebeb olanlara iyi, kötülüğe vâsıta olanlara kötü demişdir. Bu yolun büyükleri, bunun için, iyiliğe sebeb olanlara şükr, kötülüğe sebeb olanlardan şikâyet etmekdedir. İyiliği ve kötülüğü, görünüşe göre sebeblerden bilirler. Allahü teâlâ, herşeyi sebebsiz olarak, hemen yaratsaydı, âlemde nizâm, düzen kalmaz, karmakarışık olurdu. Yâ Rabbî! Sen hiçbirşeyi bozuk, karışık yaratmıyorsun!
İslâmiyyetin koruyucusu, hakîkatleri bilen, ma’rifetler sâhibi, kıymetli kardeşim Seyyid mîr Muhammed Nu’mânın “rahmetullahi teâlâ aleyh” size yakın yerde bulunması, büyük ni’metdir. Onun düâsına ve teveccühüne kavuşmanın kıymetini biliniz! Öyle sanıyorum ki, devletinizin, kuvvetinizin temeli, dayanağı onun bereketleri, feyz ve teveccühleridir. Yanınızda iken ve uzakda iken, onu yardımcınız ve imdâdcınız görüyorum. Bir seneyi geçiyor, sizin iyi hâllerinizi hep bu fakîre yazmakdadır. Bu fakîre olan sevginizi ve ihlâsınızı her mektûbunda bildirmekdedir.
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! Görünen ve görünmiyen iyiliklere kavuşmanızı Allahü teâlâdan düâ ederim. Çünki, sizin iyi ve üstün olmanız, birçok müslimânın iyi ve rahât olmasıdır. Bunun için sizin iyiliğinize düâ etmek, birçok müslimânın iyi olmalarına düâ etmek demekdir. Allahü teâlâ, Peygamberlerin efendisi hurmetine “aleyhi ve aleyhim ve alâ Âl-i küllin minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ”, sizi, size lâyık olmıyan herşeyden korusun! Sizin, Resûlullahın vârisleri olan büyük âlimlere “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” karşı sevginizin, bağlılığınızın ve ihlâsınızın tam ve olgun olduğunu bildiğim için şu yazılarımla başınızı ağrıtıyorum. Kıymetli efendim! Bu yüksek yolun yolcuları, bu memleketde [ya’nî Hindistânda] garîb oldular, azaldılar. Şimdiki tarîkatcıların yoluna bid’atler karışdığı için ve bu yolu bozdukları için, Resûlullahın sünnetine sarılmış olan büyükleri bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisizlikden dolayı, bu yolun yolcularının çoğu da, kısa görüşlü oldukları için, bu yüksek yola da bid’atler karışdırdılar. Milletin kalblerini bu bid’atler sebebi ile kazanmağa çalışdılar. Böyle yapmakla, islâm dînini olgunlaşdırdıklarını sandılar. Hâşâ öyle değildir! Bunlar, bu yüksek yolu yıkmağa, elden kaçırmağa uğraşıyorlar. Bu yolun büyüklerinin nasıl olduklarını anlıyamamışlar. Allahü teâlâ, bunları doğru yola kavuşdursun! Şimdi, büyük âlimlerden bu memleketde pek az kalmışdır. Bu yolda olanların ve bu yolu sevenlerin, bu yolun büyüklerinin hakîkî kitâblarına ve bu yolun hakîkî talebesine yardım etmeleri, imdâdlarına koşmaları lâzımdır. Çünki insan, medenî yaşamak için yaratılmışdır. Medenî yaşayabilmesi için, başkalarına muhtâcdır. Allahü teâlâ, Enfâl sûresinin altmışdördüncü âyetinde meâlen, (Ey Peygamberim! Allahü teâlâ ve senin yolunda olan mü’minler, sana kâfîdirler!) buyurdu. Mü’minlerin, insanların en iyisinin işlerine kifâyet edeceğini, yardımcı olacaklarını bildirdi. Başkalarına yardımcı olmak da lâzım olduğu buradan anlaşılmakdadır. Zemânımızın zenginleri, dervişliği kimseye muhtâc olmamak sanırlar. Böyle anlamak yanlışdır. İnsan demek, muhtâc demekdir. Değil insanlar, her mahlûk muhtâcdır. Hattâ, insanın iyiliği, güzelliği, muhtâc olmasından ileri gelmekdedir. İnsanın kulluk yapması, gönlü kırık olması, hep bu ihtiyâcındandır. İnsan muhtâc olmasaydı, âsî, taşkın, azgın olurdu. İkra’ sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (İnsan, ihtiyâcsız olunca, elbette azar!) buyuruldu. Mahlûklara gönül bağlamakdan kurtulmuş olan fakîrler, sebeblere yapışmağa muhtâc oldukları zemân, bu ihtiyâclarını, sebeblerin sâhibine, yaratıcısına söylerler. Sebeblere kavuşunca, Ondan bilirler. Gönderen de O, göndermiyen de O derler. Allahü teâlâ, birçok düzenler ve fâideler olması için, herşeyi sebeble yaratmakdadır. İyiliğe sebeb olanlara iyi, kötülüğe vâsıta olanlara kötü demişdir. Bu yolun büyükleri, bunun için, iyiliğe sebeb olanlara şükr, kötülüğe sebeb olanlardan şikâyet etmekdedir. İyiliği ve kötülüğü, görünüşe göre sebeblerden bilirler. Allahü teâlâ, herşeyi sebebsiz olarak, hemen yaratsaydı, âlemde nizâm, düzen kalmaz, karmakarışık olurdu. Yâ Rabbî! Sen hiçbirşeyi bozuk, karışık yaratmıyorsun!
İslâmiyyetin koruyucusu, hakîkatleri bilen, ma’rifetler sâhibi, kıymetli kardeşim Seyyid mîr Muhammed Nu’mânın “rahmetullahi teâlâ aleyh” size yakın yerde bulunması, büyük ni’metdir. Onun düâsına ve teveccühüne kavuşmanın kıymetini biliniz! Öyle sanıyorum ki, devletinizin, kuvvetinizin temeli, dayanağı onun bereketleri, feyz ve teveccühleridir. Yanınızda iken ve uzakda iken, onu yardımcınız ve imdâdcınız görüyorum. Bir seneyi geçiyor, sizin iyi hâllerinizi hep bu fakîre yazmakdadır. Bu fakîre olan sevginizi ve ihlâsınızı her mektûbunda bildirmekdedir.