Parmak uçlarında insanı tuhaf bir şekilde etkileyen dokunaklı bir şeyler vardı. Bedeninde güzellikten yana başka hiçbir şey kalmamıştı. Boynuna dolanmış keten, sadece moda olsun diye takılmış ve amacına ulaşamamış çirkin bir aksesuvar gibiydi. Üst dudağın alt dudağın üzerine kapandığı ağzı ürkütücü bir kıvrım oluşturuyordu. (Hatşepsut, üstçene dişlerinin önde oluşuyla ünlü bir soydan geliyordu.) Göz çukurları siyah reçine ile kaplanmış, burun delikleri kumaş ruloları ile doldurulmuştu. Sol kulağı, kafatasının yanındaki etin içine gömülmüştü ve kafasında neredeyse hiç saç yoktu.
. Kahire’deki Mısır Müzesi’nde -kapağı bizim için açılan- sandukanın üzerine eğilmiş, büyük olasılıkla dişi firavun Hatşepsut’a, İÖ 1479-1458 arasında Mısır’ı yöneten ve bugün, Mısır’ın 18. Hanedanı’nın altın çağındaki yönetiminden çok, bir erkek rolünü üstlenme cesaretine sahip oluşuyla ünlenmiş bu sıradışı kadına ait bedene bakıyordum. Havaya baştan çıkarıcı mür reçinesi parfümünün kokusu değil de, görünüşe göre, Hatşepsut’un bir kireçtaşı mağarada geçirdiği yüzyıllar içinde oluşmuş ekşimsi, keskin bir koku hakimdi. Perişan haldeki bu şeyi, çok uzun bir süre önce yaşamış ve adına, “Ona bakmak diğer her şeyden daha güzeldi” cümlesi tarihe kazınmış büyük yönetici ile bağdaştırmak hiç de kolay değildi. Bir insana benzeyen tek yeri, tırnaksız parmak uçlarının kemiksi parlaklığıydı. Mumyalanmış etler çekilmişti, parmak uçlarındaki kemikler manikür yapılmış tırnak yanılsaması yaratıyor ve yalnızca gösteriş merakımızın çok eskiye dayandığını değil, aynı zamanda dünya üzerindeki canlılarla aramızdaki kırılgan bağı ve yaşadığımız dünyaya aslında ne kadar kısa ve geçici bir süre dokunabildiğimizi de düşündürüyordu.
Hatşepsut’un kayıp mumyasının bulunuşu haberi iki yıl önce manşetlerde yerini almıştı. Ama öykünün tamamının gözler önüne serilişi, yavaş yavaş, aşama aşama gerçekleşti. Aslında Hatşepsut araştırması, arkeolojinin geleneksel alet çantasında yer alan mala ve fırçaların yanı sıra bilgisayarlı tomografi tarayıcıları ve DNA ısı döngüleyicilerinin de artık ne denli büyük bir rol oynadığını gösteren bir süreci içeriyordu.
Hawass ve bilim insanlarından oluşan bir ekip, yüzyılı aşkın bir süre önce bulunmuş ancak Krallar Vadisi’ndeki küçük bir mezarın tabanından çıkarılmasını gerektirecek kadar önemli olduğu düşünülmemiş olan -KV60a adını verdikleri- bir mumyaya odaklandı. KV60a öte dünyadaki yaşamını, bırakın ölümden sonraki yaşamında da kendisine eşlik edecek hizmetkârlara sahip olmayı, bir tabutun korumasından dahi yoksun bir halde geçirmekteydi.
Üzerine giyecek herhangi bir şeyi de yoktu -ne bir başlık, ne mücevherler, ne altın sandaletler, ne de altından yapılmış el ve ayak parmağı kaplamalarına; yani, Hatşepsut ile kıyaslandığında önemsiz bir kral sayılabilecek firavun Tutankamun’a sunulan hazinelerden hiçbirine sahip değildi.
. Ve Mısır’ın en ünlü kayıp arama davalarından birini çözmek için kullanılan tüm o yüksek teknoloji yöntemlere rağmen, eğer şans eseri keşfedilen bir diş olmasa, KV60a olasılıkla bugün hâlâ karanlıkta yatıyor olacaktı.
Günümüzde, Mısır Müzesi’ndeki iki Kraliyet Mumya Odası’ndan birinde, en sonunda Yeni Krallık firavunu soyunun uzak fertleri ile bir araya gelmiş olarak -kendisinin Hatşepsut, Kadın Kral, olduğunu duyuran tabelalarla birlikte- yeniden kutsanıyor.