Eski Mısır Uygarlığı

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Eczacılık

Eski Mısır Uygarlığından günümüze ulaşan bilgiler yaşam izlerinin takibi ile bulunmuş ve o dönemlerin aydınlatılmasında yaşam tarzının önemini vurgulamıştır. Bilimin gelişmesinde bu uygarlığın katkıları tarihte yerini almıştır. Eczacılık tarihi açısından gelişimin bu noktası mezar odalarındaki eşya, yazı ve resimler, kabartmalar, mumyalar ve papirüsler ile aydınlatılmaktadır.
Kullanılan medikal aletler
  1. Bıçaklar
  2. Delgi
  3. Bıçkı
  4. Pens veya Kerpeten
  5. Tütsülük
  6. Çengel
  7. İp ile bağlanmış kese
  8. 10.Sivri aletler
  9. Günlük yakmak için vazo
  10. Göz
  11. Terazi
  12. Kap (çiçek)
  13. Kap
  14. Papirus kağıdı
  15. Makas
  16. Kaşık
Edwin Smith Cerrahi Papirüsü, Eski Nil Vadisi'nin önemli belgelerinden birisidir. M. Ö. 1700'lü yıllarda yazılmış olmasına rağmen M. Ö. 2640'larda İmhotep zamanında yazılmış bir metnin devamı olduğu anlaşılmaktadır. Bu papirus'un baş kısmında kalp ve dolaşım sisteminden, ana kısmında cerrahiden söz edilir. Diğer kısmında ise kırıklar, çıkıklar, tümörler ve özellikle baş ve boyun yaraları ve bunların nasıl tedavi edileceğine dair bilgiler yer alır . Bu papirusun tamamın çevirisi 1930'da James Henry Breasted tarafından yapılmıştır.

Bu papirus ile ilgili bir satırdan,
Kaşının üstündeki yara hakkında açıklama
Sorgu: Eğer kaşının üstünde yarası olan bir kişiyi incelersen, kemiğe doğru içe işleyen, yarasına çarpmalısın, derin yarayı iplik ile birleştirip dikmelisin.
Tanı: Sen onunla ilgili olarak söylemelisin: Kaşının üstünde bir yaran var. Tedavi edebileceğim bir olay.
Tedavi: Şimdi sen onu acele diktin, İlk gün üzerine taze et koymalısın.Eğer bu yarayı gevşek diktiğini düşünüyorsan, plaster ile birleştirmelisin (keten strip veya ? ), ve iyileşinceye kadar her gün yağ (hayvansal yağ) ve bal ile tedavi etmelisin.
Ebers Papirüsü Ebers papirüsü, M. Ö. 1552 yıllarından günümüze ulaşmış bir medikal belgedir. 20.23 m uzunluğunda ve 30 cm genişliğindedir. Hiyeratik yazıyla yazılmış ve bilinen Eski Mısır medikalinin çoğu bilgilerini içermektedir. 110 sayfa parşömen tomarı 700 formül içerir. Halkın günlük yaşamda karşılaşabileceği ayak tırnağı ağrıları, timsah ısırması, yılan ısırması, akrep sokması, haşereler gibi problemlere tedavi edici yaklaşımlar yer almaktadır. Papirüs, barsak hastalıkları, oftalmoloji, dermatoloji, jinekoloji, doğum, gebelik teşhisi, gebelikten korunma, dişçilik ve apse, tümör, kırık ve yanıklarda cerrahi tedavi gibi kısımları kapsamaktadır. Depresyondan kurtarmak için kafatasına küçük bir delik açılması bu papirüste yer alır. Dolaşım sistemi doğru bir şekilde tanımlanmıştır. Eski Nil Vadisi'nde kalp en temel organ olarak kabul edilmiştir. Kısa bir psikiyatr kısmı vardır.Modern anlamda depresyonun tanımına eşdeğer bir tanım yapılmıştır. Bazı inanışlara göre bu papirüs M Ö. 3000'lerden bir kopyadır. Bu papirüs şu anda Leipzig Üniversitesi kütüphanesinde saklanmaktadır.

Papirüs Ebers 250

Baş ağrısı için: Yayın balığı kafatası, kaynamış yağ 4 gün başa sürülür.

Papirüs Ebers 433

Kesik yara için, İkinci ilaç: Günlük 1, sarı ochre 1, keçinin safra kesesi 1, homojen olacak şekilde hazırlanacak. Onunla yaraya pansuman yapılacak
Bunlar dışındaki papirüs isimleri ve içeriği,

- Kahun Papirüsü, M.Ö. 1900 Jinekoloji ve veterinerlik konularını kapsar.

- Berlin Medikal Papirüsü, M.Ö. 1300 İç hastalıkları, cerrahi, jinekoloji.

- Londra Medikal Papirüsü, M.Ö. 1350 Sihirle tedaviden söz eder.

- Hearst Medikal Papirüsü, M.Ö. 1550 Cerrahi ve ortopedi.
Bazı bitkiler ve Eski Nil Vadisi'nde ne için kullanıldıkları, Akasya (acacia nilotica)- vermifuge, iç kanamda ve diyare'de kolaylık, deri hastalıklarının tedavisinde.
Aloe vera - Solucan, baş ağrısından kurtulma, göğüs ağrılarını hafifletmek, yanıklarda, cilt ülseri, cilt hastalıkları ve cilt alerjilerinde
Fesleğen (ocimum basilicum)- kalp için.
Balsam Elması veya Kudüs Elması (malus sylvestris) - laksatif, cilt alerjileri, baş ağrısını hafifletmek için, diş etleri ve dişler, astım, KC stimulanı, dijestiyon.
Mumağacı (Myrica cerifera) - diyare kesici, ülseri hafifletmek, hemoroit,
Belladonna - ağrı kesici; camphor tree - ateş düşürücü, dişeti, epilepsi.
Frenk kimyonu (Carum carvi; Umbelliferae)- sindirimi kolaylaştırıcı, nefes tazeleyici.
Kaküle ( Eletarria cardamomum; Zingiberacae)- Baharat, sindirimi kolaylaştırıcı,
Colchicum (Citrullus colocynthus) Safran; romatizmal, şişkinlik giderici
Ardıç (Juniperis phonecia; Juniperus drupacea)- sindirim kolaylaştırıcı, ğögüs ağrılarında, karın kramplarında
Cubabe Biberi (Piper cubeba; Piperaceae)- üriner sistem enfeksiyonlarında, larenks ve boğaz enfeksiyonlarında, dişeti ülseri ve enfeksiyonlarında, baş ağrısı
Dereotu (Anethum graveolens)- dispepsi (hazımsızlık), laksatif ve diüretik
Fenugreek(Trigonella foenum-graecum) - solunum düzensizliklerinde, KC, mide temizleyici, pankreas, şişkinlik giderici
Frankincense(Boswellia carterii) - boğaz ve larenks enfeksiyonları, kanama dindirici, balgam kesici, astım, kusmayı önleyici.
Sarmısak (Allium sativa) - enerji verici, hafif laksatif, hemoraitte, pramitlerin yapımı süresince enerji verici kuvvetlendirici ve vücudu canlı tutmak için her gün sarımsak tüketirlerdi.
Henna (Lawsomia inermis) - astrenjen, ishal, yaralarda
Bal oldukça kullanılmıştır, doğal antibiyotik ve yaralara pansumanda, yağ, kişniş, bira ve başka yiyeceklerle iyileştirici merhem olarak kullanılmıştır.
Meyankökü (Glycyrrhiza glabra - hafif laksatif, balgam söktürücü, KC ağrısını dindirmek için, pankreas ve göğüs ve solunum problemlerinde.
Hardal (Sinapis alba) - kusmayı önleyici, göğüs ağrılarında.
Reçine (Commiphora myrrha) - ishal, baş ağrısı, dişeti problemleri, diş ağrısı.lumbago.
Soğan (Allium cepa) - diüretik, terletici, soğuktan korunmak için, siyatikte, ağrı kesici ve diğer KV problemlerde
Maydanoz (Apium petroselinum) - diüretik.
Nane (Mentha piperita) -, sindirimi kolaylaştırıcı, kusmayı önleyici, nefes tazeleyici.
Sandal ağacı (Santallum albus) - aids sindirimi kolaylatırıcı, diyarede, baş ağrısını hafifletmek için, gut'da
Susam (Sesamum indicum)- astım
Demirhindi (Tamarindus indica)- laksatif
Kekik (Thymus/Thimbra) - ağrı kesici
Tumeric (Curcumae longa) - yaraların kapanmasında, cilt boyası ve kumaş boyası
Afyon (papaver somniferum) - uykusuzlukta, baş ağrısını dindirmek için, anestezik, ağrı kesici, solunum problemlerinde
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Edebiyat

Eski Mısır'da Edebiyat Eski Mısır'da, edebiyat da çok gelişmişti. Edebiyat alanında yapılanlar, aşağıdaki gibidir;Tarih Öncesi Hiyeroglif yazının bulunması.
Eski İmparatorluk Öğretici türün doğuşu.
İmhotep'in yazdığı ahlak dersleri.
Geleneklere ve hiyerarşiye saygıyı amaçlayan Ptahotep'in Bilgeliği.
Smith tıp papirüsü.
Ölenlerin yaşamlarını parlak bir biçimde sürdürmelerini amaçlayan büyü edebiyatının geliştirilmesi
VI. sülale dönemindeki firavunlar için yazılmış piramit metinleri.
Birinci Ara dönem ve Orta İmparatorluk Kötümser edebiyat.
Umutsuzun şiiri.
Ahlak dersleri:
Kral Merikare için ders;
Amenemhet I.'nin oğlu Sesostris için ders.
Taş sanduka metinleri:
Özel kişilerin tabutları üstüne yazılmış ölümle ilgili sözler.
Halk masalları.
İkinci Ara Dönem Yeni imparatorluk Matematik papirüsleri ve bilimsel öğretilerin geliştirilmesi.
Ebers tıp papirüsü.
Tarihsel edebiyat:
Tutmes III. yıllıkları;
Kardeş şiiri.
Tanrıların ve kralların onuruna dikme taşlar üzerine yazılmış ilahiler.
Ölüler Kitabı:
Taş sandukalardaki metinlerden alınmış sözler derlemesi.
Ra'nın her gün yeniden doğuşundaki gizemi açıklayan kozmografi kitapları.
Halk masalları.
Harris papirüsü.
Aşağı Dönem Halk masalı:
Unamon'un Byblos'daki yolculuğu.
Tarihsel edebiyat:
Plankhy dikme taşı.
VI. yy.dan başlayarak Demotikos lehçesiyle yazılmış masallar.
Ptolemaios V. döneminde yazılmış Menfis kararnamesi (Daha çok "Reşittaşı" adıyla bilinir.).

Mısırlılardan günümüze gelen bazı şiir ve sözler vardır. Mesela Kral Akhenaton’un bizzat Güneş için yazdığı kaside, Amarna devrinin bir edebi şaheseri olarak anılır. Çünkü bu yazılar, sadece dini bir vecdin ifadesi değil, aynı zamanda tabiatın en büyük kudretine karşı duyulan hayranlığın bir örneğidir. Mesela Güneş'e hitap ederek söylene su sözlerde, ne kadar içten gelen bir duyuş vardır:

“Göklerin ufkunda belirmen ne kadar güzeldir,
Ey! Hayatın esnasında yaşayan Aton
Sen, doğu semasının ufkundan doğduğun zaman
Bütün memleketi güzelliğinle doldurursun...
Uzaklaşsan da, ışıltın dünya üzerindedir.
Ne kadar yüksek olursan ol,
Senin adımlarının izleri gündüzdür.
Sen, ışıltılarını dağıttığın zaman.
Mısır’ın iki ülkesi birden her gün bayram içindedir.
Hepsi uyanık ve ayaklarının üzerinde dik durular,
Çünkü sen, onları uyandırmışsındır.
Onlar, bütün organlarını Sende yıkarlar, elbiselerini giyerler
Ve kollarını yukarıya kaldırarak Seni şafakta selamlarlar.
Sonra tüm dünyada herkes kendi isini yapar.
Hayvanlar otlardan zevk alırlar, tüm ağaçlar ve bitkiler çiçeklenirler.
Kuşlar, kanatları sana doğru ibadet edercesine kalkık bataklıklarda uçarlar,
Bütün koyunlar ayakları üzerinde oynarlar,
Bütün kanatlı mahluklar uçmaya hazırlanırlar,
Sen üzerlerinde oldukça onlar yasarlar.
Gemiler nehirden çıkar ve inerler.
Su içindeki balıklar Senin önünde sıçrarlar.
Işıltıların büyük deniz ortasında kıvılcımlar saçar,
Kadında çocuğu Sen yaratırsın.
Ananın karnında çocuğa Sen hayat verirsin
Ve ağlamaması için o beşiğinde sallanır,
Sen ana rahminde bile bir çocuğu besleyensin.
Ne zaman civciv kabuğu içinde bağırırsa,
Sen ona hayat vermek için nefes verirsin.
Yumurtayı bütün kuvvetiyle kırarak o hayata çıkar,
Ey Tanrım! Senin ne kadar çok eserlerin vardır.
Sen! Ezeliyetin hâkimi! Senin isteklerin hep iyidir,
Sen hayatin ta kendisisin ve hayat sende yasar.”
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Erkek Çocuk Sünneti

toplumvetarih_sunet11.jpg

Eski Mısır'da Erkek Çocuk Sünneti Karnak'taki Mut tapınağının kuzey doğu çevre duvarı üzerine işlenmiş bir sünnet ritüelinin gerçekleşme sahnesi ile ilgili bilgileri bize aktaran yazar, bu tapınağın; Mısır'da XXI. veya XXII. hanedanlık dönemine denk düştüğü görüşünde... Tarihlemek gerekirse, bu dönem; M.Ö. 1075-715 gibi geniş bir aralığa oturtulabilir. Bununla birlikte, yazarın bu makalesi sırasında, ilgili tapınakların tarihlenmesi konusunda henüz detaylı bir çalışma yapılmamış olduğunu da öğreniyoruz.

Tapınakta, Ramses II (-1279/ -1213) ve Nektanebo (380 / -362) gibi isimlerin de kazılı olması ve farklı dönemlere ait öteki bazı bulgular, burada belki daha eski bir tarihteki yapıma ve değişik dönemlerde yenileme çalışmaları yapılmış olabileceğine de işaret ediyor.

Üzerinde sünnet ritüeli çiziminin yer aldığı bu duvar bölümünde, sadece sünnet sahnesi bulunmuyor. Önemli ölçüde kırık, eksik bölümlere karşın, buranın daha geniş anlamıyla, erkek çocuklarla ilgili bir ritüel alanı olduğuna işaret eden desen ve alt yazılar yer alıyor. Bunlardan ilki doğumla ilgili…. Doğumu anlatan, fakat anlaşılması ve dolayısıyla yorumu güç olan desenlerin altında, “Güneş'in (tanrı'nın) evinde, doğum evinde, tanrılar ona hayat ve güç taşıyarak geliyorlar” şeklinde, bebeğin doğumuna ilişkin olması gereken bir ifade yer alıyor.

Sünnet sahnesinin daha ilerisinde ise, ‘emzirme', ‘süt verme' ile ilgili bir sahne bulunuyor. Yazar buradaki sahneyle ilgili olarak, XVIII. Hanedanlık dönemine ilişkin olarak, kıraliçenin, tanrı Amon'dan doğurduğu çocuğunun tanrıçalar tarafından emzirilmesine ilişkin sahneye atıfta bulunuyor. Akado-summer kayıtlarında, ilgili tanrı veya kıralın , bir "tanrıça tarafından emzirilmiş", "onun kutsal sütüyle beslenmiş" olma motiflerinin kullanıldığından bahsetmiştik.

Doğuran kadın tarafından değil, başka kadınlar tarafından emzirilme, yani “süt analık”, eski toplumda, doğan çocuğu, doğuran kadının bağlı olduğu aidiyetten çekip alma dönemindeki kurumlardan birisi olarak kullanılmış olmalıdır. Bu dönem, "anne" akrabalık kavramı, doğumla değil, emzirmeyle ilişkilendirilmeye başlanıldığı zamanlar olmalıdır.

Bay A.R. Balaman gibi uzmanlarımız, "sütanalığı" kurumunu, doğuran kadının "süt eksikliği" gibi nedenlere bağlayarak açıklarken, eski toplumsal tarih karşısında olağanüstü eksik durduklarını açıklamış olurlar. 'Sütanalığı' kurumu ve 'helal süt' üzerine deyimsel kalıntılar, bize, tarihin erken döneminden kalmadır ve bu çocuğun kurban edilmek yerine, doğuran kadının elinden alınarak emzirme, süt verme yoluyla, çocuğa yeni bir aidiyet kazandırma anlayışının geliştiği erken dönemin bir uygarlık adımını yansıtır. "Süt kardeşler" arası evlilik ilişkilerinin yasaklanmasındaki neden "süt" bağının “kan” bağı oluşturma ile eşit değerde bir akrabalık ilişkisi yarattığı kavrayışı üzerine kurulmuş olmalıydı.

Sünnet sahnemize gelince...

Sünnet işlemini yapan şahıs diz üstü çökmüş vaziyettedir.

Sünnet edilen çocuğun sol eli, bu çocuğun arkasında duran kadın tarafından, sol el ile tutulmaktadır.

Ritüelde sünnet olan iki erkek çocuk ayaktadırlar.

Çocukların gerisinde duran, iki kadın diz çökmüş vaziyettedirler.

Bu kadınlar çocukların “anne”leri olmalıdır.

Kadınların ardında (resimde sağda) iki adet tanrı ayakta duruyor ve sol ellerinde haç, sağ ellerinde ise asa'larını tutuyorlar.

Sünnet işlemini yapan erkeğin ardında ise, (resimde sol en başta), yazara göre, tanrıça Sesşa durmaktadır. Onun sadece bir ayağını ; ve eliyle tutuyor olması gereken ‘yaşam palmiyesi'nin önemli bölümünü görüyoruz.

Archiv Orientalni'de yer alan bilgiler tam 55 yıllık…

Bu arada, yukarıdaki bilgiler daha belirginleştirilmiş, daha iyi fotoğraflar alınmış, belki rekonstitüsyonlar hazırlanmış olabilir. Eğer böyle ise bile, bunlara şu anda sahip değilim.

Fakat yukarıdaki açıklamalar, bize, yine de, erkek çocuk sünneti ile ilgili olarak bazı bilgileri vermektedir.

Her şeyden önce, bir erkek çocuk sünnet sahnesi bakımından, buradaki bulguyu öne çıkarmak istedim. Çünkü Akado-sümer kayıtları içinde, bildiğim kadarıyla, günümüzdeki sünnet şekline uygunluk taşıyan, bir bulgu yer almıyor.

Buradaki sünnet sahnesinin, erkek çocuğun cinsel organının tamamen değil, şimdiki gibi, uç kısmının kesildiği bir sahne olduğundan yola çıkıyoruz.

Eğer, bu varsayım doğru ise, bunu, açık şekliyle, bir desen haliyle, ilk kez Mısır'da görmüş oluyoruz.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Gebelik Testi ve Cinsiyet Öğrenme

Eski Mısır'da Gebelik Testi ve Cinsiyet Öğrenme

Mısır’da 1898 yılında Sir Flinder Petrie adlı bilim adamının ortaya çıkarttığı Kahoun Papirüsü ile 1862 yılında bulunan Smith Papirüsü ve 1873 yılında bulunan Ebers Papirüsü’nde gebelik, idrar hastalıkları, varisler ve gebelik testleriyle ilgili bilgiler yer alıyor. Müzelerde sergilenen papirüslerde yer alan bilgilere göre, hamile şüphesi olan bir kadın her gün sabah idrarıyla biri buğday, diğeri arpa dolu iki torbayı sularmış. Hamilelik şüphesi olmayan bir başka kadın da yine ayrı ayrı buğday ve arpa torbalarını idrarıyla sularmış. Hamilelik şüphesi olan kadının idrarla suladığı buğday ve arpa dolu torbalar, diğer kadının suladığı torbalardan daha önce çimlenirse, hamile olduğu anlaşılırmış. İki kadının suladığı buğday ve arpalar aynı anda çimlenirse hamilelik olmadığı ortaya çıkarmış. Hamile olan kadınların sabah idrarlarında aşırı miktarda hormon bulunduğu için, buğday ve arpa torbaları diğer normal idrarlarla sulananlardan çok daha önce yeşerirmiş. Günümüzde meyve ve sebzenin daha erken sürede yetiştirilmesi için hormon kullanılması da aynı yöntemin bir benzeridir.

Bebeğin Cinsiyeti


Mısırlıların kullandığı yöntemde, doğacak bebeğin cinsiyeti de önceden tespit edilebiliyordu. Hamile kadının idrarıyla sulanan tohumlardan, buğday taneleri daha önce filizlenirse bebeğin erkek, arpa taneleri daha önce filizlenirse bebeğin kız olacağı anlaşılıyordu.

Prof. Julias Manger, 1933 yılında laboratuarda kutuların içerisinde kurutma kağıtları üzerine yerleştirdiği buğday ve arpa tanelerini, idrarla sulayıp, Mısırlıların kullandığı gebelik ve cinsiyet belirleme yönteminin doğruluğunu ispat etmiştir. Günümüzde kullanılan gebelik testleri de, kadının idrarındaki hormon sayısının yoğunluğuna göre sonuç verir ve aynı esaslara göre uygulanır.

Prof. Dr. Hulusi Köker de, Mısırlıların kullandığı gebelik testi yönteminin bilimsel olarak doğrulandığını ve hatta bebeğin cinsiyetinin de aynı yöntemle belirlenebildiğini onaylıyor.

Doğum Kontrolü

Mısırlılar, kadında kısırlığın tespiti için rahim ağzına (uteris) akşam yatarken sarımsak veya soğan yerleştirmişler. Sabah kadın uyandığında genzinde sarımsak veya soğan kokusu duyarsa tüplerinin açık olduğu ve gebe kalmasına bir engelin olmadığı anlaşılırmış. Koku duyulmazsa kadının tüplerinin kapalı olduğu, bu nedenle hamile kalamayacağı bilinirmiş. Ayrıca kadının rahminin içerisine paslanmayan metallerden olan altın veya gümüş yüzük konularak gebelik önlenirmiş. Arap kervancılar da bu yöntemi öğrenip, uzun çöl seyahatlerinde dişi develerin gebe kalmalarını önlemek için rahimlerinin içerisine temizlenmiş çakıl taşı doldururlarmış.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Gelenekler ve Görenekler

Rest_on_Flight_into_Egypt_1645.jpg


Eski Mısır'da Gelenekler ve Görenekler Erkekler, evde oturarak kumaş dokurlardı. Dışarı işleri yapmak, pazara gitmek, kadınların göreviydi.

Dokumacılıkta; ipliğin atkıları, yukarı doğru tutulur. Mısırlılar, bunun tersini yaparak, iplik atkılarını aşağı doğru tutarlardı.

Başka ülkelerde okurken de, yazarken de soldan sağa doğru gidilir. Mısırlılar bunun tersini yaparlar, sağdan sola doğru yazıp okurlardı. Bunun çok daha kolay, çok daha rahat olduğunu söyleyerek, başka ülkelerin insanlarının güç bir okuma yazma işi içinde olduğuna inanırlardı.

Erkekler, yükleri başında; kadınlar ise, omuzlarında taşımaktaydılar.

Tuvalet ihtiyacını kadınlar, ayakta; erkekler ise, çömelerek giderirlerdi.

Doğal ihtiyaçlarını evin içinde giderirler; ama yemeklerini dışarıda sokakta yerlerdi. Onlara göre utandırıcı olan gereksinimler gözden ırakta, evin içinde yapılmalı; utandırıcı olmayanlar ise açıkta yapılmalıydı.

Erkek çocuklar, istemiyorlarsa annelerine babalarına bakmakla yükümlü değillerdi. Ama kız çocuklar, istemeseler de annelerine, babalarına bakmakla yükümlüydüler.

Ekmek hamurunu ayaklarıyla yoğururlardı. Kil çamurunu yoğurmak için de ellerini kullanırlardı. Gübreyi de elleriyle tutarlardı.

Mısırlı insanların geçmiş olayları yazma merakı vardı. Böyle olunca da, hiçbir ulusta görülmemiş biçimde tarih bilgisine sahip olmuşlardı.

Ülkede yaşlılara çok saygı gösterilirdi. Bir genç, yolda yaşlı biriyle karşılaşınca hemen kıyıya çekilir, ona yol verirdi.Yaşlılardan biri, içeriye girince; oturmakta olanların tümü, ayağa kalkardı. Yolda karşılaşılan yaşlılar da selamlanmadan geçilmezdi. Selamlama, hem baş eğmek, hem de elin birini dize götürmek biçiminde yapılırdı. Kendilerinden büyük olanları adıyla çağırmazlardı.

Temizliği her şeyin üstünde tutarlardı. Pirinçten yapılma kupalarla su içerlerdi. Bu kupaları her gün yıkayıp parlatırlardı. Sürekli yıkayabilmek için, ketenden yapılma giysiler giyerlerdi.

Kadınlar, tek parça; erkekler, iki parçadan ibaret giyinirlerdi.

Mısırlılar, hastalığı yiyeceklerden kaptıklarına inanırlardı. Bu nedenle, her ay bir kez kendilerini kusmaya zorlar, mide ve bağırsaklarını temizlerlerdi.

Çok çeşitli tanrıları vardı. Bu tanrılara yakararak kurban keserlerdi. Ancak kesilecek boğa, titizlikle incelenir ve denetimden geçerdi. Hayvan temizse, boynuzuna bir papirus şeridi sarılır, şerit mühürlenirdi. Mühürlenmemiş bir boğayı kesmek, ölümle cezalandırılırdı.

Kurban edilen hayvanın başını asla yemezlerdi. Tören sırasında tüm kötülüklerin başta toplandığına inanırlar; bu yüzden de başı uzaklaştırırlardı. Başı, çevrede kendi uluslarından olmayan kişiler varsa, onlara verirlerdi. Bu kimseler de çoğunlukla Yunanlı olurdu. Çevrede hiçbir yabancı yoksa; baş, Nil Nehri'ne atılırdı.

Erkek çocuklarını sünnet ettirir, bunun için de törenler yaparlardı.

Yas, cenâze konularında da kendine özgü töreleri vardı. Evin önemli bir kişisi ölünce; kadınlar, başlarına ve yüzlerine çamur sürerlerdi.Giysilerini, iplerle vücutlarına sımsıkı sararlardı. Çıplak olarak dışarıda bıraktıkları göğüslerini yumruklaya yumruklaya sokaklarda dolaşırlardı. Erkekler de buna benzer davranışlar yaparlardı. Ölü, mumyalanmaya götürülünceye değin, yas törenini böyle sürdürürlerdi.

Her keseye ve gelir durumuna göre mumyalama tarifesi vardı. En iyi mumyalama “birinci sınıf” mumyalamaydı. Yoksullar için, “üçüncü sınıf” mumyalama yapılırdı.

Mısırlılar, Nil Nehri'nde boğulan veyâ timsahlarca saldırıya uğrayarak ölen kişilere kutsal kişi olarak bakarlardı. Böylelerini -yabancı ya da yoksul bile olsalar- birinci sınıf mumyalarlardı. Onlara rahipten başka hiç kimse el süremezdi.

Hayvanlardan domuzu, temiz olmayan hayvan sayarlardı. Bir domuz insana sürtünse, kendilerini giysileriyle beraber en yakın ırmağa atarlardı. Ayrıca Mısırlı olsalar bile, hiçbir domuz çobanı, tapınaklara sokulamazdı. Domuz çobanlarından kimse kız alıp vermez, kendi aralarında evlenirlerdi. Tanrılara domuzu kurban etmezlerdi.

Mısırlılar, hayvanların çoğunu kutsal sayarlar; zarar vermezlerdi. İsteyerek bir hayvanı öldürmenin cezası, ölümdü. Kadınlar veya erkekler, hayvan bakıcılığı görevi alırlar ve bu görev, babadan oğula geçerdi. Bu kişiler, toplumda çok saygındılar. Böyle bir göreve başlamak da, ant içerek olurdu.

En kutsal hayvan, kediydi. Bir evde yangın çıkınca, evin eşyalarını kurtaracaklarına, kedilerin kurtulmasına çalışılırdı.Evin kedisi, doğal bir ölümle ölürse; o evde oturanların hepsi, kaşlarını kazıtırlar; eğer ölen köpekse, kafa da beraber bütün gövde kazınırdı.

Çocukların başı, hemen tıraş edilmez, tanrıların hayvanı olarak bildikleri hayvanlara adak adanırdı. Adanan yaşa gelince saçlar kesilir; saç-gümüşle tartılırdı.Saç ağırlığınca gümüş, hayvan bakıcısına verilirdi. O da, bu gümüşle bakmakta olduğu hayvanlara yiyecek alırdı.

Apis ineğine saygılı davranmayan ulusların -örneğin Yunanlılar- hiç bir eşyasını (bıçak, kazan, şiş..) kullanmazlar, onların bıçağıyla kesilen hayvanları da yemezlerdi.

Mısır'da sivrisinek çok olurdu. Bundan korunmak için, bataklıkların üst civarında oturanlar, evlerinin yanına kuleler yapıp yazın burada yatarlardı. Rüzgâr, sivrisineklerin o kadar yükseklerde uçmasına elvermezdi. Batak bölgelerde oturanlar da, gündüz balık avladıkları ağlara sarınıp yatarlardı. Sivrisinekler, bu ağa yaklaşmazlardı.

Papirus bitkisinin yenebilen kısmını kızgın tavada, ağzı kapalı olarak pişirip yerlerdi. Yenmeyen kısımlar ise, kağıt yapımında kullanılırdı.

Mısırlılar, yenilikleri alıp uygulamak bakımından muhafazakâr bir toplumdu. Kendilerinden başka hiçbir halkın gelenek ve göreneklerini beğenmezler, benimsemezlerdi.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Geometri

image016.jpg


Eski Mısır'da Geometri Eski Mısır'da görülen geometri bilgileri, yüzey ve hacim hesapları olarak karşımıza çıkmaktadır. Mısırlılar, kare ve dikdörtgen alanlarını, doğru bir şekilde hesaplayabiliyorlardı. Düzgün olmayan bir yüzeyin planını ise, dörtgenleştirme yoluyla elde ediyorlardı. Üçgen alanı bilgisinden hareket ederek de, yamuğun alanını elde ediyorlardı. Mısırlılar'ın; üç boyutlu cisimlerden; silindir, koni, piramit, dikdörtgen prizma ve kesik prizma hacimlerini de bildikleri anlaşılmaktadır. Kesik piramidin hacminin hesaplanması, zamanın geometrisi için son derece önem taşımaktadır. Aydın Sayılı; adı geçen eserinde konu ile ilgili geniş bilgi verdikten sonra şunları yazar: "Mısırlılar'ın, aritmetiklerinde olduğu gibi geometri problemlerinin çözümünde de, tamamıyla somut özel hallerin ele alınmasından ileri gidilmiyor.

Karşılaşılan bütün örneklerde ortak bir vasıf Mısır geometrisinde genel formül kavramının mevcut olmayışıdır. Zihinde bir nevi genel formül fikri ve belli genellemeler vardı. Açı geometrisi mevcut değildi. Bunun yanında Doğru geometrisi gelişmiş durumdaydı." Burada doğru geometrisi ile ölçü için; sadece doğruları kullanan ve açı kavramına başvurmayan bir geometri kastedilmektedir. Alan ve hacim hesapları, doğruların yardımıyla yapılmaktadır. En, boy, taban, dikme, köşegen, çap ve çevre, hem ölçülebilen, hem de ölçüde aracı rolünü kullanıyordu. Bugünkü ifadeyle; 45 derecenin, bazı trigonometrik özelliklerini de bildikleri anlaşılmaktadır.

Burada akla şöyle bir soru gelmektedir; Mısırlılar, ilkel geometri bilgisi diyebileceğimiz, ama bugünkü geometrinin temel bilgilerini, hangi ihtiyaçları sonucu ortaya koymuşlardır?

Bilindiği gibi; Nil Irmağının mevcudiyeti, Mısır'ın günlük hayatı için son derece önemlidir. Bu ırmağın taşmasıyla, su altında kalan arsaların sık sık ölçülmesi, kaybolan ya da zarara uğrayan arsanın ölçüsünün doğru olarak tespiti ve vergi miktarlarının da buna göre belirlenmesi gerekmektedir. Mısır mezar lahitlerinin, piramitlerin, tahta işlerinin estetik bakımdan üstünlük sağlaması, hem çalışmaların ihtiyacından doğmuş ve hem de, zaman için var olan ölçü tekniği ile, basit de olsa, bu ölçülerin hesaplama tekniğinin kısmen ileri derecede olmasıdır.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Giyim-Kuşam

eski_m1.jpg


eski_m2.jpg


eski_m3.jpg


Eski Mısır'da Giyim-Kuşam

Giyim Malzemeleri

loincloth.jpg


Eski Mısır'da erkekler çok basit giyinirler, beyaz peştamal biçimi örtülere bürünürlerdi. Kadınlar da ilk çağlarda mavi kumaştan, vücutlarını sımsıkı saran elbiseler giyerlerdi.Mısırlılar, Sürekli yıkayabilmek için, ketenden yapılma giysiler giyerlerdi. Kadınlar, tek parça; erkekler, iki parçadan ibaret giyinirlerdi.
Eski Mısırlıların, giyimleri bugünkü anlayışımıza pek uymamaktaydı. Buna da sebep yılın her zamanında havanın çok sıcak olmasıdır. Üstelik kumaş da kolay dokunulamadığından zor bulunan bir nesneydi. Hele iyi cins kumaşları ancak zenginler alabiliyordu.
Eski Mısır'da giyim son derece sadeydi. Erkekler, belden aşağı bir tür kısa peştamala sarınırlar, bazen de arkaların dan bir hayvan kuyruğu sallandırırlardı. Saçlarını ise tüylerle süslerlerdi. Daha sonra peştamalın yerini önden pilili kısa bir etek aldı. Üzerine kolları bol ve pilili gömlek giyilirdi.
Kadınlar, V yakalı, kolsuz, etekleri ince piliseli keten elbiseler giyerlerdi. Bu elbiselerin kumaşı işlemeli ya da incilerle bezeli olur, elbiselerin sadeliğine karşı, gerdanlıklar ve çeşitli takılar takılır, ağır bir makyaj yapılırdı. Daha sonra elbiselere kol eklendi. İlk önce yalnızca sol kolu olan giysiler moda oldu. Sağ kol, rahat kullanılsın diye açık bırakılıyordu. Sonradan her iki kolu olan giysiler giyilmeye başlandı.
Mısırlılar, yünlü dokumalar da giyiyorlardı. Erkekler de, kadınlar da çok güzel biçimler verilmiş takma saçlar takarlardı. Kokular sürünürler, saçlarına koydukları güzel kokulu bir yağ yavaş yavaş eriyerek omuzlarından aşağı süzülürdü. Erkeklerin özel günlerde takma sakal taktıkları da olurdu. Eski Mısır sanatında, erkek figürleri geniş omuzlu, dar kalçalı ve ince belli olarak tasvir edilmiştir.
Sıcak yazları ve ılık kışları ile mısır ikliminde ağırlıklı olarak keten ve Roma dönemlerinde bazen Hindistan'dan ithal pamuktan yapılmış hafif giysiler tercih ediliyordu.

eski_m5.jpg


Yün, Mısırlılara uygun olarak daha seyrek ve nadir olarak kullanıldı . M.Ö. ikinci yüzyılın ikinci yarısının başlarında Doğu Akdeniz'den küçük miktarlarda ipek ticareti yapılırdı ve Mısır mezarlarında da ipek kalıntıları bulundu.
Tüm leopar türleri başta olmak üzere hayvan derileri, Tanrının ilk hizmetkârları rolündeki rahipler ve firavunlar tarafından bazen giyilirdi. Bu gibi kıyafetler, Tutankamon'un mezarında da bulunmuş ve mezarın duvarlarında sıkça tasvir edilmiştir. Tüylerle süslenmiş dekoratif tören giysileri, Krallar ve Kraliçeler Döneminde giyilmiştir.

eski_m6.jpg


Eski Mısırlılar, genellikle beyaz keten gömlekler, kumaşlar ve bel sarmaları giyerlerdi. Elbise şekilleri, toplumdan topluma farklılık gösterirdi. Firavunlar ve rahipler, yüksek kalitede elbise giyerlerdi. Bazı zengin kesim ise altından materyaller takardı.
İşçiler ve askerler keten peştamallarının üstüne hasır gibi örülmüş bir deri sararlardı. Askerler ise peştamallarının arkasına kare biçiminde bir deri yama koyarlardı. Yöneticiler ve zenginler güzel giysiler giyip değerli takılar takarken, yoksullar bunlara erişemez di. Daha o zamanlarda bile giysiler insanların toplumsal konumunu, zengin ya da yoksul olduklarını gösterirdi. Gelinler, üzerlerine kat kat pileli beyaz renkte keten kumaş giyerlerdi.
Mısırlılar, daha çok keten kumaşlarla giyinirler, yünlüleri ancak pek seyrek giydikleri pelerinlerde kullanırlardı. Erkek, elbiselerinin başında "şenti" denilen , belden aşağı dolanan örtüler gelirdi. Kadınlar daha çok örtünme ihtiyacını duymuşlar , belin üst kısmını da kuşatan "şentiler" sonradan elbise halini almıştı.Daha sonraki çağlarda kadınlar canlı renklerde süslü elbiseler giymeye başladılar. Kadın,erkek bütün Mısırlılar saçlarını kökünden kazıtırlar , başlarına takma saç geçirirlerdi.Bunun üzerine ayrıca çeşitli biçimlerde başlıklar giyerler , ayrıca kadınlar saçlarını mücevherlerle süslerlerdi.

Giysilerin Üretimi

00000.2.jpg
[SUP]Dikey dokuma tezgahında dokuma yapan kadın modeli, : kaynak V.easy

[/SUP]
Eski Mısır'da keten kumaşı dokuması yapılırdı. MÖ 2500'den kalan kumaş parçalarından anlaşıldığına göre, o dönemde gerek iplik bükümü, gerekse dokuma tarzı bakımından çok kaliteli kumaşlar üretilmiştir. Fakat her şeyden önemlisi bu kumaşların dokumasındaki detaylardır. Günümüzde teknoloji yardımıyla donatılmış makinelerde üretilebilen ince iplikleri Mısırlılar, MÖ 2500 tarihlerinde üretmiş ve keten iplikten dokunmuş kumaşları, mumyalama işleminde kullanmışlardır. Bu kumaşlardaki ince dokuma, antik Mısırla ilgilenen bilim adamlarını hayrete düşürmüştür. Büyüteçle sayılabilen dokumalardaki ipliklerin inceliği, bugün makine ile dokunan ipek kumaşlar ayarındadır.40 Günümüzde dahi bu kumaşların kalitesi meşhurdur ve Mısır keteni günümüzdeki ününü M.Ö. 2000'lerde yaşamış olan Antik Mısır halkından almıştır.

eski_m7.jpg


Görünüşe göre giysi üretimi çoğunlukla kadınların işiydi. üretim genellikle evlerde yapılırdı fakat asiller tarafından işletilen atölyeler de vardı. En önemli tekstil malzemesi bezdi.. köylülerin giymesi için ketenden, değişik kalitelerdeki en iyi ketenli dokumalar, Kraliyet ailesi için "byssus" (bir tür deniz ipeği) tan, köylüler için ise kaba kumaştan üretilirdi. Piramitlere ya da "mastabas"lara gömülen insanlar, öldükten sonra da, en iyi kalitedeki ketenden daha azından memnun olmazlardı. 1. Pepi'nin bu konuda bir görüşü vardı.

« O'nun Ka'sı cennete alınmalıydı. Yukarı mısır'ın koruyucularından kendi barajlarını sıkıştıran, keten giyinen, canlı giyinen, şarap içen, kendilerini en iyi yağla yağlayan kişiler tanrıya sevgilerini en çok gösterebilenlerdir.»
eğer bir insan şanslı olsaydı krallık nimet olarak verilirdi.

Şapka

İlk şapkaya eski Mısır ve Yunan uygarlıkları zamanında bulunan mezarlarda rastlanılmış. 20. yüzyıldan itibaren de şapkalar, şekil değiştirerek 1950'lerde dünya modasında hızla yerini almıştır.
M.Ö 3200'de Mısırlılar saçlarını tüylerle süslerlerdi. Daha sonraları, başlarını güneşten koruyan, hoş kokulu yağlar sürülmüş peruklar kullandılar. Doğuluların çoğu gibi, Mısırlılar da şapka giymezdi. Mısır kralları, başlarına piskopos başlıklarına benzeyen bir taç takar ya da peruklarının üzerine bir keten bez geçirirlerdi. Eski Mısır'da halk başı açık gezerdi. İlk hasır şapka, Teb kentinde İÖ 2000'den kalma bir mezarın üzerindeki kabartmalarda, bir Suriyeli'nin başında görülmüştür.

Takı ve Aksesuarlar

Mısırda herkes takı takardı. Varlıklılar, yarı değerli taş ve cam kakmalı, altın ve gümüşten yapılmış parçalar takardı. Daha yoksul kişiler bakır ve çini (bir çeşit cilalanmış seramik) kullanırlardı.[SUP][4][/SUP] Evlilik törenlerinde yüzük takma geleneği, yine eski Mısır inançlarına dayanıyor. MÖ.2800 yıllarında Mısırlılar dairenin veya halka şeklindeki cisimlerin, başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeni ile sonsuzluğu temsil ettiklerine inanıyorlardı. Yüzük evliliğin sonsuza dek süreceğini simgeliyordu. Sonra bu gelenek önce Romalılar arasında kabul gördü daha sonra genele yayılarak kabul gördü. Yapılan kazılarda o devirlere ait çok ilginç evlilik yüzüklerine rastlanılmıştır.

Makyaj

Eski Mısır'ın gündelik hayatında kadının büyük önemi ve o nispette de değeri vardı. Son bulunan firavun mezarlarındaki resimlerde Eski Mısırlı kadınların siyah saçlı, uzun boylu, düz burunlu oldukları görülüyor. Çocukların doğdukları zaman ciltleri beyaz oluyordu. Ama çok geçmeden Mısır'ın kavurucu güneşinin etkisiyle renkleri koyulaşıyordu. kadınların en güzel tarafları iri siyah gözleri, son derece biçimli yüzleri ve bir Avrupalınınkine nazaran hayli yukarıda olan dik göğüsleriydi. Kadınlar, bu güzelliklerini mücevherat ve makyajla tamamlamakta pek hünerliydiler. Ehram duvarlarını süsleyen resimlerde, Eski Mısırlı kadının yaptığı makyajın pek az farkla günümüzdeki makyaja benzediği hayretle görülmektedir.

Mısırlı kadın yanaklarını, dudaklarını, tırnaklarını boyar, saçlarına kokulu yağlar sürerdi. Heykellerde bile kadınların gözlerini boyalı olduğu fark edilmektedir. Böylesine incelmiş bir makyaj için, elbette ki makyaj Malzemelerinizde son derce gelişmiş olmasına şaşmamak gerekir.

Kozmetik ve Parfümeri

Mısırlılar kendi görünümlerine dikkat ederlerdi. Kozmetikler, parfümler ve diğer ritüeller elbiselerinin önemli parçalarıydı. Mısırlılarda sakal ve saçın çok olması, kişinin kirli ve bakımsız olduğunun göstergesiydi. Bıyık ve keçi sakalı bunların dışındadır. Yüz ve saçlarda sabun kullanılmaz, yağ ya da merhem kullanılırdı. Kör uçlu cımbızı da, yüz kıllarını almakta kullanırlardı.
Çoğu erkek ve kadınlar yüzlerini boyarlardı. Dudak ve göz boyaları, öğütülerek toz haline getirilmiş madensel tuzlardan yapılırdı. Bu toz kaplara doldurulup yağ ve ya suyla karıştırılırdı.

Yağ ve kremler, güneş, kuruluk ve kum rüzgarları olduğunda çok önemliydi. Yağlar yüzü yumuşak tutar, yüzdeki çatlakları ve hastalıkları uzak tutardı. İşçilere, yağ ve merhem haftalık ücret gibi verilirdi. Yağ çok değerliydi. Ramses III zamanında yağ verilmediği için işçilerin şikayetleri kayda geçirilmişti.
Mısırlılar, kuvvetli kokulara bayılırdı. Yağlarında çeşitleri vardı ve içyağı parfümler için üretilirdi. Çok popüler olan yağ, alt sınıf insanlar içinde hint yağı olarak bilinirdi. Parfümler için damıtma işlemi yapılırdı. Koku üretmek için bilinen 3 yöntemleri vardı. Birincisi; kokusuz iç yağı kullanılır. Yağ tabakalarında çiçekler ıslatılarak geçirilir. Krem ve merhemler bu şekilde yapılırdı. Merhemin en popüler şekli, konidir ve başa konulur. Akşama doğru koni erir, kokulu yağ yüz ve boyna doğru inerdi. İkincisi, ıslanıp yumuşamadır. Çiçekler, bitkiler ya da meyveler, yağa batırılır ve 65 santigrat derecede kızartılır. Karışım elenir ve serinliğe bırakılır. Daire ve koni içinde şekillenirdi. Üçüncüsü, sık yapılan bir işlem değildi. Çiçek ve tohumlardan ekspres esans yapmaktı. Meyveden şarap yapmaya benzeyen yöntemdi.

Göz makyajı, Mısır kozmetiğinin en karakteristik özelliğidir. En popüler renkler siyah ve yeşildir. Yeşil orijinal olarak bakırtaşından yapılırdı. Bakır oksidinden de diyebiliriz. Eski Krallık'ta, kaştan burun tabanına kadar uygulanırdı. Orta Krallıkta yeşil göz uygulaması, kaşlar ve göz köşelerinde uygulanmıştı. Yeni Krallık'ta ise yeşilin yerini siyah almıştı. Siyah göz boyası ya da sürme dediğimiz olay, kükürtlü kurşun yani sülfitten yapılırdı. Kıpti periyotta kullanılmıştı. O zamandan sonra siyah pigmentlere temel olmuştur. Bakırtaşı ve kükürtlü kurşun, bir palette ve yanında su olarak bulunurdu. Tahta, bronz, kantaşı, obsidiyan ve camdan yapılan çubuklarla göze uygulanırdı.

Yağ veya zamklı kırmızı toprak boyası karışımı, yüz boyama veya dudaklarda; kireç ve yağ karışımı, kremleri temizleme de kullanılırdı. Kına ise saç boyama da kullanılırdı.

Dövme yaptırmayı bilirlerdi ve bu konuda tecrübeliydiler. Orta Krallık'tan cariye ve dansçı mumyalarının göğüs,omuz ve kollarında geometrik dizaynlar bulunmuştur. Yeni Krallık'ta ise dansçıların, hizmetçilerin ve müzisyenlerin kalçalarında tanrı Bes dövmeleri görülmüştür.

Peruk popüler bir eşyaydı. Onları çok özenle yaparları ve genellikle de insan saçından yaparlardı. Diğer güzellik araçları olarak da ; kısa diş fırçaları, saç tokaları, bronzdan yapılmış bigudiler vardı.

Giyim ve Kuşamla İlgili Figürler

eski_m8.jpg


eski_m9.jpg


eski_m10.jpg


eski_m11.jpg


eski_m12.jpg


eski_m13.jpg


eski_m14.jpg


eski_m15.jpg


eski_m17.gif


eski_m16.jpg


eski_m18.jpg


eski_m19.jpg


eski_m20.jpg


eski_m21.jpg
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Kadın

Eski Mısır'da Kadın

Günümüzden binlerce yıl önce Mısır'da, Nil deltasında, Osiris adında iyimi iyi, dürüst mü dürüst, iri-yari bir kral yaşarmış. Halkının iyiliği için çalışır, haklıyla haksızlığı ayırt eder, hiç kimseye kötülük gelmesini istemezmiş. Herkes çok severmiş Osiris'i... Onu sevmeyen tek kişi, Yukarı Mısır'a hükmeden kardeşi Seth'miş. Seth, Osiris'i kıskanır, O'nu ortadan kaldırmak için fırsat kollarmış. Bir gün Osiris'in topraklarına hükmetmek en büyük emeliymiş. Seth bir gün kardeşi Osiris'i muhteşem bir ziyafete şeref misafiri olarak davet etmiş. Salonun etrafı, çepeçevre davetlilerle doluymuş. Tam ortada da koca bir tabut duruyormuş.

Yemekler yenip içkiler içildikten sonra Seth kurnazca gülümseyerek davetlilere söyle demiş:

"Ben bu tabutu bir dev için yaptırttım. Simdi hepinizin sırayla bu tabuta girmesini istiyorum. Tabutu kim tam olarak dolduracak, çok merak ediyorum?"

Herkes sırayla tabuta girmiş. Ama öylesine büyük bir tabutmuş ki bu, en iri-yarıları bile girdiği zaman tabutun içinde yine de bos yer kalıyormuş. Derken sıra son olarak iyi kalpli Kral Osiris'e gelmiş. Osiris kalkmış, tabuta yürümüş, kapağını açıp içine girmiş. Girmesiyle de kapak bir daha açılmamak üzere üzerine kapanıvermiş...

Bu oyunun kötü kalpli kral Seth'in, kardeşine kurduğu bir tuzak olduğunu tahmin edebiliyoruz. Nitekim tabut, içindeki Kralla birlikte ziyafet sofrasından alınıp, Nil'in bulanık sularına terk edilmiş. Kimseye de Osiris'in akıbeti hakkında bilgi verilmemiş...

Ne var ki Osiris'in dul karisi İsis, sevgili esinin cansız vücudunu bulmadan ölmemeye ant içmiş. Aramış, taramış ve günün birinde tabutu bulmuş. bulmuş ama haberi duyan kötü kalpli Kral Seth bu sefer de kardeşinin cesedini parça parça ettirip Mısır'ın her tarafına dağıtmış. Bedbaht esi İsis yine durmamış, dinlenmemiş. Ve ünlü tarihçi Herodot'a göre kocasının vücudunun bir parçası hariç, hepsini bulup yapıştırmış. Osiris de canlanarak İsis'e Horus adında bir erkek evladı vermiş.

Horus büyümüş, amcası Seth'i bularak babasının intikamını almış.

Efsane burada sona eriyor.

Osiris, yüzyıllar boyunca Mısırlılar için iyilik timsali bir tanrılar tanrısı olmuştu.

Firavunların Haremi

Firavunların çok zengin haremi olurdu. III. Amenhotep'in hareminde 300'den fazla seçme genç kız bulunduğu bilinmektedir. Bu arda bazı zenginler de harem kurarlardı. Ama halkın arasında erkeklerden çoğunun tek esi vardı. Boşanmaya ender rastlanırdı. Eğer boşanmaya sebep, kadının bir başka erkekle ilişki kurmasıysa, koca, karisini boşar ve hiçbir şey vermezdi. Ama bir başka sebeple onu terk ediyorsa servetinin bir kısmını boşadığı esine bırakırdı.

Makyaj, Bugünkü Makyaj

Eski Mısır'ın gündelik hayatında kadının büyük önemi ve o nispette de değeri vardı. Son bulunan firavun mezarlarındaki resimlerde Eski Mısırlı kadınların siyah saçlı, uzun boylu, düz burunlu oldukları görülüyor. Çocukların doğdukları zaman ciltleri beyaz oluyordu. Ama çok geçmeden Mısır'ın kavurucu güneşinin etkisiyle renkleri koyulaşıyordu. kadınların en güzel tarafları iri siyah gözleri, son derece biçimli yüzleri ve bir Avrupalınınkine nazaran hayli yukarıda olan dik göğüsleriydi. Kadınlar, bu güzelliklerini mücevherat ve makyajla tamamlamakta pek hünerliydiler. Ehram duvarlarını süsleyen resimlerde, Eski Mısırlı kadının yaptığı makyajın pek az farkla günümüzdeki makyaja benzediği hayretle görülmektedir.

Mısırlı kadın yanaklarını, dudaklarını, tırnaklarını boyar, saçlarına kokulu yağlar sürerdi. Heykellerde bile kadınların gözlerini boyalı olduğu fark edilmektedir. Böylesine incelmiş bir makyaj için, elbette ki makyaj Malzemelerinizde son derce gelişmiş olmasına şaşmamak gerekir.

4.000 Yıllık Peruk ve Ruj

Mısırlı kadın daha da güzelleşmek için siyah kalemle gözlerini ve kaşlarını çeker, bir anlamda far sürer, peruk kullanır, mücevher takardı. Hem de ne mücevherler! Altın basta olmak üzere değişik madenlerden yapılan gerdanlıklar usta sanatçıların elinden çıkmış, güzellik, incelik ve zevk ürünü eserlerdi. O gerdanlıklar bugün bile tereddütsüz kullanılabilecek bir gösterişe sahiptir. Kadınlar, özellikle zengin çevrenin kadınları vakitlerinin büyük kısmını süslenmeye ve güzelleşme yolundaki çabalar ayırırdı. Bu is için kadın köleler onlara yarim ederlerdi. Hele kadın kocasıyla buluşmak için hazırlanıyorsa, süsüne daha da geniş vakit ayırırdı. Beyaz mermerden oyma şişelerin içinde doğu
ülkelerinden getirtilmiş sihirli kokular saklanır, bunu dudaklara sürülecek kırmızı, gözlere çekilecek siyah boyalar tamamlardı.

Kadınların başlarına taktıkları peruklar bugünküler gibi saçtan değil, bitki liflerindendi. Unların da büyük bir ihtimalle Papirüs liflerinden olduğu sanılmaktadır.

Kadınlar başlarına peruk takmadan önce, hoş kokulu macun kıvamında bir merhem sürerlerdi. Bunun görevi, sıcağın etkisiyle eriyerek etrafa hoş kokular salmasıydı. Eski Mısır'da kadının en çok sevdiği renk sariydi. Belden aşağısını örten kumaşlar da genellikle sari renkte olurdu. Kadınlar, açıkta bıraktıkları göğüslerini çeşitli mücevherlerle süsler, kollarına da altın, gümüş, tunç ve fildişi bilezikler takarlardı. Ayak bileklerine bilezik takmak da zaman zaman moda olurdu. Mücevherlerin çoğu "Lacivert Taşı" denilen bir tastan, kantaşından, spat taşından ya da Mısır'da pek bulunan mercan rengindeki bir başka tastan olurdu.

Eski Mısırlıların, giyimleri bugünkü anlayışımıza pek uymamaktaydı. Buna da sebep yılın her zamanında havanın çok sıcak olmasıdır. Üstelik kumaş da kolay dokunulamadığından zor bulunan bir nesneydi. Hele iyi cins kumaşları ancak zenginler alabiliyordu.

Mısırlı çocuklar kız olsun, erkek olsun çıplak dolaşırlardı. Ta ki büyüyüp ergenlik çağına gelinceye kadar. Bu, yalnız fakirler için değil, zenginler için de böyleydi. Zengin çocukları küpe, gerdanlık takarlardı. Çocukların bahçelerde, sokaklarda anadan dogma koşup oynamamaları onlara gayet tabii gelirdi.

Hizmetçiler, basit halk tabakası ve köylüler, sadece kısa bir etek kuşanırlardı. Eski Krallık devrinde kadınlar da erkekler gibi bellerine kadar çıplak gezerlerdi.bunların ütün giyimi göbeklerinden dizlerinin hemen aşağısına kadar uzanan beyaz bir eteklikten ibaretti. Bu giyimi ne erkekler yadırgayıp rahatsız olurlar, ne de kadınlar bu şekilde dolaşmaktan utanırlardı.

Servet artıp kumaş bollaşınca birinci etek üzerine ikinci bir etek örtülürdü. Göğsün örtülmesine ancak çok sonraları imparatorluk zamanında başlandı.

O çağda kadınlar da erkeklerle birlikte gezer, yer, içerdi. Yine Ehram duvarlarında bulunan resimlerde tek başına dilediği yere giden, serbestçe alışveriş yapan kadınlara rastlanmaktadır.

Doğuda bugün de olduğu gibi, Eski Mısır'da da genç evlenilirdi. 15 yaşına gelmeden erkekler de, kızlar da evlenip yuva kurarlardı. Erkeklerin ayrıca nikahsız esleri de olabilirdi. Ama kanun nazarında bütün haklar, nikahlı esine aitti.

Mısır'da bulunan 3.400 yıllık mezarlar arasında Teb şehri valisi Senefer'inki özel bir yer tutar. Senefer esi Merit'i o kadar sevmişti ki, mezar odasının duvarlarına tam 21 değişik pozda resmini yaptırmıştır. İki nikahsız esinin resimleriyle de bitişik odaların duvarlarını süslemiştir. Mezarının duvarları ve tavanları, üzerinden nefis üzümler sarkan asma resimleriyle kaplıdır. Eski Mısırlılar üzüm yetiştirir, şarap yaparlardı. Öte yanda bira yapmasını da biliyorlardı.

Şarap, Bira

Eski Mısırlılar, günümüzden 3.000 yıl kadar önce bile bugün kullandığımız balta, makas, keser gibi basit araç ve gereçlerin pek çoğunu biliyor ve kullanıyorlardı. Şarabı ve birayı fıçılarda saklıyor, tıpkı bugün Kızıl Çin'de hala kullanıldığı gibi ayak körüğüyle ateşi canlandırarak demircilik yapıyorlar, duvarları tuğladan örüyorlardı.

Savaşı Sevmeyen Millet

Mısırlıların çoğu kendi hallerinde köylüler ve evde oturup zevk sürmekten hoşlanan devlet adamları oldukları için savaşmaktan pek hoşlanmazlardı.Ama kendilerinden daha az gelişmiş Nubyalılar ve Libyalilarla komşuluk ettikleri için muntazam bir ordu kurmak mecburiyetindeydiler. Bu orduyla Afrikalı Komşularıyla kolayca basa çıkarlardı. Ama Asyalılar karşısında bozguna uğramamak için paralı asker tutarak ülke bütünlüklerini sağlayabilirlerdi.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Kedi

90050893.JPG


Eski Mısır'da Kedi

Kedi ailesinin tarihine baktığımızda 20 milyon yıllık uzun bir ömürleri olduğunu görüyoruz. İlk kedilerin oligacene döneminde Afrika'da ortaya çıktığı sanılıyor. Keskin dişli kaplan (Halaphoneus) ve günümüzün modern kedisi (Dimictisti) olmak üzere iki tür... Evcil kedilerin nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmiyor ancak en eski kayıtlar, evcil kedilerin 5 bin yıldır var olduklarını ve Mısır'dan geldiğini gösteriyor.

İnsanoğlu, ilk olarak 20 bin yıl önce köpeği evcilleştirdi. Bundan ancak 15 bin yıl sonra vahşi kediyi evcilleştirebildi. Yani, 5 bin yıl önce Nil vadisinde tarım yaparak yaşayan insanlar, ürünlerini depoladıkları ambarları haşare ve fare basınca kedilerin fareleri yakaladığını fark ettiler. İşte, kedilerin mısırda kutsallaşmaya başlaması bu tarihlerde oldu. Ambarlar doldukça fare nüfusu da arttı. Bunun üzerine firavun devreye girdi ve kedileri korunması için üstün yaratıklar ilan etti.
Mısırlılar, Yunanlılar gibi doğa güçleriyle özdeşleşen tanrı ve tanrıçalar sisteminden geldiler. Tanrıları arkalarına alan kralların her zaman kral olmaktan öte bir ayrıcalıkları vardı. Bu üstünlükleri krallara, önce yarı-tanrı, daha sonra da tanrı kral -firavun- olma özelliğini de getirdi. Kedilerin firavunla ilgisi ise; kedilerin tarihe ve mitolojiye konu olmalarının tek nedeni fare ve haşare yakalamalarındaki hünerleri değil. Bütün kediler firavunun olduğu için kediyi incitmek ya da öldürmek çok büyük suç sayılırdı. Kedi öldürenlerse idam edilirdi. Ev yansa önce kedi kurtarılırdı; çünkü insanlar sadece insandı, ama kediler firavunlar gibi yarı-tanrıydılar. Kedi eceliyle öldüğünde öteki dünyada birlikte olabilmek için hemen mumyalanırdı. Öykülere, efsanelere konu olan kediler, Tanrılık katına çıkartıldı. Nil vadisinin insanları kediyi, neşe ve müziğin, güzel şarkıların, kıvrak dansların temsilcisi kedi kafalı tanrıça Bastet (Bast) ile özdeşleştirdiler. İnanışa göre, kedi miyavladıkça evin içi tanrıçanın insanlara hediyesi sayılan neşeyle dolarmış. Mısır mitolojisine göre Bastet, tanrılar tanrısı Ra'nın ve İsis'in kızıydı. Efsaneye göre, Bastet bir gün babası Ra'ya kızarak Mısır'ın güneyindeki Nubia çölünde inzivaya çekilmiş ve bir aslana dönüşmüş. Bir süre sonra Ra kızını affedip Mısır'a geri çağırmış. Bunun üzerine aslan görüntülü Bastet, Assuan yakınlarında Nil'in suyunda yıkanmış ve hemen orda bir kediye dönüşerek, üzerine bindiği kayıkla Bubastis'e gitmiş ve bu bölgede tanrısal yaşamına devam etmiş. Babasına kırgın olan Bastet, bu neşe dağıtan, uysal, sevimli yaratık kedinin simgelendiği güzel bir tanrıça oluvermiş. Bastet'in tanrısal özellikleri bununla bitmemiş. Başta cinsellik ve doğurganlık tanrıçasıyken, daha sonra ölüleri koruma, yağmur yağdırma, hastalara ve çocuklara şifa verme, müzik ve dans, ay, analık ve aşk tanrıçası haline de gelmiş. Mısırda kedinin tanrılaştırılmasının nedeni, fare yakalaması dışında, kedinin avlanma yeteneğine duyulan saygı, güzelliğine duyulan sevgi, ve gizemli kişiliğine duyulan korkuyla karışık hayranlıktı. Bir başka efsaneye göre, M.Ö. 525 yılında Pers kralı 2. Kambis, askerleriyle Mısır' ın kapılarına dayandığında Peluz' da bekleyen Mısır ordularının direnişiyle karşılaştı. Ancak kurnaz Pers kralı, Mısırlıların hassasiyetini göz önüne alarak çevrede ne kadar kedi varsa, askerlerine toplattırıp onları birer kalkan olarak kullanmış. Mısırlılar da tanrıça Bastet' in temsilcisi kedilere zarar gelmesin diye silahlarını bırakarak teslim olmuşlar. Kimi zaman tanrıça kimi zaman şeytan sayılan kediler zaman erkeğe oranla kadına daha yakın olmuştur. Kedi tanrıça Bastet, dişiliğin simgesiydi. Bir tarihçi, "kedi tanrıça, garip bakışı, çekik gözleri, kıvrak beli, soylu duruşu ve hayvani hayasızlığıyla, her mısırlı kadının aklını karıştıran ve benzemek istediği bir yaratıktı,"diye yazıyor. Bir başka tarihçi de, "kadınlar günümüzün vamp kadını gibi, kedinin yürüyüşüyle salınarak yürüyebilmek için çok uğraşırlardı" demektedir
Kediyi kutsallaştıran Mısırlılar, yaşamdan sonraki hayatta tekrar beraber olabilmek için kedileri de mumyalamışlar. Yapılan kazılarda birçok kedi mumyasına rastlandı. Ayrıca, kedilerin hayranlık uyandıracak güzellikte heykelleri bulundu. Bu heykellerin dışında Vatikan'ın eski Yunan ve Roma salonlarında bronz ve mermer, Napoli müzesinde mozaik kedi heykelleri sergilenmektedir.
M.Ö 5.yy da ticaretin başlamasıyla kedi, dünya ile tanıştı. Deniz yoluyla Akdeniz üzerinden Avrupa‘ ya ve oradan kuzeye daha sonra Amerika‘ ya kara yoluyla İran ve Çin' e ulaştı. Böylece kedi türleri çoğaldı.


Bunlar kedilerin günlük hayatın vazgeçilmez birer parçaları oldukları altın günleriydi. Avrupa'da hiristiyanlık öncesinde kedi kafalı tanrıça Freya, için törenler düzenlenirdi. Freya' nın günü Friday Cuma, o dönemde kutsal gündü. Tek tanrılı bir din olan Hıristiyanlığın kabulüyle tanrıça Freya şeytan ilan edildi, kedi lanetlendi ve Freya'nın günü olan (Friday) Cuma günleri de 'Black Sabbath' oldu. Bu dönemde, özellikle hıristiyanlığın yayılmaya çalışıldığı ortaçağda, kediler, cadı ayinleri bahane edilerek öldürüldü, yakıldı, diri diri gömüldü. Bunun için uzak doğuda kedi türleri çoğaldı. Belki bunun yüzünden Avrupalılar, yüzyıllar süren kedi katliamlarından utanarak insan eliyle kedi üretmeye kalkıştılar. Ancak, başarısız oldular çünkü, genetik olarak bozuk türler elde ettiler.
Kediler putlaştırılma özelliklerini hiç kaybetmediler. Her bakımdan dünyanın en karanlık dönemi olan ortaçağda , her şeyi avucunun içinde oynatan kilise, gücüne güç katmak için çeşitli oyunlar oynuyordu. Bunlardan en bilineni cadıcılık oyunu. Toplum erkek egemenliğinde olduğu için bu oyunu en çok onlar sevdi. O günlerde yaşlanan erkekler 'bilge' olurken, kadınlar, çocuk doğuramayacakları ve odun taşıyamayacakları için işe yaramaz oluyorlardı. Erkeklere göre yapabilecekleri tek şey, gün boyu ateşin karşısında oturup kucaklarındaki kediyi sevmekti. Zamanla yaşlı ve (kozmetik ürünleri olmadığından) çirkinleşen kadınlar ve onların yalnızlıkları yüzünden yanlarından ayırmadıkları kedileri, cadı ilan edildiler. Kilise için cahil insanları tanrı adını kullanarak kandırmak çok kolaydı.-öyle de oldu. Ortaçağda, kilise, çevresine bir sürü erkek kedi toplayan dişi kedinin 'şehvetli 'cinsel davranışları tanrıya uygun olmayan davranışlar olarak yorumlandı. Şeytana yakışır biçimde çiftleşen (?) kediler ve kedi besleyen kadınlar cezalandırılıp acımasızca yakıldılar. Kilise, insanları, kedilerin şeytan tarafından cadılara cin olarak verildiği ve büyü işlerinde yardım ettiğine inandırdı. Cadıların, kedileri kendi kanlarıyla emzirdiklerine inanılırdı ve kedili bir kadın yaklaştığında kadında üçüncü bir meme aranırdı. Çoğunlukla sıradan bir et beni kadınları cadı yapmaya yetiyordu. Ortaçağda birçok masum kadın ve kedi bu yüzden öldürüldü. Haçlı seferinden dönenler, yanlarında siyah fareleri de getirdiler. Cadı kıyımı sırasında kedi nüfusunun azalmasıyla farelerin hızlı üremesi engellenemedi. Kedilerin insan işkencesinden kurtulmaları yine farelerin sayesinde oldu. Hastalık bulaştıran, ambarlardaki yiyecekleri bitiren kara fareler, kedilerin tarafından yok edildi ve insanlar kedileri öldürmekten vazgeçtiler. Rönesans döneminde kediler toplumda yine saygın bir yere sahip oldular. Viktorya dönemi, kediyi sadece yararlı bir ev hayvanı olarak değil, güzellik sembolü olarak da yüceltti. Kilisenin etkili olamadığı bazı bölgelerde, yerlilerin yaşadığı yerler gibi, kediler, mistik özelliklerini hiç kaybetmediler. Kazalardan sonra da hayatta kalabilme yeteneği nedeniyle kedinin 9 canlı olduğuna inanılırdı.
 

MURATS44

Özel Üye
Eski Mısır'da Matematik

egypt_moscow14copy.gif


Eski Mısır'da Matematik Mısır'da rakamlar çok eski zamanlardan itibaren kullanılıyordu. MÖ 2000 yılına ait birtakım aritmetik problemlerini açıklayan papirüsler ele geçmiştir. Bu dokümanlar, Kahun, Berlin ve Rhind papirüsleri diye bilinmektedir. Bu belgelerde, ölçülerin ne gibi esaslara göre yapılacağı örneklerle belirtilmiştir. Mısırlılar, Pisagor Teoremi'ni, ölçüleri 3-4-5 olan bir üçgenin dik üçgen olduğunu biliyor ve bundan inşa ölçümlerinde faydalanıyorlardı.

Ayrıca Mısırlılar, yıldızlarla gezegenler arasındaki ayrımı da biliyorlardı. Astronomi ile ilgili çalışmalarına görülmesi çok zor olan yıldızları da eklemişlerdi.

Diğer taraftan Mısırlıların hayatı, Nil'in yükselme ve alçalmasına bağlı olduğundan, bu durumu daima ölçmeleri ve kontrol etmeleri gerekliydi. Hükümdar, Nil'in yükselme ve alçalmasını kaydettirmek için, bir "Nilometre" yaptırmış ve bu işle uğraşmak üzere memurlar tayin etmişti.
 
Üst Alt