BEŞİNCİ CİLD, 36. cı MEKTÛB Eshâb-ı kirâm arasındaki muhârebeler ictihâd yüzünden idi. Döğüşenler de, birbirini çok seviyordu. Ananın, babanın çocuğunu döğmesi gibi idi.
Ehl-i sünnet âlimlerinin, Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü, üstünlüğünü bildiren sözlerini, yazılarını, kitâbımızın birkaç yerinde açıkladık. Kayyûm-i rabbânî, Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî Serhendî “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)ının ikinci cildi, otuzaltıncı mektûbunda, sekizinci süâlin cevâbında buyuruyor ki:
Tepeden tırnağa kadar rahmet olan hazret-i Alî “kerremallahü teâlâ vecheh”, hâşâ ve kellâ, bir müslimâna bile la’net etmedi. Nerde kaldı ki, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına ve hele çok kerre hayr düâ etdiği hazret-i Mu’âviyeye “radıyallahü anh” la’net etmiş olsun. Hazret-i Alî, hazret-i Mu’âviye ve yanında bulunanlar için (Kardeşlerimiz, bize uymadı. Kâfir ve fâsık değildirler. İctihâdları ile hareket etdiler) buyurdu. Bu sözü, onlara küfrü ve fıskı yaklaşdırmamakdadır. O hâlde, hiç la’net eder mi? Hiç beddüâ eder mi? İslâm dîninde, hiç kimseye, hattâ frenk kâfirlerine bile la’net etmek, ibâdet değildir. Beş vakt nemâzdan sonra, düâ etmek lâzım iken, kendi düşmanlığı için, düâ yerine, beddüâ eder mi? Tesavvufdaki fenâ derecelerinin en yükseğine ve itmînânın sonuna ulaşmış ve şahsî arzûlarından geçmiş olan hazret-i Alînin nefsini, kendi nefs-i emmâreleri gibi kin ile, inâd ile, düşmanlıkla dolu mu sanıyorlar? O çok yüksek zâta, böyle bir bühtânda, böyle alçak bir iftirâda bulunuyorlar. Hazret-i Alî, Fenâ-fillâh ve muhabbet-i Resûlillah makâmlarının en son derecesine ulaşmış, cânını, malını, Onun “sallallahü aleyhi ve sellem” yoluna fedâ etmişdir. Niçin, bu düâ zemânında, her iki cihânın sultânı olan Peygamber efendimize, envâ-ı ezâ ve cefâ yapan, Allahü teâlânın ve Resûlünün “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” düşmanlarını söyleyip, onlara la’net etmesin de, kendi düşmanlarına la’net etsin? Hâlbuki, hazret-i Alînin (İctihâdları ile hareket etdiler) sözü, onlara düşman olmadığını gösteriyor.
İşin içi, özü şöyledir ki, bu muhârebeler, bu çarpışmalar düşmanlıkla, kin gütmekle olmadı. Hep, ictihâd ile, din bilgisi ile oldu. Bunun için, ayblamanın yeri yokdur. Nerde kaldı ki, beddüâ, ve la’net edilsin. Bir kimseyi kötülemek, ona la’net etmek ibâdet olsaydı, İblîs-i la’îne, Ebû Cehle, Ebû Lehebe ve Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” inciten, Ona cefâ ve ezâ eden ve bu hak olan dîne, düşmanlıklar, ihânetler, hıyânetler yapan, Kureyşin azılı kâfirlerine la’net etmek, islâmın îcâblarından olurdu. Düşmanlara la’net etmek emr edilmeyince, dostlara la’net sevâb olur mu? Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse, şeytâna la’net ederse, ben zâten mel’ûn oldum. Bu la’netin bana zararı olmaz der. Yâ Rabbî! Beni şeytândan koru derse, eyvâh bel kemiğimi kırdın der). Bir başka hadîs-i şerîfde, (Şeytâna söğmeyiniz! Şerrinden, Allahü teâlâya sığınınız) buyuruldu. Bundan anlaşılıyor ki, bu gibi sözler, hazret-i Alîye iftirâdır. Onu kötülemekdir. Bundan başka, hazret-i Mu’âviye, hazret-i Alîye ve hazret-i Hasene ve Hüseyne ve diğerlerine “radıyallahü anhüm ecma’în” la’net etmeğe başladı demek de, Mu’âviye hazretlerine iftirâ olur. Birbirlerine, aslâ beddüâ, la’net etmediler. Ehl-i sünnet vel-cemâ’at mezhebi şöyledir ki, Mu’âviyeye “radıyallahü anh” dil uzatmak câiz değildir. Bu söz, ona bir iftirâdır. Hem bunu bildiren, doğru bir haber de yokdur. Târîhciler söylüyor ise, bunların sözü, nasıl sened olabilir? Dînin temel bilgileri, târîhcilerin sözleri üzerine kurulamaz. Burada, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ve onun eshâbının sözlerine bakılır. Târîhcilerin sözlerine ve Keşşâf tefsîrinde yazılı olan haberlere bakılmaz. Keşşâfda, hazret-i Alînin ve hazret-i Mu’âviyenin ismleri geçmiyor. Bu iki din büyüğünün birbirine la’net etdiğini gösteren bir işâret bile yokdur. Bununla berâber (Keşşâf)daki o yazılar doğrudur. Ehl-i sünnetin bildirdiğine uymıyan birşey yokdur ki, iyi ma’nâ çıkarmağa çalışmak lâzım gelsin. Evet, Emevî halîfeleri, minberlerde, Ehl-i beyte yıllarca la’net etdirdi. Ömer bin Abdül’azîz “rahmetullahi aleyh” buna son verdi. Allahü teâlâ, bizim tarafımızdan, ona bol bol mükâfât versin! Fekat, Mu’âviye de “radıyallahü anh” Emevî halîfelerinden ise de, ona dokunulamaz. Eğer, hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” söğülürse, kötülenirse bu ayrılıkda ve muhârebelerde, onunla birlik olan, çok sayıda Eshâb-ı kirâm, hattâ aşere-i mübeşşereden birkaçı da mel’ûn olur. Bu din büyüklerine dil uzatmak, onlardan bize gelmiş olan din bilgilerini bozmağa sebeb olur. Hiçbir müslimân, bunu uygun görmez ve kabûl etmez.
Ba’zıları, üç halîfeyi ve hazret-i Mu’âviyeyi ve ictihâdda ona uyanları “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kötülüyor, bunlara söğüyor, Peygamber efendimizden sonra “sallallahü aleyhi ve sellem”, birkaçından başka, Eshâb-ı kirâmın hepsi mürted oldu diyorlar. Ehl-i sünnet vel-cemâ’at mezhebine göre, Eshâb-ı kirâmın hepsine, iyilikden başka birşey söylenmez. Hiçbiri fenâ, kötü değildir. İmâm-ı Yahyâ bin Şeref Nevevî, (Müslim) hadîslerini açıklarken buyuruyor ki, o muhârebelerde, Eshâb-ı kirâm üçe ayrılmışdı: Bir kısmının ictihâdı, hazret-i Alînin ictihâdına uygun oldu. Bunlara kendi ictihâdlarına uygun yol tutmak vâcib oldu. Bunlar, hazret-i Alîye “radıyallahü anhüm” yardım etdi. Eshâb-ı kirâmın ikinci kısmı, ictihâdda, doğru olanı ayıramadı. Bunların, kimseye karışmaması vâcib oldu. Üçüncü kısmın ictihâdı, hazret-i Alîye karşı gelenlerin ictihâdları gibi oldu. Bu ictihâdda olanların karşı tarafa yardım etmesi lâzım oldu. Demek ki, her biri, kendi ictihâdına uygun iş yapdı. Bunun için hiçbirini ayblamak doğru değildir. Bununla berâber, hazret-i Alî ve onun ictihâdında olup, ona uyanlar, ictihâdda doğruyu bulmuşlardı. Karşılarındakiler, ictihâdda yanılmışlardı. Fekat, ictihâdda yanılma olduğu için, kötülenemez. Yanılanlar bir sevâb aldı. Doğruyu bulanlar, on sevâb aldı. Yanıldılar demek bile, doğru değildir. Yanılanları da iyilikle anmak lâzımdır. Demek ki, Mu’âviyeyi “radıyallahü anh” sevmiyen, ona la’net eden bir kimse, bütün Eshâbı iyi bilip sevse de, Ehl-i sünnet vel-cemâ’atden olamaz. Böyle kimseyi, Şî’îler de sevmez. Bu kimse, Ehl-i sünnet olmadığı gibi, Şî’î de değildir. Üçüncü bir mezhebden olur.
Ehl-i sünnet âlimlerinin, Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü, üstünlüğünü bildiren sözlerini, yazılarını, kitâbımızın birkaç yerinde açıkladık. Kayyûm-i rabbânî, Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî Serhendî “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)ının ikinci cildi, otuzaltıncı mektûbunda, sekizinci süâlin cevâbında buyuruyor ki:
Tepeden tırnağa kadar rahmet olan hazret-i Alî “kerremallahü teâlâ vecheh”, hâşâ ve kellâ, bir müslimâna bile la’net etmedi. Nerde kaldı ki, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına ve hele çok kerre hayr düâ etdiği hazret-i Mu’âviyeye “radıyallahü anh” la’net etmiş olsun. Hazret-i Alî, hazret-i Mu’âviye ve yanında bulunanlar için (Kardeşlerimiz, bize uymadı. Kâfir ve fâsık değildirler. İctihâdları ile hareket etdiler) buyurdu. Bu sözü, onlara küfrü ve fıskı yaklaşdırmamakdadır. O hâlde, hiç la’net eder mi? Hiç beddüâ eder mi? İslâm dîninde, hiç kimseye, hattâ frenk kâfirlerine bile la’net etmek, ibâdet değildir. Beş vakt nemâzdan sonra, düâ etmek lâzım iken, kendi düşmanlığı için, düâ yerine, beddüâ eder mi? Tesavvufdaki fenâ derecelerinin en yükseğine ve itmînânın sonuna ulaşmış ve şahsî arzûlarından geçmiş olan hazret-i Alînin nefsini, kendi nefs-i emmâreleri gibi kin ile, inâd ile, düşmanlıkla dolu mu sanıyorlar? O çok yüksek zâta, böyle bir bühtânda, böyle alçak bir iftirâda bulunuyorlar. Hazret-i Alî, Fenâ-fillâh ve muhabbet-i Resûlillah makâmlarının en son derecesine ulaşmış, cânını, malını, Onun “sallallahü aleyhi ve sellem” yoluna fedâ etmişdir. Niçin, bu düâ zemânında, her iki cihânın sultânı olan Peygamber efendimize, envâ-ı ezâ ve cefâ yapan, Allahü teâlânın ve Resûlünün “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” düşmanlarını söyleyip, onlara la’net etmesin de, kendi düşmanlarına la’net etsin? Hâlbuki, hazret-i Alînin (İctihâdları ile hareket etdiler) sözü, onlara düşman olmadığını gösteriyor.
İşin içi, özü şöyledir ki, bu muhârebeler, bu çarpışmalar düşmanlıkla, kin gütmekle olmadı. Hep, ictihâd ile, din bilgisi ile oldu. Bunun için, ayblamanın yeri yokdur. Nerde kaldı ki, beddüâ, ve la’net edilsin. Bir kimseyi kötülemek, ona la’net etmek ibâdet olsaydı, İblîs-i la’îne, Ebû Cehle, Ebû Lehebe ve Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” inciten, Ona cefâ ve ezâ eden ve bu hak olan dîne, düşmanlıklar, ihânetler, hıyânetler yapan, Kureyşin azılı kâfirlerine la’net etmek, islâmın îcâblarından olurdu. Düşmanlara la’net etmek emr edilmeyince, dostlara la’net sevâb olur mu? Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse, şeytâna la’net ederse, ben zâten mel’ûn oldum. Bu la’netin bana zararı olmaz der. Yâ Rabbî! Beni şeytândan koru derse, eyvâh bel kemiğimi kırdın der). Bir başka hadîs-i şerîfde, (Şeytâna söğmeyiniz! Şerrinden, Allahü teâlâya sığınınız) buyuruldu. Bundan anlaşılıyor ki, bu gibi sözler, hazret-i Alîye iftirâdır. Onu kötülemekdir. Bundan başka, hazret-i Mu’âviye, hazret-i Alîye ve hazret-i Hasene ve Hüseyne ve diğerlerine “radıyallahü anhüm ecma’în” la’net etmeğe başladı demek de, Mu’âviye hazretlerine iftirâ olur. Birbirlerine, aslâ beddüâ, la’net etmediler. Ehl-i sünnet vel-cemâ’at mezhebi şöyledir ki, Mu’âviyeye “radıyallahü anh” dil uzatmak câiz değildir. Bu söz, ona bir iftirâdır. Hem bunu bildiren, doğru bir haber de yokdur. Târîhciler söylüyor ise, bunların sözü, nasıl sened olabilir? Dînin temel bilgileri, târîhcilerin sözleri üzerine kurulamaz. Burada, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ve onun eshâbının sözlerine bakılır. Târîhcilerin sözlerine ve Keşşâf tefsîrinde yazılı olan haberlere bakılmaz. Keşşâfda, hazret-i Alînin ve hazret-i Mu’âviyenin ismleri geçmiyor. Bu iki din büyüğünün birbirine la’net etdiğini gösteren bir işâret bile yokdur. Bununla berâber (Keşşâf)daki o yazılar doğrudur. Ehl-i sünnetin bildirdiğine uymıyan birşey yokdur ki, iyi ma’nâ çıkarmağa çalışmak lâzım gelsin. Evet, Emevî halîfeleri, minberlerde, Ehl-i beyte yıllarca la’net etdirdi. Ömer bin Abdül’azîz “rahmetullahi aleyh” buna son verdi. Allahü teâlâ, bizim tarafımızdan, ona bol bol mükâfât versin! Fekat, Mu’âviye de “radıyallahü anh” Emevî halîfelerinden ise de, ona dokunulamaz. Eğer, hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” söğülürse, kötülenirse bu ayrılıkda ve muhârebelerde, onunla birlik olan, çok sayıda Eshâb-ı kirâm, hattâ aşere-i mübeşşereden birkaçı da mel’ûn olur. Bu din büyüklerine dil uzatmak, onlardan bize gelmiş olan din bilgilerini bozmağa sebeb olur. Hiçbir müslimân, bunu uygun görmez ve kabûl etmez.
Ba’zıları, üç halîfeyi ve hazret-i Mu’âviyeyi ve ictihâdda ona uyanları “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kötülüyor, bunlara söğüyor, Peygamber efendimizden sonra “sallallahü aleyhi ve sellem”, birkaçından başka, Eshâb-ı kirâmın hepsi mürted oldu diyorlar. Ehl-i sünnet vel-cemâ’at mezhebine göre, Eshâb-ı kirâmın hepsine, iyilikden başka birşey söylenmez. Hiçbiri fenâ, kötü değildir. İmâm-ı Yahyâ bin Şeref Nevevî, (Müslim) hadîslerini açıklarken buyuruyor ki, o muhârebelerde, Eshâb-ı kirâm üçe ayrılmışdı: Bir kısmının ictihâdı, hazret-i Alînin ictihâdına uygun oldu. Bunlara kendi ictihâdlarına uygun yol tutmak vâcib oldu. Bunlar, hazret-i Alîye “radıyallahü anhüm” yardım etdi. Eshâb-ı kirâmın ikinci kısmı, ictihâdda, doğru olanı ayıramadı. Bunların, kimseye karışmaması vâcib oldu. Üçüncü kısmın ictihâdı, hazret-i Alîye karşı gelenlerin ictihâdları gibi oldu. Bu ictihâdda olanların karşı tarafa yardım etmesi lâzım oldu. Demek ki, her biri, kendi ictihâdına uygun iş yapdı. Bunun için hiçbirini ayblamak doğru değildir. Bununla berâber, hazret-i Alî ve onun ictihâdında olup, ona uyanlar, ictihâdda doğruyu bulmuşlardı. Karşılarındakiler, ictihâdda yanılmışlardı. Fekat, ictihâdda yanılma olduğu için, kötülenemez. Yanılanlar bir sevâb aldı. Doğruyu bulanlar, on sevâb aldı. Yanıldılar demek bile, doğru değildir. Yanılanları da iyilikle anmak lâzımdır. Demek ki, Mu’âviyeyi “radıyallahü anh” sevmiyen, ona la’net eden bir kimse, bütün Eshâbı iyi bilip sevse de, Ehl-i sünnet vel-cemâ’atden olamaz. Böyle kimseyi, Şî’îler de sevmez. Bu kimse, Ehl-i sünnet olmadığı gibi, Şî’î de değildir. Üçüncü bir mezhebden olur.