150- İslâmiyyetde kesb ve ticâret. Halâl kazanmak

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İSLÂMİYYETDE KESB VE TİCÂRET

Aşağıdaki yazı, (Rıyâd-un-nâsıhîn)den terceme edildi:
Kesb, halâl mal kazanmak demekdir. Bütün ibâdetlerin kabûl olması, halâl lokmaya bağlıdır. Hadîs âlimi Ahmed bin Abdüllah İsfehânî, (Hilyet-ül-evliyâ) kitâbında diyor ki, (Büyüklerden çoğu buyurdu ki, ibâdetler on kısmdır: Dokuz kısmı halâl kazanmakdır. Bir kısmı da bildiğimiz bütün ibâdetlerdir). O hâlde, mü’minler halâl kazanmağa çalışmalıdır. Harâmdan ve şübhelilerden kaçınmalıdır. Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” buyuruyor ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Allahü teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan ibâdetleri kabûl eder. Allahü teâlâ, Peygamberlerine emr etdiğini, mü’minlere de emr etdi ve buyurdu ki, ey Peygamberlerim! Halâl yiyiniz ve sâlih, iyi işler yapınız! Mü’minlere de emr etdi ki, ey îmân edenler! Sizlere verdiğim rızklardan halâl olanları yiyiniz!). Resûl “aleyhisselâm” sözüne devâm ederek buyurdu ki, (Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini göke doğru uzatıp düâ ediyor. “Yâ Rabbî!” diye yalvarıyor. Hâlbuki yidiği harâm, içdiği harâm, gıdâsı hep harâm. Bunun düâsı nasıl kabûl olur?). Ya’nî harâm yiyenin düâsı kabûl olmaz buyurdu. İşte harâmı, halâli, şübhelileri ve fâizi bilmiyen, bunları birbirinden ayıramıyan, harâmdan kurtulamayıp, ibâdetleri boşuna gider.
En üstün kesb yolu, silâhla ve kalemle cihâddır. İkinci derecede ticâret, üçüncüsü zirâ’at, dördüncüsü san’atdir. Demek ki, kıymetli kazanç yolu, bu dördüdür.
[Cihâd, insanların islâmiyyeti işitmelerine ve müslimân olmalarına mâni’ olan zâlimleri, sömürücüleri ortadan kaldırarak, insanların müslimân olmakla şereflenmeleri için yâhud müslimânlara saldıran kâfir, zâlim ordularına karşı müslimânların mallarını, canlarını ve ırzlarını, nâmûslarını korumak için, can ile, mal ile, propaganda ile harb etmek, savaşmak demekdir. Cihâdı devlet yapar. Milleti sulh zemânında cihâda hâzırlamak, yetişdirmek, devletin vazîfesidir. Müslimânların cihâd yapması, cihâd sevâbına kavuşması, devletin cihâd yapmak veyâ cihâda hâzırlanmak için yapdığı da’vete, çağrıya ve kumandanların emrlerine itâ’at etmesi, askerlik vazîfesini yapması demekdir. Devletin izni ve kumandanının emri olmadan, herkesin başkasına saldırması, cihâd olmaz. Çapulculuk, eşkıyâlık olur. Büyük günâh olur. İbni Âbidîn diyor ki, (Devletin harb etmesi, bunun için de, zemânın en mükemmel silâhlarını yapması, milletin de, devlete yardım, itâ’at etmesi vâcibdir. Devletin, askerce ve silâhca dahâ üstün olan düşmana harb i’lân etmesi, câiz değildir. Düşman hücûm edince, herkesin cihâd etmeleri farz olur ise de, arzû edip de, devlet ve ordu, harb etmediği için veyâ men’ olunduğu için cihâd edememek günâh olmaz. Harb edince, boş yere ölecekleri, etmezlerse esîr olacakları biliniyorsa, harb etmeleri lâzım olmaz. Müslimânların herhangi sûret ile helâk olmalarından korkulursa, kâfirlere mal vererek sulh olunur). [Buradan anlaşılıyor ki, zulmden, fitneden kurtulmak için, mal vermek câiz olmakdadır.] Kâfirler istîlâ ederse, Dâr-ül-islâma hicret edilir. Hicret edemezse ve gelen kâfir devlet zulm ederse, zulm yapmıyan kâfir memleketine hicret edilir.
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Müslimânların adedi, kâfirlerin yarısından az değil ise ve silâhları var ise, kaçmaları halâl olmaz. Silâhları yok ise, silâhlı olan düşmandan kaçmaları câiz olur. [Meselâ füzesi yok ise, füzesi olan düşmandan kaçması câiz olur.] Bunun gibi, bir kişinin üç kişiden kaçması câiz olur. Adedleri onikibin olan ordunun, katkat fazla olan düşmandan kaçması halâl olmaz. Düşmanın silâh ateşi ile hedef aldığı yerden kaçmak câizdir).
Cihâd hakkında, fıkh kitâblarında uzun bilgi verilmekdedir. Bilhâssa imâm-ı Muhammed Şeybânînin (Siyer-i kebîr) kitâbını, allâme, şems-ül-eimme Serahsî şerh etmiş ve bunu, Ayntablı Muhammed Münîb efendi türkceye terceme etmiş ve [1241] de basılmış olup, cihâda âid ince bilgileri hâvî büyük bir kitâbdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kesbin besinci yolu, hizmetdir. Yûsüf “aleyhisselâm”, Enbiyâ-i ülil-emr-i velebsârdan
oldugu hâlde, kulların sıkıntıda oldugunu görüp, hükûmet reîsi kâfir oldugu
hâlde, ona giderek vazîfe istedi. Böylece, insanlara hizmet etdi. O hâlde, kullara
hizmet edecegini bilen ve bunu kendinden baska yapacak kimsenin bulunmadıgını
gören, bu vazîfeye bir zâlimin geçmesini önlemek ve müslimânlara hizmet
etmek için, kâfir olan âmirden bile vazîfe istemelidir. Münhal imâmlıgı, müftîligi,
vâ’ızlıgı, ögretmenligi, polisligi istid’â, ya’nî taleb etmelidir. Bir iyilik yapamasa da,
hiç olmazsa, müslimânların zararına çalısmagı önlemek de ibâdet olur. Vazîfeden
isti’fâ etmek de, bunun için, câiz degildir.
Kesb, malı artdırır. Fekat, rızkı artdırmaz. Rızk, mukadderdir. Insanlar (Müsevves-
üz-zihn) yaratıldıgı için, kesb etmek emr olundu. Rızk, ma’âsa, mala, çalısmaga
baglı degildir. Böyle olmakla berâber, çalısmak lâzımdır. Çünki, ef’âl-i ilâhiyye,
sebebler altında tecellî eder. Âdet-i ilâhiyye böyledir. Fekat, ba’zan, denenilen
sebeb elde edilir de, fi’l hâsıl olmıyabilir. Yâhud, sebebsiz de, hâsıl olabilir].
Abdüllah bin Mes’ûd “radıyallahü anh” buyuruyor ki, alıs veris, ya’nî ticâret ilmini
bilmiyen fâiz yir. Imâm-ı Begavî, (Mesâbîh) kitâbında bildiriyor ki, gasîl-ülmelâike
adı ile sereflenmis olan Hanzalanın oglu Abdüllah “radıyallahü anhümâ”
dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bile bile bir dirhem
gümüs degerinde fâiz yimek, otuz zinâdan dahâ çok günâhdır).
Mal mü’minin yardımcısıdır. Çalısınız, halâl kazanınız! Öyle bir zemânda bulunuyorsunuz
ki, muhtâc olursanız, dîninizi verip alırsınız. Dîni verip de yimemek
için, alın teri ile yimelidir. Hadîs-i serîfde, (Elinin emegi, alnının teri ile yi, dînini
satıp yime!) buyuruldu. Bir hadîs-i serîfde, (Halâle, harâma dikkat ederek çalısıp
kazanan kimseyi, Allahü teâlâ çok sever). Bir hadîs-i serîfde, (Bir dirhem gümüs
kıymetinde harâm alan kimseyi, yirmibesbin sene Cehennemde bırakacaklardır)
buyuruldu. (Muhît) kitâbında diyor ki, (Açlıkdan ölmek üzere olan kimse, ölmüs
köpek ile baskasına âid koyun eti bulsa, ikisi de harâm ise de, baskasının malını
yimeyip, köpegi yimesi lâzımdır. Köpek yok ise, baskasının malını, ölmiyecek
kadar yiyebilir). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Bir zemân gelecek ki, insanlar,
yalnız malın, paranın gelmesini düsünüp, halâlini, harâmını düsünmiyecekler). O
hâlde, bir müslimân, her aldıgını, halâl mi, harâm mı düsünmeli, harâm ise almamalıdır.
Aldıgı seyde hakkı olanlara vermegi, fakîrlere, garîblere yardım etmegi
düsünmelidir. Çünki, insanların iyisi, insanlara iyilik edendir. Insanların kötüsü,
insanlara kötülük edendir. Insan, kazandıgına kanâ’at etmeli, Allahü teâlânın
taksîmine râzı olmalıdır. (Kanâ’at eden doyar) buyuruldu. Allahü teâlâ, bes seyi,
bes sey içine koymusdur. Bu bes seyi alan, içindekine kavusur: Izzeti, serefi, ibâdete;
zilleti, sefâleti, günâha; ilmi, hikmeti, çok yimemege; heybeti, i’tibârı, gece
nemâz kılmaga; zenginligi, kimseye muhtâc olmamagı da, kanâ’ate tâbi’ kılmısdır.
(Buhârî)deki bir hadîs-i serîfde buyuruluyor ki, (Insanın yidiklerinin en hayrlısı,
iyisi, bilegi ile kazanıp yidigidir. Allahü teâlânın Peygamberi Dâvüd “aleyhisselâm”
elinin emegi ile kazanıp yirdi).
Fârisî (Tezkiret-ül-Evliyâ) kitâbında diyor ki, Ibrâhîm Edhem “kuddise sirruh”
hazretlerine, falanca yerde bir genç var. Gece gündüz ibâdet ediyor. Vecde gelip
kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidip, üç gün müsâfir kaldı. Dikkat etdi,
söylediklerinden dahâ çok seyler gördü. Kendinin soguk, hâlsiz, habersiz, gencin
ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline sasıp kaldı. Genci, seytân aldatmıs mıdır,
yoksa hâlis ve dogru mudur anlamak istiyordu. Yidigine dikkat etdi. Lokması halâlden
degildi. (Allahü ekber, bu hâlleri hep seytândandır) deyip, genci evine
da’vet etdi. Kendi lokmalarından bir dâne yidirince, gencin hâli degisip, o askı, o
arzûsu, o gayreti kalmadı. Genç, Ibrâhîme sorup, (Bana ne yapdın?) deyince,
(Lokmaların halâlden degildi. Yemek yirken, seytân da mi’dene giriyordu. O hâller,
seytândan oluyordu. Halâl yiyince seytân giremedi. Asl, dogru hâlin meydâ-
na çıkdı) dedi. Harâm yimek, kalbi karartır, hasta eder. Aynı kitâbda Zünnûn-i Mısrî
“kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyuruyor ki: Kalbin kararmasının dört alâmeti
vardır: 1- Ibâdetin tadını duymaz. 2- Allah korkusu, hâtırına gelmez. 3- Gördüklerinden
ibret almaz. 4- Okuduklarını, ögrendiklerini anlamaz, kavrıyamaz.
Ebû Süleymân-ı Dârânî “kuddise sirruh” buyurdu ki, halâlden bir lokma az yimegi,
aksamdan sabâha kadar nemâz kılmakdan dahâ çok severim. Çünki, mi’de
dolu olunca, kalbe gaflet basar. Insan Rabbini unutur. Halâlin fazlası böyle yaparsa,
mi’deyi harâm ile dolduranların hâli acabâ nasıl olur? Sehl bin Abdüllah-i Tüsterî
“kuddise sirruh” buyuruyor ki, yolumuzun esâsı üç seydir: Halâl yimek, ahlâk
ve amelde Resûl aleyhisselâma tâbi’ olmak ve (ihlâs) ya’nî her isi, yalnız Allah rızâsı
için yapmakdır. (Risâle-i kuseyriyye)de buyuruyor ki, Ibrâhîm Edhem “kuddise
sirruhümâ” buyurdu ki: Temiz ve halâl yi de, ister sabâha kadar ibâdet et, ister
uyu ve ister, hergün oruc tut, ister tutma!
(Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, üçüncü aslında buyuruyor ki: Bu dünyâ, âhıret yolcularının
bir konak yeridir. Insana burada yiyecek ve giyecek lâzımdır. Bunlar ise çalısmadan
ele geçmez. Her ân mal kazanmak için ugrasan aldanmısdır. Hem âhıret
için hâzırlanmalı, hem de dünyâ ihtiyâclarını kazanmalıdır. Fekat, bunları da,
âhıret yolculugunda lâzım oldugunu düsünerek kazanmalıdır.
Kendinin ve çoluk çocugunun ihtiyâclarını halâlden kazanmak, kimseye muhtâc
kalmamak, cihâd etmekdir. Birçok ibâdetlerden dahâ sevâbdır. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”, bir sabâh, Eshâbı ile konusurken, kuvvetli bir genç, erkenden
dükkânına dogru geçdi. Ba’zıları, erkenden dünyâlık kazanmaga gidecegine,
buraya gelip birkaç sey ögrenseydi iyi olurdu, deyince, Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”, (Öyle söylemeyiniz! Eger kimseye muhtâc olmamak ve ana,
baba, çoluk çocugunu da muhtâc etmemek için gidiyorsa, her adımı ibâdetdir. Eger,
herkese ögünmek, keyf sürmek niyyetinde ise, seytânla berâberdir) buyurdu. Bir
hadîs-i serîfde, (Bir müslimân, halâl kazanıp, kimseye muhtâc olmaz ve komsularına,
akrabâsına yardım ederse, kıyâmet günü, ayın ondördü gibi parlak, nûrlu olacakdır).
Bir hadîs-i serîfde, (Dogru olan tüccâr, kıyâmetde sıddîklarla ve sehîdlerle
berâber olacakdır). Bir hadîs-i serîfde, (Allahü teâlâ, san’at sâhibi mü’mini sever).
Bir hadîs-i serîfde, (En halâl sey, san’at sâhibinin kazandıgıdır). Bir hadîs-i
serîfde, (Ticâret yapınız! Rızkın onda dokuzu ticâretdedir). Bir hadîs-i serîfde,
(Kendini baskasından sadaka istiyecek hâle düsüreni, Allahü teâlâ yetmis seye muhtâc
eder) buyurdu.
[Bu hadîs-i serîfler karsısında, din düsmanları utansın! Islâmiyyet ticârete,
san’ate, ferdin istihsâl kapasitesinin genislemesine, ekonomik sâhada ilerlememize
mâni’ olmus diye gençleri aldatmakdan vaz geçsinler!]
Îsâ “aleyhisselâm” birine, (Ne is yapıyorsun?) dedi. Ibâdetle vakt geçiriyorum
deyince, (Nerden yiyip geçiniyorsun?) buyurdu. Herseyimi kardesim veriyor,
deyince, (O hâlde, kardesin senden dahâ kıymetli ibâdet yapmakdadır) buyurdu.
Ömer “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Çalısınız, kazanınız, Allahü teâlâ rızkımı
çalısmadan gönderir, demeyiniz! Allahü teâlâ, gökden para yagdırmaz).
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Lokman hakîm, ogluna nasîhat verirken, (Çalıs, kazan! Çalısmayıp, herkese muhtâc
kalanların dîni ve aklı noksân olur ve iyilik etmekden mahrûm kalır ve herkesden
hakâret görür) buyurdu. Büyüklerden birine sordular ki, özü sözü dogru
olan tüccâr mı, yoksa geceleri nemâz kılan, gündüzleri oruc tutan âbid mi yüksekdir?
(Emîn olan tüccâr dahâ kıymetlidir. Çünki, seytânla her sâat cihâd etmekdedir.
Seytân, alısda, verisde, dartmada onu aldatmaga ugrasmakda, o ise Allahü teâlânın
emrini, rızâsını gözetmekdedir) dedi. Ömer “radıyallahü anh” buyuruyor
ki, (Alıs veris ederken, halâl kazanırken cân vermegi, baska seklde ölmekden dahâ
çok severim). Imâm-ı Ahmed ibni Hanbelden “rahmetullahi aleyh” sordular ki,
hergün sabâhdan aksama kadar câmi’de ibâdet edip Allahü teâlâ, benim rızkımı
nerden olsa gönderir diyen bir kimse nasıl bir adamdır? Cevâbında buyurdu ki, (Bu
kimse câhildir. Islâmiyyetden haberi yokdur. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâ benim rızkımı, süngümün ucuna koymusdur).
Ya’nî rızkım, islâm dînine ve müslimânlara saldıran kâfirlerle harb etmekle
gelmekdedir). Görülüyor ki, harbde düsmandan alınan ganîmet ve sulhde, harbe
hâzırlananların aldıkları ücret halâl rızkdır. Imâm-ı Evzâî, Ibrâhîm Edhemi “rahmetullahi
aleyhimâ” gördü ki, sırtında bir yıgın odun götürüyor. Niçin bu kadar
sıkıntı çekiyorsun? Kardeslerin, seni hiçbirseye muhtâc bırakmıyor dedi. Ibrâhîm
Edhem “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyurdu ki, öyle söyleme, hadîs-i serîfde
buyuruldu ki, (Halâl kazanmak için sıkıntı çekenlere Cennet vâcib olur).
Süâl: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bana, tüccâr ol,
mal topla diye emr olunmadı. Fekat, Rabbini tesbîh et ve ona secde et. Rabbine
ölünciye kadar ibâdet et! diye emr olundu). Bu hadîs-i serîf, ibâdetin, mal kazanmakdan
dahâ iyi oldugunu göstermiyor mu?
Cevâb: Kendinin ve çoluk çocugunun ihtiyâclarına mâlik olan zengin bir kimsenin,
vaktlerini ibâdetle geçirmesi, para kazanmakdan dahâ sevâbdır. Ihtiyâcı olmıyanların
mal kazanmak için ugrasması sevâb degildir. Hattâ kalbini dünyâya baglamak
olur. Dünyâya baglamak ise, bütün günâhların basıdır. Malı olmıyan, fekat,
vazîfe görüp ma’âs alanların da, mal kazanmak için ayrıca ugrasmaması dahâ iyidir.
Meselâ ilm adamlarının, millete ilm ögretmesi, ya’nî din âlimlerinin, tabîblik,
hâkimlik, subaylık ve her dürlü fâideli ilmleri bilenlerin ve tesavvuf büyüklerinin,
ya’nî kalb gözü açılmıs olanların ihtiyâcları, hükûmetce veyâ hayr müesseseleri ve
hayr sâhibleri tarafından istenmeden veriliyorsa, bunların halkı irsâd etmeleri, onlara
yardım etmeleri, mal kazanmakdan dahâ sevâbdır. Fekat, zemân degisir,
bunlara, istemeden, boyun bükmeden birsey verilmez olursa, bunların da çalısarak
kazanması dahâ iyi olur. Çünki, istemek harâmdır. Ancak zarûret hâlinde mubâh
olabilir. Mal kazanırken halâle, harâma dikkat edenin, ya’nî Allahü teâlâyı
unutmıyanın, kesb etmesi dahâ iyidir. Çünki bütün ibâdetlerin rûhu, özü, Allahü
teâlâyı hâtırlamakdır. (Kimyâ-i se’âdet)den terceme burada temâm oldu.
(Hadîka)da, amelde iktisâd faslında diyor ki, (Kesb, yasamak için lâzım olan malları
halâlden kazanmaga çalısmak demekdir. Kendine, evlâdına ve ıyâline ve
borclarını ödemege lâzım olanları kesb etmek farzdır. Bunun için çalısan sevâb kazanır.
Özrsüz terk edene azâb yapılacakdır. Kendilerine nafaka verilmesi vâcib olanlara
(Iyâl) denir. Borc ödemek farzdır. Ödeyemeden vefât edenin, ödemek niyyeti
varsa, günâhlı olmaz. Hadîs-i serîfde, (Bes vakt nemâzı kıldıkdan sonra, çalısıp
halâl kazanmak, her müslimâna farzdır) buyuruldu. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm”
hepsi, çalısıp kazanmıslardır. Çalısmayıp, câmi’de oturarak, Allaha tevekkül
ediyorum diyene inanmamalıdır. Bu, çalısmagı terk etdigi için, günâh islemekdedir.
Sâlih degil, fâsıkdır. Bunun kalbi, Allahü teâlâya degil, kulların mallarına
baglıdır. Önce sebebe yapısmak, sonra bu sebebin te’sîrini Allahü teâlâdan beklemek
emr olundu. Muhtâc oldugu malı kazandıkdan sonra, fazla çalısmayıp,
ibâdet etmek câizdir. Bunun için, çalısmayıp ibâdet edene sû-i zan ve tecessüs etmemelidir.
Ikisi de harâmdır. Ihtiyâcdan fazla çalısıp, kazandıklarını, senelerce saklamak
mubâhdır. Saklamayıp hayra, hasenâta sarf etmek müstehabdır. Nâfile
ibâdetlerden dahâ sevâbdır. Hadîs-i serîfde, (Insanların iyisi, insanlara fâidesi
olanlardır) buyuruldu. Ögünmek için, kibrlenmek için, ihtiyâcdan fazla kazanmak
harâmdır). Görülüyor ki, ehlinin ve ıyâlinin nafakalarını ve borçlarını ödemek için
çalısıp, halâl kazanmak, nâfile ibâdetleri yapmakdan katkat dahâ sevâbdır. (Râmûz-
ül-ehâdîs) s. 105 deki hadîs-i serîfde, (Eshâbım için fakîrlik se’âdetdir. Âhır
zemândaki ümmetim için, zenginlik se’âdetdir) buyuruldu.
Hakîkî islâm âlimi, büyük Velî Abdüllah Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh” seksensekizinci
mektûbunda buyuruyor ki, (Çoluk çocugunun ihtiyâclarını te’min için
ve fukarâya yardım ve Islâmiyyete hizmet için, çalısıp halâl mal kazanmak, çok iyidir.
Süleymân aleyhisselâm ve emîr-ül-mü’minîn Osmân ve Abdürrahmân bin
Avf ve Eshâb-ı kirâmdan ba’zıları çok zengin idiler. Bu zenginlikleri, Allahü teâlâ
indindeki derecelerinin azalmasına sebeb olmadı. Fukarâ-yı sâbirîn ve agniyâyı
sâkirînden hangisinin efdal oldugu ihtilâflıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” fakîrligi ihtiyâr etmisdi. (Rabbim, beni doyuruyor, içiriyor) buyururdu. Fakîrlik,
ibâdete ve hizmete mâni’ olursa, tâ’at yapmaga kuvvet hâsıl etmek için, zengin
olmak efdaldir. Böyle zenginlik büyük ni’metdir. Allahü teâlâ, bu ni’meti diledigine
ihsân eder).
[Müslimân, dünyâyı sevdigi, dünyâya düskün oldugu için degil, Allahü teâlâ, çalısmagı
emr etdigi için çalısıp kazanır. Nefsinin kötü arzûlarına, zevklerine kavusmak
için çalısıp para kazanmak ve çalısırken halâli harâmdan ayırmamak, baskalarının
haklarına saldırmak, onlara olan borçlarını ödememek, kanûnlara karsı gelmek,
vergilerini vermemek, dünyâya düskün olmagı gösterir. Dünyâya düskün olmak,
büyük günâhdır. Allahü teâlâ emr etdigi için çok çalısıp, çok kazanmak ve
Onun emr etdigi gibi çalısıp, kazandıgını, Onun emr etdigi yerlere sarf etmek, ibâdet
yapmak olur. Çok sevâb olur.]
(Hadîka), ikinci cild, ikiyüzaltmısyedinci [267] sahîfede diyor ki, (Zarûret olmadan
birsey istemek harâm oldugu gibi, ücretsiz olarak baskasına is gördürmek de
harâmdır. Baskasının çocuguna, kölesine is gördürmek ise, dahâ büyük günâhdır.
(Müslim)de Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” diyor ki, çocuklarla
oynuyordum. Ansızın Resûlullah geldi. Kapı arkasına saklandım. Yanıma gelip,
avucu ile sırtımı oksadı. (Git bana Mu’âviyeyi çagır) buyurdu. Bu hadîs-i serîfe
göre, çocukların, harâm olmıyan oyunları oynaması ve çocuga birisini çagırmak
için güvenilmesi ve ufak islerin yapdırılması câizdir. Kendi küçük oglunu ve
kızını ve torunlarını bir isde kullanmak, fakîr olana veyâ çocugu yetisdirmek için
olursa câizdir. Çocugun, babasına hizmet etmesi vâcibdir).
Baskasından sadaka istemesi harâm olan kimsenin, zekât istemesi de harâm
olur. Baskasında olan alacagını istemek, söz birligi ile câizdir. Zenginin fakîrdeki
alacagını istemesi de böyledir. Fekat fakîrin, ödiyebilecek güce gelmesini beklemesi
vâcibdir. Afv etmesi dahâ sevâbdır. Din adamlarının, hâfızların ve din düsmanları
ile beden, söz ve kalemle cihâd edenlerin, müslimânların mallarını, cânlarını
ve haklarını koruyan devlet adamlarının ve hâkimlerin, Beyt-ül-mâldan, geçinecek
kadar para veyâ mal almak hakları vardır. Bu haklarını istemeleri câizdir.
Kadının ev islerini yapması, zevcine teberru’ ve ihsândır. Çok sevâbdır. Yapmazsa,
günâha girmez. Zevc, bunları zevcesine zorla yapdıramaz. Kadın tutup yapdırması
lâzımdır. Kadın, zevcine karsı bu ihsânını esirgememeli, erkek de, zevcesine
nafakadan fazla ihsânlarda bulunmalıdır. Allahü teâlâ ihsân edenleri çok sever.
Resûlullah efendimizin zemânından bugüne kadar, müslimân kadınları zevclerine
bu ihsânı yapmıslardır. Kadının vazîfesi ikidir: Kendini zevcine teslîm etmesi
ve evden iznsiz ve örtüsüz sokaga çıkmamasıdır. Görülüyor ki, islâmiyyetde
kadın, ev içinde de, evin dısında da çalısmaga, para kazanmaga mecbûr degildir.
Evli ise kocası, evli degil ise babası, babası yoksa veyâ fakîr ise, zengin olan yakın
akrabâsı çalısıp, kadına lâzım olan herseyi getirmege mecbûrdur. Kimsesi olmıyan
kadına, (Beyt-ül-mâl) denilen, devletin yardım sandıgı bakar. Islâmiyyetde,
karı koca arasında, hayât mücâdelesi, ya’nî para kazanmak, müsterek degildir. Erkek
kadını tarlada, fabrikada, vel-hâsıl hiçbir yerde çalısmaga zorlıyamaz. Kadın
isterse ve erkegi izn verirse, yabancı erkekler arasına karısmadan, kadın isi olan
yerlerde çalısabilir. Fekat, kazandıgı kadının olur. Erkek, ondan zorla birsey
alamaz. Kadının kendi ihtiyâclarını kendisinin alması için de, onu zorlıyamaz. Islâmiyyetin
kadına böyle hak tanıması ve onu erkeklerin elinde esîr, oyuncak olmak-
dan koruması, Allahü teâlânın kadına çok kıymet verdigini göstermekdedir.
Kadın da, erkek de, para kazanmak için harâm islememelidir ve hiçbir nemâzı
kaçırmamalıdır. Ezelde ayrılmıs olan rızk degismez. Aynı rızk, halâlden istiyene
halâl yoldan gelir. Harâm isliyerek istiyene de, harâm yoldan gelir. Câhillerin,
(Bu zemânda kızım okumazsa aç kalır. Oglum fâiz almazsa, isi bozulur) demeleri
dogru degildir. Harâm isliyerek kazanmamalı demek, bos oturmalı, çalısmamalı
demek degildir. Halâl yoldan çalısıp kazanmalı demekdir. Harâm yoldan kazanan,
hem büyük günâhları islemis olur, hem de kazandıklarının hayrını görmez. Kazandıkları,
hekime, hâkime ve düsmanlarına gider ve günâh islemekde kullanılır,
insanı felâkete sürükler. Kazançları sübheli olan, hediyyelesmeli ve ödünc almalı,
aldıklarını kullanmalıdır. Hediyye ve ödünc gelen seyler halâldir.
(Bey’ ve sirâ risâlesi) sonunda diyor ki, (Yetîm oglana ücretsiz olarak, yalnız annesi
is yapdırabilir. Velîsi, akllı çocugu, hocaya veyâ ustaya verip, buna ögret! Bu
da sana hizmet etsin dese, bunlar çocuga hafîf is yapdırabilir. [Ilm ve edeb ögreten
velîsi de, hocası gibidir.] Fekat, yapdıracakları isin ve sokakdaki çesmeden getirecegi
suyun, piyasaya göre ücretinin, ögretmek ücretinden fazla olmaması ve hizmet
etmegi, velînin söylemis olması lâzımdır. Âkıl, bâlig kimsenin kendisi gelip,
bana ögret, ben de sana hizmet edeyim demesi de böyledir. Üçüncü kısmda, yirmialtıncı
maddeye bakınız! Çocugun kendisi ve malı için velîsi, ya’nî babası, baba
yoksa babanın vasîsi, vasî yoksa dedesi, dedesi de yoksa, bunun vasîsi, bu da yoksa
hâkim, ücret ile, hafîf islerde çalısdırabilir. Ücret, yalnız çocuk için sarf edilir).
Kadın, velî olamaz.
Cânân elinden gelmisim, fânî mekânı neylerim,
Ol mülke meylim salmısım, ben bu cihânı neylerim.
Hep i’tibârım atmısım, âsıklıga el katmısım,
Ben nefsi dosta satmısım, bu düsmanı neylerim.
Askı tabîbim kılmısım, derdinde derman bulmusum,
Abdülhakîmi görmüsüm, yünâniyânı neylerim.
Ma’rifet tadın almısım, fenâ tahtına varmısım,
Mahfice sultân olmusum, dünyâ varlıgın neylerim.
Herne gelirse yahsîdir, zirâ o dostun bahsıdır,
Çün cümle onun isidir, ben bed gümânı neylerim.
Gerçi zemân devrân ile, pîr etdi cismim sân ile,
Gönlüm civândır can ile, pir-ü civânı neylerim.
Yâri bana bes görmüsüm, agyârı dilden sürmüsüm,
Ünsile tenhâ durmusum, ben ins-ü cânı neylerim.
Dilden dile bin tercümân, varken ne söyler bu lisân,
Çün cân-ü dildir hem zebân, nutk-u beyânı neylerim.
Simdi! cemî’i halkdan, müstagniyim billâhi ben,
Hallâk-ı âlem var iken, halk-ı zemânı neylerim?
Allahümme yâ muhavvilel havli vel-ahvâl
havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl!
Ey! herkesin hâllerini degisdiren Allahım!
bize iyi hâller ihsân eyle!
 
Üst Alt