Oranın idâresini bir başkasına vermiş olduklarını yazmışdı ve teveccüh, imdâd edilecek bir zemândır demişdi. O mektûbu okuyunca fakîr, bu yolda teveccüh eyledim. Sizin çok yüksek makâmda bulunduğunuz zâhir oldu. O anda, birisi yola çıkıyordu. O mektûba cevâb olarak ancak, Hân-ı hânân çok yüksek makâmda görülmekdedir yazıldı. Herşeyi yapan, yaratan yalnız Allahü teâlâdır! Vesselâm.
İKİNCİ CİLD, 25. ci MEKTÛB
Bu mektûb, hâce Şerefeddîn-i Hüseyne yazılmış olup, Resûlullaha uygun her işin, zikr olduğu bildirilmekdedir:
Elhamdülillahi ve selâmün alâ ibâdihillezînestafâ. Azîz oğlumun, mevlânâ Abdürreşîd ve mevlânâ Cân Muhammed ile göndermiş olduğu mektûbu geldi. Adak meblağı da, berâber idi. Allahü teâlâ, karşılık olarak, en iyi şeyler ihsân buyursun! Sıhhat haberinizi duymakla çok sevindik.
Ey oğlum! Bu zemânınız fırsatdır. Fırsat da, büyük ni’metdir. Sıhhat ile ve üzüntüsüz geçen vaktler, bulunmaz ganîmetdir. Her sâati Allahü teâlâyı zikr etmek ile geçirmelidir. Resûlullaha uygun olan her iş, hattâ alış-veriş bile zikr olur. O hâlde, her hareketin, her duruşun, Resûlullaha uygun olması lâzımdır. Böylece, hepsi zikr olur. (Zikr) demek, gafleti tard etmekdir. Ya’nî, Allahü teâlâyı hâtırlamakdır. İnsan her hareketinde, her işinde, Allahü teâlânın emrini ve yasağını gözetince, emr ve yasakların sâhibini unutmakdan kurtulur ve dâim zikr etmiş olur.
Hak irâde eyleyince, yol verir herkes sana,
Halk eder sebeblerini, bol verir herşey sana.
MU’CİZE, KERÂMET, FİRÂSET VE SİHR
Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ “rahmetullahi aleyh” bir mektûbunda buyuruyor ki:
Vâridât-i ilâhiyyenin hepsi, âdet-i ilâhiyye içinde hâsıl olmakdadır. Ya’nî, Allahü teâlâ, herşeyi bir sebeb altında yaratmakdadır. Bu sebeblere, iş yapabilecek te’sîr, kuvvet vermişdir. Bu kuvvetlere, tabî’at kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kanûnları diyoruz. Bir iş yapmamız, birşeyi elde etmemiz için, bu işin sebeblerine yapışmamız lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lâzımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydâna gelmekdedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikrâm olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara, (Hârik-ul’âde) olarak, ya’nî âdetini bozarak, sebebsiz şeyler yaratıyor. [Her insanda nefs vardır. Nefs, Allahın düşmanıdır. Hep kötülük yapmak ister. İslâmiyyete uymak istemez. İslâmiyyete uyanların nefsleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. Açlık çeken, sıkıntılı yaşıyan kâfirlerin nefsleri ise za’îfler. Kötülük yapamaz. Bunun için, Evliyâda ve papaslarda Hârikul’âde işler hâsıl olur.]
1 — Peygamberlerden “aleyhimüsselâm”, tam temiz oldukları için âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiyye içinde şeyler meydâna gelir. Buna (Mu’cize) denir. Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” mu’cize göstermesi lâzımdır.
2 — Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ümmetlerinin Evliyâsında, nefslerinin kötülükleri kalmadığı için âdet dışı meydâna gelen şeylere, (Kerâmet) denir. İbni Âbidîn, Mürtedleri anlatırken diyor ki, [(Mu’tezile) ve (Vehhâbî)ler, kerâmete inanmadı. İmâm-ül-haremeyn ve İmâm-ı Ömer Nesefî ve birçok âlimler “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, kerâmetin câiz olduğunu isbât etmişlerdir.] Evliyânın kerâmet göstermesi lâzım değildir. Bunlar, kerâmet göstermek istemez. Allahü teâlâdan utanırlar.
İKİNCİ CİLD, 25. ci MEKTÛB
Bu mektûb, hâce Şerefeddîn-i Hüseyne yazılmış olup, Resûlullaha uygun her işin, zikr olduğu bildirilmekdedir:
Elhamdülillahi ve selâmün alâ ibâdihillezînestafâ. Azîz oğlumun, mevlânâ Abdürreşîd ve mevlânâ Cân Muhammed ile göndermiş olduğu mektûbu geldi. Adak meblağı da, berâber idi. Allahü teâlâ, karşılık olarak, en iyi şeyler ihsân buyursun! Sıhhat haberinizi duymakla çok sevindik.
Ey oğlum! Bu zemânınız fırsatdır. Fırsat da, büyük ni’metdir. Sıhhat ile ve üzüntüsüz geçen vaktler, bulunmaz ganîmetdir. Her sâati Allahü teâlâyı zikr etmek ile geçirmelidir. Resûlullaha uygun olan her iş, hattâ alış-veriş bile zikr olur. O hâlde, her hareketin, her duruşun, Resûlullaha uygun olması lâzımdır. Böylece, hepsi zikr olur. (Zikr) demek, gafleti tard etmekdir. Ya’nî, Allahü teâlâyı hâtırlamakdır. İnsan her hareketinde, her işinde, Allahü teâlânın emrini ve yasağını gözetince, emr ve yasakların sâhibini unutmakdan kurtulur ve dâim zikr etmiş olur.
Hak irâde eyleyince, yol verir herkes sana,
Halk eder sebeblerini, bol verir herşey sana.
MU’CİZE, KERÂMET, FİRÂSET VE SİHR
Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ “rahmetullahi aleyh” bir mektûbunda buyuruyor ki:
Vâridât-i ilâhiyyenin hepsi, âdet-i ilâhiyye içinde hâsıl olmakdadır. Ya’nî, Allahü teâlâ, herşeyi bir sebeb altında yaratmakdadır. Bu sebeblere, iş yapabilecek te’sîr, kuvvet vermişdir. Bu kuvvetlere, tabî’at kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kanûnları diyoruz. Bir iş yapmamız, birşeyi elde etmemiz için, bu işin sebeblerine yapışmamız lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lâzımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydâna gelmekdedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikrâm olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara, (Hârik-ul’âde) olarak, ya’nî âdetini bozarak, sebebsiz şeyler yaratıyor. [Her insanda nefs vardır. Nefs, Allahın düşmanıdır. Hep kötülük yapmak ister. İslâmiyyete uymak istemez. İslâmiyyete uyanların nefsleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. Açlık çeken, sıkıntılı yaşıyan kâfirlerin nefsleri ise za’îfler. Kötülük yapamaz. Bunun için, Evliyâda ve papaslarda Hârikul’âde işler hâsıl olur.]
1 — Peygamberlerden “aleyhimüsselâm”, tam temiz oldukları için âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiyye içinde şeyler meydâna gelir. Buna (Mu’cize) denir. Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” mu’cize göstermesi lâzımdır.
2 — Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ümmetlerinin Evliyâsında, nefslerinin kötülükleri kalmadığı için âdet dışı meydâna gelen şeylere, (Kerâmet) denir. İbni Âbidîn, Mürtedleri anlatırken diyor ki, [(Mu’tezile) ve (Vehhâbî)ler, kerâmete inanmadı. İmâm-ül-haremeyn ve İmâm-ı Ömer Nesefî ve birçok âlimler “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, kerâmetin câiz olduğunu isbât etmişlerdir.] Evliyânın kerâmet göstermesi lâzım değildir. Bunlar, kerâmet göstermek istemez. Allahü teâlâdan utanırlar.