22- Tahlil

HASAN CAN

Active member
Otuzuncu Sözü her müminin ezber etmesi zarurîdir" demesi ve o eserin kıraatinden sonra Barla'da Abdurrahim namını kazanan ve "yâ Rahim, yâ Rahim" zikrini bize işittiren mübarek kedinin bir kardeşi olarak diğer mübarek bir kedi, ezan-ı Muhammedîyi (a.s.m.) müştakane, insan gibi dinlemesi, bize de sizin kadar hayret ve sürur verdi. Ve ezan-ı Muhammedîyi (a.s.m.) tam zuhuruna işaret müjdesi telâkki ettik. Ve Kâtip Osman ve Mehmed Zühtü gibi hizmet-i Kur'aniyede eski ve ehemmiyetli ve kıymettar Tenekeci Mehmed'in de rüyası ehemmiyetlidir. Allah hayretsin. Isparta için çok hayırlıdır; onun içinde ehemmiyetli bir müjde var.
Refet kardeşimizin mektubu dört cihetle beni memnun etmiş. Zaten eskiden beri Hüsrev, Refet, Rüştü, hayalimde, tasavvurumda birleşmişler. Cenab-ı Hakka şükür ki, onlardan ümit ettiğim kemal-i sadakat ve sebat devam ediyor.
Hem Hüsrev'in ve Hafız Ali'nin mektuplarında isimleri bulunan sebatkar kardeşlerime ve Kâtip Osman ve Mehmed Zühtü ve Isparta Hafız Ali'si ve Sava kahramanlarına birer birer selam ve dua ediyoruz. Şimdi bu mektubu yazarken, Risale-i Nur santralı Sabri'nin mektubunu Emin getirdi. Açtık, yağmursuzluk bahsine dair Risale-i Münâcâtın kesretle yazılması bereketiyle yağmurun gelmesi ve rahmet-i İlahiyenin fakir fukaraya imdat edilmesini yazdığını gördük. Benim için ehemmiyetli bir meseleyi halletti.
Burada da yağmura şedit ihtiyaç vardı. Yağmur gelecek hiçbir alâmet hissetmiyorduk. Bu kaht zamanında yağmursuzluk, fakir fukaraya çok ağır gelmişti. Ben, üç defa, namazdan sonra, masum fukaraları ve aç kalan hayvanları Risale-i Nur'u şefaatçi yapıp dua ettik. Birden, aynı gece, memulümüzün fevkinde, duanın tam kabulünü gördük. Ben hayretle, bu cüz'î duamız, bu küllî meseleye ne derece dahli olduğunu bilemedim. Dedim: "Her halde çok mühim dualara, duamız da, binden bir hissesi olmuş." Şimdi tahakkuk etti ki; Isparta nûranileri, nurlu manevi duaları, bizi de o rahmetten hissedar eyledi. Hatta o duama arkamdan âmin diyenlerden Feyzi'ye, bu manayı, bu hayretimi de ona şimdi söyledim. Evvelce söyleseydim, onun hüsnüzannını tadil edemeyecektim. Çünkü o, Üstadına en büyük hisse veriyor.
Sabri'nin mektubunda, Sıddık Süleyman ve Barla'daki kardeşlerimizin selamları ve eski alâkalarını tam muhafaza eylemeleri, Barla'daki hayatımı tahassurla hatırlattırdı. Ben de onlara çok selam ederim.
Mübarek Hüsrev, mektubunda, has kardeşlerimizden Refet, Rüştü, Kâtip Osman, Osman Nuri, Âtıf ve Feyzi'nin bir yâdigâr-ı tahattur olarak, birer nüsha yazılarını bizlere hediye edilmelerini yazıyor. Cenab-ı Hak, onlara, yazdıkları herbir harfe mukabil bin hasene versin. Amin.


• • •​
 

HASAN CAN

Active member
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Her vakit ihtiyat iyidir. Zaten Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh de kerametkârane bize ihtiyatı tavsiye ediyor. Şimdi, Şark tarafında yeni bir hâdise: Bir şeyh tarafından, kendi müridleri ve halifeleri vasıtasıyla din lehinde, eskiden beri meşhur olmuş Şeyh Ahmed namında türbedâr-ı Nebevî tarafından vasiyetname-i Peygamberî (a.s.m.) namında bir eser, o havalide gezmiş, intişar etmiş. Oralarda çalışan kahraman Selâhaddin'i bir derece ihtiyata sevk edip, bütün siyasetlerin fevkinde ve siyasetlere tenezzül etmeyen Risale-i Nur cereyanı, öyle siyasete temas edebilen cereyanlarla iştiraki görünmemek için, daha ziyade ihtiyat ve tevakkufa mecbur olmuş. Bugün, beş ay, Ankara'ya bir vazifeyle gitmek için buraya geldi. Bir hafiye onu takip edip o da arkasından girdi. Ben o casusa, Selâhaddin kalktıktan sonra, dedim ki:
Risale-i Nur ve ondan tam ders alan biz şakirtleri, değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risale-i Nur'u âlet edemeyiz ve şimdiye kadar da etmemişiz. Biz ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz. Bizden zarar tevehhüm etmek divaneliktir.
Evvelâ: Kur'an bizi siyasetten men etmiş, ta ki elmas gibi hakikatleri, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin.
Saniyen: Şefkat, vicdan, hakikat bizi siyasetten men ediyor. Çünkü tokata müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlarla müteallik yedi sekiz masum biçare, çoluk çocuk, zayıf, hasta, ihtiyarlar var. Belâ ve musibet gelse, o sekiz masumlar o belaya düşecekler. Belki o iki münafık dinsiz, daha az zarar görecek. Onun için, siyaset yoluyla, idare ve âsâyişi ihlâl tarzında, neticenin husulü de meşkûk olduğu halde girmek, Risale-i Nur'un mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak, hakikat şakirtlerini men etmiş.
Salisen: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükümet, ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nur'a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahut adâvet etmek, en dinsizleri de, onun dindârâne, hakperestane düsturlarına taraftar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslamiyeye hıyanet ola.
Çünkü bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için, beş esas lazım ve zarurîdir.
Birincisi: merhamet.
İkincisi: hürmet.
Üçüncüsü: emniyet.
Dördüncüsü: haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek.
Beşincisi: serseriliği bırakıp itaat etmelidir.
İşte Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit bu beş esası temin edip, hem âsâyişin temel taşını tesbit ve temin eder. Risale-i Nur'a ilişenler kat'iyen bilsinler ki, onların ilişmesi, anarşilik hesabına, vatan ve millete ve asâyişe düşmanlıktır. İşte bunun hülâsasını o casusa söyledim. Dedim ki:
"Seni gönderenlere böyle söyle. Hem de ki: On sekiz senedir bir defa kendi istirahati için hükümete müracaat​
 

HASAN CAN

Active member
etmeyen ve yirmi bir aydır dünyayı hercümerc eden harplerden hiçbir haber almayan ve çok mühim makamlarda çok mühim adamların dostane temaslarını istiğna edip kabul etmeyen bir adama, ondan korkup, tevehhüm edip, dünyanıza karışmak ihtimaliyle evhama düşüp tarassutlarla sıkıntı vermekte hangi mana var? Hangi maslahat var? Hangi kanun var? Divaneler de bilirler ki ona ilişmek divaneliktir" dedik. O casus da kalktı gitti.
Umum kardeşlerimize, hususan erkânlara ve matbaacılara, hususan Hizb-i Nuriyenin naşirleri olan Hafız Ali, kahraman Tahirî ve Hafız Mustafa ve rüfekalarına birer birer selam ediyoruz.
• • •
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim,
Cenab-ı Hakka hadsiz şükrediyorum ki, bu acip zamanda, sizin gibi halis, muhlis, mahviyetli, fedakar kardeşleri bize ihsan eylemiş.
Bu defa Hüsrev'in, Hafız Ali'nin, Hafız Mustafa'nın, Küçük Ali'nin birbirine hitaben yazdıkları dört mektuplarını okudum. En derin kalbimde bir sürur, bir hiss-i şükran, bir memnuniyet hissettim. Bu çok kıymettar kardeşlerimin ne derece âli himmet ve yüksek ruhlu, Risale-i Nur hizmetinde ne derece fedakar olduklarını anladım. Ve Risale-i Nur böyle kuvvetli ve halis ellere tevdi edildiğinden, bize kat'î kanaat verdi ki, Risale-i Nur mağlûp olmayacak. Bu kuvvetli tesanüt onu daima yaşattırıp parlattıracak.
Evet, kardeşlerim, sizler, ihlas sırrını tam muhafaza ediyorsunuz. Bu kadar esbab-ı tefrika içinde vahdetinizi muhafaza, hakikaten bir harikadır. Hafız Ali'nin hakikaten müstesna bir mahviyet ve tevazuu içinde ihlası ve fena fil'ihvan düsturunu muhafaza etmesi ve Hüsrev'in hakikaten tedbirce bana ihtiyaç bırakmayacak bir derecede tedbir ve dirayeti ve Hafız Ali gibi yüksek ihlası ve mahviyeti, Hafız Mustafa'nın hizmet-i Nuriyede büyük iktidarı içinde kuvvetli bir sadakati ve fedakarâne teslimiyeti ve hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Hafız Ali manasını taşıyan büyük ruhlu Küçük Ali, Risale-i Nur hizmetini dünyada herşeye tercihan hayatının en büyük maksadı yapması ve sebeb-i ihtilâfa karşı kuvvetli mukavemeti bulunduğunu bu dört mektubunuz bana bildirdi.
Aynı sistemde, meselede alâkadar kahraman Tahirî ve kahraman Rüştü'nün dahi aynı hakikatte ve aynı ahlâkta bulunduklarını hiç şüphe etmiyoruz. Bu altı rüknün, bu muvakkat sarsıntıdan, hakikî bir tesanütle birbirine el ele, omuz omuza, baş başa vermesi, altı yüz, belki altı bin kıymet-i maneviyeyi alıyor diye, Cenab-ı Hakka Risale-i Nur hesabına hadsiz şükür ediyoruz ve sizi de tebrik ediyoruz.​
 

HASAN CAN

Active member
Isparta içindeki has ve halis kardeşlerimizden, bu ahir mektuplarda, Mehmed Zühtü, Isparta Hafız Ali'sinden haber alamadığımdan merak ettim. Rahatsız değiller mi?
Sandıklı tarafından, kemal-i şevkle ve ciddiyetle faaliyette bulunan Hasan Âtıf kardeşimizin bir mektubundan anladım ki, orada, perde altında faaliyetini durdurmak için bazı hocalar, bir kısım tarikata mensup adamları vasıta edip fütur veriyorlar. Halbuki mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor.
Hem, müşterileri de aramaya mecbur değiliz. Müşteriler yalvarmalı. O kardeşimiz, hakikaten halis ve tam sadık; kalemi gibi kalbi, ruhu da güzel; fakat birden herşeyi mükemmel ister, onun için bıraz sıkıntı çeker. Mümkün olduğu kadar hem ihtiyat etsin, hem mübtedi' hocalara mübareze kapısını açmasın. İnşaallah Cenab-ı Hak onu muvaffak eder. O mıntıkada kendi gibi halis rükünleri bulur; belki de bulmuş.
Biz, başta onu ve onun etrafındaki Risale-i Nur şakirtlerini tebrik ediyoruz. Onların az hizmetlerine çok nazarıyla bakıyoruz. Ben buradan onlarla muhabere ve müşavere edemediğimden, sizler benim bedelime, o kardeşlerimize hem selamımızı, hem manevi kazançlarımıza, haslar dairesinde, Âtıf'ın sadık rüfekası ünvanı altında dahildirler. Her sabah yanımızda manen bulunuyorlar.

• • •

Aziz, sıddık, müteyakkız, samimi, müttehid, mübarek kardeşlerim,
Ben de sizi tebrik ediyorum ki, şeytan-ı cinnî ve insînin desiselerini akim bıraktınız. Cenab-ı Hak sizi bu hizmet-i Nuriyede daima muvaffak eylesin, âmin. Ve sizden ebeden râzı olsun, âmin.
Eskide, bir zaman Barla'da, bütün tarikatların şecere-i külliyesini tanzim ve istinsah etmek için Hafız Ali ile Hüsrev o vakit o işte bulundular, çalıştılar. Tâ o vakitte bu iki zat, ileride Risale-i Nur'a ehemmiyetli hizmette bulunacaklarını ve başta iki göz gibi, iki bakar bir görür diye kuvvetli bir temenniyle ümit etmiştim. Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, o ümidim o zamandan beri tahakkuk etti ve ediyor ve şimdi tam oldu.
Kardeşlerim, sizde vuku bulan küçücük kusurları çok i'zam etmeyiniz. Yalnız ben değil, belki zannediyorum ki, hakikate muttali olan herkes tasdik eder ki, Isparta ve havalisindeki Risale-i Nur şakirtlerinde fevkalade bir sadakat ve sebat ve uhuvvet ve ihlas ve kahramanlık var ki, bu acip zamanda binler esbab-ı fesat ve ifsat içinde vahdetlerini ve ittifaklarını ve hizmette ciddiyetlerini muhafaza ediyorlar.
Bu kadar fırtınalı hadiseler içinde Risale-i Nur'u muattal bırakmadınız, söndürmediniz; belki öyle parlattınız ki, bizi de ışıklandırıp gayrete getirdiniz. Ve bilhassa bahar mevsiminde, umumî gaflette ve derd-i maişetin verdiği dehşetli​
 

HASAN CAN

Active member
bela içinde böyle kemal-i şevk ve gayretle Risale-i Nur'a çalışmak, hakikaten bir inayet-i İlahiyedir. Sizleri bütün ruhumuzla tebrik ediyoruz. Ve kalemlerini bizim hesabımıza çalıştırmaya karar veren altı müttehid, kahraman bir ruh, altı ceset ve altı yeni Said yerinde ve yirmi bir kardeşimi, yirmi bir Abdurrahman ve Abdülmecid yerinde kabul ediyorum. Cenab-ı Hak, o kalemlerin siyah nur olan mürekkeplerini, hadis-i sahihin nassıyla, herbir dirhemini, yüz dirhem şehid kanı kıymetinde yevm-i haşir ve mizanda defter-i hasenatlarına ilâve eylesin. Amin.
Nakkaş Mehmed ve Âsım'ın vârisi Babacan, hem hayatta, hem Risale-i Nur hizmetinde bulunmaları beni mesrur eyledi.
• • •

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Merhum Mehmed Zühtü'nün vefatı, hakikaten Risale-i Nur cihetinde büyük bir zayiattır. Fakat, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, o mübarek zat, az bir zamanda Risale-i Nur'a pek çok hizmet eylemiş. Kırk elli sene vazife-i Nuriyesini, sekiz on senede tamamıyla yapmış. Ve manen içimizde, dairemizde, o fevkalade hizmetiyle, parlak bir surette yaşıyor. Hasenat cihetinde ölmemiş; daima defter-i âmâline, daha kesretli hasenat yazılıyor.
Hatta ben de, eskide, sarih ismiyle bir kaç defa, "Risale-i Nur talebesi" ünvanıyla yüzer defa onu ve onu Risale-i Nur'a veren merhum pederini manevi kazançlarıma şerik ettiğim gibi; şimdi sarih ismiyle bazı gün elli defaya yakın hissedar oluyor. Demek, onun hayatı kazancı ziyadeleşmiş. Cenab-ı Hak, onun akaribine sabr-ı cemil ve ona mağfiret-i kâmile ihsan eylesin. Amin.
O mübarek, kalemini bize vermişti; ben de onu, hem Abdurrahman, hem Abdülmecid yerinde kabul etmiştim. Onu vefat etmemiş gibi, daima kalemi işler hükmünde kabul ediyoruz. İki yüze yakın masumları hanesinde, Kur'an'ı ve Risale-i Nur'u ders veren o mübarek zat, aynen Abdurrahman gibi, az bir zamanda uzun bir ömrün vazifesini çabuk görmüş, bitirmiş, gitmiş. Kardeşimiz Kâtip Osman'ın onun hakkında yazdığı parlak fıkra Lâhikaya girdi. Hakikaten o zat, o fıkraya lâyıktır. İnşaallah Isparta'da o sistemde çoklar daha çıkacak, bu acıyı unutturacak. Benim tarafımdan onun validesini ve çocuklarını taziye ediniz.
Risale-i Nur'un gayet ehemmiyetli bir şakirdi olan Hulusi Beyin ehemmiyetli bir mektubunu gördüm. Elhak, o kardeşimiz, birinciliğini daima muhafaza ediyor. Ben onu daima kalem elinde, Risale-i Nur'un işi başında biliyorum. Hem bütün muhaberelerimde birinci safta muhataptır. Onun suallerine yazılan Mektubat risaleleri ve onun yazdığı samimi mektupları, onun yerinde pek çok insanları Risale-i Nur dairesine celbetmiş ve ediyor. O, dediği gibi, bizden uzak değil. Hergün çok defa beraberiz.
Muhaberemiz hiç kesilmemiş. Sizlerle konuştuğum​
 

HASAN CAN

Active member
vakit Hulusi'yi içinde buluyorum. Sabri, nasıl onun hesabıyla benimle konuşuyor; benim bedelime de onunla konuşsun.
Umum kardeşlerimize birer birer selam ederiz.
• • •
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizin çok mübarek ve çok faydalı olan nuranî hediyelerinizi ve elmas kalemlerin yadigârlarını aldık. Cenab-ı Hak, onları yazan o kalem sahiplerine, herbir harfine mukabil on rahmet eylesin, âmin. Bu nurlu İhtiyar Risalelerinin bir nevi kerameti şudur ki:
Emanet kapıya gelirken, sekiz seneden beri yalnız iki defa yanıma gelen buranın ihtiyar müftüsü, belediye reisiyle hilaf-ı memûl bir surette gelmeleri ânında, Emin de emaneti kapıya getirmesi; hem aynı günde, İhtiyarlar emaneti geldiği vakit, bu şehirde, Risale-i Nur'un ümmî ihtiyarların başında iki gayet ihtiyar zat, ayrı ayrı yerden, her ikisi ellerinde birer parça yoğurt teberrük getirmeleri ve aynı günde Isparta kahramanlarının bir mümessili ve yanımıza yalnız üç defa gelen Hilmi Bey, bir günlük mesafeden gelirken, hilaf-ı memul olarak, emanet ellerimizde iken, güya hediyenin seyrine gelmiş gibi girmesi; hem aynı vakitte, bir iki keramet-i Nuriyeye medar Hayri isminde bir şakirt ve Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir şakirdi ve Daday kasabasından gelen Fuad ile beraber girmeleriyle, elimizdeki emanetlerden, İstanbul'da okutmak için üç nüshayı Fuad'ın alması, elbette tesadüfî ve ittifakî değil, belki bu İhtiyarlar emanetine bir hüsn-ü istikbaldir ve bu havalide hüsn-ü tesirine bir işarettir.
Kardeşlerim,
Erkân-ı sitteden iki Ali ile Tahirî ve Hafız Mustafa, bu iki üç senede ve bilhassa bu havalide bana yardımları ve fütuhatları, ya fevkalade ihlaslarından veya yüksek iktidar ve faaliyetlerinden o derecededir ki, bu vilayette Risale-i Nur şakirtlerini ebeden minnettar edip, Risale-i Nur'u dahi buralarda ebeden yerleştirdiler. Cenab-ı Hak, onlardan ve sizlerden ebeden razı olsun. Amin.
Kalemlerini ümmîliğime yardım veren medrese-i Nuriye'nin üstadı Hacı Hafız ve mahdumu ve iki kardeş Mustafa ve Salih ve iki kardeş Ahmed ve Süleyman ve beş kardeş beraber talebe olup, üçü bize yardım etmeleri ve Babacan da, Âsım'ın ruhunu şâd edip, o sistemde yardımımıza koşması ve Zekâi de Lütfü'nün ruhunu mesrur edip, eski Zekâi gibi vazifesine sarılması ve Marangoz Ahmed ve Kâtip Osman ve Mehmed Zühtü (afallahu) ve Nuri ve Tenekeci Mehmed gibi, eski kıymettar hizmetleriyle Isparta'yı nurlandıran diğerleri gibi, Kastamonu'nun tenvirine de koşmaları ve şimdi tanıdığım Mustafa ve Mustafa ve Mustafa ve Eyyüb, kalemleriyle, eski dost gibi ümmîliğime yardım etmeleri, elbette, şüphesiz
b811.gif
. müjdesini tam tasdik ederler.

• • •
Muhakkak ki sen inayet gözüyle gözetilip korunmaktasın.​
 

HASAN CAN

Active member
Aziz, sıddık, mücahid kardeşlerim Hasan Âtıf ve sadık rüfekası,
Evvelâ: Bu şuhur-u selâse-i mübarekenizi tebrik ediyoruz. Sizin kalemlerinizin yadigârları ve Risale-i Nur'dan ayrılmamak ve sebat etmek senetleri olan yazılarınızı ve dininizi dünyanın çok fevkinde tutmanıza işaret veren dünya sureti üstündeki çizgilerinizi ve İmân hizmetinde daima sebat etmenize, vesikalar hükmündeki imzalarınızı, kemal-i memnuniyetle aldık, kabul ettik. Cenab-ı Hak sizlere, hazine-i rahmetinden onların hurufatı adedince defter-i âmâlinize haseneler yazsın. Amin.
Aziz kardeşlerim,
Bu defa yazılarınızda İhlâs Risalelerini gördüğüm için, sizi o gibi risalelerin dersine havale edip, ziyade bir derse ihtiyaç görmedim. Yalnız bunu ihtar ediyorum ki, mesleğimiz, sırr-ı ihlasa dayanıp, hakaik-i imaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüt etmeye mesleğimiz itibarıyla mecburuz. Binler teessüf ki, şimdi müthiş yılanların hücumuna maruz biçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz'î kusuratı bahane ederek, birbirini tenkitle, yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.
Gayet muhlis kardeşimiz Hasan Âtıf'ın mektubunda, bir ihtiyar âlim ve vaiz, Risale-i Nur'a zarar verecek bir vaziyette bulunmuş. Benim gibi binler kusurları bulunan bir biçarenin, ehemmiyetli iki mazeretine binaen bir sünneti (sakal) terk ettiğim bahanesiyle şahsımı çürütüp, Risale-i Nur'a ilişmek istemiş.
Evvelâ: Hem o zat, hem sizler biliniz ki: Ben, Risale-i Nur'un bir hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellalıyım. O ise (Risale-i Nur), Arş-ı Âzamla bağlı olan Kur'an-ı Azîmüşşanla bağlanmış bir hakikî tefsiridir. Benim şahsımdaki kusurat, ona sirayet edemez. Benim yırtık dellallık elbisem, onun bâki elmaslarının kıymetini tenzil edemez.
Saniyen: O vâiz ve âlim zâta benim tarafımdan selam söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını, başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hatta tecavüz edilse de bedduayla da mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü, daha müthiş düşman ve yılanlar var.
Hem elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enaniyeti de varsa, enaniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar,
b812.gif
. düsturunu rehber edininiz.
"Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhâfaza ederek oradan geçip giderler." Furkan Sûresi: 25:72.​
 

HASAN CAN

Active member
Hem, Hasan Avni ismindeki zat, madem evvelce Risale-i Nur'a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o daire içindedir. Onun fikren bir yanlışı varsa da affediniz. Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hatta fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak ve Allah'ı tanıyan ve ahireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı nizâ noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsi hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur'un âlem-i İslamda intişarına karşı hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler.
Sakın hocaların Cuma ve cemaatlerine ilişmeyiniz. İştirak etmeseniz de, iştirak edenleri tenkit etmeyiniz. Gerçi, İmam-ı Rabbanî demiş ki: "Bid'a olan yerlere girmeyiniz." Maksadı, "sevabı olmaz" demektir; yoksa, namaz battal olur değil. Çünkü, Selef-i Sâlihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların arkasında namaz kılmışlar. Eğer mescide gidip gelmekte kebâire maruz kalırsa, halvethanesinde bulunması lazımdır.
Salisen: Hasan Âtıf'ın mektubunda, cesur ve sebatkar zâtlardan-ki "efeler" tabir ediyor-bahis var. Biz, o cesur, sebatkar yeni kardeşlerimizi ruh u canla kabul ediyoruz. Fakat Risale-i Nur dairesine girenler, şahsi cesaretlerini kıymetleştirmek için, sarsılmaz bir sebat ve metanete ve ihvanlarının tesanüdüne cidden çalışmaya sarf edip, o cam parçası hükmünde şahsi cesaretini, hakikatperestlik sıddıkiyetindeki fedakarlık elmasına çevirmek gerektir.
Evet, mesleğimizde, ihlas-ı tammeden sonra en büyük esas, sebat ve metanettir. Ve o metanet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuat var ki, öyleler, herbiri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş âdi bir adam ve yirmi otuz yaşında iken, altmış yetmiş yaşındaki velîlere tefevvuk etmişler var.
Hem bir adam, kendi başına cesareti güzel de olsa, bir cemaat-i mütesanideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhafaza etmek için, o şahsi cesareti istimal edemez.
b813.gif
hadis-i şerifinin sırrıyla hareket etmek, hem şimdilik, bu müşevveş vaziyetlerde çok zararlı, hem hocaları, hem ehl-i siyaseti Risale-i Nur'a karşı cephe almaya ve tecavüz etmeye sebebiyet veren şapka ve ezan meseleleri ve Deccal ve Süfyan ünvanları, Risale-i Nur şakirtleri yabanîlere karşı lüzumsuz medâr-ı bahis ve münazaa edilmemek lazımdır ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vaciptir. Hatta, sizde cüz'î bir ihtiyatsızlık, buraya kadar bize tesir ediyor.
Risale-i Nur, bir daire değil; mutedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatları var. Erkân dâiresine liyakatı
el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:464, hadis no: 1518.​
 

HASAN CAN

Active member
olmayan Risale-i Nur'a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla; dâire haricine atılmaz. Hasların hâsiyeti, bulunmayan, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid'a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusurla düşman sınıfına iltihak etmemek için, dışarıya atmayınız. Fakat Risale-i Nur'un erkânlarında ve sahiplerindeki esrarlar ve nazik tedbirlere onları teşrik etmemek gerektir.
• • •
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu iki günde iki küçük hadiseler, dört beş meseleleri tahattur ettirdi.
Birincisi: Salâhaddin Ankara'dan yazıyor ki, tarikat aleyhinde tecavüze başlamışlar. Hem Ankara'da, hem şarkta o meselede tevkifat varmış. Risale-i Nur şakirtleri, her tarafta inayet-i Rabbaniye altında mahfuz kalıyorlar. Onların kuvvetli ihlası ve tesanütleri ve ihtiyatları, o inayeti, haklarında devam ettiriyor.
İkincisi: Bugünlerde herkes sıkıntıdan şekvâ ediyor. Âdeta manevi havanın bozukluğundan, maddî ve umumî bir sıkıntı hastalığını vermiş. Hatta bana da birgün sirayet etti. Bizim her derdimize ilaç olan Risale-i Nur'la meşgul olanlarda, o sıkıntı hastalığı ya yok veya pek azdır.
Üçüncüsü: Merhum Mehmed Zühtü'nün vefatı, Risale-i Nur'un hizmeti noktasında bizi çok müteessir etti. Fakat birden, geçen sene, Hafız Mehmed'in bütün müsadere edilen risalelerini, on gün zarfında, köyündeki Risale-i Nur şakirtleri tarafından yazıp ona vermek, çok merdâne taahhütleri hatırıma geldi ve anladım ki, arslanlar yatağı olan Isparta ve havalisi, Mehmet Zühtü'nün hizmetini muzaaf bir surette yapacaklar ve o boşluğu dolduracaklar.
Dördüncüsü: Lâhikaya giren Ispartalı kardeşlerimizin mektuplarının bazılarında, Üstadları hakkında ifratla tavsifat gördüm. Kendime de baktım, o vasıflardan zekâtı da bana düşmüyor, benim hakkım değil. Dedim: "Acaba bu hakikatperest kardeşlerim, çok ikazatımla beraber, bu hüsnüzan ifratında, hem devamlarında faydaları nedir?" Kalbe ihtar edildi ki: Onlar ve memleketleri ve Isparta havalisi, onların en büyük hüsnüzanları derecesinde hüsnüzanlarının yümnünü gördükleri için, Beşkazalı Osman-ı Halidî ve Topal Şükrü gibi ehl-i velayete iktidaen, o nokta-i nazardan ifrat etmemişler, bir hakikat görmüşler. Fakat, nasıl keşfiyat tevile ve rüyalar tabire muhtaçtır; hususi hükümler tamim edilse, bir cihette hata görünür. Öyle de, onlar, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisinin kendilerine ve memleketlerine ettiği faydayı, o şahs-ı manevinin mümessillerinden birisi olan, Üstad dedikleri bu kardeşlerine verip, o memleket hadisesini umumî bir hâdise nazarıyla bakıp tamim ederek, müfritane bir hüsnüzan suretinde göründü.​
 

HASAN CAN

Active member
Beşincisi: Hatıra geldi ki, Risale-i Nur'un eczaları çoktur. Herkes, muhtaç olduğu halde, bütününü elde edemez. Birden, Hüccetullahi'l-Bâliğa mecmuası, hatıra cevap olarak geldi.
Evet, Risale-i Nur'dan kesretli mecmualar çıkar ki, herbiri küçük, fakat kuvvetli Risale-i Nur olur. Her muhtacın eline geçebilir. Bu münasebetle, Yirmi Beşinci Sözün zeyillerini düşündüm. Şimdi benim yanımda dört beş nüsha var, zeyilsizdirler. Mübareklerin bu defa gönderdikleri nüshanın zeylinde Rumuzat-ı Semaniye fihristesinden noksan alınmış Sûre-i
b814.gif
ve
b749.gif
'daki on üç elif, parmakla Fatiha'da on üç elle işaretleri ve
b816.gif
işareti gibi ehemmiyetli parçalar yoktur.
Dünkü gün
b817.gif
-1-. ayetine dair Yirmi Dokuzuncu Mektubun ahirinde, seyahat-i hayaliye ve seyr-i kalbî risaleciğini okudum. Ve Birinci Şuada bu ayet, Risale-i Nur'a işaretini tahattur ettim. Dedim: Bu iki nükte-i Nuriye ve
b818.gif
-2-. hüccet, nükte ve haşiyesiyle beraber Mucize-i Kur'aniye zeyilleri içine girse münasip olur. Siz dahi münasip görseniz yazılsın. İ'câz-ı Kur'an nüktelerine ait mühim parça bulsanız ilâve edebilirsiniz.
Altıncısı: Seksen küsur sene manevi ve bâki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan şuhur-u selâsenizi ve leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum.
İki üç gün evvel, Yirmi İkinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki, içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli İmân dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsi hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirtlerin ibadet niyetiyle risaleleri, ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim, hak verdim.
Bu mektuptaki beş altı meseleyi yazarken, Nur fabrikası sahibi Hafız Ali'nin mektubuyla, ihlasta ve çalışmakta ve ince düşünmekte mümtaz Hasan Âtıf'ın mektubunu aldık. Hafız Ali'nin mektubunda, Risale-i Nur şakirtlerinde sırr-ı ihlasın ne derece yüksek bir terk-i enaniyet ve hazz-ı nefsîden teberri etmek gibi, ihlasın en yüksek seciyeleri Risale-i Nur şakirtlerinde tezahür ediyor diye bir delil oldu.
Ezcümle: Hafız Ali diyor ki: Hüsrev kardeşimiz kendi kalemiyle yazılan "mu'cizâtlı Kur'an'ı fotoğrafla tab'ına taraftar olmaması ve demir harflerle müsaade oluncaya kadar beklemeye taraftar olması, onun fevkalade ihlasına ve nefsin huzuzatından teberrisine kat'î delildir. Çünkü fotoğrafla tab edilse, onun kendi
1 Nûr Sûresi: 24:35.
2 "Güneşin hararetli ve çamurlu bir çeşme suyunda gurub ettiğini gördü." Kehf Sûresi: 18:86.​
 
Üst Alt