Allah'ın varlığını sakın anlamazlıktan gelmeyin

Ömer-28

Aktif Üyemiz
BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN KAYNAĞININ DİNSİZLİK OLDUĞUNU ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Allah’ın varlığına inanan bir insan tüm yaşamı boyunca, O’nun kendisine gösterdiği yolda ilerler. O'nun emirlerine, hükümlerine büyük bir hassasiyet gösterir, ömrünü Rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için geçirir. Bunun için de Allah’ın insanlar için seçip beğendiği din olan İslam’a göre yaşar ve Kuran’ı kendisine rehber edinir. Yüksek vicdanları sayesinde Allah’ın kendilerinden istediği ve birçok ayetinde örneklerini bildirdiği güzel ahlakı tüm yaşamlarına yansıtırlar. Asla Rableri’nin hükümlerinin dışına çıkmaz, yasaklarını göz ardı etmezler. Bu, Allah'ın kendilerini yarattığı gibi, ölümü, hayatı ve ahireti de yarattığını bilerek O'ndan korkup sakınan insanlarda var olan bir ahlaktır.

Allah’ın varlığını inkarda direten, inkar etmese de O’nun kendilerine gönderdiği dine teslim olmayı kabul etmeyen insanlar ise bu güzel ahlakı asla yaşayamazlar. Kuran ahlakının gerektirdiği iyilikleri, güzellikleri hiçbir zaman yerine getiremezler. Bu yüzden dinin yaşanmadığı toplumlar her türlü ahlaksızlığı, çirkinliği korkusuzca, sonucunu düşünmeden yapan insanlardan oluşur.
Allah korkusu olmayan bir insan rahatlıkla yalan söyler, hırsızlık yapar, rüşvet alır, adam öldürür, intihar eder, kumar oynar, insanların haklarını çiğner, adaletsizlik yapar. Bunları ya açıkça yapar ya da kendince meşru bir zemine oturtarak tüm bu kötülükleri işler. Öfkesini tutamaz, kindardır, kıskançlık ve hırs yapar, insanları incitebilecek sözleri rahatlıkla sarf eder, fedakar değildir, kendi menfaatleri herşeyden önce gelir. Bu insanların arasından, "ben dindar değilim ama kindar da değilimdir, öfkeli de" diyenler çıkabilir. Fakat bu insan gün gelir, kendisini çileden çıkaracak bir olayla karşılaşır, Allah'a tevekkülü olmadığı için öfkelenir ve üzerine hiç kondurmadığı her türlü kötülüğü yapma hakkını kendinde görür. Hatta an gelir, adam öldürür ve arkasından "ama hak etmişti" der. Bu, Allah’tan korkup sakınan bir insanda ise asla olmayacak bir sonuçtur. Çünkü inançlı bir insan sabırlıdır ve Allah’ın yapma dediği bir şeyi yapmaz. Bu yüzden de asla öfkesine kapılmaz.
İnançsız bir insan "ben dinsizim, ama rüşvet almıyorum, dürüstüm" diyebilir. Ama bu, sadece bir iddiadır. Çünkü Allah’tan korkup sakınmayan bu kişi zorda kaldığında her kötülüğü rahatlıkla yapabilir. Mesela, "çocuklarımı okutabilmek için rüşvet aldım" gibi kendince meşru bir mazeret uydurabilir. Oysa dindar bir insan için böyle bir şey hiçbir zaman söz konusu olmaz. Ahirette hesabını veremeyeceğini bildiği bir tavrı Allah’tan korkup sakınan bir insan asla yapmaz.
Hırsızlık da bu samimiyetsiz tavra iyi bir örnektir. Hırsızlık gibi toplumun genelinde hoş karşılanmayan bir suç bile bu kişiler arasında, bazı şartlarda meşru görülebilir. Örneğin otellerden, lokantalardan alınan havlu, çatal-bıçak gibi eşyalar hırsızlık olarak görülmez. Oysa dine göre bu, her halikarda bir ahlaksızlıktır.
İşte bunların tümü Allah’tan korkup sakınmayan insanların ortak karakteridir. Bu karakteri anlatmak için daha başka yüzlerce örnek verilebilir. Böyle insanlar güzel bir ahlak için asla iradelerini kullanmazlar. Ancak bir çıkarları söz konusu olduğunda bazı fedakarlıklar yapabilirler. Ve bu fedakarlık söz konusu çıkarın ortadan kalkmasıyla sona erer. Oysa dindar bir insanın iradesi son derece kuvvetlidir. Allah korkusu bunu gerektirir. Bu korku, dinin topluma sağladığı güvenli ortamların da garantisidir.
Aile ortamını meydana getiren vefa, bağlılık, sevgi ve saygı gibi değerler de dinsiz bir toplumda ortadan kalkar. Güzel ahlakın getirdiği bu davranışları hiçbir karşılık beklemeden yaşayanlar, yalnızca Allah’tan korkan ve tüm yaptıklarının hesabını ahirette vereceklerini bilen inançlı insanlardır.
Merhamet, sevgi ve fedakarlık üzerine kurulan, Kuran ahlakına dayalı aile yapıları bir toplumun geleceği ve huzuru açısından son derece hayati önem taşır. Ama bu değerlerin ortadan kalktığı dinsiz ortamlarda, toplumun temel direği olan aile yapısı bozulduğundan toplum yapısı da bozulur.
Ancak Kuran’ı rehber edinmekle elde edilen bu huzurlu ortamları oluşturmak ancak insanların Allah inancı ve korkusuyla mümkün olabilir. Bunlar kesin olan APAÇIK gerçeklerdir.
Dinsizliğin hakim olduğu toplumlarda sosyal anarşi meydana gelir. Zengin fakiri ezer, fakirler de onlara kinlenir, patron işçiye, işçi de patrona karşı anlayışsız ve saldırgan bir tutum izler. İhtiyaç içinde olan insanlara merhamet değil tam tersine kızgınlık duyulur. Baba çocuğuna çocuk da babasına karşı saldırgan bir tavır içine girer.

Gazetelerde bir gün bile eksilmeyen cinayet ve intihar haberlerinin kaynağını hep dinsizlik oluşturmaktadır. Sadece öfkelendiği, kin güttüğü ya da o kişinin ölümünden bir çıkar elde edebileceği için gözünü bile kırpmadan soğukkanlılıkla adam öldüren bir insan ahirette bu yaptıklarının hesabını vereceğini düşünmemektedir elbette. Allah’tan korkup sakınmayan bir insanın rahatlıkla işleyeceği bu suçlar, tüm toplumun düzenini bozacak, huzuru yok edecek davranışlardır.
Böyle toplumlarda yardımlaşma, cömertlik gibi kavramlar yok olmuştur. İnsanlar birbirlerini kollamaz, sağlıklarını, rahatlarını asla düşünmez, insanlara dokunabilecek zararları engelleme yoluna hiç gitmezler. Örneğin yolda rahatsızlanıp yere düşen bir insana gereken ilgi gösterilmez, insanlar kendi başlarının çaresine bakmaya bırakılırlar. Herkes birbirinden maksimum faydalanmaya bakar, bu yüzden birbirlerini "dolandırmaktan" çekinmezler. Benzinci benzine su katar, market süresi dolmuş bir ürünü vermekten kaçınmaz… Verilen hizmetler de hep sınırlıdır, doktor ancak çok iyi bir müşteriyse gereken ihtimamı gösterir, ancak iyi para kazanacağını düşünürse iyi hizmet verir. Sonuç olarak bu insanların çoğu sadece dünyevi bir menfaat söz konusuysa birtakım fedakarlıklara katlanabilirler.
Görüldüğü gibi dinin yaşanmadığı her yerde toplumsal sorunlar, ahlaksızlıklar tükenmek bilmez. O halde Allah’ın insanlar için seçtiği ve beğendiği dinine teslim olmak gerektiğini, ancak bu şekilde güven ve huzurun elde edilebileceğini anlamazlıktan gelmeyin. Ve ancak Allah'ın emirlerine uyarak geçirdiğiniz bir ömrün ahirette de hesabını güvenle verebileceğinizi bilin.



Dinsizliğin getirdiği kötü ahlak, insanların en başta kendi huzurlarını bozar, kalplerinde büyük bir sıkıntı meydana getirir. Örneğin kıskançlığı yaşayan ve bunun beraberinde etrafına kötülük yapan bir insan için yaşadığı öfke, çektiği vicdan azabı ve kıskançlığın kalbinde yarattığı baskı oldukça sıkıntı vericidir. Kişinin yaptığı kıskançlıktan çoğu zaman karşı tarafın haberi bile olmaz, olsa da bundan bir zarar görmez. Dolayısıyla insanın yaşadığı kıskançlıktan geriye sadece o kişide bıraktığı vicdan azabı ve öfke kalır. Bu da dinsizliğin insanda meydana getirdiği sıkıntılı ruh hallerinden biridir. Allah bir ayetinde dinden uzak insanların içlerindeki sıkıntıya şöyle dikkat çekmiştir:

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (Enam Suresi, 125)

Dindar insanlar ise birbirlerinin yaptığı iyi ve hayırlı işlerden dolayı memnuniyet duyarlar, birbirlerinin güzel yönlerinden zevk alırlar. Bir insanın güzelliği inançlı bir insana Allah’ın yaratma gücünü hatırlatır ve O’nu tesbih etmesine vesile olur. Oysa dinden uzak bir ortamda kıskançlığın sonucunda sarf edilen incitici sözler, takılan lakaplar, yapılan dedikodular, hep gergin ortamlar oluşturur. İşte dinsizliğin insanlarda oluşturduğu bozguncu, tahammülsüz, dengesiz karakter tüm bunları yapan kişilerin kendilerine büyük bir sıkıntı olarak geri döner. Yani bu insanlar açıkça kendi kendilerine zulmederler. Bir ayette şöyle denir:

…Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)

Allah’tan korkup sakınan bir insan olaylar karşısında her zaman sabırlı davranır. Zorluklar hiçbir zaman onu yıldırmaz, moralini bozmaz. Allah’a güvenip dayandığından her türlü olayı kararlılıkla ve metanetle karşılar. Dinin insanlara sağladığı tevekküllü ve dingin ruh haline sahip olduğundan olayları akılcı değerlendirir ve sonuca ulaşır. Ama dinsizliğin getirdiği tevekkülsüzlük, sıkıntı ve batıl korkularla dolu bir ruh haline sahip insanlar asla güzel bir yaşam sürdüremezler. Ne toplumlar, ne de toplum içindeki bireyler dinden uzak yaşanan bir ortamda "mutmain" bir ruh haline sahip olamazlar. Bir ayette de bildirildiği gibi, "…kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Rad Suresi, 28)

Öyleyse dinsizliğin toplumların tüm güzel ve insani duygularını bitirdiği gerçeği üzerinde mutlaka düşünüp öğüt alın ve Allah'ın hükmüne teslim olmayan insanların dünyada da, ahirette de zorluklar ve pişmanlıklar içinde yaşam süreceklerini anlamazlıktan gelmeyin.
 

Ömer-28

Aktif Üyemiz
AHİRETİN VE HESAP GÜNÜNÜN VARLIĞINI ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN

"Dünya üzerinde iyi insanlar, kötü insanlar, dürüst kişiler, yalancı kişiler, Allah'tan korkup sakınanlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar hep birarada yaşamlarını sürdürürler. Kimi insan Allah'ın hükümlerine kesin olarak itaat ederken, kimi başkaldırır, kimi ise bir kısmını uygulayıp bir kısmını göz ardı eder. Elbette bu insanların karşılaşacakları son da birbirinden tamamen farklı olacaktır. Allah sonsuz adaleti gereği sayılan tüm bu insanlara hak ettikleri karşılığı verecektir. Bu kesin vaat Kuran'da şöyle haber verilir:

Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazandıklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez. (Casiye Suresi, 21-22)

İşte Allah'ın insanlara hak ettikleri karşılığı vereceği yer ahirettir. Bu APAÇIK bir gerçektir. Allah her olayı duyan gören, yapılan her iyiliği ve her kötülüğü bilendir. Öyleyse Allah’ın sonsuz adaletinin tecelli edeceği iyi veya kötü yapılan her tavrın karşılığının alınacağı ahiretin varlığını anlamazlıktan gelmeyin. Ayrıca unutmayın ki, bu gerçeği görmezden gelmek, "ölünce toprak olacağız" demek insanın din gününde tekrar yaratılmasını ve hesaba çekilmesini engellemeyecektir.

Belki insan dünya hayatında kendisini kandırabilir. Ahiret gerçeğini görmezden gelerek, kendince dünyanın tadını çıkarmaya çalışabilir. Belki kendi kendine söylediği yalanlarla vicdanının sesini bastırabilir. Ama bu, o kişinin Allah katında belli olan vakti dolduğunda ölmesini ve yine Allah katında belirlenmiş olan bir zamanda tekrar diriltilmesini engellemez. Anlamak istese de, istemese de mutlaka her insan din gününde diriltilecek, Allah’ın karşısında durup hesap verecek, sonra yaptıklarının karşılığını almak için kazandığı ebedi yurda sevkedilecektir. O gün bu apaçık gerçeği görmezden gelenlerin, kendilerini kandırarak dünya hayatı ile tatmin olmaya çalışanların sevkedilecekleri yer cehennemdir. Ve bu yaptıkları vicdansız tavır nedeniyle cehennemi hak eden insanlar sonsuza kadar oradan çıkamayacaklardır .
Allah Kuran’da bize ahiretin varlığını anlamazlıktan gelen, yeniden dirilişi inkar eden insanların içinde bulundukları ruh halini, söyledikleri sözleri, düşüncelerini haber verir. Ve buna karşılık uğrayacakları sonu da bildirir:
Allah, kimi hidayete erdirirse, işte o, hidayet bulmuştur, kimi saptırırsa onlar için O'nun dışında asla veliler bulamazsın. Kıyamet günü, biz onları yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Onların barınma yerleri cehennemdir; ateşi sükun buldukça, çılgın alevini onlara arttırırız. Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkar etmelerine ve: "Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" demelerine karşılık cezalarıdır. (İsra Suresi, 97-98)

Ayette haber verilen sorunun cevabı aslında son derece açıktır: İçinde yaşadığımız evren Allah'ın muhteşem yaratma sanatının delilleriyle doludur. Kuşkusuz bu mucizevi yaratılışın sahibi olan, herşeyi yoktan var eden Allah dilediği anda benzerlerini de yaratmaya kadirdir. Nitekim Allah Kuran’da, nasıl olacak, nasıl yaratılacak, kim yaratacak gibi sorularla apaçık ortada olduğu halde ahiret gerçeğini anlamazlıktan gelmeye çalışan insanlara şöyle seslenmektedir:
Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra Suresi, 99)

Sonsuz bir adaletin tecelli edeceği ahirette, insanın her yaptığının hesabını vereceğini ve karşılığını göreceğini anlamazlıktan gelmeyin.
İnsanların büyük bir kısmı ahirete inandığını söyler ama ahireti gerçek anlamda düşünmez. Dünya hayatında yaptığı herşeyin orada karşısına çıkacağını anlamazlıktan gelir. Ahireti, hesap gününü, cenneti ve cehennemi Allah’ın Kuran’da bize bildirdiği şekilde değil, kendi olmasını istediği şekilde yorumlayarak kendisini kandırır.

Oysa Allah bize ahiret hayatını da, hesap anını da, kimlerin cennete, kimlerin cehenneme gideceğini de tüm detayları ile bildirmiştir. Herkes din gününde Allah’ın karşısında yapayalnız duracak, dünya hayatı boyunca yaşadığı her anın hesabını verecektir. Hayatı boyunca her an Allah’ın rızasını aramış olan kullar cennete gidecek, orada sonsuza kadar Allah'ın sınırsız nimetleri içinde yaşayacaklardır. Ahireti düşünmeden dünya için yaşayanlar ise cehenneme gidecek ve orada sonsuza kadar azap içinde kalacaklardır.
"Allah nasıl olsa beni affeder" diyenler, "kalbim temiz, benden nice kötü insanlar var" diye iddia edenler, kimseye bir zararlarının dokunmadığını bundan dolayı cennete gideceklerini savunanlar, sadece belirli ibadetleri yaparak kurtulacaklarını sananlar, aslında gerçeği bildikleri halde kendilerini kandırarak doğruları görmezden gelmeye çalışmaktadırlar. Nitekim Allah her ne kadar bahaneler öne sürerek anlamamaya çalışsalar da insanların aslında doğruların farkında olduklarını şöyle bildirmiştir:
O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbi'nin katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 12-15)

Allah’ın ayette bildirdiği gibi her insan kendine basirettir. Her insan doğruları bilir. Bu sebeple mazeretler ortaya atarak gerçekleri anlamazlıktan gelmeye çalışmak anlamsızdır. Kendisinden daha kötü insanların olması din gününde hiç kimseyi kurtarmaz, babasının ya da dedesinin dindar olması, bir iki fakire para vermek ya da Allah için hiçbir amel yapmadan "ben müslümanım" demek de insanı kurtaramaz… Diğer insanlar ne yaparsa yapsın, herkes kendi yaptıklarından sorumludur, tek başına Allah’ın karşısında duracak ve yaşadığı her anın hesabını tek başına verecektir. Kendince çok işinin olması, kendi bakış açısına göre iyi olması, "ekmek parası kazanmak", çocuklarına bakmak zorunluluğu taşıması, kendince faydalı bir mesleğe sahip olması, veya yine kendi bakış açısına göre yaptığı işlerin Allah için yapılacak ibadetlerden daha önemli olması da kişiyi kurtarmaz. Çünkü neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin insana ahireti kazandıracağı ya da neyin kaybettireceği Kuran’da yazılıdır.

Kuran dışı ölçüleri alarak cennete gideceğini savunanlar, dini yaşamak için yaşlanmayı bekleyerek vakit kaybedenler, ortaya sundukları bahanelerle hem kendilerini kandırıp hem de diğer insanları aldatmaya çalışanlar, unutmamalıdırlar ki burada öne sürdükleri mazeretler ahirette onları kurtarmaya yetmeyecektir. Burada anlattıkları yalanlar Rahman olan Allah’ın huzurunda hiçbir işe yaramayacak, hatta bu insanların din gününde konuşmalarına dahi izin verilmeyecektir. O gün gerçekleri görmezden gelerek Allah’ın sınırlarını korumayan, Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen insanlar pişmanlıklarını şu şekilde ifade edeceklerdir:
O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 23-26)

O gün yaşanacaklar, başta da belirttiğimiz gibi, herşeyi bilen ve gören Allah’ın sonsuz adaletinin bir gereğidir. O gün Allah vicdanlarını kullanan kullar ile vicdanın sesini bastırarak gerçekleri görmezden gelen kullarını kesin olarak ayıracaktır. Siz de böyle bir pişmanlık yaşamamak için ahirete hazırlık yapın, burada yaptığınız her hazırlığın karşınıza çıkacağını unutmayın. Ve sakın bu gerçekleri anlamazlıktan gelerek hayatınızı boş ve anlamsız işlerle uğraşarak geçirmeyin.

Bu dünyadaki hayat, ahirete tercih edilmeyecek kadar geçicidir. Deniz kenarına dizilmiş yalılar, süslü bahçelerin içindeki köşkler, denizi yara yara giden sürat motorları, yatlar, birbirinden renkli son model arabalar, gece kulüpleri, eğlence merkezleri, beş yıldızlı oteller, sağlıklı çocuklar, güzel ve itibarlı eşler… Bu sayılan nimetler insanlara son derece çekici gelebilir. İnsan bütün ömrünü bunlara sahip olmaya çalışarak geçirebilir. Ancak insan değil bunların birkaç tanesine, hepsine de sahip olsa Allah katında belirli olan süresi dolduğunda sahip olduklarını bırakarak ahirete gidecektir.

Belki siz de söz konusu insanlar gibi hayatınızı bu nimetlere sahip olmanın yollarını arayarak geçiriyor olabilirsiniz. Ama ahirette, sahip olduğunuz bu nimetlerin hiçbirinin size fayda sağlamayacağını anlamazlıktan gelmeyin.

Ölüm melekleri canınızı almaya geldiklerinde, o ana kadar sahip olmak için bütün gücünüzle uğraştığınız malınızı, mülkünüzü bir daha görmemek üzere bırakarak bu dünyadan ayrılacaksınız. Tekrar dirildiğinizde ise artık bambaşka bir mekanda, ahirette Allah’ın karşısında hesap vereceksiniz. O anda size ne malınızın miktarının, ne kaç çocuk sahibi olduğunuzun, ne makamınızın, ne tahsilinizin sorulmayacağını unutmayın. O gün dünyanın en büyük devlet adamlarından, tarih boyunca yaşamış olan krallara, kraliçelere kadar kimsenin kimseden dünyada maddi anlamda sahip olduklarından dolayı bir üstünlüğü olmayacak, hiçbir yakın dost, bir yakın dostu sormayacak, hatta o günün korkusundan dolayı inkar edenler dünya da sahip olduklarını fidye olarak verip kurtulmak isteyeceklerdir:

(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz.
Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;
Kendi eşini ve kardeşini,
Ve onu barındıran aşiretini de;

Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa.
Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir:
Başın derisini kavurup-soyar.
Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur.
(Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı. (Mearic Suresi, 10-18)

Siz de ayetlerde haber verilen bu gerçekleri düşünün ve o günün azabının, bir insanın dünyada sahip olduğu herşeyi fidye olarak verip kurtulmak isteyeceği kadar büyük olacağını anlamazlıktan gelmeyin.
Allah bir ayetinde inkar edenlerin dünyanın tümüne sahip olsalar bile bunu verip, cehennem azabından kurtulmak isteyeceklerini bildirmiştir:
Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azabtan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa, onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah'tan kendileri için açığa çıkmıştır. (Zümer Suresi, 47)

Aslında insan vicdanıyla bunu bir an düşünse rahatlıkla doğruyu bulabilir. Örneğin bugün dünya üzerinde yaşayan insanlara sahip oldukları herşeyi vermeleri karşılığında hemen cennete gidecekleri söylense bunu kabul etmeyecek insan çıkmaz. Herkes tereddütsüz olarak malını, mülkünü, oğlunu, makamını bırakır ve sonsuza kadar kalacağı cennete ulaşmaya çalışır. Aslında insanın sorumluluğu budur. Malını ve canını Allah’a satmak, dünyada gereksiz hırslara kapılmamak, Allah için yaşamak ve sonucunda bir mükafat olarak cennete kavuşmak… Fakat, insanları kandıran bunun hemen olmamasıdır. Geçecek kısacık zaman insanlara uzun gelir. Ve bu nedenle söz konusu kişiler büyük bir akılsızlık yaparak kısacık bir hayatı sonsuza kadar kalacakları cennete tercih ederler.
Bir tarafta 60-70 senelik göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir zaman, diğer tarafta bitmeyen bir ömür…
Bir tarafta bitmeyen, eşi benzeri olmayan, güzelliklerle dolu, insanın her istediğinin o anda yaratıldığı bir hayat, diğer tarafta kısa, geçici, eksik neye elinizi atsanız elinizde kalan, gençliğin, güzelliğin, hızla akıp gittiği, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın elde edilen metaların bir türlü insanı tatmin etmediği bir hayat…
Siz bu gerçeği görmezden gelmeyin. Cennetin eşşiz nimetlerine kavuşabilmek elinizdeyken, eksik ve geçici metaları elde etmek için vicdanınızın sesini susturmayın. İnsanların düşünmeyerek, üstünü örterek, kısacık bir hayat için neleri terk ettiğini anlamazlıktan gelmeyin.

İnsanların ahiretin varlığını göz ardı etmelerinin en büyük nedenlerinden bir tanesi çoğunluğun bu şekilde hareket etmesidir. Oysa bu, Allah’ın imtihanının bir gereğidir. Allah insanları bu şekilde denemektedir ve bu sebeple Kuran’da kullarını çoğunluğa uymamaları konusunda uyarmaktadır:
Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler'. (Enam Suresi, 116)

Çok kişinin yanlış yolda olması ise sizi etkilememelidir, çünkü herkes kendisinden sorumludur. Allah Kuran’da insanların çoğunun iman etmeyeceğini iman edenlerin ise şirk koşmadan iman etmeyeceğini bildirmiştir. Bu insanların çoğunun ahiret için hazırlık yapmadığı bundan dolayı da cennete gidemeyeceği anlamına gelir. Böyle bir durum ise vicdanlı bir insan için mazeret değil aksine daha çok korkup sakınmak için bir vesiledir. Bu nedenle siz de "insanların çoğu böyle" deyip apaçık gerçekleri anlamazlıktan gelmeyin. Tek başınıza da olsanız kendinizden sorumlu olduğunuzu unutmadan ahiretiniz için ciddi bir hazırlık yapın ve çaba gösterin.

Ahiretteki kurtuluş için dünyada gösterilen çabanın ne olması gerektiği Kuran'da bize haber verilmiştir. Hesap günü insanlar, Allah'a olan bağlılıkları, korkuları ve bu korkunun getirdiği güzel ahlakları ile değerlendirilecektir. İnsanların Allah'a içten bağlılıkları onlara fayda sağlayacaktır. Allah Kuran’da ne malların ne de evlatların kendisine yaklaşmak için bir yol olmadığını, ancak iman edip salip amellerde bulunanların cennete gidebileceğini bildirmiştir:

Bizim katımızda sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)

Allah kendi katında makbul olanın ve insanın sonsuz azaptan kurtarabilecek olanın yalnızca takva (Allah'ın emirlerine ve tavsiyelerine uymak, aksi düşünce ve davranışlardan sakınmak) olduğunu haber verir:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)

Bu sebeple siz de dünyanın geçici süslerine aldanarak, sahip olduğunuz malların ve evlatların Allah katında ölçü olmayacaklarını, din gününde sizi kurtaracak tek şeyin takvanız olduğunu anlamazlıktan gelmeyin.
İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 83)
 

Ömer-28

Aktif Üyemiz
CEHENNEMİN SONSUZ BİR AZAP YURDU OLDUĞUNU ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN

"İnsanların çoğu, ahiretin varlığını kabul ettikleri halde cehennemin nasıl bir yer olduğunu düşünmek istemezler. Çünkü insan orada görülecek olan şiddetli azabı düşündüğü zaman, korkup sakınması ve hayatını Allah'ın emirlerine göre düzenlemesi gerektiğini bilir, aksini uyguladığında ise vicdanı rahatsız olur. Bu vicdan azabından kurtulmak için cehennemin varlığını göz ardı eder. İşte bundan dolayı söz konusu kişiler "cehennemde sonsuza kadar kalınacağını sanmıyorum", "Allah’ın kullarını bu kadar şiddetli cezalandıracağına inanmıyorum" gibi yalanlar söyler, söyledikleri yalana delil olarak da Allah’ın sonsuz merhametli olmasını kullanmaya kalkarlar. Oysa bu insanlar çok iyi bildikleri bir gerçeği anlamazlıktan gelmektedirler.

Herşeyden önce cehennem Allah’ın sonsuz adaletinin tecelli ettiği bir mekandır. Elbette dünya hayatı boyunca Allah için yaşayan kullar ile, şeytana uyan, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, Allah’ın hükümlerini göz ardı eden zalimler ahirette aynı karşılığı almayacaklardır. Allah salih kullarını yaptıklarına karşılık olarak içinde ebedi olarak kalacakları cennet ile ödüllendirirken, inkar edenleri sonsuza kadar cehennemde cezalandıracaktır.
Allah elbette sonsuz merhamet sahibidir; ama Allah’ı sadece Rahim ve Gaffar (bağışlaması çok olan) isimleri ile düşünmek O’nu gereği gibi takdir edememek olur. Çünkü Allah aynı zamanda Kahhar (kahredici)dır, Muntakim (intikam sahibi)dir. Cehennem ise onun inkarcıları cezalandırmak için bu sıfatlarıyla tecelli edeceği bir mekandır. Yani insanlar unutmaya çalışsalar da cehennem vardır. Ve tüm inkarcıları, Allah'ın yolundan başka yol arayanları içinde sonsuza kadar barındıracaktır.

Siz de cehennemin varlığını anlamazlıktan gelmeyin. Onu düşünmemeye, ya da göz ardı etmeye çalışmak, kimseyi cehenneme girmekten kurtarmayacak, aksine bu açık gerçeği görmezden gelen bundan dolayı nefsine uyan insanlar sonsuza kadar cehennemde kalacaktır. Cehennem bu insanların tümünün "buluşma yeri" olacaktır. (Hicr Suresi, 43)

Allah cenneti iman eden kulları için yaratmıştır ki müminler hayatları boyunca sürekli olarak Allah’ın rızasını arayan, cenneti kazanmak için ciddi bir çaba gösteren insanlardır. Allah cenneti bu insanlar için birbirinden güzel nimetlerle donatmıştır. Orada "nefislerin arzuladığı ve gözlerin lezzet aldığı herşey" vardır. (Zuhruf Suresi, 71) Cennet "çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere" sahiptir. (Rahman Suresi, 48) Orada inananlar için büyük bir mülk vardır. Allah cennet ehli için güzel meskenler, mücevher işli tahtlar, süzme baldan ırmaklar, bitip tükenmeyen meyveler, ipekten ve atlastan elbiseler ve daha pek çok nimet var etmiştir. Cennet Allah’ın iman edenlere verdiği sonsuz bir mükafattır. Ve Allah’ın adaletini ve yaratma gücünü göstermektedir. O halde sakın cennetin dünyada sahip olduklarınızla kıyaslanamayacak bollukta ve güzellikte nimetlerle dolu olduğunu anlamazlıktan gelmeyin.

Elbette Allah’ın örneksiz yaratışının tecelli ettiği bir mekan daha vardır. Bu mekan inkar edenler için hazırlanmıştır ve o da Allah’ın sonsuz adaletinin başka bir tecellisidir. Cehennem, ahiret gerçeğini görmezden gelen, dünya için yaşayan, Allah'a isyan eden insanlar için özel olarak yaratılmıştır. Ve nasıl cennet yaratılış amacına uygun olarak eşi benzeri görülmemiş nimetlerle donatılmışsa, cehennem de yaratılış amacına uygun olarak eşi benzeri görülmemiş azap çeşitleriyle donatılmıştır.
İnkar edenler cehennemde dünya hayatı boyunca yaptıkları her ahlaksızlığın karşılığını göreceklerdir. Gördükleri karşılık ise elbette Allah’ın büyüklüğüne ve sonsuz ilmine uygun olarak yaratılacaktır. Orada insanlar her an eziyet içinde olacaklardır. Cehennem halkının derileri yanıp kavrulacak, kaynar su ve irinden başka yiyecekleri olmayacak, ateşten gömlekler giyip, ateşten yataklarda yatacak kısacası her saniye tükenmeyen bir azap ile karşılık göreceklerdir.
Allah Kuran’da inkarcıların cehennemde alacakları karşılığı ve görecekleri eziyeti detaylı olarak tarif etmiştir. Bunları görmezden gelmek, bundan bir kaçış değildir. Aksine bu gerçeği bilmek, bildiği bu gerçekten dolayı Allah’tan korkup sakınmak ve ona göre bir hayat yaşamak insanın ebedi kurtuluşu için tek çaredir.
Pek çok insanın cehennem ile ilgili olarak görmezden geldiği bir diğer konu ise cehennem azabının sonsuza kadar sürecek olmasıdır. Allah bu konuyu Kuran’da şöyle açıklamıştır:
Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"

"Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.
"İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır." (Bakara Suresi, 80-82)

Ayetlerde görüldüğü gibi ahirette alınan karşılıklar ebedidir. Cennete layık olan kullar orada sonsuza kadar kalacakları gibi, cehenneme gidecek olan inkarcılar da oradan sonsuza kadar çıkmayacaklardır. Allah bir başka ayetinde şöyle der:
Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir.

Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir.
Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 21-23)
Allah’ın bu konudaki hükmü son derece açıktır. Bu nedenle siz de Kuran’a tabi olmadıkça cehennemden kurtuluş olmadığını, Allah’a isyan edip cehenemi hak edenlerin ise orada sonsuza kadar kalacaklarını anlamazlıktan gelmeyin.
İnsanın kısacık bir ömürde gösterdiği ahlak onun sonsuza kadar kalacağı mekanı belirleyecektir. Elbette bu çok önemli bir sonuçtur. Sadece 60-70 yıl gibi bir ömür için, sonsuz bir hayatta durmaksızın cezalandırılmaya razı olmanın tarif edilemeyecek kadar büyük bir akılsızlık olduğu APAÇIK bir gerçektir. Kuşkusuz bu açık sonucu her insan kabul eder ancak insanların bu noktada kavrayamadıkları şey "sonsuzluk" kavramıdır.
"Sonsuz" kelimesi bitmeyecek bir zaman dilimini ifade eder. Yani cehenneme giden inkarcılar hiçbir zaman oradan çıkamayacak, hep orada kalacaklardır. On yıl, bin yıl, yüz bin yıl, trilyon, katrilyon yıl boyunca azap görecekler, ancak yine de gördükleri azap bitmeyecektir. Ve orada geçirdikleri trilyonlarca sene, sonsuzluğun yanında "sıfır" gibi kalacaktır. Allah hiç sonu gelmeyen bu zaman dilimini yukarıdaki ayetlerde "bütün zamanlar boyunca" şeklinde ifade etmiştir. (Nebe Suresi, 23)
Bu yüzden insanın dünyada karşılaştığı sıkıntılarla, ahirette yaşanacak sonsuz azabı birbirine karıştırmaması gerekir. Dünya hayatında insan en büyük sıkıntıyı yaşasa, bedeni en büyük acıları çekse bile en fazla 60-70 yıl içinde biter. En amansız, en zorlu hastalıkların bile mutlaka bir sonu vardır. Ama cehennemdeki azap hiçbir zaman tükenmeyecektir. Bu yüzden siz sonsuzluk kavramının ne ifade ettiğini anlamazlıktan gelmeyin. İnsanın dünyada geçireceği kısa süre ile bu zamanı kıyaslayın. Yüzlerce altmış yetmiş sene değil, trilyonlarca altmış yetmiş sene geçmesine rağmen bitmeyen ve bitmeyecek olan bir zamanı anlamaya çalışın. Neyi neye tercih ettiğinizi görmezlikten gelmeyin.
Bir daha hiç çıkmamak üzere cennete gidip bütün zamanlar boyunca nimetler içinde yaşamak varken, sonsuza kadar ateş azabını tadacağınız bir mekandan sakının.
 

Ömer-28

Aktif Üyemiz
ZAMANIN DEĞİŞKEN BİR ALGI OLDUĞUNU VE KADER GERÇEĞİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN

"Zaman; duyu organlarımız tarafından birbiri peşi sıra meydana gelen birtakım olaylar neticesinde hissedilen, bir tür algıdır. Zamanın akışını, etrafımızda gözlemlediğimiz, hareket değişikliklerini birbirlerine kıyaslayarak anlarız. Örneğin; kapının çaldığını duyarız. On dakika sonra kapı tekrar çalar. Biz de iki ses arasındaki bir süre olduğunu düşünür ve bunu "zaman" olarak algılarız. Veya bardak yere düşer ve kırılır, kömür yanar ve kül olur, yürürüz ve bir an önce odanın bir ucundayken bir an sonra odanın diğer ucunda oluruz. İşte birbirinin sebep ve sonucu olan bu olaylar arasında geçen süre, çevremizde gözlemlediğimiz tüm bu hareketlilik bize zamanın geçtiğine dair ipuçları verir. Geçmişte elde ettiğimiz tecrübelerimiz neticesinde de, bu olayların ne kadar zaman aldığı konusunda doğruya yakın tahminlerde bulunabiliriz. Evimizden çıkıp sokağın başına kadar 10 dakikalık bir mesafe yürüdüğümüzü daha önce saatimize bakıp tespit etmiş isek, daha sonra aynı mesafeyi yürüdüğümüzde geçen zamanın yine yaklaşık olarak 10 dakika olacağını tahmin edebiliriz. Ama aynı yolu daha önce hiç yürümemiş birisi yürüdüğünde, kaç dakikalık mesafe yürüdüğü sorusuna belki aynı doğrulukta cevap veremez.

Güneş doğar, batar ve ertesi gün tekrar doğduğunda "bir gün geçti" deriz. Bu olay 30-31 kez tekrarlandığında bu kez "1 ay geçti" deriz; ama sorulduğunda bu bir ayla ilgili fazla bir detay hatırlamadığımızı, geçen zamanın sanki sadece bir an gibi olduğunu düşündüğümüzü itiraf ederiz. Yine de gözlemlediğimiz tüm bu hareketlilik ve sebep-sonuç ilişkileri bize zamanın geçtiğine dair ipuçları verir. Eğer gündüz geceyi, gece gündüzü takip etmese ve elimizde zamanın geçtiğini gösterir bir saatimiz olmasa, belki de geçen zamanın ne kadar olduğuna, bir günün ne zaman başlayıp ne zaman biteceğine dair doğru bir tahminde bulunmamız mümkün olmazdı. Bu açıdan zaman, bizim için belirli kıyas noktaları olmaksızın, ne hızla aktığı konusunda kesin bir yargıya varamayacağımız bir algıdan ibarettir.

Zamanın hızının algılanması da zamanın psikolojik bir algıdan ibaret olduğunu kanıtlar. Şöyle ki; bir arkadaşınızla buluşmak üzere sokakta beklerken, onun 10 dakikalık bir gecikmesi, size bitmek bilmeyen, çok uzun bir zaman gibi gelebilir. Ya da sabah okula veya işe gitmek üzere uyanan uykusuz bir insana uyuyacağı fazladan bir 10 dakika oldukça uzun gelebilir, hatta bu sayede uykusunun bir kısmını aldığını düşünebilir. Ama tam tersi bir durumda öğrencilik yıllarından hatırlayacağınız gibi -40 dakikalık- adeta bir asır süren bir dersin ardından 10 dakikalık bir teneffüs çok çabuk geçebilir.Ya da özlemle beklediğiniz hafta sonu tatili çok çabuk geçerken, hafta içi iş günleri geçmek bilmez.

Kuşkusuz bunlar her insanın yaşadığı hislerdir. Ve bu hisler de zamanın kişiye veya algılayana göre değiştiğinin açık işaretleridir. Siz, kendi içinizde de yaşadığınız bu apaçık gerçeği anlamazlıktan gelmeyin.

Zamanın psikolojik bir algı olduğu gerçeği Kuran’da pek çok ayetle haber verilmiştir. Bu ayetlerden birkaçı şöyledir:

Dedi ki: 'Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?'Dediler ki: 'Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.'" (Müminun Suresi, 112-113)

Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız. (İsra Suresi, 52)
Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar… (Yunus Suresi, 45)
Ayetlerde de görüldüğü gibi insanlar geçen zamanı çok farklı algılayabilmektedirler. İçinde bulundukları dünya hayatı hiç bitmeyecekmiş gibi görünürken, bir anda tükenir ve geriye dönüp baktıklarında en fazla beş on sayfaya sığdırılabilecek kadar detay hatırlarlar. Başka ayetlerde de zamanın farklı durumlarda farklı şekilde olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu konudaki birkaç ayet ise şöyledir:

Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 4)

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)

Zaman algısı Allah tarafından özel olarak yaratılmıştır. Ve Allah zamanın yaratıcısı olarak zamandan münezzehtir, zamana hiçbir şekilde bağımlı değildir. İşte bu çok önemli bir gerçektir ve pek çok insanın merak ettiği bir sorunun cevabını verir: Kader nedir?
İnsanlar "kader" kavramının gerçek manasını anlamakta zorlanırlar. Oysa kader, zamandan münezzeh olan Allah'ın, zamana bağımlı olan varlıkların yaşayacakları tüm hal ve hadiseleri zamanın dışından görüp bilmesidir. Zaten tüm hal ve hadiselerin, aynı zamanda da "zaman"ın yaratıcısı Allah'tır. Bu yüzden Allah bizim bir cetvelin başını, sonunu ve ortasını tek bir anda görebilmemiz gibi, kainatta gerçekleşen tüm olayların başını, sonunu, arada geçireceği halleri tek bir anda bilir.
Kuşkusuz bu, son derece kesin bir gerçektir. Zamanın dışında olan Allah zamanla ilgili olan herşeyi sarıp kuşatmıştır, her detayı çok iyi görür ve bilir. O halde siz, sonsuz kudret sahibi, tüm eksikliklerden münezzeh olan Allah'ın sizi bir kader üzerine yarattığını, geçmişte yaşadığınız ve gelecekte yaşayacağınız tüm olaylardan haberdar olduğunu anlamazlıktan gelmeyin.

Bu APAÇIK gerçeğe rağmen insanların büyük bir çoğunluğu "çarpık bir kader anlayışı"na sahiptir. Kaderin dışına çıkabileceklerini, "kaderi yenebileceklerini", kaderden bağımsız bir yaşam sürebileceklerini zannederler. Oysa biraz önce de söylediğimiz gibi kader, Allah'ın gelmiş geçmiş tüm olayları tek bir an olarak bilmesidir. Zamana bağımlı olan insanın ise bu tek anın dışına çıkıp herhangi bir şeyi değiştirmesi, kendi iradesiyle yönetmesi söz konusu olamaz. Bunun dışında bir şey iddia etmek ise son derece akıl dışı olur.
Yine inkar edilemeyecek bir gerçekle karşı karşıyayız: İnsanın kaderini değiştirmesi, yönlendirmesi gibi bir olayın asla gerçekleşemeyeceği, insan yaşamının her karesinin Allah'ın yaratmasıyla varlık bulduğu, insanın O'nun dilemesi dışında hiçbir şey yapamayacağı, hatta düşünemeyeceği gerçeğinin… O halde siz sakın bu KESİN gerçeği anlamazlıktan gelmeyin.
 

Ömer-28

Aktif Üyemiz
SONUÇ
Kitap boyunca günlük hayatta insanın pek sık düşünmediği ama aslında bir insan için dünyada var olan en önemli gerçeklere dikkat çektik:
Herşeyin Yaratıcısı olan Allah'ın varlığına,
Yeryüzünde evrim diye bir sürecin yaşanmadığına, herşeyin Allah'ın üstün yaratışının birer delili olduğuna,
Gözünün önünde saniyede 500 kere kanat çırparak uçan sinekteki mucizeyi insanın görmezden gelebildiğine,

Çevresindeki çeşit çeşit yiyeceklerin, ince güzelliklerin hep Allah'tan birer nimet olduğuna,
Bu dünyada kaldığı 3-5 on yılın aslında 3-5 saniye kadar hızlı geçtiğine,
Süratle akan bu zamanın sonucunda kesin bir gerçekle, ölüm gerçeğiyle muhakkak karşılaşacağına,
Ölümün ardından hesap günü diriltileceğine ve Rabbinin huzurunda hesap vereceğine,
Bu hesabın sonucunun cennet veya cehennemle sonuçlanabileceğine,
Sonucun cennet olabilmesi için Allah'ın hak olarak gönderdiği Kuran'a tabi olması, Allah'ın dinini yaşaması, kesinlikle Allah'ın emrettiği güzel ahlakı taşıması gerektiğine…
Kuşkusuz bunların her biri bir insanın bilmesi, üzerinde düşünmesi ve asla unutmaması gereken gerçeklerdir. İnsan dünyaya gelip bunları hiç öğrenmeden veya duyup da göz ardı ederek yaşıyorsa, büyük bir kaybı ve pişmanlığı da göze almış demektir. Bu kaybı göze alan insan ise şunu düşünmelidir:
Kitabın son bölümlerinde ele aldığımız gerçekler dünyaya hırsla bağlanmasını, yukarıda sıraladığımız hayati gerçekleri unutmasını son derece anlamsız hale getirmektedir. Çünkü OLAĞANÜSTÜ bir durumla karşı karşıyadır; yaşadığı dünyanın, sahip olduğu malın-mülkün, sevdiği veya kızgınlık duyduğu insanların hiçbir maddesel gerçekliği yoktur. Her biri Allah'ın durmaksızın yarattığı birer hayalden ibarettir.
Bu durumda insanın bu hayalleri gerçek sanarak aldanması, Allah'ın kendisine bir fırsat olarak verdiği ömrü boş bir emel uğruna tüketmesi akılcı bir hareket midir?
Elbette değildir.
Allah'ın varlığını bilen, O'nu gereği gibi takdir edebilen bir insan bu akılsızlığı göstermez. Bu akılsızlığa düşenler yalnızca inkarcılardır. Allah tüm ömrünü aslı olmayan hayaller uğruna harcayan ve Yaratıcılarını unutan bu insanların durumunu ve uğrayacakları sonu Kuran'da şöyle haber vermiştir:
İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
Siz sakın Allah'ın size gösterdiği bir "hayal" olan bu dünyayı mutlak sanmayın ve ona aldanmayın. Allah'ın sonsuza kadar nimetler sunacağı cennete kavuşmak için çaba harcayın. Aksinin sonsuz bir kayıp olacağını da henüz vaktiniz varken SAKIN ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
ALLAHC.C RAZI OLSUN HARİKA KONU....

Her detayda benzersiz bir kusursuzluk vardır. Tüm bunların tesadüfen meydana gelmesi ise kesin olarak imkansızdır. Çünkü kusursuz düzenlerin, iç içe geçmiş mekanizmaların bulunduğu bir yerde elbette bir akıl, bilinçli bir düzenleme vardır....
İşte insan dünya üzerinde gözünü çevirdiği her yerde, gördüğü her detayda Yaratıcı’sını bulur.... Herşeyi kontrolünde tutan, her türlü yaratmadan haberdar, tüm alemlerin Rabbi olan Allah varlığını bu kusursuzlukla ona tanıtır..... Etrafımızdaki herşey,,,uçan kuşlardan atan kalbimize, insanın kendi doğumundan gökyüzünde güneşin varlığına kadar herşey Allah’ın sonsuz gücünü, yaratmada ortağı olmadığını bize gösterir ELHAMDULİLLAH...
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
ALLAH razı olsun emeğine yüreğine sağlık. Yazılacakları Vuslat adminim yazmış ALLAH ondanda razı olsun.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Bu gibi soruların cevaplarını araştıran insan çok açık bir gerçekle karşılaşır.... Evrendeki herşey, her türlü düzen, her canlı, her mekanizma bir planın parçası, bir tasarımın ürünüdür....elhamdulillah... Bir böceğin kanadındaki kusursuz yapıdan, bitkilerin topraktan aldıkları suyu metrelerce yukarıya hiç zorlanmadan çıkarmalarını sağlayan taşıma,ve sayısız nimetlerin oluşması bunlara bizlerin aklı yetmediği gibi bu düzeni anlamak için bol bol tefekkür etmemiz gerekiyor insna olarak....
 
Üst Alt