MURATS44
Özel Üye
Keşfedilmemiş El Dorado
Atlantis efsanesi, tarih boyunca meydana gelen değişikliklerden fazla etkilenmedi. Platon, doğumundan 9000 yıl önce var olmuş ve yanardağ patlamasıyla suya gömülmüş Atlantis’i zengin biçimde betimlemişti.
O zamandan beri, Atlantis uygarlığı pek çok yazarın, şairin, ressamın ve bilim adamının hayallerini süsledi. Atlantis’in gerçek bir ülke olduğunu öne süren 70’ten fazla kitap var. Bunların arasında, 17. yüzyılda yaşamış İngiliz filozof Francis Bacon’ın Yeni Atlantis adlı kitabını özellikle anmak gerekiyor. Bacon, Atlantis’i Kuzey ve Güney Amerika ile ilişkilendirmişti.Bugün Atlantis, şairler, romantikler, hayalperestler için yitirilmiş bir cennet, keşfedilmemiş bir El Dorado, mükemmel bir ütopya… Yarın bilimin konusu olacak mı?
Onca kitaba ve iddiaya rağmen, hiç kimse Atlantis’i ya da dünya yüzeyinden nasıl silindiğini bulamadı. Birçok şüpheci yazar ve insan, Platon’un felsefesindeki ideal kentine ilişkin düşüncelerine hazırlık olsun diye Atlantis’i yarattığına inanıyor. Bu düşünürlerin başında ise, Fransız tarihçi Pierre Vidal-Naquet ge*liyor. Ona göre, “Atlan*tis kavramı, zaman içinde bilginlerden, yarı-bilginlerin, ardından da mitomanların tekeline girdi. Bugün Sahra’dan Sibirya düzlüklerine, Titicaca Gölü’nden Tibet yaylalarına kadar, dünyanın dört bir yanında Atlantis rüyasının peşinde koşanlar var. Tabii, bütün kabahat Platon*da… İlk dönem Atina toplumuna ideal kentini benimsetmek için uydurduğu efsane, bugün yeryüzünün en büyük dedikoduların*dan biri haline gel*di…”
İtalyan Ananke Yayınları’ndan çıkan “Deniz, Avrupa’yı Nasıl Yuttu?” adlı kitabın yazarı, Atlantik Okyanusu’na batarak kaybolan bu uygarlığın gerçek olduğu kanıtlanmaya çalışıyor (kitap Türkçe’de yayımlanmadı). Eski-yeni arkeolojik buluntuların yeniden yorumlanmasını, Platon’un Atlantis’in bulunduğu yere ilişkin arazi tanımlarıyla birleştiriyor. Platon, Atlantis’in Herkül Sütunları’nın (Cebelitarık Boğazı, Akdeniz) ötesinde olduğunu söylemiş ve 2385 yıl önce, Timaos diyaloğunda, eski olayları bilen Mısırlı bir rahipten öğrendiklerini yazmıştı:
“Nitekim, o zaman, o denize geçmek mümkündü: çünkü adlandırdığınız gibi, Herakles (Herkül) Sütunları denen ağzın ötesinde bir ada vardı. Hem, o ada bir araya getirilmiş Libya ve Asya’dan (Küçük Asya: Anadolu) daha büyüktü ve ondan yola çıkanlara, başka adalara ve o adalardan, gerçekten deniz olanın tam karşı tarafında duran bütün anakaraya geçit veriyordu. Bu Atlantis Adasında büyük ve hayran olunası kudrete sahip bir kral ortaya çıkmıştı…’’
Kitabın yazarı Pisa Üniversitesi (İtalya) yıldız fiziği ordinaryüs profesörü ve arkeolog Vittorio Castellani’nin yürüttüğü araştırmalara göre Atlantis Adası, Büyük Britanya (İngiltere) olmalı. Aslında, Büyük Britanya’yı 10.000-7000 yıl önceki haliyle değerlendirmek gerek. O zaman, son buzul erimesiyle yükünden kurtularak hafifleyen ada, tıpkı İskandinav Yarımadası gibi birkaç santimetre yükselmişti. Ayrıca Britanya, donmuş Manş Denizi’yle Fransa üzerinden bağlandığı Avrupa anakarasından kopmuştu.
Son Buzul Çağı’nda, deniz yüzeyi günümüze göre 100 metre düşüktü ve Büyük Britanya’dan anakaraya geçmek mümkündü. Atlantis insanı, Platon’un konuştuğu rahibin dediği gibi anakarayı kolonileştirdi: “Başka bölgelerde de hüküm sürüyorlardı; boğazın (Cebelitarık Boğazı) bu yanından Libya’ya, Mısır’a Avrupa’ya ve Tiren’e kadar.” Rahibin dediğine göre bu kudret, Yunanlılar’ın atalarıyla da savaşmış ve ilerlemesi silah zoruyla durdurulmuştu.
Son yıllarda oluşturulduğu kadarıyla, bu fantastik senaryoda anlatı*lanlar Avrupa’nın jeolojik tarihiyle uyuşuyor. Castellani’nin kendi sözleriyle,“Nitekim son Buzul Çağı’nın sonunda, buzların çözülmesi deniz yüzeyini yükseltip, Avrupa’daki geniş arazileri sular altında bıraktı; Büyük Britanya plakasında ve İngiltere’nin büyük kısmındaki su üstüne çıkmış bölgeleri küçülttü.”
Yanardağlar mı, başka bir şey mi? Atlantis’in “volkanik” sonunun tasviri. Yeni varsayımlara göre, kent suya yavaş yavaş battı.
Deniz yükselmesine ilişkin kanıtlar, Baltık Denizi tortullarının incelenmesiyle elde edildi. Baltık Denizi, Atlantik Okyanusu’nun batmasıyla gölden denize dönüşmüştü. Ancak, deniz baskınları Platon’un çağından 9000 değil, 5600 yıl önce (günümüzden 8000 yıl önce) gerçekleşmişti. Kısacası, bugün Atlantis, şairler, romantikler, hayalperestler için yitirilmiş bir cennet, keş*fedilmemiş bir Eldorado, mükem*mel bir ütopya…
Granit varsayımı. Belli başlı megalit (anıttaş) uygarlıklarına ilişkin bazı buluntular Atlantislilerin eseri olabilir. Atlantis’in Buzul Çağı’ndan sonra daha da yükselen Britanya Adaları olduğunu ve Avrupa’nın buradan kolonileştirildiğini düşünenler var.
Megalit Uygarlığı
Peki Atlantisliler’in sonu gerçekten deniz baskınla*rıyla mı geldi? İtalyan araştırmacı Castellani’ye göre evet. “Araştırmama başladığım zaman, trajik biçimde ortadan kaybolsa bile, büyük bir uygarlığın geri*de arkeolojik izler bıraktığından emindim. Ben, bu izleri bulduğum kanısındayım. Avrupa’nın Atlantik kıyılarında ne olduğunu görmeye gidersek, izlerin apaçık olduğunu ka*bul etmek zorundayız; sadece tanımayı bilmek gerek. Bunlar, bir megalit uygarlığının kalıntıları: dolmenler (taşgömüt), monolitler (tektaş), Stonehenge (İngiltere) gibi megalit (anıttaş) dizileri… Görünüşe bakılırsa, Atlantis’ten gelen halk tarafından konmuşlar. Kara yoluyla, su yüzüne çıkmış ve artık var olmayan, okya*nusun dibinde kim bilir hangi anıtlarla birlikte yatan bir karadan gel*mişlerdi.” Castellani’nin kuramını, organik tarihlendirme yönteminde (karbon 14) kaydedilen gelişmeler güçlendiriyor. Megalit mezarlardan getirilen örneklerin, sanıldığından çok daha eski olduğu ortaya çıktı.
Paskalya Adası’ndaki dev taş heykeller
Şimdiye dek megalit kültürünün, Yakındoğu kökenli halkların barbar*laşmasıyla ortaya çıktığı sanılıyordu. Avrupa kültürünün Sümer, Mısır ve Yunan uygarlıklarının buğday tarı*mını keşfetmesinden sonra ortaya çıktığına inanılıyordu. Megalit kültürüne ait buluntuların yeniden tarihlendirilmesiyle, bu varsayım değişmeye başladı. Avrupa’daki ilk dolmenler, Mısır piramitlerinden 2000 bin yıl önce dikilmiş Sonuç: Tarım ve uygarlık, ayrı ayrı yerlerde, en azından iki kere doğdu ve Avrupa’nın tarım kültürü, Yakındoğu’dan bağımsızdı. Platon’un anlatılarında, Avrupa’nın belleği diriltiliyor, eski gelenekler, dinler, gökbilimsel bilgilere değiniliyordu. Castellani şöyle açıklıyor: “Arkeolojik buluntular iyi değerlendirildiğinde, Atlantis uygarlığı diyebileceğimiz, Avrupa’daki bu evrimin bir başlangıcı ve sürekliliğinin olduğu ortaya çıkıyor.”
Würm buzullanması sırasında, otçullar için geniş çayırlıkların bulunduğu engin otlakların yerini ormanlar aldı. O zamanlar avcı ve göçmen olan tarihöncesi insanı, köyler kurdu ve balık avladı. Bu yerleşimlerin kalıntıları, besin atık*ları öbeklerinin fosilleri, Kuzey Amerika’da, İspanya ve Portekiz’de bulundu.
Farklı yerlerde aynı el aletlerinin bulunması (örneğin kazma), buluntu sitlerinin tek bir megalit uygarlığına ait olduğunu gösteriyor. Çatı ve duvar oluşturacak şekilde düzenlenmiş taşlar, yani dolmenler, insanoğlunun Eski Taş Çağı’nda uzun süre yaşadığı mağaraların taklitleriydi. Tarih öncesi Avrupa ve megalit uygarlık bağlantısı, taşlara kazınmış resimlerde de görülebiliyor. Megalit kültürünün bir başka örneği de menhir.
Menhirler, en çok 200 ton ağırlığın*da, 2-10 metre yüksekliğinde monolitler. “Kromlek” denilen ve çember şeklinde dizilmiş menhirler, İrlanda, İngiltere ve İskoçya’da çok yaygın. En görkemli olanları Avebury ve Stonehenge. Bu anıt komplekslerinin toplantı yeri olarak kullanıldığı sanılıyor. Castellani’ye göre, “Atlantisliler’i, kendini tek bir dinle tanımlayan, onlarca kabile grubuna bölünmüş bir halk olarak düşünmeliyiz,” Atlantik Avrupasında sık rastlanan megalit kalıntıları Malta, Korsi*ka, Sardinya, Sicilya ve Puglia’da da bulunuyor. Mısır rahibi Sais’in anlattığı gibi, bu anıtları da Atlantisliler yapmış olmalı; çünkü Tiren’e kadar çeşitli bölgelere egemendiler. Eski Yunan tarihini anlatan Yunanlı yazar Pausianos, Atlantisliler’in Atinalılar’ın ataları tarafından yenilgiye uğratıldığını yazıyordu. Nitekim da*ha M.Ö. 2. yüzyılda, bilinmeyen tanrıya adanmış bir menhir, Yunan topraklarında bulunuyordu. M. Ö. 1. yüzyılda yaşamış tarihçi Diodoros Skulos, Büyük Britanya’da güneş tanrıya adanmış bir tapınak (belki Stonehenge) olduğundan ve dünya*nın pek çok bölgesinde taşlara tapınıldığından söz ediyordu.
Ille-et-Villain dolmeni, Britanya
Evora dolmeni, Portekiz
Atlantis uygarlığının Britanya kökenli olduğu ve tufanla ortadan kalktığı varsayımları, değişik kurgularla dile getiriliyor. Morhiban Körfezindeki El-Lannic Adasında (İngiltere) yapılan bir kazıda, okyanusa uzanan menhir dizilerine bağlanan bir halka gün ışığına çıkarıldı. Menhir dizileri, deniz kıyısına ulaşmadan hemen önce, başka bir halkada son buluyordu. Yine İngiltere’de, bu kez Kermic’te, suyun 4 metre altında menhir halkası bulundu.
Deniz yüzeyinin yükseldiğine ilişkin bir başka kanıt, megalit çağı*na ait antik yolların denizde bittiği Malta Adası’nda bulunuyor. Efsaneye göre, bu yollar sualtından Sicilya’ya devam ediyor. Castellani, buna açıklık getiriyor: “Atlantis bir günde batmadı. Olasılıkla deniz baskınına uğradı ve başka uygarlık*lar tarafından aşıldı; ama, Atlantisliler’in soyu tamamen tükenmedi.” Araştırmacıya göre, Kelt (druid) rahiplerinin Atlantisliler’le ilişkili ol*duğuna dair kanıtlar var.
Bu din adamları, meşeyi kutsal ağaç olarak seçer ve megalitlerin yakınlarında ayinler yaparlardı.
Mnadjra megalit tapınağı, Malta
“Keltler’in Atlantisliler’den geldiği kanıtlanması gereken bir varsayım; ama, bir şey kesin: Megalit kültürü, kilise’nin yaptıklarına rağmen batı halk geleneğinde uzun zaman yaşadı.” Carmac’ta (İngiltere), Saint Cornellius Kilisesi’nin cephesindeki bir aziz heykeli, kutsal adamı menhir ve dolmenler önünde boğa kurban ederken gösteriyor. Katolik mezhebinde, her yıl 13 eylülde, bo*ğalar kutsanmak için kiliseye getiriliyor. Megalit uygarlığının boğa kültü, eskiden ve günümüzde, Girit, Sardinya, Malta ve İspanya kültüründe, özellikle boğa güreşlerinde yaşıyor. Ya İngiltere hükümdarlarının Westminster kutsal taşında taç giymesine ne demeli? İngiliz gele*neklerinde, geçen yüzyıla kadar, menhirleri terayağ, bal ve zeytin yağına bulamak vardı. İskoçya’nın Gal dilinde “Kiliseye mi gidiyor*sun?” sorusu şöyle soruluyor:“Am behil thu dol d’on clachan (taşlara mı gidiyorsun)?”
Atlantis, insanları heyecanlandırıyor. Ancak Buzul Çağı su bas*kınlarını, Avrupa’yı kolonileştiren tek bir kültüre bağlamak ve bu olası uygarlığı Atlantis diye adlandırmak için çok dikkatli olmak gerekiyor. Gerçekten eski bir uygarlık varsa bile, arkeolojik kanıtları doğru yorumlamadan, Platon’un Atlantis’inin bulunduğunu düşünmek yan*lış olur. Gerçek bilimi, boş inançları ticari amaçlı kullanan sahte bilimden ayırmak için, iş yine bilim tavrına ve bilim adamlarına düşüyor.
OKYANUSTAKİ PİRAMİT
Küçük bir Atlantis’in kalıntılarının, Pasifik Okyanusu sularının 25 metre altında, Okinawa Adası’nın (Japonya) güneyinde bulunduğu söyleniyor. Yonaguni Adasının yakınlarında, tabanı 200×150 m. yük*sekliği 30 metre olan, 5 katlı bir yapı var.
Arkeologlar, tepesi düz, dikdörtgen tabanlı ve Asurlar’ın eski tapı*naklarını (zigguratları) andıran ya*pının yakınında bir de yol buldukla*rını sanıyorlar. Yerbilimci Masaki Kimura (Okinawa Üniversitesi), “Doğanın eseri olamaz” diyor. “Erezyonun sonucu olsaydı, sit ala*nında kaya parça*ları bulurduk.” Son Buzul Çağının sona ermesiyle, piramidin su altında kaldığına inanılıyor.
Kimura, “Ben blokların köşe ve açılarının bu kadar dik kesildiği başka doğal örnekler bil*miyorum” diyor.
Batık yapı, bir dizi kocaman basamaktan oluşuyor ve piramidi çağrıştırıyor. Toplu ayinler için, göğe adanmış üstü açık bir mekân olduğunu düşünenler de var.