Ahlâki Emir Ve Faziletler Ile İlgili Ayetler

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Güzel Ahlak
Güzel Ahlak
Dünyanın bütün hak dinlerinin temeli, güzel ahlâk üzerine kurulmuştur. Allah (c.c.)'ın yeryüzüne gönderdiği bütün peygamberler ve eğitimciler, kötü eylemlerin insanlar tarafından yapılmaması ve güzel eylemlerin yaygınlaşması için çalışmışlar ve ahlâki değerlerin güçlenmesi için çabalar göstermişlerdir.

Cenâb-ı Hak, en son olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)'i, iman, ibadet, hukuk ve ceza konularında olduğu gibi ahlâk konularını da ıslah ve mükemmele ulaşmak için müjdeleyici ve korkutucu bir elçi olarak göndermiştir.

İnsanın Allah (c.c.)'a karşı olan görev ve sorumlulukları, iman ve ibadet esaslarıyla belirlenmiştir. Ancak iman ve ibadet esaslarını yerine getirme görevi, ahlâkî olmaktan çok dinî bir karakter taşımaktadır. Özünde dini olmakla birlikte, iman ve ibadet esaslarının çok önemli ahlâkî fonksiyonları da vardır. Allah (c.c.)'a karşı görev ve sorumluluklardaki temel amaç; başka insanlara karşı olan yükümlülüklerinde insanı duyarlı olacak hale getirmek ve onu ruhsal yönde yükseltmek ve geliştirmektir.

Örneğin İslâm'da hac, umre, zekât, fitre, öşür, sadaka vermek gibi mali ibadetler, Allah (c.c.)'ın emri olarak ve ibadet niyetiyle yapılırken, başka insanlara verildiğinden dolayı o insanları ilgilendirdiği gibi, kişinin insanlara yardım etmek, nimetleri bölüşmek, şükretmek gibi ahlâki erdemleri de birlikte taşımaktadır.

İman ve ibadet esaslarını yerine getiren insan, bununla ahlâki görev ve sorumluluklarını kolayca gerçekleştirebilecek güzel bir karakter yapısı kazanır. Onun için de insanın ahlâkî eğitiminde, 'Allah (c.c.)'a Karşı Görevler' içinde görülen iman ve ibadet esasları son derece büyük rol oynarlar.

İslâm dininde iman esasları; iyilikleri işlemeye, kötülüklerden kaçınmaya ve yükümlülüklerini gerçekleştirmeye teşvik eden itici bir kuvvet durumundadır. İbadetler ise, insanı Yaratıcı'sına kulluk ve ahlâk yönünden olgunlaştıran ve onu kötülüklerden uzaklaştıran birer araç gibidir.

İnsanı güzel ahlâk sahibi kılmak için, teorik bilgilerle yapılan bir eğitim, yeterli olamamaktadır. Bunun için de gerekli olan şey; teori kadar pratiğe de önem veren köklü bir eğitim, uzun bir çalışma ve sürekli bir uygulamadır.

İşte bütün bunlar İslâm ahlâkında mevcuttur. İslâm'ın iman ve ibadet esasları, sözünü ettiğimiz kalitedeki ahlâk eğitiminin sağlam alt yapısını oluşturmaktadır. Ahlâkta esas olan yaşantıdır. Ahlâkî olanı yaşantı haline getirebilmesi için insanın, aynı zamanda hem ruhsal hem de bedensel sağlığını koruması gerekir. Bunun için de insan, bedensel yetilerine olduğu gibi, ruhsal yetilerine de zarar veren sarhoş edici ve uyuşturucu olan her şeyden uzak durmalıdır.

İslâm dini, diğer konularda olduğu gibi ahlâk bakımından da Câhiliye anlayışlarına karşı büyük bir değişim ve yükseliş hareketidir. Bu açıdan, belki de İslâmiyet'in gerçekleştirdiği en büyük anlayış değişikliği, ırkçılık, kabilecilik ve bölgecilik bağlarını kırarak insanları evrensel değerler ve yüksek ahlâk ilkelerine yöneltmesidir.

Gerçekten İslâmiyet, bütün insanların bir tek erkek ve kadının -Adem (a.s) ile Havva- soyundan geldiğini, onların birbirleriyle kişisel veya ırk üstünlüğü yarışına girmek için değil "tanışıp bilişmek için kavimlere ve kabilelere ayrıldığını", (1) böylece yaratılışa ilişkin ve biyolojik farklılıkların ahlâkî ve mânevî anlamda üstünlük sebebi sayılamayacağını, üstünlüğün yalnızca insanın kendi çabalarıyla kazanabildiği ve samimi dindarlığın, dinî ve ahlâkî erdemlerin ana kavramı konumundaki 'takvâ' terimi ile ifade edilen meziyetlerde olduğunu ortaya koydu.

Her ne şekilde olursa olsun, 'asabiyet' anlayışının temeli durumundaki soy-sop üstünlüğü, kabilecilik ve ırkçılık davalarını bütünüyle reddetti. Âl-i İmran sûresinin 103. ayetinde Müslümanlara hep birlikte Allah'ın dinine (hablullah) sarılmaları emredildikten sonra, Allah'ın Câhiliye asabiyetinden kaynaklanan düşmanlıkları kardeşliğe çevirmesi ve böylece onları "bir ateş çukuru"na düşmekten kurtarması, Allah'ın kendilerine bir "nimet"i olarak nitelenir.

Başka bir âyette ise Kur'an- Kerîm'in evrensel ve sistematik diyebileceğimiz bir ahlâk buyruğu şu şekilde ifade edilir:

AYET-İ KERiME
"İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, kötülük ve düşmanlık yolunda yardımlaşmayın."
(Maide Suresi 5/2)


Hz. Peygamber (s.a.v.), ırkçılık ve kabileciliği kastederek, "asabiyet duygusuyla birbirine öfkelenen, asabiyet uğruna savaşırken ya da asabiyet davası güderken körü körüne açılmış bir bayrak altında ölen kimsenin bu ölümü"nün, "Câhiliye ölümü" olduğunu belirttiği hadislerinde (3) hem asabiyet ruhunu yıkmakta hem de genel olarak Câhiliye ahlâkı karşısında İslâmiyet'in bunu reddeden tavrını vurgulamaktaydı.

İslam dini 'adalet' ve 'zulüm' kavramlarını da orta çağ anlayışından büsbütün başka bir konumda ele aldı ve adalete kesin olarak 'evrensel' bir boyut kazandırdı. Şûrâ sûresinin 15. ayetinden anlaşıldığına göre Kur'ân-ı Kerîm adaleti, başkalarının gelişigüzel istek ve telkinlerinden etkilenmeyen istikrarlı bir doğruluk ve ahlâk kanununa itaatle gerçekleşen ruhsal denge ve ahlâkî kemal olarak ortaya koymuştur.

Daha sonra İslâm ahlâk bilginlerinin 'itidal' ve 'adalet' bazen de 'vasat' kavramlarıyla ifade ettikleri bu denge ve olgunluğun oluşmasıyla insanın davranışları da aşırılıklardan uzak olarak meydana gelecektir. Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen "vasat ümmet" tabirindeki "vasat" kelimesi bütün tefsirlerde adalet anlamında anlaşılmıştır.

Buna göre İslâm ahlâkı toplumsal bünyede de aşırılıklardan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzını öngörmüştür. Kur'ân-ı Kerîm'de adalet sıfatından yoksun kalmış kişi dilsiz, âciz ve hiçbir işe yaramayan köleye benzetilerek böyle birinin, adalet erdemini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olanla bir tutulamayacağı belirtilmiş; böylece adaletin bir kemal (olgunluk ve yücelik) sıfatı olduğuna işaret edilmiştir. İslâm dininde insanın kazanması istenen ahlaki eylemlerin hepsine birden genel anlamda 'fazilet' ve 'hayır' denir; kaçınması istenen fiillere de 'rezilet' ve 'şer' adı verilir.

Her Müslüman, 'hayır' adıyla bilinen güzel davranışları öğrenmek ve onları yapmak durumunda olduğu gibi, 'şer' olarak kabul edilen fiillerden de kaçınmak zorundadır. Bu sebeple onun iyi ile kötüyü dengeli bir şekilde tanıması gerekir. Kur'an-ı Kerim'de bu ölçüye titizlikle uyulduğunu görmekteyiz. Zira bir şeyin güzelliği veya çirkinliği, onun zıddıyla daha iyi anlaşılır.

Anlatılmak istenen anlam ve amaç böylece daha net ve kolay bir şekilde belirtilmiş olur. Verilen bu tür örnekler üzerinde insanın derin derin düşünmesi, bunlardan dersler ve ibretler alması istenir.

AYET-İ KERiME
(Hatırlayın!) Hani biz İsrailoğullarından: “Yalnızca Allah’a ibadet edin, anne babaya, yakın akrabaya, yetimlere ve miskinlere/ihtiyaç sahibi yoksullara iyilik yapın. İnsanlara güzel söz söyleyin. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin.” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç (büyük çoğunluğunuz) sözünüzden döndünüz ve hâlâ yüz çevirmeye devam etmektesiniz.
(2/Bakara 83)


AYET-İ KERiME
(Hatırlayın!) Hani sizden: “Birbirinizin kanını dökmeyin ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın.” diye söz almıştık. Sonra sizler (verdiğiniz sözü) ikrar ettiniz ve hâlâ da (bu sözü verdiğinize) şahitlik etmektesiniz.
(2/Bakara 84)


AYET-İ KERiME
Allah’a ibadet edin, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Anne babaya, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere/ihtiyaç sahibi yoksullara, akrabanız olan komşuya, akraba olmayan komşuya, yanınızda olan arkadaşa, yolda kalmışa ve ellerinizin altında bulunanlara (köle ve cariyelere) iyilik yapın. Şüphesiz ki Allah, kibirli ve böbürlenen kimseleri sevmez.
(4/Nisâ 36)


AYET-İ KERiME
Onlar ki; cimrilik eder ve insanlara da cimriliği emrederler. Allah’ın lütuf ve ihsanından verdiği (nimetlerini) gizlerler. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
(4/Nisâ 37)


AYET-İ KERiME
Onlar ki; mallarını insanlara gösteriş için infak eder, Allah’a ve de Ahiret Gününe inanmazlar. Kimin de arkadaşı şeytan olursa o, ne kötü bir arkadaştır.
(4/Nisâ 38)


AYET-İ KERiME
Allah’a ve Ahiret Günü'ne iman edip, Allah’ın onlara rızık olarak verdiklerinden infak etseler ne kaybederlerdi ki? Allah, onları bilendir.
(4/Nisâ 39)


AYET-İ KERiME
Şüphesiz ki Allah, zerre ağırlığınca dahi zulmetmez. Şayet bir iyilik yapılmışsa onu kat kat fazlalaştırır ve kendi yanından büyük bir ecir verir.
(4/Nisâ 40)


AYET-İ KERiME
(Bütün bunlara rağmen) sen af yolunu tut, iyi olanı emret ve cahillerden yüz çevir.
(7/A'râf 199)


AYET-İ KERiME
Şeytandan sana bir dürtü/vesvese gelirse, Allah’a sığın. Şüphesiz ki O, (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.
(7/A'râf 200)


AYET-İ KERiME
Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyiliği, yakın akrabaya vermeyi emreder. Fuhşiyatı, münkeri ve (başkalarının hakkını çiğneyecek) taşkınlığı yasaklar. Düşünüp hatırlayasınız diye size öğüt verir.
(16/Nahl 90)


AYET-İ KERiME
Yakın akrabalara, miskine/ihtiyaç sahibi yoksula ve yolda kalmış kimseye hakkını ver. Bu, Allah’ın rızasını umanlar için daha hayırlıdır. Kurtuluşa erenler bunlardır işte.
(30/Rûm 38)
 
Üst Alt