Mezheb imâmlarımız “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, en büyük din âlimleridir. (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadîs-i şerîfi, (Buhârî)de yazılıdır. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yolu, akl ile, hayâl ile, rü’yâ ile anlaşılmaz. Din âlimlerinden öğrenilir. Din imâmlarından herhangi birine uymak, Peygamberimize uymak olur. Ehî Çelebî (Hediyye) kitâbında diyor ki, (Ebû Hanîfenin kıyâsı doğru değildir diyen kâfir olur). Bu kitâbı, (Hakîkat Kitâbevi) basdırmışdır.
İbni Teymiyye ile İbni Kayyımı çok öven Âlûsî bile, (Gâliyye) kitâbında bakınız ne diyor: (İlm öğrenmek ve öğretmek, ibâdetlerin en üstünlerindendir. Abdüllah ibni Abbâs; âlimlerin, âlim olmıyan mü’minlerden yediyüz derece dahâ üstün olduğunu bildirdi. Hadîs-i şerîfde, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. Peygamberlik rütbesinin üstünde hiçbir rütbe olmadığına göre, bu rütbeye vâris olmanın şerefinden dahâ üstün bir şeref olamaz. İslâm âlimlerinin çoğu, bu yüksek rütbeye kavuşdu. Fıkh ve hadîs âlimleri ve en başda müctehidlerin dört imâmı, bunların en üstünleridir. Bunlar, ahkâm-ı islâmiyyenin kapalı emrlerini, yasaklarını açığa çıkardı. İlmin temelini kurdular. Din bilgilerini, kısmlara, sınıflara ayırdılar. Onların yüce kıymetlerinden birkaçını bilmekle şerefleniyoruz. Bunların en önde olanı, büyük imâm, Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbitdir. Onun yüksekliğini bildiren hadîs-i şerîfler elimizde mevcûddur. Buhârî ve Müslimde yazılıdır. Kırkbeş sene, beş vakt nemâzı bir abdestle kıldığını, Abdüllah ibni Mubârek “rahmetullahi teâlâ aleyh” bildirmekdedir. Hasen bin Ammâre, yüce İmâmı gasl ederken: (Otuz sene hep oruc tutdun. Allahü teâlâ sana rahmet eylesin!) demişdir. İlmi ile tam amel eden, onun gibi bir âlim görülmedi. Ondan dahâ üstün âlim bulunmadı. Allahü teâlâ, bizleri, bu yüce âlimlere uymakla şereflendirsin! Resûlullahın sözlerini bizlere ulaşdıran, bu müctehidlerdir. Bugün de, Onların dört mezhebinden birine muhtâc olmıyan, onlardan birine uymakdan kurtulabilecek kimse yokdur. İbni Mâcenin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete gidecekdir. Bunlar, benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır) buyuruldu. Bu ayrılık, üsûlde, îmânda olan ayrılıkdır. Dört mezhebin ayrılığı değildir. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Ümmetimin ayrılması rahmetdir) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de, (Kitâbullahda ve benim sünnetimde bulamadıklarınızı, Eshâbımın sözlerinden alınız! Eshâbım, gökdeki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyete kavuşursunuz. Eshâbımın birbirlerinden ayrılıkları rahmetdir) buyuruldu).
Şâh Veliyyullah-i Dehlevînin (El-insâf) ve (İkd-ül-ceyyid) kitâbları, 1327 [m. 1908] senesinde, Mısrda ve sonra (Hakîkat Kitâbevi) tarafından İstanbulda basdırılmışdır. İstanbulda Süleymâniyye kütübhânesinde, İzmirli kısmında mevcûddurlar. Birincisinde diyor ki, (Eshâb-ı kirâm zemânında da mezhebler vardı. Herbirinin mezhebi başka idi. Tâbi’în, Eshâb-ı kirâmın mezheblerini aldılar. Hârûn-ür-Reşîd, imâm-ı Mâlike dedi ki, (Senin (Muvattâ) kitâbını Kâ’beye asacağım. Bütün müslimânların bu kitâba uymalarını emr edeceğim. Her yerde tek bir mezheb olsun). İmâm-ı Mâlik de, (Böyle yapma! Eshâb-ı kirâm, fıkh bilgilerinde mezheblere ayrıldılar) dedi. Bunu, imâm-ı Süyûtî haber vermekdedir). İkinci kitâbında diyor ki, (Dört mezhebden birine uymakda büyük fâideler vardır. Bunlardan ayrılmanın zararları çokdur. Bunu çeşidli yollarla isbât ederim. Bugün dört mezhebden başka doğru mezheb yokdur. İmâmiyye ve Zeydiyye fırkaları bid’at üzeredirler. Dört mezhebden ayrılmak, Sivâd-i a’zamdan ayrılmakdır. İbni Hazmın, taklîd harâmdır, Resûlullahdan başkasına uymak halâl değildir sözü, müctehidlerin birbirlerine uymamaları içindir. Hadîs-i şerîfleri ayıramıyanların, bunları mezheb imâmlarından sorup, onlara uymaları lâzımdır. Resûlullahın zemânından beri, bilmiyenler, hep bilenlere sormuşlardır).
Başka bir sahîfede, büsbütün sapıtarak (Mezheb imâmlarına uymak, onu Peygamber menziline çıkarmak olur. Bu ise küfrdür) diyor. Bütün mü’minleri ve hocalarına uyanları kâfir yapıyor. (Mezhebler, ikinci asr sonlarında meydâna çıkdı. Eshâb ve Tâbi’în hangi mezhebde idiler?) diyor.
İbni Teymiyye ile İbni Kayyımı çok öven Âlûsî bile, (Gâliyye) kitâbında bakınız ne diyor: (İlm öğrenmek ve öğretmek, ibâdetlerin en üstünlerindendir. Abdüllah ibni Abbâs; âlimlerin, âlim olmıyan mü’minlerden yediyüz derece dahâ üstün olduğunu bildirdi. Hadîs-i şerîfde, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. Peygamberlik rütbesinin üstünde hiçbir rütbe olmadığına göre, bu rütbeye vâris olmanın şerefinden dahâ üstün bir şeref olamaz. İslâm âlimlerinin çoğu, bu yüksek rütbeye kavuşdu. Fıkh ve hadîs âlimleri ve en başda müctehidlerin dört imâmı, bunların en üstünleridir. Bunlar, ahkâm-ı islâmiyyenin kapalı emrlerini, yasaklarını açığa çıkardı. İlmin temelini kurdular. Din bilgilerini, kısmlara, sınıflara ayırdılar. Onların yüce kıymetlerinden birkaçını bilmekle şerefleniyoruz. Bunların en önde olanı, büyük imâm, Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbitdir. Onun yüksekliğini bildiren hadîs-i şerîfler elimizde mevcûddur. Buhârî ve Müslimde yazılıdır. Kırkbeş sene, beş vakt nemâzı bir abdestle kıldığını, Abdüllah ibni Mubârek “rahmetullahi teâlâ aleyh” bildirmekdedir. Hasen bin Ammâre, yüce İmâmı gasl ederken: (Otuz sene hep oruc tutdun. Allahü teâlâ sana rahmet eylesin!) demişdir. İlmi ile tam amel eden, onun gibi bir âlim görülmedi. Ondan dahâ üstün âlim bulunmadı. Allahü teâlâ, bizleri, bu yüce âlimlere uymakla şereflendirsin! Resûlullahın sözlerini bizlere ulaşdıran, bu müctehidlerdir. Bugün de, Onların dört mezhebinden birine muhtâc olmıyan, onlardan birine uymakdan kurtulabilecek kimse yokdur. İbni Mâcenin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete gidecekdir. Bunlar, benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır) buyuruldu. Bu ayrılık, üsûlde, îmânda olan ayrılıkdır. Dört mezhebin ayrılığı değildir. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Ümmetimin ayrılması rahmetdir) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de, (Kitâbullahda ve benim sünnetimde bulamadıklarınızı, Eshâbımın sözlerinden alınız! Eshâbım, gökdeki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyete kavuşursunuz. Eshâbımın birbirlerinden ayrılıkları rahmetdir) buyuruldu).
Şâh Veliyyullah-i Dehlevînin (El-insâf) ve (İkd-ül-ceyyid) kitâbları, 1327 [m. 1908] senesinde, Mısrda ve sonra (Hakîkat Kitâbevi) tarafından İstanbulda basdırılmışdır. İstanbulda Süleymâniyye kütübhânesinde, İzmirli kısmında mevcûddurlar. Birincisinde diyor ki, (Eshâb-ı kirâm zemânında da mezhebler vardı. Herbirinin mezhebi başka idi. Tâbi’în, Eshâb-ı kirâmın mezheblerini aldılar. Hârûn-ür-Reşîd, imâm-ı Mâlike dedi ki, (Senin (Muvattâ) kitâbını Kâ’beye asacağım. Bütün müslimânların bu kitâba uymalarını emr edeceğim. Her yerde tek bir mezheb olsun). İmâm-ı Mâlik de, (Böyle yapma! Eshâb-ı kirâm, fıkh bilgilerinde mezheblere ayrıldılar) dedi. Bunu, imâm-ı Süyûtî haber vermekdedir). İkinci kitâbında diyor ki, (Dört mezhebden birine uymakda büyük fâideler vardır. Bunlardan ayrılmanın zararları çokdur. Bunu çeşidli yollarla isbât ederim. Bugün dört mezhebden başka doğru mezheb yokdur. İmâmiyye ve Zeydiyye fırkaları bid’at üzeredirler. Dört mezhebden ayrılmak, Sivâd-i a’zamdan ayrılmakdır. İbni Hazmın, taklîd harâmdır, Resûlullahdan başkasına uymak halâl değildir sözü, müctehidlerin birbirlerine uymamaları içindir. Hadîs-i şerîfleri ayıramıyanların, bunları mezheb imâmlarından sorup, onlara uymaları lâzımdır. Resûlullahın zemânından beri, bilmiyenler, hep bilenlere sormuşlardır).
Başka bir sahîfede, büsbütün sapıtarak (Mezheb imâmlarına uymak, onu Peygamber menziline çıkarmak olur. Bu ise küfrdür) diyor. Bütün mü’minleri ve hocalarına uyanları kâfir yapıyor. (Mezhebler, ikinci asr sonlarında meydâna çıkdı. Eshâb ve Tâbi’în hangi mezhebde idiler?) diyor.