217- Kabr ziyâretinin fâideleri

HASAN CAN

Active member
KABR ZİYÂRETİNİN FÂİDESİ

Mezhebsizler, ölüden fâide ve zarar gelmez diyorlar. (Feth-ul-mecîd) kitâblarının ikiyüzdoksandokuzuncu sahîfesinde, (Allah, takvâ sâhibi olan mü’min kullarının elinde kerâmet hâsıl eder. Onların düâsı veyâ sâlih amelleri ile kerâmet hâsıl olur) diyor. Beşyüzüncü sahîfesinde, (Peygamberden veyâ sâlih olan her mü’minden diri iken düâ istenebilir. Fekat, ölüden düâ istenmez. Ölüye düâ edilir) diyor. İkiyüzsekizinci sahîfesinde, (Ölüden birşey, yardım istemek şirkdir. Ölü, fâide ve zarar yapmaz. Allahdan şefâ’at istiyemez. Ondan şefâ’at istiyen müşrik olur) diyor. Dörtyüzseksenbeşinci sahîfesinde, (Kabr ziyâret edilir. Ölüye düâ edilir. Şimdi müşrikler bunu tersine çevirdi. Kabrlere tapıyorlar. Ondan düâ istiyorlar. Ondan yardım bekliyorlar. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Medîne kabristânına geldi. Kabrlere karşı durup, (Esselâmü aleyküm yâ ehlel-kubûr! Allah, bizi ve sizleri magfiret etsin! Siz önce gitdiniz. Biz sonraya kaldık) dedi. Ümmetine de, böyle ziyâret yapmalarını bildirdi) diyor. Hemen sonra da, (Selef-i sâlih, Resûlullahı ziyâret ederdi. Selâm verdikden sonra kabre arkasını dönüp, kıbleye karşı düâ ederdi. Dört mezhebin imâmları böyle bildirdi) diyor. İkiyüzyetmişikinci sahîfesinde, (Evliyâdan diri iken de, öldükden sonra da yardım istiyorlar. Kerâmet olarak fâide ve zarar yapacaklarına inanıyorlar. Bunun gibi taşkınlıklar, Allahdan başkasına ibâdet etmekdir) diyor. İkiyüzellisekizinci sahîfesinde, (Her nerede bana salevât okursanız, bana bildirilir. Nemâz kılmak için mescide girenin, selâm vermek için Resûlullahın kabrine gelmesi yasakdır. Eshâbdan kimse, selâm vermek için Peygamberin kabri önünde durmadı) diyor. Görülüyor ki, kitâbın yazıları birbirini tutmamakda, dört mezheb imâmlarına da “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” iftirâ etmekdedir.
Mezhebsizlerin bu yalanlarına karşı Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” vesîkalarla, misâllerle cevâb verdiler. Âlûsî bile (Gâliyye) kitâbında, (Kabrim yanında salevât okuyanı işitirim. Uzakda okuyanları, melek bana haber verir) hadîsini bildiriyor. (Câmi’u-kerâmât-il-evliyâ)dan alınan aşağıdaki yazıları, anlayışlı ve insâflı olan, okuyunca, yapıcı ile yıkıcıyı kolayca ayırabilir:
Fahr-üd-dîn-i Râzî, tefsîrinde, Sûre-i Kehfde diyor ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın cenâzesini, vasıyyeti üzerine, Resûlullahın kabri yanına getirdiler. Selâm verip, kapına gelen Ebû Bekrdir yâ Resûlallah dediler. Türbenin kapısı açıldı. İçerden (Sevgiliyi sevgilinin yanına koyunuz!) sesi işitildi. Beyhekî, Abdüllah-i Ensârîden bildiriyor ki: Sâbit bin Kays, Yemâme cenginde şehîd oldu.
 

HASAN CAN

Active member
Kabre korken, (Muhammedün resûlullah ve Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-i sehîd ve Osmân-ı rahîm) sesini
duyduk. Ebû Nu’aym ve Ibni Asâkir bildiriyorlar ki, (Bir sapık, hazret-i Hasenin
kabri üzerine pisledi. Hemen deli oldu. Sonra öldü) Beyhekî ve Vâkıdî bildiriyorlar
ki, Fâtıma-i Huzâ’ıyye, hazret-i Hamzanın kabrini ziyâret etdi. Selâm
verince, (Ve aleyküm selâm) denildigini isitdi. Seyh Mahmûd-i Kürdî, hazret-i Hamzanın
kabrini ziyâret edip selâm verince, kabrden (Ve aleyküm selâm. Oglunun ismini
Hamza koy!) sesini isitdi. Evine gelince, oglu oldu. Adını Hamza koydu.
(Üsüd-ül-gâbe)de diyor ki, Resûlullahın kölesi Sefîne gemide idi. Gemi batdı. Bir
tahtaya sarıldı. Dalgalar sâhile getirdi. Karaya çıkınca, bir arslan gördü. (Ey arslan!
Ben Resûlullahın kölesi Sefîneyim) dedi. Arslan, koyun gibi, Sefîneyi yola kadar
götürdü. Kuyrugunu sallayıp vedâ’ etdi. Ibni Mende, Talha bin Ubeydüllahdan
haber veriyor: Talha, bir gece, Abdüllah bin Amr bin Hirâmın kabrini ziyâret
etdi. Kabrden Kur’ân sesi isitdi. Gelip Resûlullaha söyledi. (O Abdüllahdır. Allahü
teâlâ, sehîdlerin rûhlarını Cennete koyar. Her gece rûhları bedenleri ile bulusur.
Sabâh olunca, yine Cennetde olurlar) buyurdu. Beyhekî, Sa’îd bin Müseyyibden
haber veriyor ki, hazret-i Alî ile Medîne kabristânına geldik. Selâm verip,
(Hâlinizi bize bildirir misiniz? Yoksa, biz mi hâlimizi haber verelim?) dedi. Bir ses
isitdik: (Ve aleykesselâm yâ Emîr-el mü’minîn. Bizden sonra olanları sen söyle!)
dedi. Ibni Ebiddünyâ diyor ki, hazret-i Ömer kabristâna gelip selâm verince, (Yâ
Ömer! Dünyâda yapdıklarımızın karsılıgını bulduk) sesi isitildi. Ibni Asâkir diyor
ki, hazret-i Ömer, bir gencin kabri yanına gelip selâm verdi. (Allahdan korkarak
harâmdan sakınan için iki Cennet vardır) dedi. Kabrden bir ses gelip, (Yâ Ömer!
Rabbim bana iki Cenneti de ihsân eyledi) dedi. Sehâvî diyor ki, bir kimse, Amr ibni
Âs hazretlerinin kabrini ziyârete geldi. Orada duran birine kabrin yerini sordu.
O da, ayagını uzatarak gösterdi. Ayagına felc gelip yürüyemedi. Beyhekî, Ya’lâ bin
Mürreden haber veriyor: Ya’lâ, Resûlullah ile bir kabr yanına geldi. Kabrde azâb
oldugunu isitip, Resûlullaha haber verdi. Resûlullah, (Ben de isitdim. Söz tasıdıgı
ve üzerine idrâr sıçratdıgı için, azâb yapılmakdadır) buyurdu.
Büyük islâm âlimi Ahmed bin Süleymân bin Kemâl pâsa “rahmetullahi aleyh”
hazretlerinin [934] hicrî yılında yazdıgı kırk hadîs-i serîf, [979] yılında, seyyid pîr
Muhammed Nitâî “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından türkçeye çevrilmisdir.
[1316] da Istanbulda basılan bu tercemenin onsekizinci hadîs-i serîfinde, (Bir isinizde
sasırırsanız ölmüslerden yardım isteyiniz!) buyuruldu. Seyh-ul-islâm Ahmed
efendi, bu hadîs-i serîfi açıklarken diyor ki:
Rûhun bedene baglanması, kuvvetli bir ask ile olmusdur. Insanın ölmesi, rûhun
bedenden ayrılması demekdir. Fekat, rûh ayrıldıkdan sonra, bu askı bitmez. Rûhun
bedene olan sevgisi, kuvvetli çekmesi, öldükden sonra, uzun zemân bitmez.
Bunun içindir ki, ölülerin kemigini kırmak, mezârı üstüne basmak yasakdır.
Bir insan, kuvvetli, olgun ve te’sîri çok olan bir zâtın mezârı yanında durup, o
topragı ve o zâtın bedenini düsünse, o zâtın rûhunun, bedenine ve dolayısı ile, o
topraga baglılıgı oldugundan, bu iki rûh karsılasır. Gelen insanın rûhu, o zâtın rûhundan
çok seyler edinir ve güzellesir, olgunlasır. Iste bu fâideden dolayı, kabr ziyâretine
izn verilmisdir. Bundan baska sebebler de yok degildir. Imâm-ı Fahreddîn-
i Râzî “rahmetullahi aleyh”, (Metâlib-i âliyye) ve (Zâd-ı Me’âd) kitâblarında
diyor ki, (Gelen insanın rûhu ile, kabrdeki zâtın rûhu, birer ayna gibidir. Birbirinin
karsısına gelince, herbirinin ısıgı, ötekinde aks eder, yansır. Gelen kimse, o topraga
bakıp, Hak teâlânın büyüklügünü, öldürmesini, diriltmesini düsünüp, kazâ ve
kaderine râzı olup, nefsi kırılırsa, rûhunda ma’rifet, feyz hâsıl olur. Bunlar, o zâtın
rûhuna sirâyet eder. Bunun gibi, o zât, öldükden sonra, rûh âleminden ve
rahmet-i ilâhîden ona gelmis olan ilmler, kuvvetli eserler, onun rûhundan, gelen
insanın rûhuna sirâyet eder, geçer.)
(El a’lâm) kitâbının sâhibi diyor ki, Peygamberlerin rûhları “aleyhimüsselâm”
göklerde ve diledikleri yerlerde ve kabrlerinde zuhûr eder. Kabrlerinde her ân bulunmadıkları
gibi, hep de ayrı kalmazlar. Kabrleri ile iliskileri ve o topraga ayrı bir
baglılıkları vardır. Bunun nasıl oldugu bilinemez. Bunun için, onları ziyâret etmek
müstehabdır. Her müslimânın rûhu ile kabri arasında, devâmlı bir baglılık vardır.
Kendilerini ziyâret edenleri anlarlar. Selâmlarına cevâb verirler. Bunun içindir ki,
hâfız Abdülhak-ı Isbîlînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Âkıbet) kitâbındaki hadîs-i
serîfde, (Bir mü’min, tanıdıgı bir mü’minin kabrine gelip selâm verince, onu tanır
ve cevâb verir) buyuruldu. Onsekizinci hadîs-i serîfin açıklaması temâm oldu.
(Râbıta-i serîfe) kitâbının [1324] hicrî yılında yapılan ikinci baskısının yirminci
sahîfesinde diyor ki, (Büyük bir zâtın kabrini ziyâret eden kimse, ona râbıta ederse,
ya’nî dünyâ islerini hiç düsünmeyip, kalbine hiçbirsey getirmeyip, o zâtın rûhunu,
his organları ile anlasılamıyan bir nûr farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa,
o rûhdan, kendi kalbine birseyler akmaga baslar. O zâtın feyzlerinden bir
feyz ve hâllerinden bir hâl, kendinde hâsıl oluncıya kadar, bu nûru kalbinde saklamalıdır.
Çünki, Evliyânın rûhları, feyzlerin kaynagıdır. Kaynagı kalbine koyan,
bunun feyzine, ni’metine, bilinmeyen ihsânlarına elbette kavusur. Rûhu kuvvetlenir,
olgunlasır. Kabr yanına gelince, önce selâm verilir. Mezârın sag yanına,
ya’nî kıble tarafına, ayak ucuna yakın durur. Tanıdıgı gibi, seklini, sûretini hâtırına
getirir. E’ûzü ve besmele ile bir Fâtiha ve onbir Ihlâs okur. Sevâbını Resûlullah
efendimizin ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Eshâb-ı kirâmın
ve Evliyâ-i izâmın “aleyhimürrıdvân” rûhlarına ve bu zâtın rûhuna hediyye eder.
Sonra oturur. Onun rûhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde birsey hâsıl oluncıya
kadar durur. Gelen kimse almasını bilir ise, o zât da vermege ehl, olgun bir Velî
ise ve sartları gözeterek beklerse, elbette birsey ele geçer. Bu sartlar, o zâtın kendisini
tanıdıgına, selâmını isitip cevâb verdigine, rûhunun, kâmil, olgun olduguna,
rûhunun bir zemâna ve yere baglı olmadıgına, nerede hâtırlarsa, orada imis gibi
feyz verecegine, Allahü teâlâ, feyzini, rûhun gıdâsını, onun rûhu ile gönderdigine
inanmakdır. Üzüm istiyen, baga gidip asmadan koparır.
 

HASAN CAN

Active member
Erik agacına gitmez. Su
istiyen, kaynaga, çesmeye gider. Agaca veyâ sobaya gitmez. Bugday istiyen, tarlasını
sürer, eker, biçer. Çocuk istiyen, evlenir. Ilâc istiyen bir hasta, tabîbe ve eczâhâneye
gider. Bakkala, avukata gitmez. Kalbin gıdâsını, rûhun temizligini istiyen
de, Evliyânın “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” kalbine, rûhuna basvurur.
Allahü teâlâ, bu ni’metlerini, Evliyânın kalbinden göndermekdedir. Herseyi
yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Fekat, herseyi belli bir sebeble göndermek,
Onun âdetidir. Onun ni’metine kavusmak istiyenin, Onun âdetine uyması, sebebi
arayıp, bulup, ögrenip, Onun sebebine yapısması lâzımdır. Sebebleri aramamak
ve ögrenmek istememek, Allahü teâlânın âdetini bozmak olur. Fen derslerini,
fen bilgilerini ögrenmek, Onun âdetine uymak, sebebleri ögrenmek demekdir.
Bir kabrden feyz almak için, o zâta karsı, diri imis gibi, edeb ve saygı göstermek,
kabri üzerine basmamak da lâzımdır. O zât, mürsid-i kâmil ise, kalbdeki nisbet, geç
hâsıl olup, uzun zemân kalır. Mürsid olmıyan Velî ise, hâsıl olan feyz ve nisbet, keskin
ve çabuk gelip geçici olur. Bu hâlleri bilmiyenler, yukarıdaki hadîs-i serîfe inanmaz,
mevdû’dur derler. Üsûl-i hadîs âlimleri, bir hadîsin sahîh olması için koydukları
sartları tasımıyan bir hadîse (Mevdû’) der ki, (Benim ictihâdıma göre sahîh olmamısdır)
demekdir. Hadîs degildir demezler.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin mubârek rûhundan feyz almaga
ermis olan bir zât, bulundugu yerden Ona teveccüh edince, Resûl-i ekrem
“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin mubârek rûhu, Medîne-i münevverede
bulunan kabr-i se’âdetinden, bu zâta feyz verir. Bunun gibi, ehl olan, basarabilen
de, Evliyânın rûhlarından fâide görür.) Kırkıncı sahîfede buyuruyor ki, (Hanbelî
mezhebi âlimlerinden Semseddîn ibn-ül-Kayyım-ı Cevziyye (Kitâb-ür-rûh)
adındaki kitâbında diyor ki, (Rûhun bedendeki hâlinden baska hâlleri vardır.
Mü’min öldükden sonra, rûhu, Refîk-i a’lâ denilen mertebede bulunur. Bedene ilgisi
de vardır. Bir kimse, mezârdaki bedene selâm verse, Refîk-i a’lâda bulunan rûhu,
bu kimseye selâm verir). [Mezhebsizleri red etmek için, Ibn-ül-Kayyımın bu
yazısı yetisir. Çünki, (Feth-ul-mecîd) kitâblarında, buna (Allâme) diyerek, yazılarını
sened olarak göstermekdedirler.] Imâm-ı Süyûtî de, (Kitâb-ül-müncelî)de,
Ibn-ül-Kayyım gibi yazmakdadır. [Rûhun isitdigi ve cevâb verdigi, Istanbulda
Hakîkat Kitâbevi tarafından müteaddid baskıları yapılan arabca (Minhâtül-vehbiyye
fî redd-il-vehhâbiyye) kitâbında ve bunun tercemesi (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının
(Müslimâna Nasîhat) kısmının 24.cü maddesinde yazılıdır.] Evliyâ vefât etdikden
sonra bir nev’ tesarrufa, is yapmaga sâhib olur demislerdir. (Muhtasar) kitâbının
sâhibi, Mâlikî âlimlerinden seyh Halîl “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki,
(Allahü teâlâ, Evliyânın rûhlarına öyle bir kuvvet verir ki, çesidli sekllerde görünebilirler.
Bedenleri mezârdan çıkmaz. Rûhları sekl alıp görünür).)
Alâüddevle Ahmed-i Semnânîden “rahmetullahi teâlâ aleyh” sordular ki, mezârdaki
beden rûhsuzdur. Isitmez. Rûh ise, mekânsızdır. Her yerde hâzır olabilir.
Evliyânın mezârına gidip, ziyâret etmege ne lüzûm var? Nerde olursa olsun, bir Velînin
rûhuna teveccüh olunursa, rûhu orada hâzır olmaz mı?
Cevâbında buyurdu ki, kabr basına gitmenin çok fâidesi vardır: Evliyâyı ziyârete
giden kimse, yolda hep onu düsünür. Ona teveccühü, her adımda artar. Mezâr
basına gelip, topragını görünce, hep onunla mesgûl olur. Teveccühü çok artar.
Teveccühü artdıkca, ondan fâidesi de artar. Evet rûhlar için bir mâni’, perde yokdur.
Onlar için, her yer birdir. Fekat, dünyâda iken, yıllarca berâber bulundugu ve
âhıretde sonsuz olarak berâber kalacagı beden, o toprakdadır. Onun için, rûhun
bu topraga ugraması, nazarı ve te’alluku, baglılıgı, baska yerlere olandan dahâ çokdur.
Alâüddevle diyor ki, birgün, Cüneyd-i Bagdâdînin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”
vaktîle çile çekmis oldugu odaya girdim. Burada çok zevklendim. Sonra,
Cüneydin mezârına gitdim. Orada, önceki zevkı bulamadım. Sebebini mürsidime
sordum. O zevkler, Cüneyd sebebi ile mi hâsıl oldu? dedi. Evet dedim. Ömründe
birkaç gün kaldıgı yerde zevk hâsıl olduguna göre, senelerle birlikde bulundugu
bedeni yanına gidince, elbette dahâ çok zevk hâsıl olmak lâzım gelir. Belki,
mezârı basında baska seyleri görerek, ona teveccühün azalmıs olabilir dedi. Bir kimse,
kendi memleketinde iken, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” rûhâniyyetine
teveccüh ederse, fâide bulur. Fekat Medîne-i münevvereye giderse, Resûlullahın
rûhâniyyetinin, onun yolculugundan ve yolda çekdigi zahmetlerden haberi
olur. Oraya erisip, Ravda-i pâkini görünce, teveccühü tam olur. Fâidelenmesi
de öyle çok olur ki, memleketinde iken olan fâide, onun yanında hiç kalır. Evliyâ-
i kirâm, bu bildirdigimizi kalbleri ile duyarak anlamakdadır.
Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, son hastalıgında buyurdu ki, (Ben ölünce
üzülmeyiniz! Her yerde benimle olunuz, beni düsününüz! Imdâdınıza yetisir, size
yardım ederim. Rûhumun, bu dünyâda iki dürlü baglılıgı vardır: Biri, bedenime olan
baglılıgı, ikincisi, sizlere olan baglılıgı. Allahü teâlânın inâyeti ile, ferd ve mücerred
olunca, ya’nî rûhum bedenden ayrılınca, bedene olan baglılıgı da, size olur.)
Evliyânın büyüklerinden Abdüllah-ı Dehlevî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”,
(Mekâtib-i serîfe) kitâbının sekizinci mektûbunda buyuruyor ki, (Bâtındaki, ya’nî
kalbindeki nisbetin [baglılıgın] artmasına çalıs! Allah ismini, ba’zan da Kelime-i
tehlîli çok zikr ederek, ba’zan salevât okuyarak, Kur’ân-ı kerîm okuyarak, Allahü
teâlâya yaklasmaga ugras! Bu çalısmalarda gevseklik olursa, bu fakîrin rûhaniyyetine
teveccüh ediniz! Yâhud, Mirzâ Mazher-i Cân-ı Cânânın kabrine geliniz!
Ona teveccüh edince, çok terakkî edilir. Ondan hâsıl olan fâide, bin dirinin fâidesinden
dahâ çokdur. Gavs-üs-sekaleyn Abdülkâdir-i Geylânî ile ve Behâeddîn-i Buhârî
ile de murâkabe ediniz!) Sâlihlerin kabrlerini ziyâret ve bunlara tevessül ve
istigâse etmenin câiz oldugu, (Et-Tevessülü bin Nebî ve bis-sâlihîn) kitâbında
ve mevlânâ Hamdullah Sehârenpûrînin (El-besâir-li-münkirit-tevessül-i bi-ehl-ilmekâbir)
kitâbında uzun yazılıdır. Bu iki kitâb 1395 [m. 1975] de Istanbulda arabî
olarak nesr edilmisdir.
 
Üst Alt