Eskiden islâm âlimleri kendilerine sorulan şeylere, fıkh kitâblarından cevâb bulup, süâl edenlere bunları söylerlerdi. Mezhebsiz din adamı ise fıkh kitâbını okuyup anlıyamadığı için, câhil kafasına ve noksan aklına gelenleri söyliyerek süâl sâhibini aldatır. Onun Cehenneme gitmesine sebeb olur. Bunun içindir ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü insanların en kötüsüdür) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, Ehl-i sünnet âlimi, insanların en iyisidir. Mezhebsizler de, insanların en kötüsüdür. Çünki, birinciler, insanları Resûlullaha uymağa, ya’nî Cennete, ikinciler ise, insanları kendi sapık düşüncelerine uymağa, ya’nî Cehenneme sürüklemekdedirler.
Mısrdaki Câmi’ul-ezher islâm üniversitesinden me’zûn üstâz ibni Halîfe Alîvî (Akîdet-üs-selef-i vel-halef) kitâbında diyor ki, (Allâme Ebû Zühre, (Târîh-ul-mezâhib-il-islâmiyye) kitâbında yazdığı gibi, hicretin dördüncü asrında, hanbelî mezhebinden ayrılan ba’zı kimseler, kendilerine (Selefiyyîn) ismini verdiler. Yine hanbelî mezhebinde olan Ebülferec İbnülcevzî “rahmetullahi teâlâ aleyh” ve başka âlimler, bu selefîlerin selef-i sâlihînin yolunda olmadıklarını, bid’at ehli, mücessime fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını önlediler. Yedinci asrda, İbni Teymiyye, bu fitneyi tekrâr alevlendirdi). Bu kitâbda, selefîlerin ve vehhâbîlerin çeşidli bid’atleri ve Ehl-i sünnete karşı yapdıkları iftirâları uzun yazılmış ve cevâbları verilmişdir. Kitâb 1398 [m. 1978] de Şâmda basılmışdır. Üçyüzkırk sahîfedir.
Mezhebsizler kendilerine, (Selefiyye) ismini takmışlar. İbni Teymiyye, Selefîlerin büyük imâmıdır diyorlar. Bu sözleri bir bakımdan doğrudur. Çünki, İbni Teymiyyeden önce (Selefî) ismi yokdu. Selef-i sâlihîn vardı. Bunların i’tikâdları da Ehl-i sünnet mezhebi idi. İbni Teymiyyenin sapık fikrleri vehhâbîlere ve diğer mezhebsizlere kaynak oldu. İbni Teymiyye hanbelî mezhebinde olarak yetişdi. Ya’nî Ehl-i sünnet idi. Fekat ilmi çoğalıp, fetvâ makâmına yükselince, kendi fikrlerini beğenmeğe, kendini Ehl-i sünnet âlimlerinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” üstün görmeğe başladı. İlminin çoğalması, dalâletine, sapıtmasına sebeb oldu. Hanbelî olması kalmadı. Çünki, dört mezhebden birinde olabilmek için, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak lâzımdır. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmayan kimse için hanbelî mezhebindedir denilemez.
Mezhebsizler, bulundukları memleketdeki Ehl-i sünnet din adamlarını "rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în", her fırsatda kötülüyorlar. Bunların kitâblarının okunmasını, Ehl-i sünnet bilgilerinin öğrenilmesini önlemek için her hiyleye başvuruyorlar. Meselâ, bir mezhebsiz, bu fakîrin ismini söyliyerek, (Eczâcı, kimyâger, dinden ne anlar? O kendi san'atı üzerinde çalışsın. Bizim işimize karışmasın) demiş. Şu câhilce, şu ahmakca söze bakınız! Fen adamlarının din bilgisi olmaz sanıyor. Bilmiyor ki, müslimân fen adamı, her an sun'-ı ilâhîyi temâşâ etmekde, masnû'ât kitâbında sergilenmiş bulunan yüce Hâlıkın kemâlâtını anlamakda, Onun sonsuz kudreti karşısında, mahlûkların aczini görerek, Onu her an tesbîh ve tenzîh etmekdedir. Alman atom âlimi Max Planck, (Der Strom) kitâbında, bunu çok güzel bildirmekdedir. Bu câhil mezhebsiz ise, yurt dışındaki kendi gibi bir sapıkdan aldığı belgeye ve bunun sağladığı masaya dayanarak ve belki de, yurt dışında dağıtılan altınların hayâlleri ile mest olarak, din bilgilerini kendi inhisârında görmekdedir. Allahü teâlâ, bu zevallıyı ve cümlemizi ıslâh eylesin! Böyle belgeli din hırsızlarının tuzaklarına düşen temiz gençleri de, halâs buyursun! Âmîn.
Evet, bu fakîr, eczâcı ve kimyâ yüksek mühendisi olarak milletime otuz seneden ziyâde hizmet etdim. Fekat yedi sene din tahsîli yaparak ve geceli gündüzlü çalışarak da, büyük islâm âliminden icâzet almakla da şereflendim. Fen bilgileri ile din bilgilerinin azameti altında ezilerek, aczimi iyice anladım. Bu anlayış içinde, hakkıyla kulluk yapabilmek gayretindeyim.
Mısrdaki Câmi’ul-ezher islâm üniversitesinden me’zûn üstâz ibni Halîfe Alîvî (Akîdet-üs-selef-i vel-halef) kitâbında diyor ki, (Allâme Ebû Zühre, (Târîh-ul-mezâhib-il-islâmiyye) kitâbında yazdığı gibi, hicretin dördüncü asrında, hanbelî mezhebinden ayrılan ba’zı kimseler, kendilerine (Selefiyyîn) ismini verdiler. Yine hanbelî mezhebinde olan Ebülferec İbnülcevzî “rahmetullahi teâlâ aleyh” ve başka âlimler, bu selefîlerin selef-i sâlihînin yolunda olmadıklarını, bid’at ehli, mücessime fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını önlediler. Yedinci asrda, İbni Teymiyye, bu fitneyi tekrâr alevlendirdi). Bu kitâbda, selefîlerin ve vehhâbîlerin çeşidli bid’atleri ve Ehl-i sünnete karşı yapdıkları iftirâları uzun yazılmış ve cevâbları verilmişdir. Kitâb 1398 [m. 1978] de Şâmda basılmışdır. Üçyüzkırk sahîfedir.
Mezhebsizler kendilerine, (Selefiyye) ismini takmışlar. İbni Teymiyye, Selefîlerin büyük imâmıdır diyorlar. Bu sözleri bir bakımdan doğrudur. Çünki, İbni Teymiyyeden önce (Selefî) ismi yokdu. Selef-i sâlihîn vardı. Bunların i’tikâdları da Ehl-i sünnet mezhebi idi. İbni Teymiyyenin sapık fikrleri vehhâbîlere ve diğer mezhebsizlere kaynak oldu. İbni Teymiyye hanbelî mezhebinde olarak yetişdi. Ya’nî Ehl-i sünnet idi. Fekat ilmi çoğalıp, fetvâ makâmına yükselince, kendi fikrlerini beğenmeğe, kendini Ehl-i sünnet âlimlerinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” üstün görmeğe başladı. İlminin çoğalması, dalâletine, sapıtmasına sebeb oldu. Hanbelî olması kalmadı. Çünki, dört mezhebden birinde olabilmek için, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak lâzımdır. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmayan kimse için hanbelî mezhebindedir denilemez.
Mezhebsizler, bulundukları memleketdeki Ehl-i sünnet din adamlarını "rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în", her fırsatda kötülüyorlar. Bunların kitâblarının okunmasını, Ehl-i sünnet bilgilerinin öğrenilmesini önlemek için her hiyleye başvuruyorlar. Meselâ, bir mezhebsiz, bu fakîrin ismini söyliyerek, (Eczâcı, kimyâger, dinden ne anlar? O kendi san'atı üzerinde çalışsın. Bizim işimize karışmasın) demiş. Şu câhilce, şu ahmakca söze bakınız! Fen adamlarının din bilgisi olmaz sanıyor. Bilmiyor ki, müslimân fen adamı, her an sun'-ı ilâhîyi temâşâ etmekde, masnû'ât kitâbında sergilenmiş bulunan yüce Hâlıkın kemâlâtını anlamakda, Onun sonsuz kudreti karşısında, mahlûkların aczini görerek, Onu her an tesbîh ve tenzîh etmekdedir. Alman atom âlimi Max Planck, (Der Strom) kitâbında, bunu çok güzel bildirmekdedir. Bu câhil mezhebsiz ise, yurt dışındaki kendi gibi bir sapıkdan aldığı belgeye ve bunun sağladığı masaya dayanarak ve belki de, yurt dışında dağıtılan altınların hayâlleri ile mest olarak, din bilgilerini kendi inhisârında görmekdedir. Allahü teâlâ, bu zevallıyı ve cümlemizi ıslâh eylesin! Böyle belgeli din hırsızlarının tuzaklarına düşen temiz gençleri de, halâs buyursun! Âmîn.
Evet, bu fakîr, eczâcı ve kimyâ yüksek mühendisi olarak milletime otuz seneden ziyâde hizmet etdim. Fekat yedi sene din tahsîli yaparak ve geceli gündüzlü çalışarak da, büyük islâm âliminden icâzet almakla da şereflendim. Fen bilgileri ile din bilgilerinin azameti altında ezilerek, aczimi iyice anladım. Bu anlayış içinde, hakkıyla kulluk yapabilmek gayretindeyim.