bedirhan.
Aktif Üyemiz
KURAN'I KERİM TEFSİRİ
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
47-MUHAMMED:
1- O kimseler ki küfredip Allah yolundan yüz çevirmekte yahut men etmektedirler.
SADDÛ: Yüz çevirmek, aldırmamak mânâsına mastarından lâzım yahut da men etmek, çevirmek mânâsına 'den müteaddi olabilir. İkisiyle de tefsir edilmiştir. Keşşaf haşiyesi Keşf'te der ki: Birincisi daha açıktır. Çünkü: "De ki işte benim yolum budur. Basiretli olduğum halde Allah'a davet ederim." (Yusuf, 12/108) buyurulduğuna göre Allah yolundan sapmak Muhammed (s.a.v)'in getirdiği doğru yoldan yüz çevirmektir. İkinci âyette: "Ve o kimseler ki iman etmekte ve salih salih ameller işlemekte ve Muhammed'e indirilene inanmaktadırlar." buyurulmasına karşılık şekliyle uygun olan da budur. Gerçekten bu iki âyetin getirilmesi kâfirlerle müminlerin ve özellikle Hz. Muhammed'e indirilene, gereği gibi iman edenlerle etmeyenlerin bir mukayesesini göstermesi itibarıyla bu karşılık önemlidir. Âyetin iniş sebebi Mekke müşrikleri olmakla beraber mânâ geneldir. Yani Mekke müşrikleri gibi küfredip de Allah yolundan Muhammed (s.a.v.)'in davet ettiği hak İslâm dininden yüz çevirenlerin Allah amellerini boşa gidermektedir. Mesailerini, çalışmalarını, yaptıkları iyi işleri hedefine isabet ettirmeyip boşa çıkarmaktadır.
2- Buna karşılık Ve onlar ki iman edip salih işler yapmakta ve Muhammed'e indirilene iman etmektedirler. Yani burada imandan maksat özellikle Muhammed (s.a.v)'e indirilen kitap ve şeriata imandır. Çünkü Rablerinden gelen hak odur. Allah yolunu hakkıyla beyan eden ve Allah'dan geldiğine hiç şüphe olmayan hak kitap ancak odur. Diğerleri kısmen bozulmuş, kısmen de neshedilmiş (hükmü kaldırılmış) olmakla, Kur'ân'ın tasdiki ile birlikte bulunmayanlar hak değildir. Onun için istenen iman ona imandır. Bu şekilde ona hakkıyla iman edip de gereğince salih amellere çalışan müminler Allah kendilerinden kabahatlerini keffaretleyip örtmekte ve yüreklerini, hal ve durumlarını düzeltmektedir. Kâfirler boşuna çalışırken, bunlar düzen ve intizam içinde günden güne ilerleyip fikir ve kalplerini düzeltmekte ve işlerinde ileri gitmektedirler. Mekke'deki kâfirlerle Medine'deki müminlerin hali karşılaştırılınca bu tecrübe ile sabit olduğu gibi bütün tarihte de imanlarında salih olan müslümanların hali böyle olmuştur. Şu halde her ne zaman bunun aksi görülmüşse müslümanların iman ve dürüstlüklerinin bozulmuş olmasındandır.
3- O, öyle olması, yani kâfirlerin taşkınlığı, müminlerin dürüstlüğü şu sebepledir ki: Küfredenler batıla tabi olmuşlar, Allah yolundan kaçınıp hevalarına, keyiflerine uyarak boş ve gelip geçici maksatlar peşinde koşmuşlar, iman edenler ise Rabblerinden gelen hakka tabi olmuşlardır. İşte Allah insanlara mesellerini böyle getirir. Her kavmin alemde mesel olacak iyi veya kötü sonuçlarını kendilerine bu şekilde yapıştırır, kılıklarını yüzlerine böyle çarpar. Batıl peşinde koşanların meselleri şaşkınlık, hakka tabi olanların meselleri de kalp, dürüstlüğü ile başarı olur.
4- Öyle olunca o küfredenlerle savaşla karşılaştığınız vakit. Hemen boyunlarını vurmaya bakın. "Boyunlarının köküne vurun da vurun, öldürün. Ta onların kuvvetlerini kırdığınız zaman, yani çok kırıp ordularının yarasını derinleştirdiğiniz, iyice alt ettiğiniz zaman, bağı sıkı basın, kalanlarını sağlam bağlayıp esir edin. Sonra da artık ya azad, ya fidye, yani muhayyersiniz ya lütfeder salıverirsiniz, yahut can bahası bir kurtuluş fidyesi alırsınız. Terdîd (iki ihtimalle anlatma)de aslolan gerçek ayrım olacağı için bu terdîdin zahiri, esir alındıktan sonra ya azad, ya fidyeden başka bir şey yapılamayacağını gösterir. O halde tutulan esiri öldürmek veya köle etmek nasıl caiz olur? Bundan dolayı Hasan-ı Basrî hazretleri gibi bazıları esir tutulduktan sonra öldürülmeyeceğini söylemişlerdir. Rivayet olunur ki Haccac'a böyle bir takım esirler getirilmişti. Hacac onlardan birini öldürülmesi için İbnü Ömer (r.a) hazretlerine gönderdi, İbnü Ömer hazretleri dedi ki; bize böyle birşey emredilmedi, Allah Teâlâ ancak ta onların kuvvetlerini kırdığınız zaman bağı sıkı basın, sonra da artık ya azad ya fidye, buyurdu. Fakat çoğunlukla âlimler demişlerdir ki İmam (devlet başkanı) muhayyerdir.
1) Müslüman olmadıkları takdirde dilerse öldürür. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) Ukbe b. Ebi Muayt'ı ve Tuayme b. Adiyy'i ve Nadr. b. Haris'i sabren katletti, bununla beraber imamın (devlet başkanının) emri olmaksızın gazilerden birinin, esiri kendiliğinden öldürmesi caiz olmaz. Esirin kötülüğünden korkmak gibi zorlayıcı bir sebep olmaksızın öldürmüş bulunursa imam onu cezalandırır.
2) İmam dilerse köle yapar, çünkü bunda hem kötülüklerinin ortadan kaldırılması, hem de İslâm'ın menfaati vardır.
3) Dilerse hürriyetleri saklı olmak üzere müslümanlara zimmi olarak bırakır. Nitekim Hz. Ömer Irak'ın sevad halkını öyle bırakmıştır. Ancak Arap müşriklerinin zimmî olmaları da kabul edilmez. Köle yapılmaları da caiz olmaz. Mürtedler gibi ya ölüm ya İslâm teklif edilir.
4) Müfâdat; yani esirleri esirlerle değiştirme. İmam-ı Azam Ebu Hanife'den bir rivayette caiz görülmemiş ise de Siyer-i Kebir'in rivayeti olan daha zahir bir rivayette caizdir. Ebu Yusuf, Muhammed, Şafiî, Malikî, Ahmed İbnü Hanbel'in görüşleri de budur. Resulullah (s.a.v)'in iki müslümanı iki müşrik fidyesi ile kurtardığı rivayet olunur. Hatta bir kadın ile bir çok müslüman esirlerini kurtardığı da rivayet olunmuştur.
5) Müfâdat bilmal (mal karşılğı esirleri değiştirme). Hanefi mezhebince meşhur olan, caiz görülmemiştir. Çünkü bunda düşmana para ile asker kazandırmak vardır. Bedir'de bu şekilde alınan fidyelerden dolayı Enfal Sûresi'nde "Hiçbir peygamber için harp sahasında düşmanı iyice ezinceye kadar esirler almak uygun değildir. Siz dünya malını istiyorsunuz Allah ise Ahireti kazanmanızı istiyor. Allah çok güçlüdür hüküm ve hikmet sahibidir. Eğer daha önce Allah'tan gelmiş bir hüküm bulunmasaydı aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. (Enfal, 8/67-68) âyetiyle kınama gelmiştir. Bununla beraber Siyer-i Kebir'de müslümanlarda ihtiyaç olunca bir sakınca yoktur der. Dürer'de de mal karşılığı esirleri serbest bırakmak savaş bitmeden caiz olursa da savaş tamam olduktan sonra caiz olmaz diye zikredilmiştir. Yani meşhur olan yorum budur. Bu mânâ "Harp ağırlıklarını atıncaya kadar." (Muhammed, 47/4) kaydından anlaşılmış olsa gerektir.
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
47-MUHAMMED:
1- O kimseler ki küfredip Allah yolundan yüz çevirmekte yahut men etmektedirler.
SADDÛ: Yüz çevirmek, aldırmamak mânâsına mastarından lâzım yahut da men etmek, çevirmek mânâsına 'den müteaddi olabilir. İkisiyle de tefsir edilmiştir. Keşşaf haşiyesi Keşf'te der ki: Birincisi daha açıktır. Çünkü: "De ki işte benim yolum budur. Basiretli olduğum halde Allah'a davet ederim." (Yusuf, 12/108) buyurulduğuna göre Allah yolundan sapmak Muhammed (s.a.v)'in getirdiği doğru yoldan yüz çevirmektir. İkinci âyette: "Ve o kimseler ki iman etmekte ve salih salih ameller işlemekte ve Muhammed'e indirilene inanmaktadırlar." buyurulmasına karşılık şekliyle uygun olan da budur. Gerçekten bu iki âyetin getirilmesi kâfirlerle müminlerin ve özellikle Hz. Muhammed'e indirilene, gereği gibi iman edenlerle etmeyenlerin bir mukayesesini göstermesi itibarıyla bu karşılık önemlidir. Âyetin iniş sebebi Mekke müşrikleri olmakla beraber mânâ geneldir. Yani Mekke müşrikleri gibi küfredip de Allah yolundan Muhammed (s.a.v.)'in davet ettiği hak İslâm dininden yüz çevirenlerin Allah amellerini boşa gidermektedir. Mesailerini, çalışmalarını, yaptıkları iyi işleri hedefine isabet ettirmeyip boşa çıkarmaktadır.
2- Buna karşılık Ve onlar ki iman edip salih işler yapmakta ve Muhammed'e indirilene iman etmektedirler. Yani burada imandan maksat özellikle Muhammed (s.a.v)'e indirilen kitap ve şeriata imandır. Çünkü Rablerinden gelen hak odur. Allah yolunu hakkıyla beyan eden ve Allah'dan geldiğine hiç şüphe olmayan hak kitap ancak odur. Diğerleri kısmen bozulmuş, kısmen de neshedilmiş (hükmü kaldırılmış) olmakla, Kur'ân'ın tasdiki ile birlikte bulunmayanlar hak değildir. Onun için istenen iman ona imandır. Bu şekilde ona hakkıyla iman edip de gereğince salih amellere çalışan müminler Allah kendilerinden kabahatlerini keffaretleyip örtmekte ve yüreklerini, hal ve durumlarını düzeltmektedir. Kâfirler boşuna çalışırken, bunlar düzen ve intizam içinde günden güne ilerleyip fikir ve kalplerini düzeltmekte ve işlerinde ileri gitmektedirler. Mekke'deki kâfirlerle Medine'deki müminlerin hali karşılaştırılınca bu tecrübe ile sabit olduğu gibi bütün tarihte de imanlarında salih olan müslümanların hali böyle olmuştur. Şu halde her ne zaman bunun aksi görülmüşse müslümanların iman ve dürüstlüklerinin bozulmuş olmasındandır.
3- O, öyle olması, yani kâfirlerin taşkınlığı, müminlerin dürüstlüğü şu sebepledir ki: Küfredenler batıla tabi olmuşlar, Allah yolundan kaçınıp hevalarına, keyiflerine uyarak boş ve gelip geçici maksatlar peşinde koşmuşlar, iman edenler ise Rabblerinden gelen hakka tabi olmuşlardır. İşte Allah insanlara mesellerini böyle getirir. Her kavmin alemde mesel olacak iyi veya kötü sonuçlarını kendilerine bu şekilde yapıştırır, kılıklarını yüzlerine böyle çarpar. Batıl peşinde koşanların meselleri şaşkınlık, hakka tabi olanların meselleri de kalp, dürüstlüğü ile başarı olur.
4- Öyle olunca o küfredenlerle savaşla karşılaştığınız vakit. Hemen boyunlarını vurmaya bakın. "Boyunlarının köküne vurun da vurun, öldürün. Ta onların kuvvetlerini kırdığınız zaman, yani çok kırıp ordularının yarasını derinleştirdiğiniz, iyice alt ettiğiniz zaman, bağı sıkı basın, kalanlarını sağlam bağlayıp esir edin. Sonra da artık ya azad, ya fidye, yani muhayyersiniz ya lütfeder salıverirsiniz, yahut can bahası bir kurtuluş fidyesi alırsınız. Terdîd (iki ihtimalle anlatma)de aslolan gerçek ayrım olacağı için bu terdîdin zahiri, esir alındıktan sonra ya azad, ya fidyeden başka bir şey yapılamayacağını gösterir. O halde tutulan esiri öldürmek veya köle etmek nasıl caiz olur? Bundan dolayı Hasan-ı Basrî hazretleri gibi bazıları esir tutulduktan sonra öldürülmeyeceğini söylemişlerdir. Rivayet olunur ki Haccac'a böyle bir takım esirler getirilmişti. Hacac onlardan birini öldürülmesi için İbnü Ömer (r.a) hazretlerine gönderdi, İbnü Ömer hazretleri dedi ki; bize böyle birşey emredilmedi, Allah Teâlâ ancak ta onların kuvvetlerini kırdığınız zaman bağı sıkı basın, sonra da artık ya azad ya fidye, buyurdu. Fakat çoğunlukla âlimler demişlerdir ki İmam (devlet başkanı) muhayyerdir.
1) Müslüman olmadıkları takdirde dilerse öldürür. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) Ukbe b. Ebi Muayt'ı ve Tuayme b. Adiyy'i ve Nadr. b. Haris'i sabren katletti, bununla beraber imamın (devlet başkanının) emri olmaksızın gazilerden birinin, esiri kendiliğinden öldürmesi caiz olmaz. Esirin kötülüğünden korkmak gibi zorlayıcı bir sebep olmaksızın öldürmüş bulunursa imam onu cezalandırır.
2) İmam dilerse köle yapar, çünkü bunda hem kötülüklerinin ortadan kaldırılması, hem de İslâm'ın menfaati vardır.
3) Dilerse hürriyetleri saklı olmak üzere müslümanlara zimmi olarak bırakır. Nitekim Hz. Ömer Irak'ın sevad halkını öyle bırakmıştır. Ancak Arap müşriklerinin zimmî olmaları da kabul edilmez. Köle yapılmaları da caiz olmaz. Mürtedler gibi ya ölüm ya İslâm teklif edilir.
4) Müfâdat; yani esirleri esirlerle değiştirme. İmam-ı Azam Ebu Hanife'den bir rivayette caiz görülmemiş ise de Siyer-i Kebir'in rivayeti olan daha zahir bir rivayette caizdir. Ebu Yusuf, Muhammed, Şafiî, Malikî, Ahmed İbnü Hanbel'in görüşleri de budur. Resulullah (s.a.v)'in iki müslümanı iki müşrik fidyesi ile kurtardığı rivayet olunur. Hatta bir kadın ile bir çok müslüman esirlerini kurtardığı da rivayet olunmuştur.
5) Müfâdat bilmal (mal karşılğı esirleri değiştirme). Hanefi mezhebince meşhur olan, caiz görülmemiştir. Çünkü bunda düşmana para ile asker kazandırmak vardır. Bedir'de bu şekilde alınan fidyelerden dolayı Enfal Sûresi'nde "Hiçbir peygamber için harp sahasında düşmanı iyice ezinceye kadar esirler almak uygun değildir. Siz dünya malını istiyorsunuz Allah ise Ahireti kazanmanızı istiyor. Allah çok güçlüdür hüküm ve hikmet sahibidir. Eğer daha önce Allah'tan gelmiş bir hüküm bulunmasaydı aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. (Enfal, 8/67-68) âyetiyle kınama gelmiştir. Bununla beraber Siyer-i Kebir'de müslümanlarda ihtiyaç olunca bir sakınca yoktur der. Dürer'de de mal karşılığı esirleri serbest bırakmak savaş bitmeden caiz olursa da savaş tamam olduktan sonra caiz olmaz diye zikredilmiştir. Yani meşhur olan yorum budur. Bu mânâ "Harp ağırlıklarını atıncaya kadar." (Muhammed, 47/4) kaydından anlaşılmış olsa gerektir.
Moderatör tarafında düzenlendi: