165- Diş doldurmak, kaplatmak

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Sırayı bozunca, abdest sahîh olmaz. Sıra ile yıkamak, hanbelîde de farzdır. Mâlikîde ve hanefîde ise, sünnetdir.
Bevl, mezî ve vedîden biri çıkınca, dört mezhebde de abdest bozulur. Nikâhları ebedî harâm olan 18 kişiden başka ihtiyâr erkek, ihtiyâr kadın dahî derileri birbirlerine dokununca, biri ölü olsa dahî şâfi’îde ikisinin de abdesti bozulur. Mesti açık olarak giyip, sonra bağ veyâ başka şeyle kapamak, dört mezhebde de câizdir. Örtdükden sonra hiç delik bulunmaması şâfi’îde şartdır.
Şâfi’îde guslün farzı ikidir: Birincisi, niyyet etmekdir. İkincisi, bütün bedeni yıkamakdır. İlk yıkamağa başlarken niyyet etmek lâzımdır. Dahâ önce edilirse, gusl sahîh olmaz. Kadının da, örgülü saçı çözüp, arasını ıslatması farzdır. Sünnet derisinin altını yıkamak farz olduğu için, şâfi’îde sünnet olmak vâcibdir.
Şâfi’îde, leşin bütün a’zâsı, kemiği, derisi, kılı, kanadı, yünü necsdir. Hanefîde, kemiği, tırnağı, gagası, pençesi, boynuzu, kılı temizdir. Şâfi’îde, köpeğin her yeri necsdir. Her çeşid kan ve sarı su kıyh ya’nî cerâhat necsdir. Renksiz su, ter, temizdir. Hanefîde renksiz su, hastalıkla akarsa, necsdir. Kabarcıklardan çıkan su, hastalıkla olmadığı için, tâhirdir. İnsanın ve eti yinmiyen hayvânların hattâ süt emen sabînin pislikleri, idrârları ve kusmukları her mezhebde necsdir. Merkeb ve katır böyledir. Hanefîde, bunlardan kuşların necâsetleri, hafîfdir. Şâfi’îde, eti yinen hayvânların pislikleri, bevlleri de necsdir. Hanefîde ise, hafîfe olup havada pisliyen, eti yinen kuşlarınki tâhirdir. Şâfi’îde, insanın ve hayvânların menîsi tâhirdir. Diğer üç mezhebde, menî, mezî ve vedî necsdir. Mezî, zevk zemânında çıkan, renksiz sıvıdır. Vedî, idrârdan sonra gelen beyâz sıvıdır. Mi’deden gelmiyen kusmuklar, iki mezhebde de temizdir. Kâfirin ve fâsıkın ve cünübün ve eti yinen hayvânların ve atın artıkları temizdir. Hınzırdan başka, eti yinmiyen hayvânların sütleri, hanefîde tâhirdir. Diğer üç mezhebde necsdir. Necâset ateş ile yakılınca, külü ve dumanı ve zemân ile toprak olunca, hanefîde tâhir olur. Diğer üç mezhebde tâhir olmaz. Üzümden, hurmadan ve herşeyden elde edilen serhoş edici mâyı’lerin [sıvıların] hepsi dört mezhebde de necsdir. [Biranın ve ispirtonun kaba necâset oldukları, buradan anlaşılmakdadır. Çünki, hanefîden başka, üç mezhebde, necâsetlerin her çeşidi kabadır. Hafîf necâset yokdur.]
[Abdestde ve guslde kullanılmış olan (Mâ-i müsta’mel) denilen su, üç mezhebde, yalnız tâhirdir. Fekat, mutahhir değildir. Ya’nî temizdir. Fekat, temizleyici değildir. Mâlikîde, hem tâhirdir, hem de mutahhirdir. (Mîzân).]
Mâlikîde, nemâz kılanın, necâseti temizlemesi farz veyâ vâcib değil, sünnetdir, dediler.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Unutarak veyâ temizlemekden âciz olarak kılınan nemâzı, iki kavle göre de sahîh olur. Necâset bulunduğunu bilmiyerek veyâ bilip de ehemmiyyet vermiyerek kılmış ise, birinci kavle göre nemâzı sahîh olmaz. İkinci kavle göre sahîhdir. Diğer üç mezhebde, temizlenmesi farzdır.
Hanefîde, kedi ve fâre idrârının elbiseden temizlenmesinde, harac [meşakkat] ve zarûret olduğu bildirilerek, dirhemden fazlası da afv olundu. Necâsetden kalkıp, elbiseye konan sineğin bırakdığı leke afv edildi. Ölü yıkayanın, üstüne sıçrayan müsta’mel su ve necâset karışmış sokak çamuru ve hafîf necâsetin, elbisenin veyâ bedenin dörtde birinden az kısmına bulaşması afv edildi. Necâsetlerin bir mâyı’a karışmasında, hafîfe veyâ galîza olmalarına ve mikdârlarına bakılmaz. Mâyı’ hemen necs olur.
Şâfi’îde, görülmiyecek kadar az necâset ve necâsetden ateş te’sîri ile çıkan buhârın azı ve ateş ile ısıtmadan çıkanın çoğu afv edilmişdir. Taş ile tahâretlenince kalan necâset eseri, nemâzına mâni’ olmaz. Sokakda, necâset karışık çamurun elbiseye, bedene sıçraması, meyvede ve peynirde hâsıl olan kurtcağızlar, peynir yapılan kuzu mi’desindeki madde, ilâcları ve kokuları islâh için, içlerine konulan necs mâyı’ler afv edilmişdir. Sinek tersleri [pislikleri], havzdaki balık pisliği, uyuyanın ağzından gelen sarı su, abdest alınan havzlarda az fâre tersi, necs yara üstüne konan yakıya bulaşan, çocuğun ağzından memeye bulaşan necâset, akıcı kanı olmıyan hayvânın öldüğü su, veşm [ve şırınga iğnesi] yerinden çıkan kana karışan ilâc, burundan, kulakdan, gözden çıkan kanın az mikdârı, kabarcık, çıban veyâ yaradan çıkan kanın, kendi sıkıp çıkarmamış ise ve uzva yayılmamış ise, elbiseye bulaşan fazla mikdârı da, kendi çıkarmış ise az mikdârı ve hacamat, iğne yerinden çıkan çok mikdârı, şâfi’îde afv edilmişlerdir.
[Şâfi’î mezhebine göre, (özr sâhibi) olanın, her nemâz vakti girince, önce istincâ etmesi, sonra akıntıyı durdurmak için, pamuk koyması veyâ bez ile sarması, sonra hemen abdest alıp, nemâz kılması lâzımdır. Nemâz kılarken, akıntı pamukdan dışarı taşarsa, nemâzı fâsid olmaz. Abdest alırken, (nemâz kılmak için abdest almağa) niyyet etmesi lâzımdır. Nemâz vakti çıkınca, yeniden istincâ ve abdest almak lâzım olur. Şâfi’îde, dokuz yaşından küçük kızdan gelen ve büyük olanlarda 24 sâatdan az ve onbeş günden çok devâm eden kana, (İstihâza) kanı denir.]
Hanefîde, iftitâh tekbîrini, vakt çıkmadan alırsa, nemâz vaktinde kılınmış olur. Nemâzın hepsi, vakt çıkmadan temâm olmazsa, küçük günâh olur. Mâlikîde ve şâfi’îde, bir rek’atin hepsi vakt içinde olmazsa, o nemâz edâ olmaz, kazâ olur. Şâfi’î mezhebinde de, beş vakt nemâzı, vaktlerinin evvelinde kılmak efdaldir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kadının sarkan saçları, şâfi’îde de avretdir. Avretini açarsa, nemâzı hemen bozulur. İnce kumaş altındaki cildin rengi belli olursa, nemâz bâtıl olur. Örtü cilde yapışıp, uzvun şekli belli olursa, bâtıl olmaz. Çıplak olan, örtü bulmak ümmîdi varsa, vaktin sonuna kadar beklemesi vâcib olur.
Nemâz dışında da, avret mahallini, kendinden ve başkasından örtmek farzdır. Zarûret olunca, zarûret mikdârı açılır. Müslimân kadının, yabancı erkekler ve kâfir, mürted ve fâsık kadınlar yanında örtünmeleri farzdır. [Üç mezhebde, yalnız yüzlerinin ve ellerinin, hanefîde ise ayaklarının da avret olmadığı (Mîzân-ül-kübrâ)da yazılıdır.] Hanbelîde, kâfir kadınlarına da örtünmez. Şâfi’îde, küçük çocuğun avret yeri, terbiye edenden başkasına harâmdır. Erkeğin dizi, hanefîde avretdir. Diğer üç mezhebde değildir. Uylukları her mezhebde harâmdır. Mekkede olanın, nemâzını Kâ’benin binâsına karşı kılması farzdır. Mekkeden uzakda olan için de şâfi’îde böyledir. Zan-nı gâlibi Kâ’beye karşı olmalıdır. Kıble ciheti, âdil olan bir müslimâna sorarak, câmi’ mihrablarına, güneşin kıble sâatine gelmesine, yıldızlara, pusulaya bakarak anlaşılır. Bunlarla anlıyamazsa, araşdırır. Yine bulamazsa, nemâz kılanlara tâbi’ olur. Şâfi’îde nemâzın içinde olan farzlar onüçdür: Beşi ağız ile, sekizi kalb ve beden ile yapılır. Ağız ile olanlar, iftitâh tekbîri, her rek’atde Fâtiha okumak, son rek’atde teşehhüd okumak, salevât okumak, birinci selâmı söylemekdir. Kalb ve beden ile yapılanlar: Niyyet, kıyâm, rükû’, kavmede dik durmak, iki secde arasındaki celsede oturmak, son rek’atde teşehhüd mikdârı oturmak, bunları sırası ile yapmakdır. Şâfi’îde niyyet ederken, nemâzın farz olduğuna, nemâzın şeklini, ya’nî oturmağı, rükû’unu, secdelerini, selâm vermesini düşünmek, hangi nemâzı kılacağını niyyet etmek lâzımdır. Niyyet, iftitâh tekbîrini söylerken yapılır. Edâ veyâ kazâ olduğunu niyyet etmek şart değildir. Bu ikisini birbiri yerine düşünürse, nemâzı sahîh olmaz. Rek’at adedi de böyledir. Sünnetlerin de cinsini, farzdan evvel veyâ sonra olduklarını niyyet lâzımdır. Yalnız kılan, nemâzı arasında hâsıl olan cemâ’ate uyabilir. Nemâza başlarken, tekbîr getirmek, dört mezhebde de farzdır. Hanefîde, tekbîr olarak, (Allahü ekber) demek vâcibdir. Diğer üç mezhebde farzdır. İftitâh tekbîrinin sahîh olması için, şâfi’îde onbeş şart vardır: Arabî olmak, farz nemâza ayakda niyyet etmek, Allahü ekber demek, (ber) derken uzatmamak, (be)yi şeddeli okumamak, iki kelimenin arasında veyâ önce (vav) harfi okumamak, iki kelime arasında durmamak. Allahul-ekber veyâ Allahul’azîm ekber demek câizdir. Kendi işitecek kadar sesli okumak, nemâz vakti girmiş olmak, Kıbleye karşı söylemek, imâmdan sonra söylemek lâzımdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Sünnet ve nâfile nemâzları ayakda kılmak farz değildir. Hanefîde Fâtiha okumak vâcibdir. Diğer üç mezhebde farzdır. Şâfi’îde, imâm arkasında, cemâ’atin Fâtiha okumaları farzdır. Hanefîde ve mâlikîde farz değildir.
Şâfi’îde nemâzın sünnetlerinden birisi, imâmın ve yalnız kılanın, sabâh, akşam, yatsı nemâzlarında, Fâtiha ve zamm-ı sûreyi yüksek sesle okumakdır. Yabancı erkek yanında olmadığı zemân, kadın da yüksek sesle okur. Cemâ’at, kendi işitecek kadar, sessiz okur. İmâm yüksek sesle okuduğu zemân, cemâ’at, imâm ile birlikde ve yanındaki işitecek kadar yüksek sesle âmîn der. Sessiz okuduğu zemân ve kendi okuyunca sessiz der. İmâmın, yüksek sesle okuduğu nemâzlarda, Fâtihayı okudukdan sonra, cemâ’atin de Fâtihayı okuyacakları vakt kadar susup veyâ sessiz birşey okuyup, bundan sonra, zamm-ı sûre okunmağa başlaması sünnetdir. [Buradan anlaşılıyor ki, imâm yüksek sesle Fâtiha okurken cemâ’at okumayıp, imâmı dinlerler. İmâm ile birlikde âmîn dedikden sonra, Fâtiha okurlar.] İmâm Fâtihayı bitirdikden sonra uyan, Fâtihayı okumaz. Üç mezhebde, kendi işitecek kadar sesli okumak farzdır. Mâlikîde farz değil, müstehabdır. Eli üzerine secde, üç mezhebde sahîh değildir. Hanefîde mekrûhdur. Secdede, kalça başdan ve sırtdan aşağıda kalmıyacak kadar yükseğe secde câizdir. Hanefîde ise, secde yerinin, dizlerin konduğu yerden yarım zrâ’ [yirmibeş santimetre] yüksek olması câizdir. Fekat, mekrûhdur. Câmi’de boş yer yoksa, önündekinin arkasına secde edilebilir. Fekat, öndekinin aynı nemâzı kılmakda olması ve yere secde etmesi lâzımdır. Mâlikîde ve şâfi’îde nemâzın vâcibleri yokdur. Hanbelîde ve şâfi’îde, nemâzın sünneti, müstehabı demekdir. Bunları terk edene, bir cezâ yapılmaz. Yalnız, sevâbından mahrûm olur. Sesli okunan nemâzlarda, Fâtihadan sonra, yüksek sesle âmîn denir. Ayakda eller, göbek üstünde, biraz solda bağlanır. Ayakda, Fâtihadan sonra, bir sûre okumak, hanefîde vâcib, diğer üç mezhebde sünnetdir. Şâfi’îde, her rek’atda E’ûzüyü okumak sünnetdir ve Fâtihadan evvel Besmele okumak farzdır. Okumazsa, nemâzı sahîh olmaz. Zamm-ı sûreleri rükû’da temâmlamak, dört mezhebde de mekrûhdur. Fâtihayı temâmlamak ise, hanefîde mekrûhdur. Diğer üç mezhebde, nemâzı ifsâd eder. Kalbi meşgûl etmiyen canlı resmi nerde bulunursa bulunsun, şâfi’îde, nemâzı mekrûh yapmaz. Özrlü olanın özrsüz olana ve başka mezhebde olana imâm olması şâfi’îde ve mâlikîde sahîhdir. Aynı imâma uyan kadın, erkeğin yanında veyâ önünde ise, üç mezhebde, ikisinin de nemâzı bozulmaz. Hanefîde ise, iki yanında ve arkasında kılan erkeklerin nemâzları bâtıl olur.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Fekat, nemâzda iken imâma uyan kadına, imâm veyâ cemâ’atden biri, geri çekilmesi için eli ile işâret eder, o da çekilmezse veyâ imâm, kadınlara imâm olmağa niyyet etmemiş ise, kadının nemâzı fâsid olur, erkeğin olmaz. Bir hizâda, bir rükn mikdârı durmamış ise veyâ biri, bir adam boyundan fazla yüksekde kılıyorsa yâhud aralarında dikili baston, direk veyâ bir adam duracak kadar boşluk varsa, ikisinin de bozulmaz. Aynı imâma uymamış iseler de, bozulmaz ise de, kadın için tahrîmen mekrûh olur. Abdesti, guslü, teyemmümü, mest veyâ cebîre üzerine meshi bozacak birşey, selâm vermeden önce hâsıl olursa, üç mezhebde nemâz bozulur. Son teşehhüdü okumağı bitirmeden önce olursa, hanefîde de bozulur. Beş vakt nemâzdan sonra, hemen bir âyetelkürsî ve doksandokuz tesbîh ve bir tehlîl okumak müstehabdır. Farzdan veyâ son sünnetden sonra okunurlar. Şâfi’îde birincisi, hanefîde ikincisi efdaldir. Sonra, düâ edilir.
199 -(El-fıkh-u alel-mezâhib-il erbe’a)da diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, sağlam insandan çıkan bevl, menî, mezî, vedî, istihâza kanı, gâit ve yel abdesti bozar. Taş, solucan, cerâhat, sarı su, kan çıkınca bozulmaz. Abdesti bozanlar, hastalık ile çıkarsa ve çıkması men’ olunamazsa, meselâ bevl, bir nemâz vaktinin yarısından çok devâm eder ve çıkma zemânı belli olmazsa, abdesti bozmaz. İkinci kavle göre, bu üç şart olmasa da, hastanın abdesti bozulmaz. Çıkmadığı zemân abdest alması müstehab olur. Hanefî mezhebindeki özr sâhibi hastaların, ihtiyârların, abdest almakda harac ve meşakkat olduğu zemân, bu kavli taklîd etmeleri sahîh olur. Bevlin kesildiği zemânı belli ise, bu zemânda abdest alması iyi olur. İstibrâ zemânı uzun süren veyâ sonraları damlayan ve bir nemâz vakti devâmlı akmadığı için özrlü olamıyan hanefî ve şâfi’îler, mâlikî mezhebini taklîd eder. Bunun için, abdeste ve gusle başlarken niyyet eder. Abdestde ve guslde her uzvu el ile veyâ havlu ile hafîf delk etmeli, sığamalı, abdestde başın her yerini mesh etmelidir. Kulaklar üstündeki cild, baş demekdir. Mesh edilmesi farzdır. Bu cildin, yüz sayılarak gasl edilmesi, hanefî kitâblarında yazılı değildir. Her uzvu aralıksız yıkamak farzdır. Kulakları mesh için elleri yeniden ıslatmak sünnetdir. Lezzet kasd ederek, nikâhlamak câiz olan kadının cildine, saçına dokunmak ve avucunun veyâ parmaklarının içi veyâ yanları ile zekerine dokunmak, abdest aldığında veyâ bozulduğunda şübhe etmek abdestini bozar. Guslde ağzı ve burnu yıkamak farz değil, sünnetdir. Örgülü saçı çözüp mesh etmek lâzımdır. Mest üzerine meshin müddeti yokdur. Her nemâz vakti için ayrı teyemmüm yapılır. Kelb [köpek] ve hınzır [domuz] necs değildir. Fekat, yenilmeleri harâmdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Balığın dahî kanı necsdir. Eti yinen hayvânların bevli ve gâiti tâhirdir. Necâsetden tahâret bir kavle göre farz, diğer kavle göre sünnetdir. Bâsûr, idrâr, gâita damlaları bedene, çamaşıra bulaşırsa afv olur. İnsanın ve hayvânın kanının, yara, çiban suyunun avuç içi kadarı afv olur. Nemâzda her rek’atde Fâtiha okumak, bir omuzuna selâm vermek ve iki secde arasında oturmak ve rükû’da, secdelerde tumânînet [sâkin durmak] farzdır. İmâmın gizli okuduğu rek’atlerde cemâ’atin Fâtiha okumaları müstehab, âşikâre okuduğu zemân cemâ’atin de okuması mekrûhdur. Kıyâmda, sağ el sol elin üstünde olarak, göğüs ile göbek arasına koymak veyâ iki eli iki yana salıvermek müstehabdır. Farzlarda (E’ûzü...) okumak mekrûhdur. Fâtihayı rükû’da temâmlamak nemâzı bozar.) Müsâfir ile mukîmin birbirlerine imâm olmaları hanefîde câiz, mâlikîde mekrûhdur. Mâlikîyi taklîd eden hanefî, üç gün kalmağa niyyet etdiği yerde, dördüncü günde farzları dört rek’at kılmağa başlar. Mukîm ile cemâ’at yapabilirler. Çünki, mekrûhda kendi mezhebine tâbi’ olur.
200 - Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Bir müslimânda üç şey bulunmazsa, ehl-i Cennetdir:
1-Kibr, 2-Hased, 3-Hıyânet.
Her musîbete ve belâya sabr etmek, şikâyet etmemek lâzımdır. Zîrâ, sabrı bulunmıyan insanların dinleri kolaylıkla helâk olur. Derd ve belâ çekenlere sevâb olmaz. Derd ve belâlara sabr edenlere, bunları Allahü teâlâdan bilip, Ona yalvaranlara sevâb vardır.
201 -Bir müslimân: Dünyâda azîz, âhıretde sa’îd olmasını isterse, kendisinde şu üç huy bulunsun:
1- Mahlûkatdan hiçbir şey beklememek.
2- Müslimânları [ve zimmî kâfirleri, ölmüş iseler de] gîbet etmemek.
3- Başkasının hakkı olan bir şeyi almamak.
Allahü teâlâ üç şeyi çok sever:
1- Cömertlik.
2- Korkmadığı kimsenin yanında doğruyu söylemek.
3- Gizli yerlerde de Allahü teâlâdan korkmak.
Allahü teâlâ, Tûr-i Sinâda, Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki: (Bir kimseye, Hak teâlâdan kork deseler, o kimse de Allahdan korkmağı bana mı öğretiyorsun, sen Allahdan kork derse, en fenâ insan odur.)
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
202 - Kimsenin günâhını başına kakma! Müslimân olsun, kâfir olsun, bir kimsenin hakkını alıp da tevbe etmeyip onunla halâllaşmazsan, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” sana la’net eder. Ana-babanın ve dînini öğreten hocasının meşrû’ olan emrlerine âsî olanlar da mel’ûndur. Allahü teâlânın rızâsının gayrine, meselâ falanca kimseye diyerek kurban kesenler de bu la’net halkasına dâhildirler. Kızına zinâ etdiren, çıplak gezdiren, evlâdlarına îmânı, harâmları öğretmiyen babalar ve analar ve Allahü teâlâdan başkasına ibâdet ve secde edenler de mel’ûndurlar.
[Abdülganî Nablüsî “rahime-hullahü teâlâ” (Hadîka)da el ile yapılan günâhları anlatırken diyor ki: (Zor ile gasb edilen ve rüşvet olarak alınan, çalınan mallara ve kendinde emânet olan malları ticâretde kullanarak elde edilen kâra ve Dâr-ül-harbde ya’nî kâfir memleketlerine gidenin [tüccârın, seyyâhın], kâfirlerden, rızâları olmadan aldığı mala, (Mâl-ı habîs) denir. Bunları kullanması harâm olur. Sâhiblerine geri verilmeleri, sâhibleri bilinmiyorsa, fakîrlere sadaka verilmeleri lâzım olur. Başkasının [ve yetîmin] mülkünü, ondan iznsiz kullanmak harâmdır.) Müslimân, Dâr-ül-harbdeki kâfirlerin bile mallarına, canlarına, ırzlarına dokunmaz. Nakl vâsıtalarının ücretlerini öder. Kimseye hiyânet etmez.]
Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki: (Bir kimse, birine su verse ve o da, ona karşı bir temennâ etse, eğilse, Allaha ortak koşmak olur.) Yine buyurdu ki: (El kaldırarak selâm vermek ve Allahdan başkasına yemîn eylemek de şirkdir.) Meselâ, (babanın canı için) diyerek yemîn etmemelidir.
[Yukarıdaki hadîs-i şerîfde, el kaldırarak selâm vermenin şirk olduğu bildirildi. Hanefî mezhebinin büyük âlimleri ya’nî ictihâd makâmına yükselmiş olan âlimler buna benziyen hadîs-i şerîfleri karşılaşdırmışlar, hanefî mezhebinin üsûl ve kavâ’id-i mezhebiyyesine göre incelemişler. Bu hadîsin mensûh olduğunu anlamışlardır. Uzakda olana, yalnız el kaldırarak selâm vermenin mekrûh olduğunu, söz ile ve el ile birlikde selâm vermenin kerâhetsiz câiz olduğunu anlamışlardır. Bunun gibi, İbni Âbidînde nemâzın mekrûhları sonunda yazılı hadîs-i şerîfde, (Nemâzlarınızı na’lın ile kılınız. Yehûdîlere benzemeyiniz!) buyuruldu. Hâlbuki, fıkh âlimleri, ayakları örtülü kılmanın sünnet, ayakları açık olarak kılmanın mekrûh olduğunu bildirdiler. Yine bunlar gibi, (Hadîka)nın ikinci cildi, beşyüzseksenbirinci sahîfesinde, (Saçını, sakalını siyâha boyayanlar, Cennet kokusunu bulamazlar) hadîs-i şerîfini bildirdikden sonra, âlimlerin hepsi, siyâha boyamak mekrûhdur dedi. Câiz diyenler de oldu. (Mebsût)da böyle yazılıdır. Hazret-i Osmân ve hazret-i Hüseyn ve Ukbe bin Âmir ve İbni Sîrîn ve Ebû Bürde ve başkaları “rahime-hümullahü teâlâ” siyâha boyarlardı diyor.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
(Hadîka), ikinci cild, beşyüzseksenikinci sahîfede diyor ki, (Saç, sakal boyamakda, bulunduğu yerdekilerin âdetlerine uyulur. Bulunduğu şehrin âdetine uymamak, şöhret olur. Tahrîmen mekrûh olur.) (Mişkât)daki hadîs-i şerîfde, (Müşriklere muhâlefet edip, sakalınızı uzatınız!) buyuruldu. Hâlbuki, Hâdimî “rahime-hullahü teâlâ” (Berîka)nın binikiyüzyirmidokuzuncu sahîfesinde, (Sakalı kazımak sünnete muhâlefet olur. Emr-i vücûbî olsaydı, harâm olurdu. Sakalı bir kabza [bir tutam] uzatmak sünnetdir. Bundan kısa yapmak ve kazımak câiz değildir. Ba’zı kimseler, sakalını kazıyanın veyâ kısaltanın imâm olması câiz olamaz. Yalnız kıldığı nemâz da mekrûh olur. Bu kimse mel’ûndur, diyorlar. Bu sözlerini (Tahâvî)den aldıklarını bildiriyorlar. Böyle sözler doğru değildir) diyor. Ehl-i kitâba [ya’nî yehûdîlere, hıristiyanlara] ve müşriklere, muhanneslere [ya’nî kötü oğlana] benzemek şiddetle men’ olunmakdadır. Tahtâvînin, (Merâk-ıl-felâh) hâşiyesi yüzseksenbeşinci sahîfesinde, (Ehl-i kitâba benzemenin dereceleri vardır. Yimek, içmek gibi âdet olan zararsız şeylerde benzemek câizdir. Kötü, zararlı şeylerde teşebbüh kasd ederek benzemek harâmdır. Teşebbüh kasd etmezse câiz olur) diyor. Kâfirlerin dinlerine mahsûs olup, kâfirlik alâmeti olan şeylerde, kasd olmadan da benzemek küfr olur. Fâideli dünyâ işlerinde benzemek câiz, hattâ sevâb olur.]
203 - Hiç kimseye la’net eyleme. Zîrâ, la’net eylediğin adam la’nete müstehak değil ise, yapdığın la’net sana döner.
Hayvânâta dahî la’net eyleme! Zîrâ, melekler, sana la’net ederler. Nemâzı terk edene, yüzüne karşı da, arkasından da la’net edilir. Zîrâ, farz olan nemâzı özrsüz terk eden, dört kitâbda da mel’ûndur. Elinden geldiği her zemân emr-i ma’rûf eyle, ya’nî islâmiyyetin emrlerini söyle, fenâ şeylerden men’ et! Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki: (Ahlâk-ı zemîme [ya’nî fenâ ahlâk] olan dört şeyden vazgeç, onlardan çok sakın:
1- Çok mal toplayıp, yimemek.
2- Hiç ölmiyecekmiş gibi dünyâya sarılmak.
3- Bahîl olmak [ya’nî, cimri olmak].
4- Harîs olmak.)
İnsanda hayâ olmak, îmân nişânıdır. Hayâsızlık, küfrü mûcibdir. Hayâ, evvelâ Allahü teâlâya karşı olur.
204 - Herhangi bir işini, bahîl, ya’nî hasîs kimselere danışma! Çünki, seni sonra insanlar arasında rezîl ve rüsvâ eyler. Sâlih kimse ile meşveret et! Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için çalışana (Sâlih kul) denir.
 
Üst Alt