215- Cenâze taşımak ve defn

HASAN CAN

Active member
CENÂZE TAŞIMAK VE DEFN

Cenâze taşımakda önce ön tarafda, meyyitin sağ tarafı, sağ omuza alınıp, on adım taşınır. Sonra, arka sağ bacak tarafı sağ omuzda, on adım taşınır. Sonra meyyitin sol tarafına, ya’nî arkadan bakıldığına göre, tabutun sağ tarafına geçip, sol omuzda, on adım önde, on adım arkada taşınır. Hepsi kırk adım eder. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Cenâzeyi kırk adım taşıyanın kırk büyük günâhı afv olur.)
Dükkânda, kahvede olan müslimânlar, bir cenâze görünce, gidip hiç olmazsa kırk adım taşımalı ve biraz arkasından yürümeli, rûhuna Fâtiha ve düâ okumalıdır. Cenâzeyi görünce, olduğu yerde ona karşı dikilip beklemenin tahrîmen mekrûh olduğu, (Merâkıl-felâh)da ve (Halebî-i kebîr)de yazılıdır. Cenâzeyi taşıdıkdan sonra, arkasından yürümelidir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, Sa’d bin Mu’âzın “radıyallahü anh” cenâzesini taşıdı. Ne büyük bahtiyârlık!
Cenâzeyi (Beynel’amûdeyn) taşımak, ya’nî sedye gibi, biri önde, biri arkada olmak mekrûhdur. (Terbî’) şeklinde, ya’nî omuzda, kolundan el ile tutarak dört kişinin taşıması sünnetdir. Omuz, kolu altına geçirilmez. Tabutun kolu el ile tutulup omuz üstüne alınır. Cenâzeyi sırtda ve hayvan üstünde taşımak câiz değildir.
[Cenâzeyi, zarûret olmadıkca kâfirlerin âdetine göre, araba ve otomobil ile götürmek kerîhdir ve meyyite zulmet ve zarar verir. Taşıyanlara günâh olur. İbâdet yaparken, İslâm âdetlerini bırakıp, ecnebî âdetlerini almak büyük günâhdır. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” zemânlarında, cenâze yalnız terbî’ sûretinde taşınırdı. Hükûmet, kanûn, arabada taşımağı emr ederse, emre uyulur. Üçüncü kısmda, 26. cı maddeye bakınız!]
Süt çocuğunu ve biraz büyüğünü, bir kişi iki eli üzerinde götürür. Bu kişi, hayvan üzerinde de olabilir. Büyük çocuklar, tabut ile götürülür.
Cenâzeyi, meyyiti sarsmıyacak kadar, hızlı götürmelidir.
Cemâ’at çok olsun diye Cum’a nemâzından sonraya bırakmak mekrûhdur. Cenâzeyi gömerken, Cum’a nemâzını kaçırmak tehlükesi olursa, bu zemân cenâze nemâzı, Cum’a nemâzından sonraya bırakılabilir. [Uzak yerlerdeki akrabâsının yetişmesi için, cenâzeyi bir veyâ birkaç gün sonra kaldırmak câiz değildir.]
Bayram nemâzı cenâze nemâzından önce, hâzır olan cenâzenin nemâzı da bayram hutbesinden önce kılınır. Musallâda cenâze nemâzı için bekliyenler, cenâze yere konmadan önce ayağa kalkmazlar. (Surret-ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Musallâda oturanlar, cenâze gelince, ayağa kalkmamalıdır.)
Cenâzede bulunanlar, arkasında ve ona yakın yürümelidir. Cenâzede bulunmak sünnet-i müekkededir. Şâfi’î mezhebinde cenâzenin önünde gidilir. Kadınlar cenâzede bulunmaz. Sessiz götürülür. Yüksek sesle tekbîr, tehlîl, ilâhîler okumak bid’at ve günâh olduğu (Halebî-i kebîr) ve (Merâkıl-felâh) ve Tahtâvî hâşiyesinde ve (Ni’met-i islâm)da ve (Şir’atül-islâm şerhi) sonunda uzun yazılıdır. Câhillerin yapmalarına ve yazmalarına aldanmamalıdır. Böyle bid’atler bulunan cenâzeyi terk etmemeli, mümkin ise, mâni’ olmalıdır. Fekat, bid’at bulunan ziyâfeti terk etmek lâzımdır. Cenâzenin ön ve yan taraflarında yürümek câiz ise de, arkasında gitmek dahâ iyidir.
Hayâtda iken, kendi için kabr kazdırmak câizdir. Kendi mülkünde ise, ona mahsûs olur. Kendi mülkünde değil ise ve kabristânda yerini satın almamış ise, başkası da oraya gömülebilir.
Meyyiti büyük mezârlıkda gömmek lâzım ve sünnet ve çok fâidelidir. Sâlihlere ve Evliyâya “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yakın defn etmelidir. Fâsıkların, fâcirlerin ve hele kâfir ve mürtedlerin kabrlerinden uzak olmalıdır. Rutûbetli yerlerde defn etmek iyi değildir. Mümkin olduğu kadar kuru yerlere defn etmelidir. Nemli yerde defn, çabuk çürümesine sebeb olur. Dîn-i islâmda, meyyitin geç çürümesi lâzımdır.
 

HASAN CAN

Active member
Toprak nemli veyâ gevsek olursa, tabut ile gömmek iyi olur.
Cenâze ile çiçek ve çelenk götürmek ve bunları mezâr üstüne koymak ve mâtem
alâmetleri tasımak, yakaya rozet, resm gibi seyler takmak, kâfirlerin âdetidir.
Müslimânların bunları yapması harâmdır ve meyyit için zararlıdır. (Künûz-üd-dekâık)
da yazılı ibni Mâcenin bildirdigi hadîs-i serîfde, (Cenâzeyi yüksek sesle ve ates,
ısık ve baska seyler tasıyarak götürmeyiniz!) buyuruldu. Türbe, oda içindeki kabr
üzerine ipekli veyâ baska bez serip üzerine gül serpmek, böylece türbenin güzel
kokmasını saglamak iyi olur. Bunun câiz oldugu, Ahmed Sa’îd-i Serhendînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” fârisî (Tahkîk-ul-hakk-ıl-mübîn) kitâbında yazılıdır.
Kabr kazıp, kabrin içine defn etmek farz-ı kifâyedir. [Defn için lâzım olan
müslimân bulunmazsa, bunu haber alan her müslimânın defnde bulunması farz olur.
Hizmet eden bulunmayıp, ücret vererek mezârcılara defn etdirmek lâzım olursa,
haberi olup hizmet etmiyen bütün müslimânlar günâha girer. Fâsık olurlar. Ölüyü
defn etmek, cenâze nemâzı kılmak gibi, ibâdetdir. Bu ibâdeti de ücretsiz yapmak
farzdır. Alınan ücret harâm olur. Ücretsiz yapan bulunmadıgı zemân, bu farzın
yapılması ve müslimânların ölülerinin açıkda kalmaması için, fakîrlerin bu farzı
ücret ile yapması câiz olur. Bunun alacagı ücret halâl olur ise de, ücretsiz hizmetden
kaçanlar günâhdan, fıskdan kurtulamazlar. Meyyiti topraga gömmek farz
oldugu için, bu farza ehemmiyyet vermiyerek hizmetden kaçanın ve ilmi, fenni ileri
sürerek, ölüleri gömmek gericilikdir. Buda, Berehmen, komünist kâfirleri gibi,
ölüleri yakmak dahâ iyidir diyenin îmânı gider. Mürted olur.]
Topragı kazmayıp, yer yüzüne, binâ içine, mermerler içine koymak câiz degildir.
Gemide ölen, karaya götürülemezse, gömmek farz olmaz. Zarûret olmadıkca,
bir kabre, iki kisi gömülmez. Bir ölü çürüyüp, kemikleri toprak olmadan, bu
mezâra baskası gömülemez. Baska mezâr kazılamazsa, kemikler toplanıp, mezâr
içinde, toprakla örtülerek, baskası, topragın öte yanına gömülebilir. Meyyit çürüyüp,
toprak olunca, bu mezâra baskası defn olunabilir. Toprak vakf olmayıp birinin
mülkü ise, mâliki tarafından kabr üzerine tarla ve ev yapılabilir. Fetvâ da böyledir.
(Hadîka)da, el âfetlerinde diyor ki, (Meyyit çürüyüp toprak oldukdan sonra,
buraya baskasını gömmek veyâ toprak üzerine tarla, binâ yapmak câiz olur. Mezârlar,
sel, nehr suları altında kalırsa, çıkarıp baska yere gömmek câiz degildir).
Eski kâfir mezârlarında, kâfirlerin alâmetleri kalmayınca, buraya mü’minler gömülebilir
ve câmi’ yapılabilir. Nitekim, Medîne-i münevverede (Mescid-i nebî)
nin yeri önce kâfirlerin kabristânı idi. Kazılıp, kemikler baska yere götürülüp,
buraya mescid yapıldı.
(Câmi’-ul-fetâvâ)da diyor ki, (Kabrin derinligi, insanın gögsüne kadar olmalıdır.
Adam boyunca olması dahâ iyidir.) Kabr, su girmemesi, koku çıkmaması ve
hayvanların açmaması için, derin olmalıdır. Uzunlugu meyyitin boyu kadar, genisligi,
boyunun yarısı olmalıdır. Kabrin uzunluguna istikâmeti, kıble ciheti ile dik açı
yapacak seklde olmalıdır. Lahd yapmak sünnetdir. Lahd, kabr kazıldıkdan sonra,
kabrin taban sathından kıble cihetine ve kabr boyunca, içine meyyit sıgacak kadar
genislik ve yükseklikde kazılan yerdir. Meyyit, lahd içine, sag yanı üzere konur.
Sak yapılmaz. Ya’nî kabr kazıldıkdan sonra ortasına çukur açıp, meyyit buraya
konmaz. Toprak çürük, nemli ise, erkegi lahdin veyâ dogruca kabrin içine tabut
ile koymak câiz olur. Toprak kuru ve saglam ise, erkegi tabut ile gömmek mekrûh
olur. Meyyitin altına keçe, hasır gibi seyler sermek de mekrûhdur. Tabut ile
gömünce tabut içine biraz toprak konur. Kadınları, her zemân tabut ile gömmek
efdaldir.
Gemide ölen kimse, karaya gidinceye kadar kokacak ise, yıkanır, kefenlenir, nemâzı
kılınır. Kâfir memleketi yakın ise, agır birsey baglıyarak denize bırakılır. Islâm
sâhili yakın ise, agır sey baglanmaz.
Öldügü odayı kazıp, buraya gömmek câiz degildir. Mekteb, tekke yanına da göm-
meyip, islâm mezârlıgına götürmelidir.
(Sir’at-ül-islâm)da diyor ki: (Cenâzeyi kabr basına koyunca, is yapmıyanlar oturmalı
veyâ çömelmelidir. Yehûdîler ve hıristiyânlar gibi ayakda durmamalıdır.
Meyyit defn edilirken, yedi sûreyi okumak müstehabdır. Bu yedi sûre, Innâ enzelnâ
ve Kâfirûn, Izâ câe, Ihlâs, iki Kul e’ûzü ve Fâtiha sûreleridir. Defnden sonra bir
hafta hergün sadaka verip, sevâbını meyyitin rûhuna hediyye etmek de müstehabdır.)
Kabre tek veyâ çift sayıda kimse girip, kıbleye dönüp, kabrin kıble tarafına ve
kabre muvâzî [paralel] olarak bırakılmıs olan meyyiti alıp, kabr içine veyâ lahd içine,
yüzü kıbleye karsı korlar. Koyarken, (Bismillâh ve billah ve alâ millet-i Resûlillah
“sallallahü aleyhi ve sellem”) derler. Ezân okumazlar. Meyyitin yüzü, lahdin
içine dogru olup, arkasına toprak ve kerpiç konur. Sonra mezârın içi toprakla
doldurulur. Ters konmus meyyiti kıbleye çevirmek için mezâr açmak câiz degildir.
Çünki, mezârı açmak harâmdır. Kabrde unutulan bir malı almak için açılabilir.
Kabrde kefenin uçları çözülür.
 

HASAN CAN

Active member
(Mîzân-ül-kübrâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Dört mezheb
sözbirligi ile bildiriyor ki, lahdin kabr tarafı, kerpiç dizerek veyâ hasırla kapatılır.
Burasını pismis tugla ile, tahta ile kapatmak mekrûhdur. [Çivi, tugla gibi fırınlanmıs
seyler, zînet esyâsıdır. Bunları kabrin içinde kullanmak mekrûhdur.] Kabrin
üstünü, dısardan tugla, agaç ve mermerle örtmek câizdir. Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” mubârek lahdi, dokuz dâne kerpiç ile kapatılmısdır. Kadınlar
kabre tabutsuz konurken, büyük bez ile perde tutulur.)
Kabr toprakla örtülür. Kabr bir karısdan yüksek olmamalıdır. Kabr üzerine bas
tarafından üç avuc toprak atmak müstehabdır.
Defn etdikden sonra, birkaç dakîka etrâfında oturup veyâ çömelip, Bekara
sûresinin basını ve sonunu okumak, meyyit için düâ ve istigfâr etmek müstehabdır.
[Papaslar, kabr yanında ayakda okuyorlar. Müslimânlar papas gibi ayakda okumamalı,
çömelip okumalıdır.] Sâlih müslimânlar, aralarında paylasıp, bir evde toplanarak
veyâ herkes kendi evinde, ücretsiz olarak hatm ve hatm-i tehlîl okumaları
ve sevâbını meyyitin rûhuna göndermeleri çok fâidelidir. [Kabr yanında nutk söylemek
kâfirlerin âdetidir. Kâfirler gibi nutk söylemek, meyyiti kendinde bulunmıyan
seylerle övmek câiz degildir. Kendinde bulunan sıfatlar ile de övmekde fâide
ve lüzûm yokdur. Meyyit için sessiz aglamak câizdir. (Serh-us-sudûr) ve (Berekât)
da, (Mü’minin ölümüne gökler aglar) yazılıdır. Meyyit için yüksek sesle aglamak,
mâtem tutmak, siyâh elbise giymek, siyâh perdeler ve rozetler, isâretler asmak,
mâtem isâretleri, resmini tasımak câiz degildir. (Hazânet-ür-rivâyât) sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Cenâzeye ve cenâze çıkan yere siyâh örtmek
ve siyâh giyinmek câiz degildir.)]
Kabr üzerine su dökmek sünnetdir. Kabrin üzerine terbî’ yapmak, ya’nî düz yapmak
Hanefîde sünnet degildir. Müsennem, ya’nî balık sırtı gibi yuvarlak yapmak
sünnetdir. Kabr içini kireç ve çimento ile sıvamak câiz degildir. Âlimlerin, büyüklerin
kabrlerini korumak için, türbe, binâ yapmanın, Hanefî mezhebinde câiz oldugu,
(Halebî-yi kebîr) sonunda bildirilmisdir. (Mîzân)da ve (Ukûd-üd-dürriyye)
sonunda da yazılıdır. Fekat, süs için yapmak harâmdır. Kabr üzerine tas, çimento,
demir parmaklık yaparak korumak câizdir.
Mezâr tası dikmek câizdir. Tas üzerine âyet-i kerîme, mubârek ismler, si’r,
medhiye gibi seyler, Fâtiha kelimesini yazmak, resmini koymak câiz degildir.
Asrlardan beri yazılıyor ise de, kötü bir bid’atdir. Kötü âdetler, câiz olmagı göstermez.
Mezâr tasına, ism ve ölüm hicrî senesi yazılabilir dediler.
Hâmile kadın ölünce, çocuk diri ise, batnı sol tarafdan yarılıp, çocuk çıkarılır.
Hâmile bir kadının çocugu ölmüs ise ve anasının ölümüne sebeb olacaksa, ebe eli-
ni ferce sokup âlet ile çocugu parçalayıp çıkarır. Çocuk diri iken, anasının ölümüne
sebeb olacak ise, çocugu parçalamak [öldürmek] câiz olmaz. Çünki, anasının
ölümüne sebeb olacagı kat’î degildir. Zan ve ihtimâldir. Zan edilen bir tehlüke için
insan öldürmek câiz degildir. Birinin malını yutup ölen kimsenin, ödeyecek malı
yoksa, karnı yarılıp malı çıkarılır. Komsusunun, akrabâsının, arkadasının cenâzesine
gitmek, erkekler için nâfile ibâdet yapmakdan dahâ çok sevâbdır.
Cenâzeyi, bulundugu sehrde gömmek müstehabdır. Iki veyâ dört kilometreden
az uzaga götürmek sözbirligi ile câizdir. Dahâ uzaga götürmek ihtilâflıdır. Ya’kûb
ve Yûsüf aleyhimesselâmın cenâzeleri Mısrdan Sâma nakl edildi ise de, onların dinlerinde
nakl câiz idi. Defnden sonra câiz degildir. (Redd-ül-muhtâr) besinci cild.
Baska yere götürülmesini vasıyyet etmek bâtıldır.
Meyyit sâhiblerinden büyük, küçük erkeklere ve yaslı kadınlara rast gelince,
ta’ziye etmek, ya’nî, basın sag olsun demek gibi, sabr tavsıye etmek müstehabdır.
Ta’ziye için, (A’zamallahü ecrek ve ahsene azâek ve gafere limeyyitik) denir ki,
(Allahü teâlâ, sevâbını, dereceni artdırsın ve güzel sabr etmeni nasîb eylesin ve meyyitinin
günâhlarını afv eylesin) demekdir. Musîbetlere, elemlere sevâb olmaz.
Bunlara sabr etmege sevâb verilir. Fekat, elemlere sabr edilmese de, günâhların
afvına sebeb olurlar. Hastalık da musîbetdir. Meyyit sâhibinin, ta’ziye için, üç günden
az, bir yerde bulunması câiz ise de, câmi’de beklemesi ve kadınların hiçbir yerde
beklemeleri câiz degildir. Defnden sonra düâ edilir. Sessiz olarak Kur’ân-ı kerîm
okunur. Yüksek sesle okumak mekrûhdur. Sonra cemâ’at ve meyyit sâhibi, isleri
basına dagılmalıdır. Üç günden sonra ta’ziye yapmak mekrûhdur. Ancak
uzakda olanlar ve yakın olup da, geç haber alanlar için mekrûh olmaz. Iki kerre
ta’ziye etmek ve kabr basında ve meyyit sâhiblerinin kapılarında ta’ziye mekrûhdur.
Ta’ziye, mektûb ile de olur. Cenâze çıkan eve komsuların ve yakında oturan
akrabânın, bir gün ve gecelik yemek göndermeleri müstehabdır. Ca’fer-i Tayyâr
“radıyallahü anh” yetmisden ziyâde kılınc ve ok yarası alarak sehîd olunca, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” bunun evine yemek gönderilmesini emr buyurdu.
Ölü evinden yemek, helva dagıtılması mekrûh ve çirkin bir bid’atdir. Birinci,
üçüncü, yedinci [kırkıncı ve elliüçüncü] gibi günlerde helva, çörek gibi seyler
yapmak ve kabr basında yemek dagıtmak ve hâfızları, hocaları, mevlidcileri toplayıp,
okutup yemek vermek mekrûhdur. Bunların çogu, gösteris için, söhret için
yapılmakdadır. Bu bid’atler yapılırken, araya nice harâmlar da karısmakdadır. Bunların
yapılmasını vasıyyet etmek de bâtıldır. Dinlenmez ve günâhdır. Kırkıncı
günü beklememeli, düâ, hatm, sadaka ve kadın ile erkek karısık olmıyarak mevlid
okutmak gibi ibâdetler, hemen yapılıp, sevâbları meyyitin rûhuna hediyye
edilmelidir. Câmi’lerde, ölüler için, islâmiyyete uymıyan toplantılar yapmak günâhdır.
Dısarda, kadın erkek birlikde oturmak günâh oldugu gibi, mevlid için bir
araya toplanmaları dahâ fenâdır. Ibâdet seklinde günâh islemek, baska yerde islemekden
dahâ günâhdır. Üç harâm sâatde nemâz kılmak yasak olması da bunun
gibidir. Yasak olan zemânda ve yerde kılınan nemâzın sevâbı olmaz. Günâh da olur.
Çünki, yasak edildigi hâlde yapılmakdadır. Kadınların, örtülü olarak dahî, yabancı
erkeklerle karısık oturmaları yasak edilmisdir. Bu yasak, ibâdethâne olan câmi’lerde
ibâdet seklinde olursa, dahâ büyük günâh olur.
Defnden sonra [kabre ve kıbleye karsı ayakda durarak] telkîn vermek sünnetdir.
Verilmese de olur denildi. (Mecmâ’ul-enhür)de diyor ki, (Öldükden sonra da
telkîn verilir denildi. Çünki, rûhu ve aklı geri verilir ve yapılan telkîni anlar. Sâfi’î
mezhebinde de böyledir. Telkîn emr olunmadı, yasak da olunmadı, câiz degil
diyenler de oldu ise de, yapılması iyi olur). Kabrdeki meyyite telkîn yapmanın mesru’
oldugu (Cevhere)de yazılıdır. (Nûr-ul yakîn fî mebhas-it telkîn) kitâbında, telkînin
sünnet oldugu çesidli delîller ile isbât edilmekdedir. (Cilâ-ül-kulûb)de ve (Gâliyye)
de diyor ki: (Resûlullah “aleyhissalâtü vesselâm”, defnden sonra telkîn ver-
megi emr eyledi. Kendisi de telkîn verdi). Kâdî-zâdenin (Birgivî vasıyyetnâmesi)
serhinde (Telkîn)in nasıl verilecegi uzun yazılıdır. Kabr süâli olmıyan kimselere
telkîn verilmege lüzûm yokdur. (Sirâc)da diyor ki, (Bütün insanlara kabr süâli olacagını,
Ehl-i sünnet âlimleri sözbirligi ile bildirmekdedir. Sabî iken ölene de cenâb-
ı Hak, cevâb vermesini ilhâm edecekdir). Ibni Abdül-Berr ve imâm-ı Süyûtî
(Mü’min ve münâfık olan ehl-i kıbleye süâl vardır) buyurdu. Buna göre, hazret-i
Ömere kabr süâli oldugunu ve verdigi cevâbı bildiren haber dogru olmakdadır. Süyûtînin
talebesi olan Muhammed bin Alkamî, hicretin 929. cu senesi vefât etdi. Hocasının
(Câmi’us-sagîr) hadîs kitâbını serh ederken diyor ki, (Kâfirlere kabr süâli
olmaz. Mü’minlerden dokuz kimseye de süâl olmaz: Sehîd, düsmân karsısında nöbetde
iken ölen, vebâ, kolera gibi bulasıcı hastalıkdan ölen, böyle hastalıklar yayıldıgı
zemân kaçmayıp, sabr ederek baska sebeble ölen, Sıddîklar, bâlig olmıyan
çocuklar, Cum’a günü veyâ gecesi ölenler, her gece (Tebâreke) sûresi [ve Secde
sûresini] okuyanlar ve ölüm hastalıgında (Ihlâs) sûresi okuyanlara kabr süâli olmaz.
Peygamberler “aleyhimüsselâm” da, Sıddîklara dâhildir). Birkaç gün tabutda
kalan mevtâya tabutda iken süâl olmaz. Süâl kabrde olur. Kâdî-zâde Ahmed
efendi, (Ferâid-ül-fevâid) ismindeki (Âmentü serhı)nde diyor ki, (Kabr süâli,
ba’zı akâidden veyâ akâidin hepsinden, yâhud çesidli akâid ile amelden veyâ herkese
baska seylerden olur denildi). Müderris Muhammed Demir hâfızın (Îmân ve
Ibâdet) kitâbı 1344 [m. 1926] da basılmıs ve diyânet reîsligi tedkîk heyetince tasdîk
edilmisdir. Bu kitâbda diyor ki, (Kabrde Münker ve Nekîr meleklerine cevâb
olarak sunları ezberlemelidir: Rabbim Allahü teâlâ, Peygamberim Muhammed
aleyhisselâm, dînim dîn-i islâm, kitâbım Kur’ân-ı azîmüssân, kıblem Kâ’be-i serîf,
i’tikâdda mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemâ’at, amelde mezhebim imâm-ı a’zam Ebû
Hanîfedir). Ahmed Âsım efendi, (Emâlî) serhinde diyor ki: (Bir kimseyi kurtlar
parçalayıp yiseler yâhud atesde yaksalar, denizde çürüse, süâl olunup, kabr azâbını
veyâ ni’metini bulur. Kâfirlere ve tevbesiz ölen fâsıklara kabrde azâb yapılır.
Hadîs-i serîflerde, (Kabr, Cennet bagçelerinden bir bagçe yâhud Cehennem çukurlarından
bir çukurdur) ve (Kabr azâbından Allaha sıgınırız) ve (Üzerinize idrâr
sıçratmayınız! Çok kimseye kabr azâbı bundan olacakdır) ve (Meyyit, ehlinin,
evlâdının aglamalarından azâb duyar) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem”, iki kabr yanında durup, (Bunlardan biri, idrâr sıçramasından sakınmadıgı
için, digeri ise, müslimânlar arasında söz tasıdıgı için, kabr azâbı çekiyorlar) buyurdu).
Ölürken kaç yasında olursa olsun, Cennetde erkekler de, kadınlar da, hep
otuzüç yasında olacakdır.
(Necât-ül-müsallî)de diyor ki, (Hısn-ül-hasîn)de diyor ki, hadîs-i serîfde, (Bir
hasta, lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn kırk def’a okursa, sehîd
olarak vefât eder. Sifâ bulursa, günâhları afv olur) buyuruldu.
Ey, yerin gökün sâhibi, ey vasfı Allahüssamed!
sayısız ısyânla geldim, kapına, beni kılma red!
Lutfunla bu bîçâreye, fadlınla bu âvâreye,
afvınla yüzü kâreye, ey Rabbim sen eyle meded!
Âsîlere gufrân senden, derdlilere dermân senden,
adâletle ihsân senden, rahmetine yokdur aded!
Sen canların cânânısın, derdlilerin dermânısın,
âlemlerin sultânısın, ben bir garîb-i hâcetmend!
Derdime kılmazsan devâ, senden baska kime varam,
her iyilik ancak senden, hâlık, ma’bûd Allah ehad!
 
Üst Alt