Sabri Efendi'nin Yazdığı Mektuplar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ve İkinci Kısmı

(Hulûsi-i sâni ve büyük bir âlim olan Sabri Efendi’nin fıkralarıdır.)
Meb’us-u âlem (aleyhissalâtü vesselâm) Efendimiz Hazretlerinin insanları hayrette bırakan ve cüz’î şuuru olana iman-ı kâmil bahşeden fevkalhad ve harikulâde manen bin enva-ı mucizat-ı ahmediyeyi (a.s.m.) ihtiva eden ve pek âlî ve azim kıymeti müsbet ve müsellem bulunan On Dokuzuncu Mektubun dördüncü cüz’ünü; nazar ve teveccüh-i fazılânelerinde min-gayr-i haddin vekilleri bulunduğum mümaileyh Hulûsi Beyefendiye irsal kılınmak üzere istinsaha başlamıştım. Bin mucize-i Muhammediye (a.s.m.) münderic olan On Dokuzuncu Mektub, mukaddemen dahi arzedildiği vecihle arzumun fevkinde pek ziyade ulvî ve nuranî mebahis ve vekayi-i risalet-i meabiyeyi beyan ve müjde ile ruh ve kalb-i âciziyi bahar-ı âlem gibi gül ve gülistanlığa çevirmiştir. Bu hususta kalben hisseylediğim duygulardan mütevellid ve lâzımü’l-arz medh ü senayı gayet parlak bir tarzda arzetmek ehass-ı emelim ise de maalesef söylemekten âciz bulunduğumu beyan ile iktifa ediyorum. Yalnız şu noktayı hissettim ki: O vekayide siz cismen değilse de fakat ruhen, Server-i kâinat Efendimiz Hazretleriyle beraber idiniz tasavvur ediyorum. Zira vekayi-i mezkûrenin künyesiyle, mevkiiyle, an’anesiyle kat’iyen müşahede ve ol vecihle nakl ve tahrir buyurduğunuza kani ve kailim.
On Altıncı Mektubu, Atabey’e giderken götürdüm. Ekseri noktalar bir kısım ihvanı ağlattı ve amcazadem Zühdü Efendi, On Altıyı okuyunca, “Şimdiye kadar bilmediğim ve görmediğim nuranî ve pek kesretli sürur-u manevîyi ihtiva eden bir pencere bugün kalbimde açıldı. Şu pencereden hasıl olan netaici yazmak iktidarımın fevkinde ise de, avn-i ilâhiye dayanarak bir ariza ile arzetmek ehass-ı emelimdir. Nihayetsiz selâm ve hürmetlerimi tebliğe tavassutunuzu rica ederim.” dediler.
Sabri
***
Gönlüm ister ki, hemen Risaletü’n-Nur’un umumunu yazıversem de mamelekimde bulunan dürr-i yektaları istidadım nisbetinde mütalâaya başlasam.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Otuz Birinci elmas külliyatını avn-i hak ve inayet-i ekremileriyle iki gün evvel ikmale muvaffak oldum. Ahmed kardeşime aid derkenarı tefhim ettim. Biraz okur ve Onuncu Sözü istiyor, fakat bu söz kıymet-i maneviye itibariyle mevcudattan ağırdır. İ’caz-ı Kur’an’ın ikinci cüz’ünü hemen hitam buldurmak üzereyim. Fakat müştak bulunduğum Otuz İkinci Sözü dahi lütuf buyuracak olursanız hasıl olacak memnuniyetimi bir vecihle arzetmekten âciz kalacağım. Çünkü, bu gibi kıymettar ve manidar eserleri işittikten sonra görmek iştiyakı gittikçe artıyor ve bu tabiattan bir türlü kendimi men edemiyorum.
Sabri
***
Bu defa istinsahına muvaffak olduğum nurlu Yirmi Dokuzuncu Sözde, melâike denizlerinde sefain-i kibriyaya yapışarak seyran ederken ve beşerin hata-sevab işlediği ef’ali kat’î olarak umumî yoklama defter-i kebirinde okunacağını, nef’ ve zarar hiçbir şeyin mektum bırakılmayacağını şiddetle ihtar eden beka-i ruh âlemini temâşâ ederken; matlab-ı âlâ ve maksad-ı aksa olan ba’s ve mahkeme-i kübranın ahkâmını kable’l-vuku makam-ı istima’da dinlerken ve bilhassa “Medarlar” merdivenlerinden âlî makamlara manevî suud ederken, hele Onuncu Medar ve Üçüncü, Dördüncü Meselelerde deniz dalgıçları gibi derya-yı maneviyatta dalıp yüzerken o kadar envar-ı hakaik-ı kibriyaya ve ezvak-ı letaif-i ulyaya müstağrak oldum ki, arz ve ifadeden âcizim.
Sabri
***
Müşrik ve münkirleri mağlub ve ilzam eden ve son sistem malzeme-i cihadiye-i vahdaniyeyi havi ve câmi, kuvvet ve resaneti çelik, kıymet ve ehemmiyeti elmas ve cevahir ve akik bir kal’a-misal olan Otuzuncu Söz’ü istinsaha muvaffak oldum.
Sabri
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sözler sayesinde şu bir seneyi mütecaviz bir müddetten beri şevk ile taallüm, inayetle tefeyyüz, tergib ile tenevvür, hahişle telezzüz, işaretle tahalluk, tedricle tekemmül tarikında ilerlemeğe saî bulunduğum bu muayyen müddetin bir gününe sabıkan geçirmiş olduğum umum hayatımın bile mukabil olamayacağı kanaatındayım.
Sabri
***
(Yine Sabri’nin.)
Sözler namında olan bahr-i muhit-i Nur’da iki seneyi mütecaviz bir zamandan beri, seyr ü seyahatımın semere ve neticesini görüp bilmek hususunda şimdiye kadar zemin ve zaman müsaid olmadığından, sermaye-i ticaretimin ne derecelere çıktığında; daha doğrusu bir ticaret edinebildim mi, yoksa edinemedim mi, mütereddid ve mütehayyir idim. Hamden lillâh bu şehr-i rahmet ve mağfirette, inayet-i rabbaniye ve muavenet-i peygamberiye ve himemat ve daavat-ı üstadaneleri berekâtıyla sermaye-i ilmiye-i evveliye-i bendegânemin yüzde doksan dokuz derece yükseldiğini fehmettim. O menabi-i ilmiye ve temsilât-ı hakikiye, meclislerimi o kadar tezyin ve tenvir etmektedir ki, arzetmekten âcizim. Beşerin pek ziyade ayağını kaydıran şu asırda, gayetle harika ve fevkalhad cihazat ve malzemeyi neşreden Nur fabrikasından her nev’i techizatı almak farz olduğunu bilip, her türlü sena ve sitayişe bihakkın seza ve lâyık bulunan ve hiçbir suretle riyaya hamli imkânsız olan müessese sahib-i âzamına, ne derecelerde ifa-yı şükran ve arz-ı minnetdarî eylesem yine hakkıyla vazife-i zimmetimi eda etmiş olamayacağım, efendim.
Sabri
***

Çoktan beri ruh-i kemteranemin son derece müştak bulunduğu ve her bir kelimesi birer elmas mahzeni olan şu Yirmi Sekizinci Risale-i pür-nurlarını lehü’l-hamd kıraat ve istinsaha muvaffak oldum. Şu altun-misal hurufattan mürekkeb elmas menbaının derece-i kıymet ve rağbet ve ehemmiyetini arz




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ve ifade hususunda –mübalâğa olmasın– mümkün olsa idi, şu Risale-i kıymetdarînin hakaik-ı nâmütenahisini muvazzıh ve câmi bir çok kelimatın vaz ettirilmesine çalışacaktım ki, hakikat lâyıkıyla ifade edilsin. Zira Hâlik-ı âlem Hazretleri, şu mükevvenatı halk ve icad ve her birini birer vazife ile tavzif ve ecel-i âlemin hululünde mesuliyet noktasında bu dünyada acz ve fakr ve za’f ve ihtiyacını fehm ve idrak ederek, kavanin-i ezeliye ve desatir-i rabbaniyeye imtisal ve ittiba edenlere şu mevzubahs “Cennet” gibi bir nimet ile izaz edecek ve ale’l-husus Cennette en büyük nimet, cemal-i bâ kemal-i rabbaniyeyi müşahede ve müşerrefiyet-i uzma olduğundan, şu fani âlemdeki her şey binnetice Cennete nazır ve hayran olduğu ve şu hakaikın menbaı olan Furkan-ı Mübîn ve Kur’an-ı Azîmin ebvab-ı müteaddidesini feth ve esrar-ı gunâ-gûnuna ıttılâ ile derya-i hakaike dalmak herkese müyesser olmadığından, beş sual ve beş cevap miftah-ı hakikisiyle o künuz-u mütenevvia kapılarını açıp pek yakından ve kemal-i sarahatla gösterilmesi ciheti, değil bu abd-i âcizin kasır aklı, belki oldukça yüksek zekâlara malik olanların bile takdirine hakkıyla şayan olduğunu kail ve kaniim. Sabri
***

Kemal-i ulviyet ve kıymet-i bînihayesini arz ve ifadeden âciz bulunduğum şu Sözler’deki âlî ve azim üslub ve gayeler, bu abd-i pürkusuru ihya ve âdeta ba’sü ba’de’l-mevt hâline getirdi ve “Siyah Dutun Bir Meyvesi” namıyla müsemma, Avrupa meftunlarına endaht edilen altun topun elmas güllelerini gördüm, hayran oldum.
Sabri
***

Yirminci Mektubu yazarken vaktimin adem-i müsaadesi cihetiyle çabuk yazmağa fazlaca sa’y ettiğimden sathî bir nazar ve kıraat edildi. Derince düşünüp zihnimde takarrür ettiremedim ise de, müsaade-i fazılâneleri ile şu hakikati arza ictisar ediyorum ki, bu mektub-u azimü’l-mefhum, şimdiye kadar tesyar buyurulan umum Nur Risalelerinin hülâsatü’l-hülâsa zübdesi ve menba-ı amiki olduğuna müşahedemle beraber, tafsilât ve teşrihat hususunda

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
dahi zevil-akıl olanlar için ibare-i Arabî ile tahrir buyurulan ve yedi fıkra-i manidar ve Türkçe meallerinde münderic olduğuna kanaat-ı kâmilem mevcud bulunduğunu arz ile başkaca bir arzu daha uyandırdı ve dedim: “Ah, Hudâ-yı Müteal ve Vâhibü’l-a’mâl ve’l-âmâl Hazretleri tevfikat-ı samedanisini ihsan buyursa da, Üstad-ı âlikadrimden fenn-i ilm-i kelâmı taallüm ile tefeyyüz edebilsem.” dedim ve bu arzu kalb-i bendelerîde ile’l-ebed merkûz kalacaktır ki, bu da kıymet-i bîpayanını hissedip ulviyet ve kudsiyetini hakkıyla ifadeden âciz bulunduğum Yirminci Mektub-u mergubdan mütevelliddir. Sabri
***

Hele Birinci Sözde besmelenin derece-i ehemmiyeti ve suret-i temsiliyesi şayan-ı takdir ve hayrettir. Öteden beri her kitabın ibtidasında “Besmele, hamdele, salvele”nin zikrinin vücubu hoca efendilerimiz tarafından beyan edilmiş ise de, bu gibi nefsi iskât edecek bir temsil işitilmediğinden, bu derece zihinde takarrür ve temerküz etmemişti. Şu temsil, besmele sözü olan Birinci Sözde ne kadar musib ve manidar olduğunu insan olan takdir eder.
Sabri
***

Üç kitabdan Yirminci Sözü ilk defa okudum. Habl-i metin-i ilâhî ve kanun-u mübîn-i rabbanî olan Kur’an-ı Azîmüşşanda, şu son asırda vücuda gelen ve frenklerin medar-ı iftiharları bulunan tahte’l-bahir, tayyare, vesaire gibi eşyaya bin üç yüz kusur sene mukaddem işaretle ifade edildiğini öğrenerek, kitab-ı mübîn’in mazi ve müstakbelden vermekte olduğu ihbarat-ı gaybiye ve sadıka ve beyanat-ı harika, dost ve düşmanı meftun ve hayretlerde bıraktığı cihetle bir kat daha i’caz-ı Kur’an’ı isbat ve teyid etmiştir. Yirmi Üçüncü ve Otuzuncu Sözler’in baş taraflarından üçer, beşer sahife okuyabildim. Mahzen ve medfen-i mücevherata rast gelmiş bir fakir gibi hangi cevheri alacağımı harisane düşünüyorum.
Sabri
***
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bahr-i mucizat, Fahr-i kâinat Efendimiz (a.s.m.) Hazretlerinin, şu sisli asırda paslı ruhlarımızı tenvir ve tesrir eden ve saik-i hayat-ı ebediyeleri bulunan On Dokuzuncu Mektubun beşinci cüz’ünü alarak, üçüncüsünü iade ettim. Fahr-i kâinat Efendimizin (a.s.m.) mucizatından olan, parmaklarından su akıtarak orduya içirmesine dikkat ederek derin bir tefekküre daldım. O sırada kalemim boya şişesinde idi. Yazmak vazifeme muvakkat bir fasıla verecektim. Kalemimi tuttum, mürekkebi ile yerinde koymamak için kalemdeki mürekkeb bitinceye kadar bir iki kelâm daha yazayım da öyle bırakayım dedim. Başladım, yarım sahife yazdım, kalemden boya kesilmedi. Bundaki hikmeti düşündüm, kalem kurudu. Sonra bir çok defalar kalemi dikkatle boyaya batırarak yazdım, tecrübe ettim. Yarım satır, nihayet bir satıra kâfi gelebildi. Bu da, Hatib-i Bağdadî*’nin //**barla_253_1gif**// sırrındaki (Haşiye1) tefekküründen mütehassıl vakıayı andırır bir tekid-i i’caz-ı Nebevîdir, dedim.
Sabri
***

Evvelce takdim kılınan arizalarımdaki tabirat ve elfaz-ı tazimiyem ne için hak olmasın. Zira şu kıymettar ve ehemmiyet-i nâmütenahiyeyi ihtiva ve âleme berk-i hatıf gibi satvet-i maneviye ve hakikiyesini emsali gibi ilâm ve ilân eden Yirmi Altıncı Mektub-u mergubu yirmi günden beri muhtelif derecatta müntesibîn-i ilmiye mütalâa ettikleri halde, bugün tashihine lüzum görülen ve ale’t-tâdad yirmi sekiz noktada tadil ve ilâve buyurulan nükat-ı mühimme, kelimat ve tabirat-ı âliyeyi zaid veya noksan diyebilecek bir kimse çıkmasın ve çıkmıyor. Evet, şu asrın eşhas-ı muzırrasına karşı ilân etmiş olduğu cihad-ı maneviyede müşahede edilen muvaffakiyet-i fevkalâdenin o güruh-u hazele ve rezeleyi iskât ve ilzam ettiğini zerre kadar insafı ve iz’anı ve insaniyette hazzı olanın ikrar ve itiraf ve tasdik etmesi vecibeden olduğu vareste-i rayb ve zünûndur.
Sabri
***
(Yine Sabri’nin)
Haşiye 1- O tefekkürde bir günlük işi bir dakikada yapmış.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Burak-ı tevfik ile hakaik-ı semavata rah-ı urucu irae ve tefhim için tanzim ve tasnif buyurulan ve her bir lem’a-i ulviyesi aklî ve naklî binler âyat ve alâim-i imanı fevkalhad izah ve isbat eden ve bir mirkat-ı iman ve bir mir’at-ı Vacibü’l-Vücud ve’l-Mennan olan ve saray-ı dâr-ı bekanın elmas bir miftahı bulunan Yirmi İkinci bahr-i hakaikı, inayet-i ilâhiye ile istinsaha muvaffak oldum.
Sabri
***
(Yine şu fıkra Sabri’nindir.)
Nurları âlemi tenvir eden, kıtası küçük ve kıymeti pek büyük ve ulvî ve azimü’l-meal ve bizzat hatt-ı ekremileriyle muharrer elmas risalelerini istinsah ve Yirmi İkinci Nur deryasına dalıyorum.
Sabri
***

(Yine şu fıkra Sabri’nindir.)
Maruzat-ı hususiye: Şu on dördüncü asr-ı Muhammedîde (a.s.m.) marziyat-ı Rabbaniye ve tebligat-ı Ahmediyeyi bihakkın ifa ve icra ve ilam ve infaz eden elhak “matla’-i şems-i füyuzat” tabiriyle tavsif ve tazime masadak bulunan Nur risale-i feridelerinden ruh-u âciziye in’ikâs eden ve sermaye-i kemteranemden olmayıp sırf Risaletü’n Nur’un füyuzat ve lemeatından derip, çatıp yazdığım arizalarım, mahza bir eser-i hüsn-ü teveccüh-ü kerimaneleri olarak Risaletü’n-Nur sırasına idhal edilmesi hicabımı intac etmiştir. Zira bahr-i muhita nisbeten bir cedvel hükmünde bile olamayan bu abd-i âcizin pür-kusur ifadeleri öyle bâlâ bir mevkide yer tutacak bir mahiyette olmadığı aşikârdır. Umarım Cenab-ı Kibriya’dan ki, karin bulunduğu nevvar ve ziyadar Sözler’in nur ve ziyalarından müstefid ve ziyadar ola.
Sabri
***
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Sabri’nin Yirmi Birinci ve Yirmi İkinci Sözleri
yazdığı vakit, yazdığı mektubun bir fıkrasıdır.)
Bilumum Risalâtü’l-Envar, her biri ayrı ayrı mevzularda, hadd ü hesaba gelmeyen müşkilleri halletmeleriyle beraber bendeniz şöyle tasavvur ediyorum ki: Nur deryasından nûş etmek isteyen bir kimse, Birinci ve Yirmi Birinci ve Yirmi İkinci Sözleri alsa, diğerlerine eli yetişmezse dahi, maraz-ı kalbîyi def’ ve ref’e, ruhu tenvir ve tesrire kâfi bulunduğu meşhud ve müsellemdir. Zira Birinci Söz tevhid miftahıdır. Yirmi Bir’in birinci şıkkı da mirkat-ı cennettir. İkinci şıkkı da emraz-ı kalbiyenin tedavisi için nazirsiz bir şifahane-i eczadır. İksir ilâçlarıyla bilâ-istisna herkeste bulunan vesvese marazını tedavi ve kal’eder. Kalb ve ruhta Kur’an-ı Hakîmin ebedî ve nâmütenahi füyuzat ve envarından gelen ravzat-ı inşirahiyeyi küşad ile saadet-i ebediyeye isal edecek bir râh-ı necat ve selâmettir. Yirmi İki ise; “Bürhan”larıyla, “Lem’alar”ıyla insan olanın akaid-i diniyesini tahkim ve tarsine emsalsiz bir rehber bulunduğunu arz ederim, efendim.
Sabri
***

(Şu fıkra dahi Sabri’nindir.)
Üstadım efendim!
Şu kıymetli elmaslar, Cenab-ı Haktan Habib-i Zîşanına gönderilen şecere-i tubanın nâmütenahi semereleri olduğunu ve bunların emsali gibi bînazîr mücevheratın ihraç ve teşhiri zamanını bulup sergi-i Rabbaniye ve Muhammediyeye vaz eden zat-ı üstadanelerine şu dakikada kasır aklım ve istidadsız lisanımla şöyle dualar ediyorum:
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sabri
***
(Bu fıkra Hulûsi-i sâni Sabri’nindir.)
Bekledim, tâ ki Onuncu Söz neşredilmiş, işbu kıymeti mükevvenata faik olan mübarek nurlu eserden bir nüshacık ihsan buyuruldu. Hemen aldığım dakikada, zîruhtan hâli ve zümrüd-misal yeşillenmiş nebatat arasında bir ağacın altına gittim. Lâkin mevsim itibariyle haliçe-i zemin gayet revnektar ve enva türlü çiçeklerle müzeyyen ve muhteşem ise de anifü’l-beyan eser, âlem-i bekanın sened-i hakiki ve kat’îsi ve en kavi ve gayet rasin ve son derece güzel, naklî ve aklî ve mantıkî ve tarifi imkânsız delâil ve berahin-i kat’iye ile müsbet ve hattâ haşir hakkında, ayağı kayarak muhlik uçurumlara giden ve en fena bataklıklara düşen, hüsran ve dalâlette boğulan pek çok kimseleri dakik ve amik işarat ve hakaikı ile ihya ettiğini ve edeceğini alâ-kadri’l-istitaa öğrendim. Her ne kadar o kıymettar eserin derecat-ı refia ve mühimmesini, hattâ en kısa bir cümlesini bile hakkıyla anlayabilmek ve o hususta söz sarfedebilmek bidâamın fersah fersah fevkinde ise de, menba-ı hakikisi bulunan Furkan-ı Mübîn’den tam bir feyz alan ve emsali görülmemiş bir şaheser olduğunu anladım.
Bu fakir, şiddetli acz ve zaafımla bîhadd bahr-i hakaika daldım ve bahr-i muhit-i Nura girebilmeğe şu mübarek eser, elmas bir miftahım oldu. Binaenaleyh havas ve havassu’l-havas dikkatle onu mütalâa ederlerse daha ne derecelerde hakaik-ı ilâhiye ve maarif-i rabbaniye müşahede ederek iktisab-ı füyuzat edeceklerini tahmin edemem.


1- Allahım, Risaleti’n-Nur ile damgalanan bu nadide incinin müellifini koru. Onun (ve Sabri’nin) hakikatlerle dolu olan kalbine neşe ve sürur ver. Âmin.
2- Bize bunu nasip eden Allah’a hamdolsun. Allah bize hidayet etmeseydi, kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık. Andolsun Rabbimizin elçileri hak ile gelmişlerdir. (A’raf Suresi: 43)
3- Allahım, ilâhî ilimdeki varlıklar adedince ezelden ebede kadar, efendimiz Muhammed’e, âl ve ashabına salât ve selâm olsun.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bundan başka şu nuranî ve ulvî ve kudsî eser, numarası itibariyle dokuz eserin daha mukaddemen sebkat ettiğini ima ve işaretle beraber “On” numaradan sonra da daha bir çok eserlerin vücudunu mutazammın bulunmasına dair bir hassasiyet-i kalbiye uyandırdı. Sonra anladım ki, Kur’an-ı Hakîmin nur ve ziyadar menbaı cûş u huruşa gelmiş, Furkan-ı Hakîmin elmas maadininden dehşetli bir infilâk husul bulmuş. Sözler namında hadsiz tiryaklar ve mücevherat zâhir oldu. Pek çok kulûb def-i maraz ve kesb-i afiyet etti.
Furkan-ı Mübînin feyziyle Sözler’inin her birini herkese görmek müyesser olmayan, gayet dakik ve amik beyanat-ı harikalarını röntgen makinesi ile temsil ediyorum. Nasıl o röntgen şuaı, şu uzuvların içindeki en hafî ve ince hâli görüyor, gösteriyor. Öyle de nurların hazinedarları olan Sözler dahi, hakaik-ı eşyada en ufacık zerreleri bile görmek ve göstermek hassasını haizdir.
Sabri
***
(Sabri’nin fıkrası.)
Eyyühe’l-Üstadü’l-muhterem!
Bil’istinsah takdim-i huzur-u fazılâneleri kılınan Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Meselesi tam zamanında izhar-ı endam etmiştir. Şu mübarek eser Risalâtü’n-Nur ve Mektubatü’n-Nur’un bir nev’i tarihçeleri olduğu gibi, diğer cihetten de âsâr-ı pür-envarın senedat ve berahin-i kat’iyeleri hükmünde görülmekle beraber üç seneden beri dimağımda mahsus ve mahfuz bir çok ihtisasatı da bu kere zâhire çıkarmıştır. İşte Kur’an-ı Azîmüşşanın derece-i kudsiyet ve ulviyet ve nuraniyeti böyle elmas ve mücevherat-ı maneviyeyi câmi bulunduğu, bu mesele ve emsali mesailden anlaşılmıştır.
Evet şu hakikati de itiraf etmek lâzım ki, bir mücevherat hazinesi ne kadar zengin ve ne kadar yüksek bir servete malik olursa olsun, bayii, dellâlı, usul-i bey’ u şirâya aşina olmazsa zilyed bulunduğu kıymettar hazinenin müştemil ve muhtevi bulunduğu emtiayı lâyıkıyla âleme ilân ve enzar-ı ammeye vaz’ edemez. Binaenaleyh şu devr-i müşevveşde, hakaik-ı Kur’aniyenin hakkıyla bey’ u şirâsını yapana dellâl-ı Kur’an’ın değil altı senedir, belki kırk seneden beri ehl-i İslâma hitaben
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt