Allah’ı Neden, Nasıl Ve Niçin Tenzih Ederiz?

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Allah Lafzı
Allah Lafzı
Tenzih; Allah’ın bütün kusurlardan, eksikliklerden uzak bulunduğuna inanmak ve bunu dille söylemektir. Bunun da en maruf şekli “Sübhanallah” demek ve buna kalben de tam anlamıyla iman etmektir.

Bunu yapmamızın sebebi, Allah’ın kendisini bu şekilde tanımlaması ve zatının, isim ve sıfatlarının mutlak mükemmellikte olup her türlü eksiklik ve kusurdan beri olmasıdır.

İnsanların fıtrat dinini ve kitaplarını tahrif ederek ortaya çıkardıkları Hristiyanlık ve Yahudilik gibi diğer bütün dinlerde Allah’a -haşa- bazı eksiklik ve kusurlar atfedilmekte, İslam ise bunun tamamen yanlış bir inanış şekli olduğunu ifade ederek, Müslümanların Allah’ın “Sübhan” olduğundan bir an olsun gaflet etmemeleri için bunu sık sık dile getirmelerini istemektedir.

Ayrıca şu bilgilerin de faydalı olacağını düşünüyoruz:

Tenzih, Allah’ın yaratılmışlık özelliklerinden arınmış olduğuna inanıp, bunu ifade etme anlamında kelam terimidir.

Sözlükte “her türlü kötü ve nahoş şeyden uzak olmak” anlamındaki nezahet kökünden türeyen tenzîh “kusur ve ayıplardan uzaklaştırmak” demektir. Terim olarak “zât-ı ilâhiyyenin âcizlik, eksiklik ve yaratılmışlık özelliklerinden arınmış olduğunu benimseyip ifade etmek” şeklinde tarif edilir. (İbnü’l-Esîr, Nihâye ve Lisânü’l-Arab, “nzh” md.; et-Tarîfat, s. 93)

Sıfat Cenâb-ı Hak için düşünüldüğünde “O’nun zatına nisbet edilen mana” diye tanımlanır. Bu manalarla (mefhum, muhteva) zat arasındaki nisbet olumlu ise “sübûtî sıfatlar”, olumsuz ise “tenzihî / selbî sıfatlar” ortaya çıkar; “Allah bilendir”; “Allah fâni değildir” gibi.

Tenzih, uluhiyet makamıyla bağdaşmayan anlam ve kavramları (nitelikleri) O’ndan nefyetmek veya -mekan / mesafe tasavvuru olmaksızın- uzaklaştırmak, bir anlamda Allah’ın ne olmadığını belirtmektir.

Tenzih, tevhidin başka bir ifadesidir.

Kur'an-ı Kerîm’de nezahet / tenzih kavramı yer almaz. Ancak İslamiyet’in temel ilkesini oluşturan ve birçok kavramla dile getirilen Allah’ın birliği hususu, vahyin temel örgüsünü teşkil eder. Bu bağlamda “mutlak manada yaratılmışlık üstü” anlamına gelen, doksandan fazla ayette ve birçok hadiste görülen tesbih ile bununla aynı manada kullanılan takdis, ulüv (teâlâ) ve tebâreke kavramları zikredilebilir. (Topaloğlu – Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü, s. 313)

Kur'an’da 150’den fazla yerde geçen şirk kavramı (hadis rivayetleri için bk. Wensinck, Mucem, 3/108-118), ayrıca “küf’” (küfüv) ve “nid” (Kur’an’da çoğul şekli “endâd”) kelimeleri tenzih ilkesini pekiştirir.

Esma-i hüsna içinde yer alan Evvel-Âhir, Bâkī, Alî, Celîl, Mâcid-Mecîd, Vâhid ve Zü’l-celâl isimleri tenzih niteliği taşır.

Yine Kur'an-ı Kerîm’de 100’ü aşkın yerde zikredilen ilâh kelimesi, nefiy edatı veya ifadesiyle (“lâ ilâhe illâ hû”) Cenâb-ı Hakk’ı şeriki bulunmaktan tenzih eder (Aynı mahiyetteki hadis rivayetleri için bk. a.g.e., I, 77-79)

İslâm alimleri tenzihe yönelik birçok ilâhî beyan içinden, “Hiçbir şey O’nun benzeri değildir.” mealindeki ayeti (Şura 42/11) esas alarak tenzihî/selbî sıfatları ittifakla kabul etmiştir.

Selef âlimleri zahirî manaları bakımından teşbihi andıran haberî sıfatları tevil etmediklerini ileri sürmüşlerse de “yed, vech, ayn” gibi kelimelerin lafzî/beşerî muhtevalarını da (el, yüz, göz) zat-ı ilahiyeye nisbet etmemiş, böylece icmali teville yetinmiş, dolayısıyla tenzih ilkesini korumuştur.

Ebu Mansur el-Matürîdî, tenzihte aşırı davrananlara atıfta bulunarak, Allah’ın zatına sıfat veya isim nisbet etmenin benzeşmeye yol açmadığını söylemiştir. Çünkü insanlar duyulur alemdeki algı mekanizmasının dışında herhangi bir idrak imkanına sahip değildir. Binaenaleyh zât-ı ilahiye hakkında naslarda yer alan beyanları ancak bu idrak çerçevesinde anlayabilir. Fakat aynı naslar hiçbir şeyin Allah’a benzemediğini vurgulu ifadelerle defalarca tekrarlamaktadır. Böylece kişi, tevhid ilkesini tenzih çerçevesinde zatın ispatı ve ispat çerçevesinde teşbihin nefyi gibi bir zihin fonksiyonu icra etmektedir. (Kitabü’t-Tevḥîd, s. 146-148).

Tenzihî (selbî) sıfatlar sayılamayacak kadar çoktur. Ne kadar acizlik, eksiklik ve yaratılmışlık özelliği varsa o kadar tenzih konusu mevcuttur. Ancak eğitim ve öğretimde kolaylık sağlamak, yazılacak eserlerin planı konusunda bir bütünlük oluşturmak amacıyla kelam alimleri bunlar arasından altı temel konu seçmiştir:

- Vücûd “yokluğu düşünülmemek”
- Kıdem “varlığının başlangıcı olmamak”
- Bekā “varlığının sonu olmamak”
- Muhâlefetün li’l-havâdis “yaratılmışlara benzememek”
- Kıyâm bi-nefsihî “varlığı için başkasına ihtiyaç duymamak”
- Vahdâniyyet “şeriki bulunmamak.”


Akaid ve kelâm kitaplarında tenzihî sıfatlar hakkında bazı ifadelerin kullanılması bir gelenek halini almıştır:

- Allah araz, cisim ve cevher olmadığı gibi herhangi bir şekle bürünmüş veya sınırlandırılmış da değildir.

- Yine O kemiyet ve hacimden, basit ve birleşik olmaktan münezzehtir, sonlu değildir.

- Allah Teâlâ mahiyet ve keyfiyetle nitelendirilemez. O mekân tutmaz, üzerinden zaman geçmez.

- Hiçbir şey O’na benzemez, hiçbir şey O’nun ilim ve kudretinin dışında kalmaz (Nesefî, Akaid, s. 31 vd.)
 
Son düzenleme:

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
TENZÎHÎ SIFATLAR
Cenab-ı Allah'ın her türlü noksanlıktan münezzeh olduğunu ve mahlukatına benzemekten beri olduğunu ifade eden itibarî sıfatlar. Bu sıfatlar, sıfat-ı sübûtiyye gibi hakiki, vücûdî ve Cenab-ı Hakk'ın zatıyla kaim manalar olmayıp O'nun noksanlıklardan münezzeh olduğunu ifade etmeye yarayan tabir ve kavramlardır. Tenzîhî sıfatlara, es-Sıfâtü's-Selbiyye, es-Sıfâtü't-Tenzîhiyye ve tenzihât da denilir .

Tenzîhî sıfatlar, Allah Teâlâ'dan, O'nun zatına lâyık olmayan ihtiyaç, hudûs, imkân ve başkasına benzemek gibi her türlü noksanlığı selbettiği, yani nefy edip kaldırdığı için es-Sıfâtü's-Selbiyye diye de isimlendirilir.

Cenâb-ı Allah'ı noksanlıktan tenzih eden sıfatlar sayılamayacak kadar çoktur. Mütekellimîn, Kur'an-ı Kerîm'den istifade ederek bunları beş esasta toplamıştır.

1. Kıdem: Allah Teâlâ'nın varlığının başlangıcı olmaması, ezeli olması demektir. Onun hakkında kıdem ve ezeliyyet vâcib (zorunlu) ve bunun zıddı olan hudûs muhaldir.

2. Bekâ: Allah Teâlâ'nın varlığının ebedi ve devamlı olması ve sonu olmaması demektir. Kıdem ve Bekâ, vacib lizatihî ve vacibü'l-vucûd olan Allah'ın zorunlu özelliklerindendir. Fenâ ve yokluk, Allah Teâlâ hakkında muhaldir.

3. Muhâlefetun li'l-havâdis: Allah Teâlâ'nın zat ve sıfatlarında hiçbir şeye benzememesidir. Başka şeyler mümkün, varlıklarında muhtaç, hâdis ve fanidirler. Cenab-ı Hakk ise vacib lizatihî (zatından dolayı varlığı zorunlu) ihtiyaçsız, ezeli ve ebedîdir. Her şey O'na muhtaçtır. Yüce Allah mümkün olan varlıkların bütün özelliklerinden münezzehtir. Şöyle ki, Allah Teâlâ, cisim özelliği olan şekil ve suretlerden münezzehtir. Çünkü şekilli ve suretli olan şeyler nihayetlidir, hudutludur, ölçülebilir. Cenab-ı Allah ise mahdud ve muayyen olmadığı gibi sonlu da değildir. O'nun cinsi ve nev'i yoktur Allah Teâlâ, eşyanın özelliklerinden renk, koku, tad, sıcakIık, soğukluk, ıslaklık, kuruluk, sertlik, yumuşaklık, gevşeklik gibi keyfiyet ve vasıflarla vasıflanmaktan da münezzehtir. Bütün âlimler, O'nun hissî lezzetler, kin, hüzün, korku, sevinç ve bunların benzeri gibi nefsanî keyfiyetler ile de vasıflanmadığında ittifak etmişlerdir. Hulasâ, Allah Teâlâ'ya zatında benzeyen veya O'nun zatının yerini tutan hiçbir şey olmadığı gibi, O'nun sıfatlarını veya bunların bir kısmını taşıyan ve sıfatlarının yerini tutan hiçbir şey de yoktur:

"...O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O her şeyi işîtici ve görücüdür." (Şûrâ, 42/11).

4. Kıyam bi zâtihî (Kıyâm bi-nefsihi): Cenab-ı Allah'ın, varlığında ve varlığının devamında hiçbir şeye, zamana ve mekâna muhtaç olmayarak zâtı ile kaim olması ve her türlü ihtiyaçtan münezzeh olması demektir. Şöyle ki;

Cenab-ı Allah araz değildir.
Çünkü araz, renk, koku ve tad gibi bizatihi kaim olmayıp varlığında kendisini taşıyan bir cisme ve mekâna ihtiyaç duyandır. İhtiyaç ise hudûs ve imkân âlametidir. Araz bakî değildir. Cenab-ı Hakk ise vacibü'l-vücûd olup varlığında ihtiyaçsız, ezelî ve ebedidir. Allah, cisim olmadığı gibi cisimlerden bir cüz ve parça da değildir. Cisimler atomlardan mürekkeptir ve atomlarına muhtaçtır. Cisimler ve atomlar boşlukta yer tutarlar. Cenab-ı Bârî ise cüz ve atomlardan mürekkeb olmadığı gibi mekândan da münezzehtir. Yüce Allah eşyaya hülûl etmekten ve eşyanın içine nüfuz edip girmekten de münezzehtir. Çünkü bu takdirde Allah'ın zâtı, eşyanın mahiyeti ile birleşmiş olur. Allah vâcibtir. Eşya mümkündür. Vâcible mümkinin birleşmesi çelişik ve batıl olur. Başka bir açıdan Allah'ın başka bir şeyle birleşmesi de muhaldir. Çünkü birleşme halinde iki varlık baki kalırsa, Allah bir olduğu halde iki olur veya iki parça olur. Eğer ikisi de mahiyetlerini kaybederek yok olur ve başka bir şey ortaya çıkarsa, bu da muhaldir. Çünkü Allah'ın zat ve sıfatları değişmez. Biri yok olup diğeri bakî kalırsa, yine birleşmemişlerdir. Bakî olan yok olanla birleşmez. Allah'la âlemin bir olduğunu, yani Allah'tan başka âlem, ve âlemden başka Allah olmadığını iddia eden Pantheisme görüşü batıldır. Alem fanidir ve varlığında Allah'a muhtaçtır. Allah varlığında âleme muhtaç değildir. O zeval bulmayan bâkidir.

Yüce Allah bir yere girse, girdiği yer ve eşya ile sınırlanmış ve mekân tutmuş olur. Onun mekâna ihtiyacı yoktur. Zaman da böyledir. O'nun üzerinde zamanda cârî olmaz. Mekân ve zaman yokken O'nun yaratması ile meydana gelmişlerdir. O, zaman ve mekân üstüdür.

5. Vahdâniyet: Allah Teâla'nın, zat, sıfat ve fiillerinde bir ve tek olması; ortağı, benzeri olmaması demektir. Yani yüce Allah zât ve sıfatlarında tektir. Yegâne hâlık (yaratıcı) ve hakiki müessir O'dur. O'ndan başka ma'bûd, ibâdete lâyık olan başka bir zat ve nesne yoktur.

Kur'an-ı Kerîm'in bazı ayetleri ile bir kısım hadislerde Allah'ın tenzihî sıfatları ile uyuşmayan vech, yed, ayn, meci' (gelmek) ve istivâ gibi (bk. Sıfat-ı ilâhiyye) müteşabih bazı sözler vârid olmuştur. Haşeviyye (nasların sadece zahirine bağlananlar), müşebbihe ve mücessime'nin, bu ayet ve hadislerle istidlâl ederek Cenâb-ı Hakk'a, yön, cisimlik, organlar, şekil ve sûret isnâd etmeleri, duyularla hissedilmeyen ve müşahede edilemeyen Allah Teâlâ üzerine duyularla hissedilen eşyanın hükümlerini vermektir ki bunun batıllığı çok açıktır.

Selef-i sâlihîn, kat'i delillerle Yüce Allah'ın noksanlıklardan, hudûs, acz, ihtiyaç ve imkân alâmetlerinden münezzeh olduğunu ve O'nun hiçbir şekilde mahlûkatına benzemeyeceğini bildikleri için, bu müteşabih sıfatları, teşbihsiz, tecsimsiz, temsilsiz ve keyfiyetinin nasıl olduklarını Allah'a havale ederek kabul etmişler ve bunlar hakkında yanlış yoruma düşme korkusuyla te'vile gitmemişlerdir. Kelâmcıların müteahhirîni ise, câhillerini önlemek için bu haberî sıfatlar denilen muteşabih sözleri, O'nun tenzihi sıfatlarına uygun bir şekilde te'vil etmişlerdir. (bk. Sıfât-ı ilahiyye md.)
 
Üst Alt