Kaya içine veya yamaca doğru uzanan geniş kovuk. Yeraltı sularının tesiriyle, yer içinde meydana gelen büyük oyuklar şeklinde olanlarına yeraltı mağarası denir. Eğer su içinde teşekkül ederlerse, sualtı mağarası adını alırlar.
Mağaralar görev ve yapılarına göre düden veya obruk diye tarif edilir.
Yerüstü sularının kalker tabakalarına girişi ile yeraltında akarsular hasıl olur. Bu suların kayaları eritip aşındırması sonucu, yeraltı dehlizleri meydana gelir. Zamanla suların çekilmesi ile, genişlikleri yüzlerce metreyi bulan, uzunlukları ise kilometre ile ifade edilen mağaralar teşekkül eder.
Kayaların sertleşmesi esnasında meydana gelirse bunlara birinci grup mağaralar denir: Volkanik mağaralar, lav tüpleri, lav mağaraları, mercan mağaraları bu tip mağaralardır. Kayaların mekanik ve kimyasal aşınması sonucunda meydana gelirse bunlara da ikinci grup mağaralar ismi verilir:
Erime mağaraları, deniz mağaraları, rüzgar mağaraları, kaya sığınakları, çöküntü mağaraları, buzul mağaraları, tektonik mağaraları ise bu gruba girmektedir.
Mağaralar Nasıl Oluşur?
Jeolojik açıdan 8 farklı tür mağara oluşumu olduğunu söyleyebiliriz.
Çözünme (Solution)
Bu şekilde oluşan mağaralar da kendi içinde ikiye ayrılır:
– Epijenik: Dış etkiler ve asitlerle oluşan mağaralar. Bunlar doğada en çok rastlanan türdür ve varolan tüm mağaraların nerede ise % 90’ı epijenik şekilde oluşmuştur. Kireçtaşı, dolomit veya mermer gibi karbonat kayaçlardaki kırık, tabaka veya fayların kimyasal ve fiziksel güçlerle aşınması sonucu oluşurlar.
– Hipojenik: Yeryüzünün derinliklerindeki su, asit ve hidrotermal etkilerle oluşan mağaralar. Bunlar, yüzeyden akan asitli sulardan farklı olarak, tamamen yeraltından gelen etkilerle kayaçları aşındırırlar ve tüm çözünme mağaraların % 5 – 10’u kadardır.
Aşınma (Erosion)
Bu tür mağaralar granitten konglomeraya kadar her kayaçta oluşabilir. Aşınma, sudan rüzgârın taşıdığı kum tanesine kadar birçok farklı şekilde gerçekleşebilir. Dolayısıyla, kayaçlardaki kırıkların tortu taşıyan basınçlı su ile zorlanması sonucu oluşabilecekleri gibi çöllerde kum taşıyan rüzgârlarla da oluşurlar. Öte yandan, “Çözünme Mağaralar”ın büyük kısmında aşınma da vardır.
Mağaraların Özellikleri Nelerdir?
Buz Mağaraları : Eriyen buzul suları tarafından buzulların altında veya kayalarda oluşurlar ama tüm yıl boyunca donmuş durumda olurlar.
Lav Mağaraları : Bir yanardağdan akan lavın üst kısmının soğuyarak katılaşması, buna karşılık bu katı kısmın altından lav akmaya devam etmesi ile oluşan, çoğunlukla tüp şeklinde olan mağaralar.
Kumtaşı Mağaralar : Özellikle kuru iklime sahip ve kumtaşı oluşumunun yoğun olduğu bölgelerde, kumtaşının içinde taşıdığı su moleküllerinin zaman içinde buharlaşması sonucu oluşan kovuklara verilen isimdir. Bu işlem sırasında rüzgârın aşındırma etkisi ve erozyon da etken olabilmektedir.
Deniz Mağaraları : “Litoral Erozyon” da denilen bu tür mağara oluşumu, dalgaların sahilde nispeten daha yumuşak buldukları kayaç türünü fiziksel aşınma ile oyması sonucu gerçekleşir.
Talus Mağaralar: Çökmeler ve kaya düşmeleri ile bir kırığın üstünün zaman içinde kapanması sonucu oluşan mağaralardır.
Tektonik Mağaralar : Depremler sonucunda yerkabuğunda oluşan geniş çatlaklar.
Dünyadaki en güzel 7 Mağara
Kristal Mağarası (Meksika):
Bilim adamlarının bu aşamada sorduğu soru ''Kristallerin nasıl olupta bu büyüklüğe ulaştığıdır.'' Ayrıca mağaranın başka ilginç özelliklerinden bazılarıda içeride sıcaklığın çok yüksek olması ve nem oranının % 90'lara kadar ulaşmasıdır.ngm.nationalgeographic.com sitesinin Ekim-2008 sayısında yayınlanan bu haberdeki devasa mağara görüntüsü hemde yapısı ile ilgi çekmekte.
Jeolog Juan Manuel García-Ruiz, bu hafta bir açıklama yaparak Meksika’da bulunan Cueva de los Cristales (Kristaller Mağarası) de bulunan devasa kristallerin nasıl oluştuğunun sırrını bir araştırmacı grubu ile birlikte çözdüklerini bildirdi.
Chihuahuan Çölü’nde, Naica Dağı’nın 300 metre altında bulunan mağara, bölgede bulunan gölün suyu boşaltıldıktan sonra Industrias Peñoles şirketi için tünel açan iki madenci tarafından 2000 yılında bulunmuştu. Mağaradaki bazı kristal formlar dünyada şu ana dek bilinenlerin en büyükleri; şeffaf bir jips kristal çubuğu tam 11 metre uzunluğunda ve yaklaşık 55 ton ağırlığında.
Kristallerin böylesi devasa ölçülere nasıl ulaştığını bulmak için García-Ruiz mağaradaki suyun boşaltılmasının ardından geride kalan ufak sıvı birikintilerini incelemiş. Açıkladığına göre, bu oluşumların yegane sebebi, suda bulunan yüksek orandaki anhidrit minerali ve mağaranın sabit olan 58 derecelik ısısı. Normal suda bulunmayan bu mineral, bu ısıda yavaşça eriyerek jips oluşturmakta, bu yumuşak mineral de zaman içinde kristalize olmakta.
García-Ruiz ve meslektaşlarının bu çalışması, kapak resmi ile birlikte, Geology dergisinin Nisan sayısında yer aldı.
Şu anda mağaranın korunması için Industrias Peñoles şirketine danışmanlık yapan García-Ruiz’e göre en büyük çelişki ise, mağaradaki suyun boşaltılması ile kristallerin insanlar tarafından görülebilir hale gelmesi, ama suyun yokluğunun kristallerin büyümesini durdurması. “Bu gezegende, minerallerin kendilerini böylesi bir güzellikle teşhir ettikleri başka bir yer yok” cümlesi de yine ona ait.
2. Majlis al Jinn mağarası (Oman):
3.Waitomo Ateşböceği Mağarası (Yeni Zelanda):
Yeni Zelanda’da bulunan bir mağara. Adından da anlaşılabileceği gibi bu mağarayı özel kılan şey, karanlıkta parlayarak avlarını üzerlerine çeken glowworm’lar.Bu organik larvalar, kimyasal bir reaksiyonla çalışan, simsiyah kavernöz alanı aydınlatmakla görevlendirilmiş biyolüminesens mikroorganizmalar kolonisinden ibaret.
Arachnocampa Larvaları, mağaranın tavanından sarkarak, her biri 30- 40 cm. uzunluğundaki mukus damlacıklarını tutarlar. Bunlar, avı kendilerine çekmek için parlarlar. Pırıltı, kimyasal reaksiyonla, lusiferin enzimi üretimlerinin sonucudur. NZ. türü, Glowworm, Yeni Zelanda faunasının en ilginç böceklerindendir. Nemli gölgeli yarıklarda, yağmur ormanlarında, eğrelti yaprakları altında, kireçtaşı mağaralarında, kullanılmayan maden tünellerinde oluşurlar. Waitomo Mağarası, solucan larvalarının on binlercesi sayesinde ışıldamaktadır.
Ateşböceği olarak tanımlanamayan, ama Yeni Zelanda sivrisinek ailesine ait bir sinek türüdürler. Larva, bir mukus ve ipekten tünel şeklinde yuva ve aynı malzemelerden oluşan bir olta ile, bir dizi askıyı hazırlar. Her olta, düzenli aralıklarla boncuk bir dizi görünüm veren mukoza damlacıkları dizilerini taşıyan ipek uzun iplikten oluşmuştur. Damlacık boyutunun çapı 1 mm. kadardır. Bir glowworm, kanatlı böceğin yaşam döngüsü içindeki larva aşamasıdır. Bir kibrit çöpü kadar büyür ve kurt gibi görünür. Glowworm’un birçok farklı türleri vardır.
Yeni Zelanda’daki tür ise, bir arachnocampa luminosa yani, ‘’ışık üreten’’ anlamına gelen türü. Bu tür; havadaki oksijenle, yaydığı kimyasallar arasındaki tepki olan Biyolüminesans sayesinde ışık üretir. Böcekler ışığa doğru uçar ve glowworm da, gıdasını yakalamak için aşağı sarkar, bu yapışkan hatlara takılan avlar, besini olur. Larva aşaması, yaratığın hayatındaki en uzun aşamadır ve 9 ay civarında sürer. Daha sonra, koza içinde pupaya dönüşür ve büyük bir sivrisinek gibi görünen, çift kanatlı uçan böcek, olarak ortaya çıkarlar.
4. Eisriesenwelt Buz Mağarası (Avusturya):
Doğal kireç taşı buz mağaralarından oluşan labirent şeklindeki yapı; Avusturya’nın Werfen kasabasında, Alpler'in Tennegebirge bölümündeki Hochkogel dağında, Salzburg’un güneyinden yaklaşık 40 kilometre ileride yer alıyor. Mağaranın sadece ilk bir kilometresi buzla kaplı ve sadece bu kısma turistlerin girmesine izin veriliyor; ancak bu kısım, mağaranın geri kalanının insanda nasıl bir his uyandıracağını açıkça gösteriyor: doğanın insanı büyüleyen becerileri. Mağaranın geri kalan kısmı kireçtaşından oluşuyor. Mağara, 1 Mayıs – 26 Ocak arasında her yıl ziyaretçilere açık. Bir mağaranın oluşması için birden fazla yol vardır. Eisriesenwelt, dinamik bir mağara; bu da geçit ve çatlakların, daha alçak girişleri yüksek açıklıklarla birleştirdiği anlamına geliyor, böylelikle, hava dolaşımı sağlanıyor, bunu aynı bir şömine gibi düşünebiliriz. İlkbahar ayında, eriyen buz, çatlaklardan kayalara doğru sızıyor ve su, mağaranın halen soğuk ve donmuş olan daha alçak alanlarına ulaştığında tekrar donuyor ve mağaranın içerisinden görülebilen mükemmel görünümlü bir buzul halini alıyor.
Eisriesenwelt, dağın içine doğru akıp onu aşındırarak geçitler yaratan Salzach nehrinden dolayı oluşmuştur. Mağaradaki oluşan buzullar, kış boyunca mağaraya sızan suyun buz halini alması ve daha sonra bu buzun çözülmesi ile oluşmuş. Mağaranın girişi tüm yıl boyunca açık olduğundan, soğuk kış rüzgarı mağaraya doğru esiyor ve içerideki karı daha da soğutuyor. Yazları ise, soğuk rüzgar mağaranın içerisine doğru esiyor ve buzulların erimesini önlüyor.
Eisriesenberg’i ilk resmi olarak keşfeden kişi Salzgburg’tan bir doğa bilimcisi olan Anton Posselt’dir, keşif 1879’da yapılmıştı; ancak Posselt, mağaranın sadece ilk 200 metresini keşfetti. Onun keşfinden önce mağara sadece, içinden Cehenneme gidildiğine inanan ve bu yüzden onu keşfetmeyi reddeden bölge sakinleri tarafından biliniyordu. Salzburg’tan bir mağara bilimcisi olan Alexander von Mork da 1912’de mağarayı keşfetmek için seferler başlattı, daha sonra onu diğer araştırmacılar takip etti.
Eisriesenwelt her yıl yaklaşık 200.000 turist çekiyor.
5. Hayalet Mağara (Venezuela):
6. Fantastic Çukur Mağara (Amerika):
7. Dongzhong Mağarası (Çin):
Çin'de bulunan Zhongdong köyü, ülkenin bir mağaranın içinde doğal yollardan oluşan ilk yerleşim bölgesi. Deniz seviyesinden 1800 metre yüksekte olan mağara 1 saatlik yürüyüş mesafesinde. Zor erişime rağmen orada yaşayan toplum ayakta durmaya çabalıyor. Daha da kötüsü hükümet "Çin mağara adamlarından oluşan bir toplum değildir" gerekçesiyle 2011'de köy okulunu kapattı. Şimdi çocuklar okula her gün 2 saat boyunca yürüyerek gidip geliyorlar.
Bu mağaranın içine 100 kişilik bir köy kurulmuş. Deniz seviyesinden 1800 metre yükseklikte bulunan mağaraya 1 saat yürüyüş ile ulaşılabiliyor.