Âhıretdeki derecelerin yükselmesine de sebeb olur. Dünyâda ne kadar sıkıntı çekilirse, âhıretde o kadar çok râhatlık olacakdır. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, bu bakımdan da, riyâzât ve mücâhedât çekmişlerdir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, riyâzet çekmek ve mubâhları zarûret olduğu kadar kazanıp kullanmak, ictibâ yolunda şart olmamakla berâber, bunlar iyi ve fâideli şeylerdir. Fâidelerinin çokluğu düşünülünce zarûrî ve lâzım da diyebiliriz. Yâ Rabbî! Bizlere acı! İşlerimizin doğru ve fâideli olmasını nasîb eyle! Doğru yolda olanlara selâm olsun!
İKİNCİ CİLD, 92. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Seyyid mîr Muhammed Nu’mâna “kuddise sirruh” yazılmış olup, Evliyâlık, Allahü teâlâya yakınlık demekdir. Velî olmak için hârikalar ve kerâmetler şart olmadığı bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun beğendiği insanlara selâmlar olsun! Kardeşim, çok sevdiğim, Seyyid, mîr Muhammed Nu’mânın âfiyetde olmasına düâ ederim. Vilâyetin [ya’nî Evliyâlığın] hâsıl olması için, hârikaların, kerâmetlerin meydâna gelmesi lâzım değildir. Din âlimlerinin hârikalar göstermesi lâzım olmadığı gibi, Evliyânın da, hârikalar göstermesi şart değildir. Çünki vilâyet [ya’nî Velî olmak], kurb-i ilâhî [ya’nî Allahü teâlâya yakın olmak] demekdir. Allahü teâlâ, bu kurbu [ya’nî yakın olmağı] ise, Fenâdan sonra, [ya’nî Allahü teâlâdan başka, herşeyi unutdukdan sonra], Evliyâsına ihsân eder. Bir kimseye, bu kurb ihsân edilip de bu dünyâdaki, bilinmiyen şeyler haber verilmiyebilir. Bir başkasına, hem bu verilir, hem de gaybler bildirilir. Bir üçüncü kimseye ise, kurbdan birşey verilmeyip, gaybler bildirilir. Üçüncü kimse, istidrâc sâhibidir. Nefsi cilâlandığı için, bilinmiyen şeyler, kendisine keşf edilmekde, böylece, dalâlet uçurumuna düşürülmekdedir. Sûre-i Mücâdele, onsekizinci [18] âyet-i kerîmesinin: (Onlar iyi bir iş yapdıklarını sanıyor. Biliniz ki, çok yalancıdırlar. Şeytân onları aldatmış, yoldan çıkarmışdır. Allahü teâlâyı o kadar unutdurmuş ki, ne dillerine, ne de gönüllerine getirmezler. Şeytânın askeri, uşakları olmuşlardır. Biliniz ki, şeytânın gürûhü olan bunlar, bitmez tükenmez ni’metleri elden kaçırdı. Sonsuz azâblara yakalandı) meâli, böyle kimselerin hâlini bildirmekdedir. Kurb devleti ile şereflenmiş olan birinci ve ikinci şahslar Evliyâdır. Gaybdan haber vermek, bunların vilâyetini artdırmaz ve azaltmaz. İkisi arasındaki fark, kurb derecelerine göredir. Kendine gaybdan birşey gösterilmiyen Velî, kendine ihsân edilen kurbun üstünlüğü dolayısı ile, dahâ ileride ve dahâ üstün olur. (Avârif-ül-me’ârif) kitâbının sâhibi Şihâbüddîn Ömer Sühreverdî “kuddise sirruh”, Evliyânın büyüklerindendir. Velîlerin hepsi, kendisini sevmekdedir. Kitâbında kerâmetleri, hârikaları anlatdıkdan sonra, buyuruyor ki: (Evliyâdan, yüksek mertebede bulunan birine, hiçbir kerâmet ve hârika verilmiyebilir. Çünki, kerâmetler, yakîni [inanmayı] artdırmak için verilir. Yakîn ihsân edilen birinin kerâmetlere, hârikalara ihtiyâcı olmaz. Bütün bu kerâmetler, Zât-i ilâhîyi hâtırlamak ile kalbin zînetlenmesinden aşağıda kalır). Sôfiyye-i aliyyenin büyüklerinden, şeyh-ül-islâm, Hâce Abdüllah-i Ensârî “rahmetullahi aleyh”, (Menâzilüssâyirîn) kitâbında buyuruyor ki: (Firâset iki dürlüdür: Birincisi, ma’rifet sâhiblerinin firâseti olup, talebenin isti’dâdını keşf etmek, Allahü teâlânın Evliyâsını tanımakdır. İkincisi, riyâzet çeken, açlıkla nefslerini parlatanların firâseti olup, mahlûklara âid gizli şeyleri bilmekdir. İnsanların çoğu, Allahü teâlâyı hâtırlamayıp gece gündüz dünyâyı düşündüğünden, dünyâ işlerinden, ele geçirmek istedikleri şeylerden haber verenleri arıyor. Bunları büyük biliyor. Hattâ, bunları Evliyâ, Allahü teâlâya yakın sanıyorlar. Evliyânın me’ârifine, doğru, ince bilgilerine, dönüp de bakmıyorlar. Belki, bunlara dil uzatıp, bunlar Allahın sevgili kulu olsaydı, gayb olan şeylerimizi, gizli düşüncelerimizi bilirlerdi. Bizim hâlimizden haberi olmıyan bir
İKİNCİ CİLD, 92. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Seyyid mîr Muhammed Nu’mâna “kuddise sirruh” yazılmış olup, Evliyâlık, Allahü teâlâya yakınlık demekdir. Velî olmak için hârikalar ve kerâmetler şart olmadığı bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun beğendiği insanlara selâmlar olsun! Kardeşim, çok sevdiğim, Seyyid, mîr Muhammed Nu’mânın âfiyetde olmasına düâ ederim. Vilâyetin [ya’nî Evliyâlığın] hâsıl olması için, hârikaların, kerâmetlerin meydâna gelmesi lâzım değildir. Din âlimlerinin hârikalar göstermesi lâzım olmadığı gibi, Evliyânın da, hârikalar göstermesi şart değildir. Çünki vilâyet [ya’nî Velî olmak], kurb-i ilâhî [ya’nî Allahü teâlâya yakın olmak] demekdir. Allahü teâlâ, bu kurbu [ya’nî yakın olmağı] ise, Fenâdan sonra, [ya’nî Allahü teâlâdan başka, herşeyi unutdukdan sonra], Evliyâsına ihsân eder. Bir kimseye, bu kurb ihsân edilip de bu dünyâdaki, bilinmiyen şeyler haber verilmiyebilir. Bir başkasına, hem bu verilir, hem de gaybler bildirilir. Bir üçüncü kimseye ise, kurbdan birşey verilmeyip, gaybler bildirilir. Üçüncü kimse, istidrâc sâhibidir. Nefsi cilâlandığı için, bilinmiyen şeyler, kendisine keşf edilmekde, böylece, dalâlet uçurumuna düşürülmekdedir. Sûre-i Mücâdele, onsekizinci [18] âyet-i kerîmesinin: (Onlar iyi bir iş yapdıklarını sanıyor. Biliniz ki, çok yalancıdırlar. Şeytân onları aldatmış, yoldan çıkarmışdır. Allahü teâlâyı o kadar unutdurmuş ki, ne dillerine, ne de gönüllerine getirmezler. Şeytânın askeri, uşakları olmuşlardır. Biliniz ki, şeytânın gürûhü olan bunlar, bitmez tükenmez ni’metleri elden kaçırdı. Sonsuz azâblara yakalandı) meâli, böyle kimselerin hâlini bildirmekdedir. Kurb devleti ile şereflenmiş olan birinci ve ikinci şahslar Evliyâdır. Gaybdan haber vermek, bunların vilâyetini artdırmaz ve azaltmaz. İkisi arasındaki fark, kurb derecelerine göredir. Kendine gaybdan birşey gösterilmiyen Velî, kendine ihsân edilen kurbun üstünlüğü dolayısı ile, dahâ ileride ve dahâ üstün olur. (Avârif-ül-me’ârif) kitâbının sâhibi Şihâbüddîn Ömer Sühreverdî “kuddise sirruh”, Evliyânın büyüklerindendir. Velîlerin hepsi, kendisini sevmekdedir. Kitâbında kerâmetleri, hârikaları anlatdıkdan sonra, buyuruyor ki: (Evliyâdan, yüksek mertebede bulunan birine, hiçbir kerâmet ve hârika verilmiyebilir. Çünki, kerâmetler, yakîni [inanmayı] artdırmak için verilir. Yakîn ihsân edilen birinin kerâmetlere, hârikalara ihtiyâcı olmaz. Bütün bu kerâmetler, Zât-i ilâhîyi hâtırlamak ile kalbin zînetlenmesinden aşağıda kalır). Sôfiyye-i aliyyenin büyüklerinden, şeyh-ül-islâm, Hâce Abdüllah-i Ensârî “rahmetullahi aleyh”, (Menâzilüssâyirîn) kitâbında buyuruyor ki: (Firâset iki dürlüdür: Birincisi, ma’rifet sâhiblerinin firâseti olup, talebenin isti’dâdını keşf etmek, Allahü teâlânın Evliyâsını tanımakdır. İkincisi, riyâzet çeken, açlıkla nefslerini parlatanların firâseti olup, mahlûklara âid gizli şeyleri bilmekdir. İnsanların çoğu, Allahü teâlâyı hâtırlamayıp gece gündüz dünyâyı düşündüğünden, dünyâ işlerinden, ele geçirmek istedikleri şeylerden haber verenleri arıyor. Bunları büyük biliyor. Hattâ, bunları Evliyâ, Allahü teâlâya yakın sanıyorlar. Evliyânın me’ârifine, doğru, ince bilgilerine, dönüp de bakmıyorlar. Belki, bunlara dil uzatıp, bunlar Allahın sevgili kulu olsaydı, gayb olan şeylerimizi, gizli düşüncelerimizi bilirlerdi. Bizim hâlimizden haberi olmıyan bir