Ibni Âbidîn, besinci cild, 249. cu sahîfede ve (Berîka)da ve (Hadîka)da, ferc âfetlerinde
diyor ki, (Kassâb hayvanlarını, semizlemeleri için, ihsâ etmek [kısırlasdırmak]
câizdir. Diger hayvanları ve insânları ihsâ harâmdır.)]
Kadınlardan istenilen besinci sart: Bühtân ve iftirâ etmemekdir. Bu günâh, kadınlarda
çok oldugundan onlara sart edildi. Iftirâ büyük günâhdır ve çok fenâdır.
Bunda yalan söylemek de vardır ki, yalan, her dinde harâmdır. Iftirâda bir mü’mini
incitmek de vardır ki, bu da, baskaca harâmdır. Bunlardan baska, iftirâ etmek,
yeryüzünde fesâd çıkarmaga, ortalıgı karısdırmaga sebeb olur ki, bu da harâmdır.
Altıncı sart: Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin her emrine
itâ’at etmekdir. Bu sart, bütün farzları, sünnetleri yapmak ve bütün yasaklardan
kaçınmak demekdir ve islâmın bes sartını bildirmekdedir.
Islâmın bes sartından biri, nemâzdır. Bes vakt nemâzı üsenmeden, seve seve kılmalıdır.
Malın zekâtını, emr edilen yerine, hevesle vermelidir. Ramezân-ı serîf orucu,
bir senelik günâhların afvına sebebdir. Oruc tutmakdan zevk almalıdır. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Hac edenin geçmis günâhları afv
olur!). Kâ’be-i mu’azzamaya gidip hac etmegi büyük kazanc bilmelidir. Vera’ ve
takvâyı elden bırakmamalıdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu
ki: (Dînin diregi vera’dır). Içki içmemelidir. Serhos yapan hersey, serâb gibi harâmdır.
Mûsikîden de kaçınmalıdır ki, lehv ve la’bdir. Ya’nî nefsin istedigi fâidesiz
isdir ve harâmdır. Bir hadîs-i serîfde, (Mûsikî, zinâya yol açar) buyuruldu.
Müslimânları gîbet etmek, ya’nî kötülemek niyyeti ile çekisdirmek, iki müslimân
arasında söz tasımak, mûsikîden dahâ büyük harâmdır. [Zimmîyi gîbet etmenin de
harâm oldugu, (Behcet-ül-fetâvâ)da yazılıdır.] Bunlardan kaçınmak lâzımdır.
Müslimânla alay etmek, kalbini kırmak da harâm olup, sakınmak lâzımdır.
Ugursuzluga inanmamalı, te’sîr eder sanmamalıdır. (Rûh-ul-beyân)da, Tevbe
sûresi, otuzyedinci âyetinin tefsîrinde diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” tesrîf edince, günlerin mü’minlere ugursuz olmaları kalmadı). Bir hastalıgın
saglam insana elbette geçecegini kabûl etmemelidir. Allahü teâlâ dilerse
geçer, dilemezse geçmez. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Müslimânlıkda, ugursuzluk ve hastalıgın saglam kimseye muhakkak geçmesi
yokdur). [Bununla beraber, tehlükeli seylerden, sübheli yerlerden kaçınmak vâcibdir.
Hastalıga yakalanmamak için tedbîr almalıdır.] Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır.
Bilinmiyen seyleri bunlara sormamalıdır. Bunları gaybleri bilir sanmamalıdır.
[(Serh-ı akâid) kitâbının basında diyor ki, (Insanın birseyi bilmesi, his organı
ile, güvenilir haber ile veyâ akl ile olur. His organları besdir. Güvenilir haber
ikidir: Tevâtür ve Peygamber haberleri. Tevâtür, her asrın güvenilen insanlarının
hepsinin söylemesidir. Akl ile bilmek de ikidir: Düsünmeden hemen bilinirse, (Bedîhî)
denir. Düsünmekle bilinirse, (Istidlâlî) denir. Herseyin, kendi parçasından
büyük oldugu bedîhîdir. Hesâbla edinilen bilgiler istidlâlîdir. His organları ve
akl ile birlikde hâsıl olan bilgiler, (Tecrübî)dir). Görülüyor ki, islâm dîninin, hesâbın
ve tecribenin bildirmedigi seylere (Gayb) denir. Gaybi ancak, Allahü teâlâ
ve Onun bildirdikleri bilir.]
(Sihr), ya’nî büyü yapmamalıdır ve sihr yapdırmamalıdır, harâmdır ve küfre en
yakın olan, en fenâ harâmdır. Sihre âid ufak birsey yapmamaga çok dikkat etmelidir.
Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Müslimân sihr yapamaz. Allah saklasın îmânı
gitdikden sonra, sihri te’sîr eder.) Sanki sihr yapınca, îmânı gider.
[Imâm-ı Nevevî “rahmetullahi aleyh” dedi ki: (Sihr yaparken küfre sebeb olan
kelime veyâ is olursa, küfrdür. Böyle kelime veyâ is bulunmazsa, büyük günâhdır).
Sihr insanları hasta yapar. Sevgi veyâ muhabbetsizlik yapar. Ya’nî cesede ve rûha
te’sîr eder. Sihr, kadınlara ve çocuklara dahâ çok te’sîr eder. Sihrin te’sîri
kat’î degildir. Ilâcın te’sîri gibi olup, Allahü teâlâ, isterse te’sîrini yaratır. Istemezse,
hiç te’sîr etdirmez. Açlık çekerek, sıkıntılı isler yaparak, nefsini ezen, harâm
islemekden zevk alamaz hâle getiren kâfirlerin yapdıgı sihr te’sîr etmekdedir.
Böyle papasların sihr çözmeleri de te’sîrli olmakdadır. Simdiki papaslar, dünyâ
zevklerine düskün ve nefsleri azgın oldugundan, sihr yapamaz ve bozamazlar.
Bir sâhir, sihr ile istedigini elbette yapar, sihr muhakkak te’sîr eder diyen ve inanan
kâfir olur. Sihr, Allahü teâlâ takdîr etmis ise, te’sîr edebilir, demelidir. Büyü
yapılmıs olan kimse, (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi ikinci cildi, yüzseksenyedinci
[187] sahîfedeki âyet-i kerîmeleri ve düâları ve arabî (Teshîl-ül-menâfi’)
sonundaki (Âyât-i hırz)ı sabâh ve ikindi nemâzlarından sonra, yedi gün birer
kerre okur ve boynuna asarsa, sifâ bulur. Bir mikdâr suya, (Âyet-el-kürsî) ve
(Ihlâs) ve (Mu’avvizeteyn) okumalı. Büyülenmis kimse bundan üç yudum içmeli,
kalan ile gusl abdesti almalıdır. Sifâ bulur. (Ibni Âbidîn)de, hastalık sebebi ile
bosanmakda, (Zerkânî)nin 7.ci cild, 104. cü sahîfesinde ve (Mevâhib-i ledünniyye)
tercemesinde diyorlar ki, (Sidr agacının yesil yapragından yedi adedi iki tas arasında
ezilip su ile karısdırılır. Üzerine Âyet-el-kürsi, Ihlâs ve Kul-e’ûzüler okunur.
Üç yudum içip, gusl edilir). Sidr, Lotus denilen yabânî kiraz [Kâzib abanoz] agacıdır.
(Mekâtîb-i serîfe)nin doksanaltıncı mektûbunda diyor ki, (Hâcetlere kavusmak
için, iki rek’at nemâz kılıp, sevâbını (silsile-i aliyye)nin rûhlarına hediyye etmeli,
bunların hurmeti için diyerek düâ etmelidir).
Mevlânâ Muhammed Osmân sâhib “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fevâid-i Osmâniyye)
kitâbının yüzüçüncü sahîfesi sonunda buyuruyor ki, (Sihr ve cadı, ya’nî büyü
âfetlerinden kurtulmak için, üç kerre Salevât-ı serîfe okumalı, sonra yedi Fâtiha,
yedi Âyet-el-kürsî, yedi Kâfirûn sûresi, yedi Ihlâs-ı serîf, yedi Felak ve yedi Nâs
sûreleri okuyup kendi üzerine veyâ hasta üzerine üflemelidir. Bunları tekrâr okuyup,
büyülenmis olanın odasına, yatagına, evin her yerine, bagçesine üflemelidir.
Insâallahü teâlâ, büyüden halâs olur. [Buna karsılık ücret almamalıdır.] Bütün hastalıklar
için de iyidir. Tarlaya bereket gelmesi için, mahsûlün usrunu vermeli, sonra
Eshâb-ı Kehfin ismleri dört kâgıda yazılıp, ayrı ayrı sarılıp, tarlanın ayak basmıyan
dört kösesine defn edilmelidir. Sabâh ve yatsı nemâzlarından sonra büyük âlimlerin
[silsile-i aliyyenin] ismlerini, sonra Fâtiha-i serîfeyi okuyarak rûhlarına gönderip,
onları vesîle ederek yapılan düânın kabûl oldugu tecribe edilmisdir). 148.ci
sahîfesinde ve (Rûh-ul-beyân)da diyor ki, (Eshâb-ı Kehfin ismleri yazılı kâgıdı evinde,
üstünde bulundurmak da, korur. Bereket verir). Roma imperatörlerinden Domityanus
veyâ Dokyanus denilen kimse, çok rezîl, zâlim ve putperest idi. Tanrılıgını
i’lân etdi. 95 de öldürüldü. Efsus, ya’nî Tarsus sehrine gelince, yedi genç Îsâ aleyhisselâmın
dînini bırakmayıp, sehrin onbes kilometre simâl garbîsinde bir magarada
saklandılar. Üçyüzdokuz sene devâmlı uyudular. Imperatör Teodos zemânında
uyanıp Aryüsün talebeleri ile konusdular. Tekrâr uyudular. Teodos putperestligi
yıkdı. Nasrâniyyeti yaydı. Magaraya gidip Eshâb-ı Kehf ile görüsdü. Düâlarını aldı.
Magara kapısında bir mescid yapdı. 395 de öldü. Abbâsî halîfelerinin yedincisi
olan Me’mûn, Hârûn Resîdin oglu olup, kabri Tarsusdadır. (Eshâb-ı Kehfin
ismleri), Yemlîhâ, Mekselînâ, Mislînâ, Mernûs, Debernûs, Sâzenûs, Kefestatayyûs
ve köpekleri Kıtmîrdir. Ehl-i Bedrin ismleri ile tevessül, sifâ ve bereket verdigi, Kabânînin
(Esmâ-i Ehl-i Bedr) kitâbında yazılıdır. Bu kitâb Bombayda basılmısdır.
Nazar degmesi hakdır. Ya’nî, göz degmesi dogrudur. Ba’zı kimseler, birseye bakıp,
begendigi zemân, gözlerinden çıkan suâ’ zararlı olup cânlı ve cânsız, herseyin
bozulmasına sebeb oluyor. Bunun misâlleri çokdur. Fen, belki birgün, bu
suâ’ları ve te’sîrlerini anlıyabilecekdir. Nazarı degen kimse, hattâ herkes, begendigi
birseyi görünce (Mâsâallah) demeli, ondan sonra o seyi söylemelidir. Önce
Mâsâallah deyince, nazar degmez. Nazar degen veyâ korkan çocuk için, çöp yakıp
etrâfında döndürerek tütsülemek veyâ ergimis mumu bası üzerinde suya
dökmek [ve kursun dökmek] câiz oldugu, (Fetâvâ-yı Hindiyye)de yazılıdır. (Fâtiha,
Âyet-el-kürsî ve E’ûzü bi-kelimâtillâhittâmmeti... okumak) hadîs-i serîfde
emr edildigi (Teshîl) 76.cı sahîfede yazılıdır. (Mevâhib)de ve (Medâric)de diyor
ki, (Imâm-ı Mâlike göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, demirle, tuzla, iplik dügümlemekle
ve mühr-i Süleymânla Rukye yapmak mekrûhdur).
(Rukye), okuyup üflemek veyâ üzerinde tasımak demekdir. Âyet-i kerîme ile ve
Resûlullahdan gelen düâlar ile Rukye yapmaga, (Ta’vîz) denir. Ta’vîz câizdir ve inanan,
güvenen kimseye fâide verir. Ta’vîz yazılı muskayı [musamba, naylon gibi su
geçirmez seylere] sarılı olarak cünübün tasıması ve halâya girilmesinin câiz oldugu
(Halebî)de ve (Dürr-ül-muhtâr)da, tahâret bahsi sonunda [s. 119 da] yazılıdır.
Ma’nâsı bilinmiyen veyâ küfre sebeb olan rukyeyi okumaga, (Efsûn) denir. Bunu
veyâ nazarlık denilen seyleri kendi üzerinde tasımaga, (Temîme) denir. Muhabbet
hâsıl etmek için yapılan rukyelere, (Tivele) denir. Ibni Âbidîn besinci cild, ikiyüzotuzikinci
[232] ve ikiyüzyetmisbesinci [275] sahîfelerinde ve (Mevâhib)de ve
(Medâric)de yazılı hadîs-i serîfde, (Temîme ve Tivele sirkdir) buyuruldu. Ibni
Âbidîn burada, nazar degmemek için tarlaya kemik, hayvân kafası koymak câiz oldugunu
bildirmekdedir. Bakan kimse, önce bunu görüp tarlayı sonra görür. Mâvi
boncuk ve baska seyleri bu niyyet ile tasımanın (Temîme) olmıyacagı, câiz olacagı
buradan anlasılmakdadır. Nazar degen kimseye sifâ için (Âyet-el-kürsî), (Fâtiha),
(Mu’avvizeteyn) ve (Nûn sûresi)nin sonundaki iki âyeti okumak muhakkak iyi
geldigi, fârisî (Medâric-ün-Nübüvve) kitâbında ve (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi
ikinci cild, [179]. cu sahîfesinde yazılıdır. Bu iki kitâbdaki ve (Teshîl-ül-menâfi’)
kitâbının ikiyüzüncü [200] sahîfesinde yazılı düâları okumak da fâidelidir. Düâların
en kıymetlisi ve fâidelisi (Fâtiha) sûresidir. (Tefsîr-i Mazherî) son sahîfesinde
diyor ki, (Ibni Mâcede yazılı, hazret-i Alînin bildirdigi hadîs-i serîfde, (Ilâcların en
iyisi Kur’ân-ı kerîmdir) buyuruldu. Hastaya okunursa, hastalıgı hafîfler). Eceli
gelmemis ise, iyi olur. Eceli gelmis ise, rûhunu teslîm etmesi kolay olur. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” gam, gussa, sıkıntıyı gidermek için, (Lâ ilâhe illallâhül’azîm-
ül-halîm lâ ilâhe illallâhü Rabbül-Ars-il’azîm lâ ilâhe illallahü Rabbüs-semâvâti
ve Rabbül-Erdı Rabbül’Ars-il-kerîm) okurdu. (Bismillâhirrahmânirrahîm
ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azîm) okumak, sinir hastalıgına ve bütün
hastalıklara iyi geldigini Enes bin Mâlik haber vermisdir. Harâm isliyenin ve kalbi
gâfil olanın düâsı kabûl olmaz. Mâide sûresinde Allahü teâlânın yaratması için,
vesîleye, ya’nî sebeblere yapısmak emr olunmakdadır. Te’sîri kat’î olan sebeblere
yapısmak farzdır. Meselâ, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavusmak için, islâmiyyete
uymak ve düâ etmek emr olundu. Diger sebebler ve te’sîrleri açıkca bildirilmedigi
için bunlara uymak sünnet oldu. Peygamberlerin ve Evliyânın rûhlarından ve
ilâclardan sifâ beklemek ve dertlerden, belâlardan kurtulmak için bunları vesîle yapmak
sünnet oldu. Vehhâbîler bu sünnete sirk, küfr diyerek, âyet-i kerîmeyi inkâr ediyorlar.
Rûhların vesîle oldugu (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının ikiyüzyirmisekizinci
ve sonraki sahîfelerinde açıkca yazılıdır. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmıyanın düâsı fâide
vermez. Allahü teâlâ, herseyi bir sebeb ile yaratmakdadır. Birseye kavusmak istiyen,
o seyin sebebine kavusmak için düâ etmelidir. Sebebine kavusunca, bu sebebe
yapısır. Insana sıhhat, sifâ vermek için, düâ etmegi, sadaka vermegi ve ilâc kullanmagı
sebeb yapmısdır. Âyet-i kerîme veyâ düâ bir çanaga yazılır. Yâhud kâgıda
yazılıp, kâgıd çanaga konur. Üzerine su konur. Yazı eriyince, hergün içilir. Yâhud,
bu kâgıdı muska yapıp, üzerinde tasır. Yâhud, bunları okuyup, iki avucuna üfürür.
Avuçları ile vücûdünü sıvar. (Tibyân tefsîri) son sahîfesinde diyor ki, (Âise vâldemiz
buyurdu ki, Resûlullahın bir yerinde agrı olsa iki Kûl e’ûzü sûresini okuyup, mubârek
avucuna üfler, elini agrı olan yere sürerdi). Düâ ve ilâc, ömrü uzatmaz. Eceli
geleni ölümden kurtarmaz. Ömür, ecel bilinmedigi için, düâ etmek, ilâc kullanmak
lâzımdır. Eceli gelmemis olan, sıhhata, kuvvete kavusur. Sifâyı ilâcdan degil,
Allahü teâlâdan beklemelidir. Muhammed Ma’sûm “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)
da buyuruyor ki, (Murâd için âyet-i kerîme ve düâyı izn alarak okumalı demislerdir).
Izn veren, onu kendine vekil etmis olur. Meshûr bir Âlimin, Velînin kitâbında
(okumalıdır) yazmıs olması, izn vermek olur. Izn vereni ve iznini düsünerek okuyunca,
o zât okumus gibi fâideli, te’sîrli olur. Kur’ân-ı kerîmi ve düâyı ücret ile okumak,
ya’nî okuması için, önceden birsey istemek büyük günâhdır. Istemesi ve alması
harâm olur ve okudugunun fâidesi olmaz. Birsey istemeyip, sonradan verilirse,
hediyye olur. Hediyyeyi alması câiz olur. (Fetâvâ-i fıkhiyye)nin otuzyedinci [37]
sahîfesinde diyor ki, (Kâfirlere gönderilen mektûbda Kur’ân-ı kerîmden bir iki
âyet yazmak câizdir. Fazla yazılmaz. Bir iki âyet de, onlara va’z için veyâ huccet,
vesîka olarak câiz olur. Kâfir, muskanın fâidesine inansa bile, ona âyet-i kerîme ile
mubârek ismler ile muska yazmak câiz olmaz. Harâm olur. Harfleri ayrı ayrı yazmakla
da câiz degildir. Ister müslimân yazsın, ister kâfir yazmıs olsun, bir muskayı
kullanmak için, içinde küfr veyâ harâm olan yazının bulunmadıgını bilmek lâzımdır).
(Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Üç sart bulununca, Rukye câiz olur:
Âyet-i kerîme ile veyâ Allahü teâlânın ismleri ile olmakdır. Arabî lisânı ile veyâ
ma’nâsı anlasılan lisân ile olmalıdır. Rukyenin, ilâc gibi olup, Allahü teâlâ dilerse
te’sîr edecegine, te’sîrini Allahü teâlânın verdigine inanmakdır. Göz degen kimseye,
Peygamber efendimizin bildirdigi su ta’vîzi okumalıdır: (E’ûzü bikelimâtillâhittâmmâti
min serri külli seytânın ve hâmmatin ve min serri külli aynin lâmmetin).
Bu ta’vîz her sabâh ve aksam üç def’a okunup kendi üzerine veyâ yanındakilerin
üzerine üflenirse, göz degmesinden ve seytânların ve hayvanların zararından korur).
Bir kimseye okurken, E’ûzü yerine (Ü’îzüke) denir. Iki kisiye okurken (Ü’îzükümâ)
denir. Ikiden fazla kimseye okurken, (Ü’îzüküm) demelidir].
Hulâsa, Muhbir-i sâdık [ya’nî hep dogru söyleyici] ne bildirdi ise ve Ehl-i sünnet
âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” din kitâblarında ne yazdı ise, onları
yapmaga canla basla çalısmalıdır. Bunların aksini siddetli zehr bilmelidir ki,
sonsuz ölüme sürüklerler. Ya’nî, ebedî ve çesid çesid azâblara sebeb olurlar.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin huzûrunda bulunan
kadınlar, bunların hepsini kabûl etdi ve yalnız söz ile ahd etdiler. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” bunlara hayr düâ etdi ve afvlarını diledi. Bu düâlarının
kabûl oldugu tam umulur ve hepsinin afv oldugu ma’lûm olur. Ebû Süfyânın zevcesi
ve Mu’âviyenin “radıyallahü anhümâ” annesi olan Hind “radıyallahü anhâ”
bunların arasında idi ve hattâ baskanları idi. Kadınlar nâmına o konusmusdu. Bu
ahdından ve bu istigfâr düâsına kavusmasından dolayı, kazandıgı çok umulur.
Müslimân kadınlardan herhangisi de, bu sartları kabûl ederek, bunlara uyarsa,
bu sözlesmege dâhil sayılır ve bu düâdan fâidelenir. Nisâ sûresi, yüzkırkyedinci [147]
âyetinin meâl-i serîfi: (Allahın ni’metlerine sükr eder ve îmân ederseniz, Allah size
niçin azâb etsin?)dir. Ya’nî azâb etmez. Allahü teâlâya sükr etmek, Onun dînini
kabûl etmek demekdir ve islâmiyyetin ahkâmını yapmak demekdir. [Bunu,
102.ci sahîfedeki onyedinci [17] mektûb tercemesinde okuyunuz!]. Cehennemden
kurtulmak için, i’tikâdda ve amelde, dînin sâhibine “sallallahü aleyhi ve sellem”
uymakdan baska çâre yokdur. Üstâd aramakdan maksad, islâmiyyeti ögrenmekdir.
Onlardan görerek, i’tikâdda ve islâmiyyete uymakda kolaylık elde etmekdir.
Yoksa, istedigini yapıp, istedigini yiyip de, mürsidin etegine yapısarak azâbdan kurtulmak
yokdur. Böyle sanmak, tam bir hayâle kapılmakdır. Kıyâmetde izn verilmeden
kimse, kimseye sefâ’at edemiyecekdir. Izn alan da, râzı olduguna sefâ’at edecekdir.
Râzı etmek için islâmiyyete uymak lâzımdır. Bundan sonra, insanlık îcâbı
kusûru bulunursa, ancak böyle kusûrlar, sefâ’atle afv olacakdır.
Süâl: Kusûrlu olan, günâhı olan kimseden râzı olurlar mı?
Cevâb: Allahü teâlâ, onu afv etmek isterse ve afv için sebeb araya korsa, o kimse,
görünüsde günâhı bulunsa bile, elbette râzı olunmuslardan demekdir. Allahü
teâlâ hepimizi râzı oldugu kullardan eyliye! Âmîn.
TENBÎH: Sihr (Büyü): Cinlerin insanlarda yapdıkları hastalıklardır. Müslimân
cinlerden insanlara zarar gelmez. Cinler her seklde görünür. Kâfir cinler, sâlih insan
sekline de girer. Kâfir insanlar gibi, bir iyilik yapınca, küfre, fıska da sebeb olurlar.
Arkadaslık etdigi insanın gösterecegi kimselerde hastalık, sihr yaparlar. Bu hastalıkdan
kurtulmak için, bu cinni öldürmek veyâ kovmak lâzımdır. Cinnin zararından
kurtulmak için, en te’sîrli iki silâh, (Kelime-i temcîd) ve (Istigfâr düâsı)dır. Kelime-
i temcîd, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm)dir. Bunu okuyandan
cinlerin kaçdıgını, büyünün bozuldugunu, imâm-ı Rabbânî 174.cü mektûbunda
ve istigfâr düâsının, derdlere devâ oldugu hadîs-i serîflerde bildirilmisdir.