142- Cennetde Allahü teâlânın görüleceğine inanmıyanlara cevâbdır 3.Cild 44.cü mekt
ÜÇÜNCÜ CİLD, 44. cü MEKTÛB Bu mektûb, mîr Muhammed Nu’mânın oğlu mîr Abdürrahmân için yazılmışdır. Cennetde Allahü teâlânın görüleceğine inanmıyanlara cevâb vermekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlânın görüleceğine inanmıyanlar, Allahü teâlâ görülemez diyenler, sözlerini isbât etmek için, (Görülen şeyin, görenin karşısında olması lâzımdır. Allahü teâlâ, birşeyin karşısında olamaz. Çünki O, cihetsizdir. Cihetli olmak demek, sınırı, sonu, etrâfı olmak demekdir. Bunlar ise, Allahü teâlâ için kusûrdur, noksânlıkdır. İlâhda bu kusûrlar olamaz) diyorlar.
Bunlara cevâb olarak deriz ki, Allahü teâlânın kudreti, kuvveti o kadar çokdur ki, bu geçici ve za’îf olan dünyâ hayâtında, hissiz, hareketsiz, içi boş iki sinir parçasına, karşısında olan şeyleri görebilmek kuvveti vermişdir. Sinirlere bu kuvveti veren yüce Allah, âhıretde, dahâ kuvvetli ve hiç yok olmıyacak olan bu iki sinir parçasına, karşısında olmıyanları, cihetsiz veyâ her cihetde olanları da görmek kuvvetini veremez mi? Çünki O, sonsuz kudret sâhibidir ve âhıretde his edilmesi ve görülmesi kâbildir. Ba’zı yerlerde ve zemânlarda, görmek için, karşılıklı ve belli yönde bulunmağı şart kılmış, başka yerlerde ve zemânlarda, bu şart olmadan görmek kuvveti vermişdir. Bu iki yer birbirine hiç benzemediği hâlde, birinde lâzım olan şartları, ötekinde de lâzımdır demek, doğrusu pek insâfsızlık olur. Mahlûkları yalnız bu görünen, ölçülen (Âlem-i mülk) olarak bilip, akl ile anlaşılmayan (Âlem-i melekût)daki şaşılacak varlıklara inanmamak olur.
Süâl: Allahü teâlâ görülürse, çevresi olması ve gözle anlaşılması îcâb eder. Bu da, sonu, sınırlı olduğunu bildirir. Allahü teâlâda, bu kusûrlar olamaz.
Cevâb: Allahü teâlânın görünmesi, fekat çevresi bulunmaması ve gözle anlaşılamaması câizdir. En’âm sûresinin yüzüçüncü âyetinde meâlen, (Onu gözler anlıyamaz. O ise, gözleri bilir, anlar. O, ihsân sâhibi bilicidir) buyruldu. Mü’minler, âhıretde Allahü teâlâyı görecekler, gördük diyeceklerdir. Görmekde hâsıl olan zevkı, lezzeti duyacaklardır. Fekat, görüneni anlıyamıyacaklardır. Görmekden birşey elde edemiyeceklerdir. Görmeği anlıyacaklar, görmenin tadını alacaklar, fekat gördüklerini anlamıyacaklardır. Fârisî beyt tercemesi:
Ankâ avlanamaz, tuzağını topla!
bu avdan tuzakda kalır ancak hava.
Allahü teâlâ görülecek, fekat anlaşılamıyacakdır. Görmekde hiç kusûr olmıyacakdır. İhsân ve ikrâm ederek, âşıklarına kendini gösterecekdir. Kendini görmek lezzetini onlara bol bol verecekdir. Bundan, Ona hiç kusûr, noksânlık gelmez. Çevrilmiş, cihetlenmiş olmaz. Fârisî beyt tercemesi:
O tarafdan kemâli noksân kabûl eylemez.
Bu tarafdan şerefin, söze, ölçüye gelmez.
Allahü teâlâyı görmek için, görenin karşısında bulunması, doğrultusunda olması şartdır denilirse, Allahü teâlânın görmesi için de bu şartların bulunması lâzım olur. Çünki, görülende bu şartların bulunması, görende de bulunması demekdir. Allahü teâlânın, mahlûkları görmesinde de bu şartların bulunması lâzım olup, görmemesi îcâb eder. Allahü teâlânın görmek sıfatı inkâr edilmiş olur. Kur’ân-ı kerîme inanılmamış olur. Çünki, Kur’ân-ı kerîmin birçok sûresinde, (Allahü teâlâ yapdıklarınızı görücüdür) ve (O, işitici ve görücüdür) ve (Allahü teâlâ amelinizi görür) meâllerinde âyetler vardır. Bundan başka, görmemek kusûrdur. İlâhlık sıfatından mahrûm olmakdır.
Süâl: Allahü teâlânın görmesi, ilm sâhibi olması, herşeyi bilmesi demek değil midir? Allahü teâlânın ciheti, sınırı olmasını îcâb etdiren başka birşeyin de bulunduğunu söylemeğe lüzûm var mıdır?
ÜÇÜNCÜ CİLD, 44. cü MEKTÛB Bu mektûb, mîr Muhammed Nu’mânın oğlu mîr Abdürrahmân için yazılmışdır. Cennetde Allahü teâlânın görüleceğine inanmıyanlara cevâb vermekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlânın görüleceğine inanmıyanlar, Allahü teâlâ görülemez diyenler, sözlerini isbât etmek için, (Görülen şeyin, görenin karşısında olması lâzımdır. Allahü teâlâ, birşeyin karşısında olamaz. Çünki O, cihetsizdir. Cihetli olmak demek, sınırı, sonu, etrâfı olmak demekdir. Bunlar ise, Allahü teâlâ için kusûrdur, noksânlıkdır. İlâhda bu kusûrlar olamaz) diyorlar.
Bunlara cevâb olarak deriz ki, Allahü teâlânın kudreti, kuvveti o kadar çokdur ki, bu geçici ve za’îf olan dünyâ hayâtında, hissiz, hareketsiz, içi boş iki sinir parçasına, karşısında olan şeyleri görebilmek kuvveti vermişdir. Sinirlere bu kuvveti veren yüce Allah, âhıretde, dahâ kuvvetli ve hiç yok olmıyacak olan bu iki sinir parçasına, karşısında olmıyanları, cihetsiz veyâ her cihetde olanları da görmek kuvvetini veremez mi? Çünki O, sonsuz kudret sâhibidir ve âhıretde his edilmesi ve görülmesi kâbildir. Ba’zı yerlerde ve zemânlarda, görmek için, karşılıklı ve belli yönde bulunmağı şart kılmış, başka yerlerde ve zemânlarda, bu şart olmadan görmek kuvveti vermişdir. Bu iki yer birbirine hiç benzemediği hâlde, birinde lâzım olan şartları, ötekinde de lâzımdır demek, doğrusu pek insâfsızlık olur. Mahlûkları yalnız bu görünen, ölçülen (Âlem-i mülk) olarak bilip, akl ile anlaşılmayan (Âlem-i melekût)daki şaşılacak varlıklara inanmamak olur.
Süâl: Allahü teâlâ görülürse, çevresi olması ve gözle anlaşılması îcâb eder. Bu da, sonu, sınırlı olduğunu bildirir. Allahü teâlâda, bu kusûrlar olamaz.
Cevâb: Allahü teâlânın görünmesi, fekat çevresi bulunmaması ve gözle anlaşılamaması câizdir. En’âm sûresinin yüzüçüncü âyetinde meâlen, (Onu gözler anlıyamaz. O ise, gözleri bilir, anlar. O, ihsân sâhibi bilicidir) buyruldu. Mü’minler, âhıretde Allahü teâlâyı görecekler, gördük diyeceklerdir. Görmekde hâsıl olan zevkı, lezzeti duyacaklardır. Fekat, görüneni anlıyamıyacaklardır. Görmekden birşey elde edemiyeceklerdir. Görmeği anlıyacaklar, görmenin tadını alacaklar, fekat gördüklerini anlamıyacaklardır. Fârisî beyt tercemesi:
Ankâ avlanamaz, tuzağını topla!
bu avdan tuzakda kalır ancak hava.
Allahü teâlâ görülecek, fekat anlaşılamıyacakdır. Görmekde hiç kusûr olmıyacakdır. İhsân ve ikrâm ederek, âşıklarına kendini gösterecekdir. Kendini görmek lezzetini onlara bol bol verecekdir. Bundan, Ona hiç kusûr, noksânlık gelmez. Çevrilmiş, cihetlenmiş olmaz. Fârisî beyt tercemesi:
O tarafdan kemâli noksân kabûl eylemez.
Bu tarafdan şerefin, söze, ölçüye gelmez.
Allahü teâlâyı görmek için, görenin karşısında bulunması, doğrultusunda olması şartdır denilirse, Allahü teâlânın görmesi için de bu şartların bulunması lâzım olur. Çünki, görülende bu şartların bulunması, görende de bulunması demekdir. Allahü teâlânın, mahlûkları görmesinde de bu şartların bulunması lâzım olup, görmemesi îcâb eder. Allahü teâlânın görmek sıfatı inkâr edilmiş olur. Kur’ân-ı kerîme inanılmamış olur. Çünki, Kur’ân-ı kerîmin birçok sûresinde, (Allahü teâlâ yapdıklarınızı görücüdür) ve (O, işitici ve görücüdür) ve (Allahü teâlâ amelinizi görür) meâllerinde âyetler vardır. Bundan başka, görmemek kusûrdur. İlâhlık sıfatından mahrûm olmakdır.
Süâl: Allahü teâlânın görmesi, ilm sâhibi olması, herşeyi bilmesi demek değil midir? Allahü teâlânın ciheti, sınırı olmasını îcâb etdiren başka birşeyin de bulunduğunu söylemeğe lüzûm var mıdır?