Agarta & Şamballa

MURATS44

Özel Üye
Agarta & Şamballa
Agarta & Şamballa
Önsöz Eski çağlarda insanlar, yeryüzünün düz olduğuna inanırlardı. Bu düşüncenin yanlışlığı anlaşıldıktan sonra insanlar bu defa Dünya'nın, evrenin merkezinde bulunduğuna inanır oldular. Bilimsel gelişmenin ışığında anlaşıldı ki, Dünya; evrenin merkezinde değil, evrenin bir köşesinde bir nokta gibi kalan, bununla beraber bünyesinde milyarlarca yıldızı barındıran Samanyolu galaksisinin içinde bir yıldıza bağlı bir gezegendir. Bunlara rağmen bugün insanlık evrendeki tek akıllı yaratık olduğu düşünce ve iddiasındadır. Bu düşünce ve iddia yukarıda bahsettiğimiz diğer düşüncelerden pek farklı değildir. Çok yakın bir gelecekte insanlık evrendeki en akıllı tek yaratık olmadığını anlayacaktır. Bırakın evreni, şaşırtıcı gelse bile bugünkü yeryüzü insanlığı Dünya'daki tek akıllı yaratık olmadığını da anlayacaktır.

Bugün pek çok insan tarafından kabul edilmiş bulunan evrendeki tek ,akıllı yaratık olma düşünce ve iddiasına karşı verilebilecek iki kısa cevap vardır. Birincisi; herhangi bir konuda bilgi sahibi olunmadan o konu hakkında doğru düşünülemeyeceğidir. İkincisi ise Einstein'in bir cümlesidir; "Bir önyargıyı değiştirmek atomu parçalamaktan daha zordur." Kur' an' da cin ve iblis türü şuur sahibi yaratıklardan bahsedilir. Bu nedenle farklı boyutlarda yaşanakla birlikte; Kuran, zaten insanın yaratılmışlık içindeki tek akıllı varlık olmadığını ortaya koymaktadır. Burada bahsedilecek bir diğer husus şudur: Peygamberimiz Hz. Muhammed on sekiz bin alem halkının şefaatini Rab' be karşı üstlenmiş durumdadır. Dolayısıyla birbirinden farklı on sekiz bin alemde yaşayan halkları da hesaba katmak gerekir.

İşte daima bir bilmezlik sınırı ile kuşatılmış bulunan insanlık bu sınırı pekçok yol ve yöntem ile zorladıkça yaratılış içindeki farklı gerçekler ile karşılaşmaktadır. Bir noktadan sonra İnsanlık, kendisi dışındaki şuur ve akıl sahibi varlıklar, yaratıklar ve evrenlere yayılmış insanlık ailesinin diğer üyeleri ile karşı karşıya gelecektir. Bu karşılaştıkları göz ile görünebilir varlıklar olabileceği gibi göz ile görünmeyen farklı boyut ve vibrasyonel seviyedeki varlıklar da olabilecektir. Her türlü eksikliğini gidermek, tekamül ederek dünya okulundan mezun olmak için dünyada öğrenimde bulunan ama potansiyel olarak " en güzel surette yaratılan" insan varlığı kendini keşfettikçe, kendindeki güçleri devreye sokarak, bırakınız sadece bu evrende yaşayan fizik bedenli varlıkları, farklı boyutlardaki farklı vibrasyonel seviyelerdeki bizim düşündüğümüz manada bedenlere ve formlara sahip olmayan varlıkları da tanıyacaktır. Çünkü bu evrende yaşayan varlıklar ile ilişkiye girmek mümkün olabileceği gibi üst boyutlardaki evrenlerde bulunan uygarlıklarla, nihayet manevi alemlerle ve manevi alem görevlileri ile ilişkiye girmek mümkündür.

Dünyada bu tanışma ve ilişkiyi tarih boyunca gerçekleştiren insanlar olmuştur. Bugün de çeşitli yol ve yöntemler ile diğer medeniyetlerle ilişki kurmuş bulunan insanlar yeryüzünde bulunmaktadırlar. Bütün bu bireysel ilişkiler insanlığı kendisi dışındaki medeniyetleri topyekun tanımaya doğru götürmektedir.

Bu kitaptaki ilişki şeklini okuyucunun anlayabileceği şekilde açıklayabilmek için belki kabul edilebilir en uygun söz "hâl ehli " olmak ile ifade edilebilir. "Dil ehli" ile "hâl ehli" arasındaki derin farkı burada ifade etmek uygun değildir. Ama kısaca hal ehli olmayı ve ilişki biçiminin nasıl gerçekleştiğini İslam düşünürü İbn-ul Arabi'nin şu sözleri ile bir parça açıklayabiliriz: Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu "Türk-İslam Düşünürleri" adlı eserinde şöyle demektedir: "İbn-ul Arabi, peygamberlere vahyedilen şeriatın bilgisinin aynı kaynaktan, aynı biçimde bazı sufilere de geleceğini söylemiştir. Böylece İbn-ul Arabi, mutasavvıfları bir çeşit peygamber gibi anlatmak istemiştir. Ancak bunların yeni bir şeriat getirmeyeceklerini, buna karşılık peygamberlere ait manevi hallere ulaşacaklarını, islam şeriatı hakkındaki bilgilerini Hz. Muhammed' in aldığı kaynaktan alacaklarım ileri sürmek istemiştir. Futuhat' ta velinin bir melek aracılığı veya içine doğuşla, kendisine iletilen bilgileri alacağını belirtmiştir. Ona göre veli, Kur' an ve kutsi hadisle sınırlanmamış hususlarda ictihatla şeriatın bazı yönlerini neshedebilir. Velinin tasavvûfî keşif yoluna dayanmayan hadisleri hükümsüz sayabileceğini de kaydetmiştir. O, Kur'an'ın son kutsal kitap olduğunu doğrulamıştır. Veliler, Kur'an kadar hak olan keşfi bilgilere sahip olabilirler. Ancak Kur' an ve kudsî hadislerle tespit edilmiş olan esasları değiştiremezler." [SUP][1] [/SUP]

İşte "hal ehliyeti" ile "keşfi bilgi"ye ulaşılarak bu çalışmanın birinci kitabı ortaya konulmuştur. Haşa, kendimi "kul" olmanın ötesinde herhangi bir sıfata uygun bulmuyorum. Ve kitabın bugünkü yeryüzü insanlığı tarafından anlaşılıp anlaşılmama endişesinden bir hayli uzakta olduğumu ayrıca belirtmek istiyorum.

Bu çalışmanın ilk 14 celsesi, celse sonrası notlarından oluşmuştur. Sonraki celseler doğrudan kayıttır.[SUP][2][/SUP]
Kaynaklar [1] Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu, "Türk İslam Düşünürleri", Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989, s.59-60.
[2] Ömer Sami Ayçiçek, "Agarta 1".
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

MURATS44

Özel Üye
Agarta Efsanesi

Agarta Efsanesi
Ehil olmayan ellerin açamadığı Agarta ülkesinin kapılarını Tibetliler, kendini bu yolun yolcusu sayan Hitler'in adamlarına bile göstermemiş, yanlış yerlerde oyalamışlar. İşte size Tibet'te, Nepal'de, hatta Rusya'da bile okulları olan Agarta mitinden efsanevi satırlar:
Cennetin basamağı Lama ezoteriklerine (belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan batıni bilgi, öğreti) göre Agarta (Agarti veya Agartha) cennetin ilk basamağı anlamına geliyor. Bazı kaynaklarda Agarta, Tibet veya Himalayalar'da, bazı kaynaklarda ise Moğolistan'da. Beyaz Ada, Şambala... Beyaz Ada, Agarta, Şambala... Bu üç mit adından Avrupa daha çok Şambala Efsanesi'ni biliyor. Bu ad Tibet elyazmalarında geçiyor. Agarta miti Şambala'ya göre daha az biliniyor. Agarta mitini Fransız Aleksandr Sent-İv d'Alveydr ortaya çıkarmış. Ferdinand Ossendovski ise "Vahşiler, İnsanlar ve Tanrılar" kitabında anlatıyor Agarta'yı. Kitap, Moğol lamalarının anlattıkları efsanelerden oluşuyor.
Hükümdarı Brahitma Moğol lamalarına göre insanların hayatını yöneten bir yeraltı ülkesi var. Bu ülke Agarta diye adlandırılıyor. Agarta'da yaşayan bilge insanlar gizli yollarla dünya işlerini idare ediyorlar. Agarta hükümdarının adı Brahitma'dır. Onun iki yardımcısı var: Gelecekten sorumlu Mahitma ve olmuş olaylardan sorumlu Mahinga.
İnsanlık bankası F. Ossendovski'ye göre "Yeryüzünde insanlık mahvolduğu, ölüm ve karanlık hüküm sürdüğü zaman" bu ülkenin insanları, yani Agarta'nın insanları yeryüzüne çıkacak. Ve Agartalıların sayesinde insanoğlu yeryüzünde yaşamını devam ettirebilecek.
İki asır uyuyabiliyorlar Seyyah Ernest Muldaşev, Tibet mağaralarında yaşadığını öne sürdüğü bu uygarlık mensuplarının 200 yıl boyunca uyuduğunu ve uyudukları zaman vücut ısılarının sıfırın altında olduğunu yazıyor. "Bu bilge insanlar çok farkı uygarlığı ve kültürü taşıyorlar. Onların beyni tam çalışıyor. Bunun dışında üçüncü gözleri açık. Müthiş bir beyin gücüne sahipler."

Kun-Lun'un altında Ossendovski'nin anlattığı Moğol efsanesine göre Cengiz Han, Kun-Lun Dağı'nı (Çin'in batısında, Doğu Türkistan'ın güneyinde) geçerken mağaralarda yaşayan insanlara rastlamış. Bu olayı Orta Asya'yı gezen Marko Polo da günlüklerinde anlatıyor: "Cengiz Han'ın ordusu, Kun-Lun Dağı'na varmak için bir ay kadar yol giderek büyük sahrayı geçiyor. Ve karşılarına bir patika yol çıkıyor. Ama etrafta hiç insan gözükmüyor. Israrlı arayışlardan sonra yol kenarında bir erkeğe rastlanıyor. Cengiz Han'ın huzuruna getirilen adama kim olduğu, ne olduğu soruluyor. O da, 'Ülkemin insanları dağın altındaki derin mağaralarda yaşıyor' yanıtını veriyor."
Yerin gerçek sahipleri Agarta'da yerin gerçek sahipleri yaşıyor. Onlar bütün bilgilere sahip bilge insanlar. Yüksek bilgisi olmayan kimse Agarta'ya gidemez. Bugüne kadar da kimse Agarta'nın kapılarını bulamamış. Bu gizemli ülkeyi bulmak için Orta Asya'ya birkaç seyyah grup çıkmış. XIX. yüzyıldan itibaren biri gitmiş, biri gelmiş. N.M. Prjevalski, G.N. Potanin, P.K. Kozlova ve N.K. Rerih'in önderlik ettiği keşif grupları Orta Asya'yı Agarta arayışları için boydan boya gezmiş. Ve aşağı yukarı hepsinin günlüğünde yerli halkın anlattığı ziyarete yasak olan sırlı yerler not edilmiş. Yerli halk buradaki bilgelerin Gobi ve Hangay bozkırlarında saklı olduğunu anlatıyor ve ekipleri onlara götürmekten sürekli kaçıyor.
Meğer o da onlardanmış Agarta gerektiği zaman insanlığı doğru yönlendirmeleri için yeryüzüne kendi bilgelerinden bazılarını göndermiş. Onlardan biri de Apollon'muş. Yunan mitolojisinde müziğin, sanatların ve şiirin tanrısı... Kehanetlerde bulunan bilici tanrı. Zeus ve Leto'nun oğlu, Artemis'in kardeşi.
Yerin anası N.K. Rerih, Hindistan'da yaşadığı sıralar Agarta'nın sırları için Himalaya Dağları'nı sık sık aşındırmış ve bu resim 1924 senesinde onun tarafından yapılmış. Rerih'in, "Yerin anası" adını verdiği bu tablonun dışında Himalaya Dağları'nı, Tibet'i andıran sıra dışı resimleri var.
Agartalılar Sovyetler'e hayranmış Agarta yöneticileri, N.K. Rerih'le, 1926 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yöneticilerine haber yollamış: "Biz Himalayalar'dan sizin yaptıklarınızı biliyoruz. Siz dindeki cehaleti yıktınız ve ona yeni anlam getirdiniz. Siz yanlış inançları kaldırdınız. Siz yalanı mahvettiniz ve insanları aklın yoluna getirdiniz. Siz gece canavarlarına, karanlığın sahiplerine kapıları kapattınız. Yeryüzünü para için satılmışlardan kurtardınız. Siz örümcekleri diri diri ezdiniz. Siz çocuklara Kozmos'un gücünü getirdiniz. Devriminizi kabul ediyoruz ve Asya'nın bütünlüğü için size yardım gönderiyoruz. Biliyoruz kurduğunuz yeni sistem 1928-36 senelerinde tamamlanacak. Topluma yarar sağlamak isteyen sizlere selamlar!"
Sol kol Şambala kötüyü barındırıyor Rene Genon'a göre de, "Gobi felaketinden sonra yüksek bilgi sahipleri olan bu uygarlık Himalaya Dağları'nın altındaki mağaralara yerleşiyor. Bu mağaraların merkezinde onlar iki "yola" ayrılıyorlar: Sağ ve sol kola. "Birinci yol" kendini "Agarta" olarak adlandırıyor (iyiliğin saklandığı yer) ve dünya işlerine karışmıyor. Bu sağ kol. "İkinci yol" Şambala'yı yaratıyor. Rene Genon'a göre bu kötülüğü kendinde barındıran ve dünya işlerini idare eden sol koldur. Ve yerüstündeki maglar, káhinler yalnız Şambala'yla ilişkiye girebiliyor, bilgi alıyor ve işbirliği yapıyorlar. Bunun için ona yeminler ediliyor ve kurbanlar kesiliyor. Agarta ise bütün kapılarını şimdilik yerüstü insanlarına kapalı tutuyor. Zamanı geldiğinde o kötüyle savaşmak için yerüstü insanına kendi askerlerini gönderecek.
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta Efsanesine Farklı Bir Yorum

Agarta Efsanesine Farklı Bir Yorum
Ergenekon soruşturmasında henüz görmemekle birlikte İddianamede Agarta ismiyle anılan ve 600 yıllık bir tarikat örgütlenmesinden bahsedildi. İddiaya göre Ergenekon terör örgütü'nü kuranlar Agarta ismiyle bilinen bir yapılanma içerisindeler ve kökleri çok eskiye dayanıyor.

Mustafa Kemal Atatürk'ün 1930 lu yıllarda Güneş Dil teorisini desteklemek için yaptırdığı araştırmalarda Kayıp Kıta Mu'nun okyanusta bir ada olduğu ve batarak yok olduğu iddia ediliyor.Ergenekon terör örgütünün varlığı ile ilgili iddialar ortaya atılırken son derece ilginç bağlantılar birbirleri ile bağlantılı hale geldi.

Agarta'da bahsedilen Himalaya dağları altındaki mağaralarda yaşayan insanlarla bağlantı kurulurken bu insanların Kuranda adı geçen Yecüc Mecüc olduğu iddia ediliyor.

Kuranı kerimde Kehf Suresi'nde Yecüc ve Mecüc hakkında şu şekilde bildirmekte:

Dediler ki: 'Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten Ye'cüc Ve Me'cüc, Yeryüzünde Bozgunculuk Çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?"
AGARTA'YI TANIYALIM Agarta, Tibet ve Orta-Asya geleneklerinde sözü edilen, Asya’daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yer altı organizasyonuna verilen addır.

Agarta konusunu kitaplarında en ayrıntılı işleyen üç yazar Saint-Yves d'Alveydre (1842 -1909), Ferdinand Ossendowsky ve René Guénon. Agarta, İlahiyatçılara göre Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp, dağ ve mağara içlerine çekilmiştir. Agartha, Agharta ve Agarthi olarak da yazılır.

Kimileri Şambala adında Agarta'ya karşıt olarak kurulmuş, gizli bir olumsuz merkezin varlığını ileri sürüyorsa da, Agarta’nın Tibet geleneklerindeki bir diğer adı Şambala’dır

Efsaneye göre Mu uygarlığını araştırmasına başlaması, Batı Tibet'teki, adını vermediği gizli bir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri'ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre, bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Tibet rahibinden öğrenmiştir. Churchward sonraki yıllarda, Amerikalı jeolog William Niven'in Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler üzerinde çalışmıştır. Churchward’a göre, günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan, 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2600 tablet, Tibet’te öğrendiği Naga-maya dilinde yazılmıştı. Churchward’a göre bu tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı.
Araştırmalara göre * Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır.

* Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı.

* Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.

* Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.

* Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu'lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu.

* Mu dininin öğretimini Naakaller adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı.

* Mu dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu.

* Atlantis’teki din Mu’nun tek tanrılı dininden başka bir şey değildir.

* 'Ra' sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, 'O' diye hitap ettikleri Tek Tanrı'yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru daMu’nun güneşi” anlamında Ra-Mu adıyla ifade edilirdi. Ra sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır'a da taşınmıştır.

* Dört ırktan oluşan Mu'lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı.

* Mu'lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler.

* Telepati, durugörü, çift bedenlenme, astral seyahat gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler Mu'lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu.

* Mu uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır.
YECÜC MECÜC Said Nursi'nin eserlerinde ise ilginç bir şekilde Yecüc ve Mecüc'ün Moğol ve Mançu kökenli, Asyalı bir kavim olduklarını bildirmektedir:

... Ye'cüc ve Me'cüc namı (ismi) verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski zamanda Çin-i Maçin'den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya ve Avrupa'yı herc-ü merc (altüst, karmakarışık) ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeber (altüst) edeceklerine işaret ve kinayedir (üstü örtülü sözdür) (Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, s. 463) .

13. yüzyılda çok büyük bir imparatorluk kuran Moğollar, dünya tarihinin en vahşi ve barbar ordularından biri olarak bilinmektedirler. Moğol ve Tatarlardan oluşan bu yağmacı ordunun başında, önce Cengiz Han ve ardından da oğlu Hülagu çok büyük katliamlar gerçekleştirmiştir. Tarihi kaynaklarda bildirildiğine göre onlar, önlerine çıkan herşeyi yağmalayan, talan eden, kadın-çocuk demeden herkesi katleden bir topluluktu. Anadolu topraklarına ayak bastıklarında Sivas'ta, Kayseri'de, Tokat'ta yüzbinlerce insanı katlettiler. İstila ettikleri bölgelerdeki tüm camileri, kütüphaneleri, medreseleri yakıp yıktılar. Buhara, Semerkand, Herat gibi yerlerdeki tüm sanat eserlerini yağmalayıp, ortadan kaldırdılar. Tarihi kaynaklara göre bazı şehirlerde milyonlarca insanı, kedi ve köpeklere varıncaya kadar bütün canlıları katlettiler . Mançu ırkı da aynı Moğollar gibi barbar, savaşçı, göçebe bir ırktı ve birçok ülkeyi istila etmiş, büyük katliamlar gerçekleştirmişti. Bediüzzaman, eserlerinde, Moğol ve Mançu ırkının ahir zamanda ortaya çıkacak olan Yecüc ve Mecüc'ün ataları olduklarını haber verir. Bediüzzaman'ın konuyla ilgili bir diğer sözü şu şekildedir:

Hatta rûy-i zemînin (yeryüzünün) en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan Sedd-i Çini (Çin Seddi) Kur'an lisaniyle Yecüc ve Mecücün ve tabîr-i diğerle (başka bir ifadeyle) tarih lisanında Mançur ve Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti (insanlığı) kaç defa zîr-ü zeber eden (altüst, darmadağın eden) ve Himalaya Dağları'nın arkasından çıkan ve şarktan garbe (doğudan batıya) kadar harab eden akvâm-ı vahşiye (vahşi kavim) ve garetkâr (yağmacı, çapulcu) milletlerin (Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, s.100) ...

Bediüzzaman'ın bu sözlerine göre Yecüc ve Mecüc;

* Moğol, Mançu ırkındandır.

* Daha önce Avrupa ve Asya'yı ele geçirip, doğudan batıya kadar her yeri harap ettikleri gibi ahir zamanda da dünyayı altüst edeceklerdir.

* Himalaya Dağları'nın arkasından çıkacaklardır.

* Saldırgan, yağmacı bir topluluktur.

* Hz. Zülkarneyn, mazlum halkları korumak için iki dağ arasına yaptığı sed ile bu topluluğun saldırılarını durdurmuştur.
SONUÇ Ergenekon araştırması Agarta tarikatı derken kayıp Kıta Mu'ya kadar uzandık. Şimdi sizlerin yorumlarını bekliyoruz.
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta & Ergenokon Bağlantısı

Agarta & Ergenokon Bağlantısı
"Agarta ruh çağırmanın ileri safhasıdır" HABERTURK.COM Yazarı Murat Bardakçı Agarta efsanesini anlattı: "Hayali, uyduruk, uçuk birşeydir"
15.07.2008 19:27 Nasıl bir bağlantı kurulabilir, Ergenekon'la? Hun'la, Göktürk'le alakası yoktur Agarta'nın, Batı kaynaklıdır. 19. yüzyıl Avrupasında özellikle Fransa'da bir moda başladı. İspirtiyonizma, manyetizma, ruh çağırma gibi çeşitli salon eğlencesi yapma maksadıyla başladı bunlar. Sonra bu çalışmalar kendi düşünce sistemlerini üretti. Mesela hayali uygarlıklar yaratıldı. Sonra bunlar daha da genişledi, falan çıkarıldı. Agarta da bunlardan biri.. Yani salon eğlenceleri sonrasında ortaya çıkmış birşey. Fransızlar ortaya attı bunları, güya iki büyük kayıp kıta varmış. Biri Atlantis, biri de bu. Güya bu kıtalar tabii afetler veya savaş sonrasında çöküyor fakat o kıtaların bilge kişileri biraraya gelip bir yeraltı medeniyeti yaratıyorlar ve binlerce senedir burada yaşıyorlar. Bu yeraltı medeniyetlerin nerede olduğuna dair çeşitli uyduruk düşünceler ortaya atıldı. En büyük görüş Tibet'te, Himalayalar'ın altında olduğu fakat bu Güney Amerika'dan Los Angeles'a kadar uzanıyor. Şurada var burada var diye ortaya atılıyor. Böyle bir mit, böyle bir hayal. Fakat buna inananlar da çıktı. Hitler döneminde, Naziler bunların Aryan ırktan olduğu düşüncesiyle Tibet'e keşif heyetleri gönderdiler. 600 değil 6000 yıldan fazla olduğu iddia edilir. Ama hayali, saçma sapan birşeydir.
Ergenekon ile nasıl bir ilişkilendirme olabilir? İkisi de efsane ama Ergenekon çok eski bir efsanedir, milli efsanedir. Agarta hoş birşey, veya Şimbala diğer ismi. Burada bilgeler yaşarlarmış, dünya kötülüğe büründüğünde bunlar ortaya çıkıp temizleyeceklermiş. Mehdi kavramı, Hristiyan teolojisindeki Christ-AntiChrist kavramı gibi efsaneleri birbirine bağlamak hoş şeyler...
Örgütlerin böyle tarihsel referanslarla isimler almaları ne kazandırır örgüte? Sadece esrarlı bir hava verir.
Günümüzde sanki güncel, siyasi olayları tarihin hikayelerinde, efsanesinde yorumlama merakı artıyor sanki. Dan Brown'un Da Vinci'nin Şifresi kitabının bu kadar satması da bu ihtiyaçtan mı? Orada ciddi bir çalışma var. Dan Brown bunu yazarken bir akademisyenden ileri düzeyde çalışmış. O kitapta yazılı olanlar biraz roman unsurlarıyla süslenerek çıktı. Bunlar eskiden de vardı zaten. Bir örgüt kuruyorsunuz, bu da hava veriyor. Naziler de bu çoktu. Atlantis ve Agarta'yı Aryan ırkla bağ kurmak için bir servet harcadılar. Hatta Dalay Lama'yı bile Aryan kökenli gösterebilmek için uğraştılar.
Örgütlenmenin içerisinde Agarta bir dini unsur taşıyor mu? Agarta düşüncesi tamamen hayali, uyduruk, uçuk birşeydir. Dini unsur da yoktur. Ruh çağırma seanslarının ulaştığı ileri bir aşamadır.
Tarikatvari denmesinin anlamı nedir? Bu Agarta'da suluk varmış, bilgeler varmış, onlar yetiştirirlermiş, böyle bir tarikat havası verilmiş. Ne böyle bir tarikat var ne de böyle bir oluşum var. Aklınız alıyor mu, Himalaya Dağları'nın altında böyle büyük bir medeniyet olacak, yer altında yaşayacaklar, gün yüzü görmeyecekler ve bunlar çıkacaklar dünyayı idare edecekler. Tarikat falan değil tamamen uydurma şeyler.
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta, Ergenekon, Nazizm, Dabbet-ul Arz

Agarta, Ergenekon, Nazizm, Dabbet-ul Arz
Ergenekon operasyonu, Türkiye'ye has iktidar çatışmaları, çetecilik, darbe geleneği, devlet içinde örgütlenmiş bir yapı, sistemden beslenen kontrol dışı güçler, faili meçhuller, siyasi cinayetler çerçevesinde devam etseydi kolaydı.

Bize tanıdık gelen bir konuydu, anlayabilmemiz mümkündü.
Hatta, daha ileri gidip bir sistem revizyonu olarak ele alınsaydı, 1990'larda başlayan 21. yüzyıla yönelik büyük dönüşümün Türkiye boyutu olarak ele alınsaydı, yine anlardık. Sadece “Türkiye 1990'larda yapması gerekeni on beş yıl gecikmeyle yapıyor” derdik. Daha da ileri gidip, ulus devletlerin tasfiyesi ekseninde tartışsaydık bile anlamamız mümkündü. Doğru yanlış başka bir şey, ama bu argümanlarla en azından neler olduğunu fark ederdik, en azından bir resim görürdük.
Çok tuhaf bir noktaya geldi. Türkiye boyutlarından taştı. Yüzyılları, bin yılları aştı. Geleceğe değil, bilinen tarihin daha da gerisine gitti. Böyle olunca da, olayın ürkütücü ne kadar yanı varsa kaybolup gitti. Eminim bir merak, heyecan dalgası başlattı. Hep duyduğumuz ama yakından ilgilenmediğimiz efsaneleri bugüne taşıdı. Bu yönüyle Ergenekon iddianamesi, “tarihi” bir özellik kazandı. Ergenekon, az çok bilinen bir efsaneydi. Ama Agarta bilinmeyen bir tarih. Türkiye'nin tartıştığı geyrimeşru iktidar kalkışmasının böyle bir efsaneyle iddianamede yer alması, zihinleri karıştırdı.
Şimdi, Nazizmin doğuşundan kayıp kıtalara, Mu uygarlığının nasıl sona erdiğinden Ari ırkı arayışlarına, yüksek teknoloji ürünü silahlardan seçilmiş kavim hikayelerine, Hint mistizminden ezoterizme, Nazi karargahlarında bulunan Alman üniformalı Tibetliler'den Kabbala'ya, Himalayalar'da olduğu iddia edilen hayali cennet Şangri La'dan okyanus altında ya da Orta Asya'nın altında olduğu hayal edilen Agarta'ya, gizli/gizemli tarikatlerden bu tarikatlerin yönettiği devlet ve güçlere, Hitler'den sonra ABD'nin sahiplendiği tek dünya hükümranlığından Thule örgütüne, Grönland'daki Thule hava üssünden bu isimle Zülkarneyn peygamber arasında bağlantı kuranlara ve 'gamalı haç'a kadar bilinen, daha doğrusu bilinemeyen ne varsa hepsini tartışmak zorunda kalacağız. Bugünden geriye doğru birkaç bin yıla değil, tahminen on üç-on altı bin yıl öncesi olayları bilmeye uğraşacağız.


Agarta'nın efendisinin yeryüzündeki ilahi temsilci olmasından “Kutsal Dağ” ve “Dünyanın Merkezi”nin neresi olduğuna, “ataların kutsal mağaraları”ndan “gizli ülke” inanışlarına, Agarta ile Şambala çatışmasından Mu'nun dört büyük enerjisine, Hindistan'da bulunduğu söylenen nükleer saldırı kalıntılarından Mu uygarlığının nükleer silahlarla yok olduğu söylentisine, buradan kurtulan “seçilmişler”den bugünkü Uygurlar'ın söz konusu uygarlıktan kalma olduğuna ve Atatürk'ün meşhur ilgisinden Türkler'in buradan geldiğine, “Hint'teki Tevrat”tan Agartalı olmanın kurallarına, iç içe yaşadığımız ama dördüncü boyutta oldukları için göremediğimizden Dabbet'ul Arz'a, ölümsüzlük efsanesinden Hazar efsanelerine kadar ne çok bilmemiz gereken şey çıktı ortaya.

Ama gariptir, aynı efsaneler Hint'te var, Mısır'da var, Kuzey ülkelerinde var, Rusya'da var. Tıpkı Armageddon inanışı gibi. Hintliler ve Tatarlar'a göre bu yer Moğolistan'da, Mısırlılar'a göre çok çok uzak bir yerde, Ruslar'a göre Sibirya'da, bazılarına göre kutuplarda, bazılarına göre ise okyanusun altında.
Aydoğan Vatandaş (Agarta-Timaş Yayınları), bu konuları yakından izleyen bir isim. Agarta değil, özellikle Thule örgütüne dikkat çekiyor. Nazizmin, ari ırkı arayışının, siyasi ve askeri örgütlenmenin temeli bu örgüt gösteriliyor. “Agarta değil mesele. Thule örgütüyle bağlantısı önemli. Agarta çok efsanevi ve de fantastik bir konu. Dolayısıyla sıkıntılı. Ama Thule gerçek ve Agarta efsanesi yani oyuk dünya görüşünden etkilenmişler... Thule ve Nazi bağlantısı üzerinde durulmalı ve bu Agarta gerçekti demekten ziyade, bakın bu adamlar ne tür şeylere inanmışlar demek gerek” diyor. Hem Naziler hem de Ergenekoncular aynı felsefeye inanmaları çok garip!
Asıl söylemek istediğim şu: Ergenekon'u bir kenara bırakalım. 1990'dan bu yana yayınlanan fantastik kitaplara, çevrilen büyük bütçeli filmlere dikkat ederim hep. Yüzüklerin Efendisi'nden Lost dizisine, Harry Potter serisinden Matrix'e, sermaye ve gücün desteklediği filmler ve yayınlar serisine özellikle dikkat ederim. Bununla beraber ezoterizmin bu denli yaygınlaşmasına da. Hatta bir zamanlar Yeni Şafak yönetimine, konunun öneminden söz ederek, bir dizi hazırlanmasını bile teklif etmiştim.
Konu şu: 21. yüzyılda sadece dinler yeniden meydana inmiyor. Mitolojiler, efsaneler, masallar, fantastik hikayeler dikkat çekici biçimde gündelik hayatımızı yönlendirecek derecede meydana iniyor. Sanki yeni yüzyıla, geleceğe dair yeni bir düşünce biçimi, yeni bir din algısı şekillendirilmeye çalışılıyor. Bu eğilimin, 21. yüzyıla dönük hükümranlık hedefleriyle birebir örtüştüğüne inanıyorum ben.
İşte tam da bu dönemde, Türkiye'de bir operasyon, söz konusu tabloyla örtüşür vurgular içeriyor. Bu kadar önemli bir güvenlik sorunu, Türkiye'nin temel sistem sorunu, on beş bin yıl öncesinin efsaneleriyle birlikte tartışılıyor. Türkiye Cumhuriyeti yüz yaşında bile değil. Biz iddianameyi on bin yıl öncesiyle birlikte anlamaya çalışıyoruz. Peki, böyle bir zihinsel ilgi döneminde, böyle bir vurgunun Ergenekon mensuplarını efsaneye dönüştürme ihtimalini düşünen var mı?
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta - Mahatmalar Misyonu

sshot1ud8.jpg

sshot2db1.jpg

sshot2jr6.jpg
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta Nedir?

http://i51.photobucket.com/albums/f369/Guitarhero153/hollowearth.jpg

Agarta Nedir?

Ergenekon'un merakla beklenen iddianamesinde örgütün 600 yıllık bir tarikat geleneğinden geldiği ve adının Agarta olduğu ifade edildi. Agarta efsanesini sizin için araştırdık

Budist kökenli bir kelime olan Agarta, yeraltında kurulu olduğuna inanılan ve milyonlarca kişinin yaşadığı kente verilen addır.

Başkenti Şamballa olan bu imparatorluğun yöneticisi doğuda “Dünyanın Kralı” olarak bilinir.

Birçok kaynakta, “Dünya Kralı”nın yeryüzündeki temsilcisi Tibetli Dalay Lama olarak geçer. Doğuda Tibet ve batıda Brezilya, dünyanın iki ayrı ucunda tünel şebekelerine sahip iki ülkedir.

Mısır'daki Gize Piramidi'nin altında bulunan gizli odaların da yeraltı dünyası ile ilişkisi olduğu iddia edilir. Firavunların, bu tüneller aracılığıyla yeraltında tanrılar veya üstün varlıklarla temas kurabildiği iddia edilir.

Mısır tanrıları ve krallarının dev heykelleri ile doğudaki Buda heykellerinin, insan ırkına yardım etmek üzere yerüstüne çıkan bu üstün ırkı temsil ettiğine inanılır.

Bu cinsiyetsiz Agarta temsilcileri, aynı zamanda yeraltındaki ütopik cenneti temsil ederler.

İddialara göre, Hz. Nuh gerçekte bir Atlantisli idi ve Atlantis sulara gömülmeden önce kurtarılmaya değer bir grup insanı bu felaketten kurtarmıştı.

İnanışa göre, Atlantislilerin çıkardığı 'nükleer savaş' sonucu meydana gelen tufan felaketinden kurtulan bu grup, önce Brezilya'nın yüksek platolarına gelmişler daha sonra da radyasyondan korunmak için, yüzeyle bağlantılı tünelleri olan yeraltı şehirlerine yerleşmişlerdi.

Agarta medeniyeti, Atlantis medeniyetinin bir devamı niteliğindeydi.
Geçmişteki korkunç nükleer savaştan ders aldıkları için, devamlı barış içinde yaşamaktaydılar. Bu insanlar bilimde yeryüzü insanlarının binlerce yıl ilerisindeydi.

Yeraltındaki bilim adamları, bizim bilim adamlarımızın bilmediği enerji türlerini bilmekteydiler. Bu enerjiler hem uçan, hem de karada giden taşıtlarda kullanılmaktaydı.
TÜNELLER AĞI Agarta İmparatorluğu'nun birbirine tünellerle bağlı yeraltı şehirlerinden oluştuğu ve bu tünellerde, uzay araçlarına benzeyen taşıtlarla dünyanın her köşesine gidilebildiği öne sürülürdü.

Agarta'daki halk, “Dünya kralı”nın başkanlığında bir hükümet tarafından yönetilmekteydi. Bu insanlar, Lemurya, Atlantis ve tanrılar ırkı Hyperborluların temsilcilerinden oluşmaktaydı.
İNSANLIĞI KURTARAN VARLIKLAR Tarihin birçok döneminde Agartalı üstün varlıklar yeryüzüne çıkarak, insan ırkına rehberlik etmişler ve onları savaşlardan, felaketlerden ve yok oluşlardan kurtarmışlardı.

Hiroşima'ya atılan ilk atom bombasından sonra, ortaya çıktığı söylenen uçan dairelerin bu nedenden dolayı geldiği iddia ediliyordu.

Hint destanlarından “Ramayana”da, Rama'nın Agarta'dan uçan bir araçla geldiği anlatılır. Aynı şekilde İnka İmparatorluğu'nun kurucusu Manco Copac da uçan bir araçla geldiği söylenir.

Amerika kıtasında ortaya çıkan Agartalıların en önemlilerinden birisi de Maya, Aztek ve genel olarak Kuzey ve Güney Amerika'daki yerlilerin en büyük efsanevi önderi Quetzalcoatl'dır.

Başka bir ırktan (büyük olasılıkla Atlantis'ten) gelen bu beyaz adam, Meksika, Yukatan ve Guatemela'daki yerliler tarafından “büyük kurtarıcı” diye anılmaktadır. Aztekler ona “Sabah yıldızı” ve “Bereket tanrısı” derlerdi.

Quetzalcoatl, “Tüylü Yılan”, yani yılan şeklinde sembolize edilmiş “öğretici bilge” anlamına geliyordu. Bu isim, ona uçan bir araçla geldiği için verilmişti.

Mısır inançlarındaki Osiris başka bir yer altı tanrısıdır. Bazı araştırmacılar da, Yunan mitolojisinde geçen tanrıların Atlantisli yöneticiler olduğunu ileri sürer.
TÜRKİYE'DE DE ÖRNEKLERİ VAR Agarta'nın, dünyanın her tarafına yayılan tünel ve şehirler ağına Türkiye'de de rastlandığı öne sürülüyor.

Kapadokya bölgesinde bulunan Mazıköy, Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı kentleri, bazı araştırmacılar tarafından Agarta'nın bir ispatı olarak gösterilir.

Bölgede bulunan ve büyük bir kısmı halen keşfedilmemiş olan yeraltı kentlerinin, bilinenden daha büyük ve derin bir alana yayıldığı düşünülüyor. HİTLER DE PEŞİNDEYDİ Agarta İmparatorluğu'nu bugüne kadar araştıran belki de en ilginç isim, Nazi Almanyası'nın lideri Adolf Hitler.

Hitler döneminde Almanya'da kurulan tarikat ve gizli dernekler, Agarta'nın varlığına inanan ve gizli yeraltı kentlerini bulmaya çalışan kişilerden oluşuyordu.
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta Uzay Gemisi Teknolojisi

http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/AE/diazufo.jpg

Agarta Uzay Gemisi Teknolojisi Agarta Space Ship Technology «Eğer siz kayıp kıtalara, medyumluğa ve UFO'lara gömülmüşseniz, bilimsel bulgular için akli yeriniz kalmamış olabilir. » (Carl Sagan)
Sevgili arkadaşlar yukarıdaki Carl Sagan'ın ifadeleri son derece anlamlı ve düşünülmesi gereken ifadelerdir. Elbette ki bizim yapmış olduğumuz yıldızlar arası yolculuk ve zaman yolculuğu araştırmaları somut ve bilimsel düzeyde araştırmaları gerektirmektedir. Fakat hep dediğim gibi daima temkinli ve yüksek görüş gücüne dayalı bir araştırma ve düşünme biçimine sahip olmak gerekir. Bilgi nerden gelirse gelsin öncelikle bilgiyi kaynağına bakmaksızın kendi başına değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim. Eğer somut çalışmalara dair bilgi, ‘sezgiler ve ileri yaklaşımlar' veriyorsa o bilgi, kayda değer bir bilgi olup üzerinde düşünülmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu açıdan Vahdet ekolü mensuplarından sevgili Ömer Sami Ayçiçek arkadaşımızın Agarta uygarlığı denen bir uzay uygarlığıyla telepatik olarak kurduğu irtibat sonucunda aldığı bilgiler benim ışıktan hızlı yolculuk teknolojilerine ait çalışmalarımla birebir paralellikte yanıtları içermektedir. Burada bu uzay uygarlığını temsilen Semiyun isminde Agartalı bir arkadaş sorulara yanıt vermektedir. Semiyun'un uzay yolculuğuna dair tüm ifadeleri benim ‘ileri yüksek teknolojinin varabileceği uzak ufuklara dair olan' sezgisel yaklaşımlarımla örtüşür niteliktedir. Gerçi Ömer Sami ve Semiyun'un bu görüşmelerindeki ana hedef teknik bilgi vermekten ziyade esas gaye diyelim AGARTA uygarlığının dünya insanlığına tanıtımıdır. Ben, bu dört cilt halinde yayınlanmış olan Agarta adlı kitaptan teknolojik içerikli bilgileri seçerek siz okurlarımın dikkatine sunmak istedim. Umarım Semiyun'un verdiği bilgiler sayesinde benim çalışmalarım konusunda da biraz daha aydınlanmış olursunuz. Yani Semiyun'un ifadelerinin arkasında durduğumu ve bu ifadeleri kendi adıma sahiplendiğimi söyleyebilirim. Hemen hemen bir çok metafizik kaynaktan gelen bu türdeki teknolojik bilgiler Semiyun'un ifadelerinde adeta biraz daha netleşerek özetlenmektedir.
Aganta'lılar kendi bedenlerini bir yerden bir yere bizim düşünce gücü dediğimiz yöntemle bir anda taşıyabiliyorlar. Fakat bu yöntemle çok uzak bölgelere nakil pratikte bir takım sakıncaları da beraberinde getirdiğinden bu yöntemi çok sık kullanmıyorlar. Ama gelişmiş aletleri vasıtası ile bu amaca hizmet eden enerjiden yararlanıyorlar ve zahmetsizce kendilerini ve eşyalarını bu enerjilerin yardımı ile şuurlarını yitirmeden nakledebiliyorlar. Bu yöntem ile bazı gezegenlere de gidebiliyorlar. Fakat bu enerjiyi kullanma imkanlarının da bir sınırı var. Bu nedenle ve başka nedenlerden dolayı uzay gemileri çok önemli onlar için.
Agarta'lıların yanlarında taşıdıkları bir alet var ve onu kullanmak suretiyle istedikleri yere anında naklolabiliyorlar. Bu aletler daha büyük ana aletler ile ilişkili ve böyle lokal aletleri de var. Bu aletlerde bozulabiliyorlar. Ama sistem öyle kurulmuş ki, bozulmalarına imkan yok. Bu imkan ile yeryüzündeki herhangi bir yere anında gidebiliyorlar.
İnsanları ve eşyaları bir yerden bir yere taşımak için enerji kullanıyorlar. Bir dağı bir anda bir başka yere nakledebilecek durumdalar.
Agartalı'lar düşünce güçleriyle kendi vücutlarının vibrasyonel seviyesini bir üst boyut içerisine geçebilecek şekilde yükseltebilmekteler. Uzay gemilerinin de vibrasyonel seviyesini yükseltebiliyorlar. Ama bu durumda körü körüne bir gidiş ve kontrolsüzlük yok . Bir üst uzay/zaman alanı dediğimiz üst samanyoluna ve ya daha üst boyutlara- üst alemlere çıkıp oradan yararlanarak uzayın derinliklerine kolayca yolculuk yapıyorlar. Örneğin fizik kainat içindeki 200 milyon ışık yılı ötede bulunan bir gezegene gitmek onlar içinde imkansız. Çünkü bu, ışık hızı ile 200 milyon yılı alıyor. Fakat bir üst boyuta geçince oraya gitmek birkaç saatlik bir mesele oluyor. Büyükte küçüğü, küçükte büyüğü görmenin bir başka biçimi bu.
İşin enteresan yönü gidilen gezegenlerde de zamanlar farklı. Dünya zamanına göre örneğin; üç gün sonra yeniden gidilen bir gezegende çok uzun bir süre geçmiş olabiliyor, bir başkasında ise bir kaç dakika.
Zamanın bu durumu Aganta'lılar için bir karmaşıklık ve sorun yaratmıyor. Aynı şekilde hangi gezegene ve gezegenin neresine gitmek isterlerse, sorunsuzca ve hatasız olarak bunu gerçekleştirebiliyorlar.
Aganta'lılar ışınlanma enerjisini kendi dünyalarında, dünyamızda insanları ve eşyaları bir yere taşımak için kullanıyorlar. Uzay gemilerinden yeryüzü için bu maksatla yararlanmıyorlar. Onlar bu enerjiyi güneş sisteminin ilerisine kadarki bir alan içinde kullanabiliyorlar. Örneğin Aya olsun, Venüs'e olsun insanlar bu ulaşım enerjisi vasıtası ile gidiyorlar. Hatta kendi uzay gemilerini bile bu enerji vasıtası ile nakledebiliyorlar. Fakat bu enerjinin yasası gereği bunu uzayın derinliklerine doğru olan nakil işlemlerinde kullanamıyorlar. Şüphesiz teorik olarak bu enerjiden yararlanmayı sağlayan aletleri daha küçük yapmak mümkün ama onu kullanmak için de gezegen gerekiyor.
Agarta'lıların gemileri bu uzayın uzak noktalarına olsun, üst saman yollarındaki(üst uzay) gezegenlere olsun, bir üst uzay boyutuna geçerek çok kısa sürede ulaşıyor. Bu hal altında gemiler farklı bir nitelik kazanmakla birlikte fonksiyonları zerrece değişmiyor. Bir geminin bulunduğu boyuttan, alemden bir üstüne bozulmadan geçmeyi gerçekleştirebilmesi çok yüksek bilgileri içeriyor. Bu nedenle pek çok medeniyet bu konuda, bu noktaya gelip kalıyor. Bir üste geçmesi yani bu bilgiyi alıp, teknolojiyi uygulaması ise uzun çalışmalara ihtiyaç gösteriyor.
Teorik olarak bu bilginin uygulanması sırasında bozulma, dağılma yani imha mümkün. Bunun örnekleri çok az sayıda olmuş. Ama genel olarak bu işlerle uğraşan medeniyetler, zaten çok gelişmiş olduklarından zamanı geldiğinde bu işi hatasızca başarıyorlar.
Uzay gemileri değişik şekillerde olabiliyor. Birkaç metreden birkaç kilometreye kadar boyları değişebiliyor. Büyük gemileri uzayda inşa ediyorlar. Bu gemilerde gerektiğinde yüz binlerce kişi kalabilirmiş. Uzay gemilerini teorik olarak her Agartalı insan kullanabilirmiş ama pratikte ancak bu bilgiye ve tecrübeye sahip ayrıca bu maksatla görev alan kişiler bu gemileri kullanırmış.
Agartalı'lara gemilerinin materyali kendi kendini onaran canlı materyal denebilecek bir maddeden mi yapılmıştır diye sorduğumuzda bu teknolojinin uzaydaki daha geri düzeyli uygarlıklarda kullanıldığını ifade etmektedirler.
Aganta'lılar bizimle aynı dünyayı paylaşan ama farklı bir vibrasyonel düzeyde bulunan yüksek bir uygarlık düzeyine ulaşmış gelişmiş bir insan gurubudur. Onlarda bizim gibi insanlar. Bizlere benziyorlar. Fakat onlar kendi ruhsal yapılarını keşfedip ruhsal güçlerini kullanabildikleri için bizimkine nazaran daha ruhsal esaslar üstüne kurulmuş bir toplum düzenine sahipler. Agartalılar insan beyninin ve zihnin evrenle ve evrenin sonsuz boyutlarıyla olan bağlantısını keşfettikleri için ve zihnin, düşüncenin, şuurun sonsuz potansiyellerini bilmekle kalmamış bunu kullanabilme olanağını da elde etmiş oldukları için bizlerden çok daha ileri bir uygarlık olma şansını elde etmişlerdir. Aşağıda Ömer Sami arkadaşımızla Agarta uygarlığından Semiyun'un soru ve cevap şeklindeki görüşmelerini ilginize sunuyorum.
Soru: Pek çok Agartalı kardeşimizin yaşadığı başka gezegenler var. Bunların hepsi dünyanın tabi olduğu zamana mı tabidir? .
Semiyun: İşin diğer püf noktası da budur. Her gezegenin aşağı yukarı farklı zaman, daha doğrusu zaman enerjisine tabiyeti vardır. Zamanı da bir enerji olarak nitelendirdiğimizde. O enerjiden de çok değişik şekillerde yararlanma imkanı kendiliğinden gündeme gelmektedir.
Soru: Şuurlu inanç bilgilerinde "maddenin görünmez hale gelişi" diye bir konu vardı. Molekül yapısı üzerinde oynandığında madde orada var olmakla birlikte, bizim açımızdan görünmez hale geliyordu. Böyle bir açıdan bu konuya yaklaşabilir miyiz.
Semiyun: Hayır böyle bir şey bizim açımızdan çok ilkel bir yöntemi ifade eder. Biz molekül yapılar üzerinde değil, doğrudan doğruya atomun henüz keşfetmediğiniz pek çok yapıları üzerinde hakimiyet kuruyoruz. Oralara farklı enerjiler uyguluyoruz. Bu sayede bizim açımızdan o parçaları, varlıklarına zarar gelmeden-bozunmaya uğramadan yok kılabiliyoruz. Yani görünmez yapabiliyoruz.
Soru: Bir uzay gemisi görünmez konumdayken duvarların içinden, meteor parçaların içinden yada bir kara parçasının içinden onlarla çarpışmadan geçip gidebilir mi? Bir hayalet gibi!
Semiyun: Böyle bir durumda uzay aracı örneğin dünya yüzeyine indiği zaman kendi vibrasyonel seviyesi üzerinde küçük bir değişiklik yaparak görünmez olacak. Böylece yükseltilmiş vibrasyonel seviyesi ile o, söz konusu kara parçasının yada kaya parçasının içinden geçerek arzu ettiği noktada tekrar vibrasyonel seviyesini, oranın vibrasyonel seviyesine ayarlayarak geçişini tamamlamış olacaktır. Gemilerimizle uzayda yol alırken karşımıza aniden çıkan bir meteor parçasını algılayan gemi içindeki aygıtlar sayesinde otomatik olarak saniyenin çok kısa bir süresi içinde geminin vibrasyonel seviyesini bir derece yükseltir ve yine çok kısa süre içinde yeniden eski konumuna ayarlama imkanına sahibiz. Bu adeta otomatiğe bağlanmıştır.
Soru: Örneğin A gezegeninden B gezegenine çok kısa sürede uzaysal bir sıçrama yaparak geçiş yapacağız diyelim. Bu durumda vibrasyonel seviyenin değişikliği konusunda ölçü nedir.
Semiyun: Bu da önemli bir konudur. Çünkü vibrasyonel seviye dediğiniz hadisenin mikro ve makroya doğru sonu yoktur. Biz elbette ki bundan çok öncelere nazaran daha kısıtlı vibrasyonel değişiklikler yapma imkanına sahiptik. Ama bu gün için bu sınır daha da genişlemiştir. Herhangi bir örnek verecek durumda sizin açınızdan değilim. Ama şöyle söyleyelim ki, bizde bu konuda çalışmalarımızı sürdürmekte, gemilerimizin vibrasyonel seviyesinin çok daha ötelerinde bulunan noktalara ulaşma arzusu içindeyiz. Bu nedenle de sürekli çalışmalar yapıyoruz ve her gün çok güzel ilerliyoruz. Şunu da önemle belirtirim ki, bizler bu konuda eğitilmekteyiz. Çünkü bu konu düşündüğünüzden çok daha ciddi sonuçları olan bir konudur. Bu nedenle de ihtiyatlı giderek gelişmeyi daima tercih etmekteyiz. Elbette ki her konuda aynı şey söz konusudur. Ama bu konunun inanın ki, yanlışı yoktur.
Soru: Yani vibrasyonel seviyeyi çok yükselttiniz. Bir daha geri dönmeme, toparlanmama hali olabilir veyahut da öyle bir boyutun içine girilir ki, o boyuttaki tehlikelerin ne olduğu bilinemez. Hepsinin araştırmasının tümüyle yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Semiyun: Düşündüğünüz gibidir. Vibrasyonel seviye değiştirildiği anda farklı bir boyut kavramı içerisine girmek durumundasınız. Bunların çok iyi anlaşılması, bilinmesi, amacın doğru olarak ortaya konması gerekmektedir. Aynı şekilde, dediğiniz gibi daima eskiye dönebilme imkanının da sağlıklı bir şekilde olması gerekmektedir. Bu ise sandığınızdan çok daha büyük bir bilimsel çalışmayı ve teknolojiyi gerektirmektedir. Teorik olarak bu tehlike var olmakla birlikte, pratikte biz Agartalılar bu konuda son derece başarılı sonuçlar almış bulunuyoruz. Bu güne kadar herhangi bir tehlike ile karşılaşmış değiliz ama karşımızdaki tehlikelerin de ne olduğunu biliyoruz.

Soru: Daha önceki görüşmelerimizden birinde uzaya açılan medeniyetlerin gelişmiş uzay araçları yapmış olabileceklerini, fakat kainattan bir başka kainata geçmek için boyut değiştirmeleri gerektiğini, süratli bir şekilde bu kainatın içinde hareket edebilmek için de o farklı boyutun imkanından yararlanarak çok kısa sürede, çok uzaktaki gezegene gidilebileceğini söylemiştiniz hatırladığım kadarıyla ve aynı şekilde halden hale geçmenin de büyük bir medeniyet farkı olduğunu da belirtmiştiniz. Bu fark ne kadardır? Yanlış mı izah ettim acaba?

Semiyun: Hayır yanlış izah etmediniz. Kainatınız içinde ki pek çok uygarlıklar, kainat içindeki gezegenlere henüz boyut değiştirerek gitme imkanına sahip değillerdir. Elbette ki bunun ötesinde yine sayısız gezegenlere ait uygarlıklar da bizim seviyemizin çok ötesindeki imkanlarla çok daha mükemmel yolculuklar yapmaktadırlar. Ama biz yine bu seviyeden konuyu ele alacak olursak kainatımız içindeki bir gezegenden bir gezegene gitmek normal olarak ışık hızıyla çok uzun zamanları almaktadır. Çok süratli uzay araçları ile yine bu kainatın imkanları dahilinde ışık hızı aşılamayacağından dolayı uzun zamanlara ihtiyaç bulunmaktadır. Ama şayet bir üst boyutun imkanlarından yararlanmak durumunu elde etmiş iseniz, uzay aracınızın vibrasyonel seviyesini yükselterek o boyuta geçer ve o boyut üzerinde çok kısa bir zaman süreci içerisinde yolculuk yaparak tekrar vibrasyonel seviyenizi düşürdüğünüzde mevcut kainatın içindeki çok uzak bir gezegene çok kısa bir sürede seyahat etme imkanına sahip olursunuz. Yalnız bu çok ileri bir aşamayı gerektirmektedir. Bizler yolculuklarımızı çok uzun bir zamandan beri bu yöntem ile yapmaktayız.
Soru: Düşünce gücünüzle olsun, başka teknolojik seviyenizin gücüyle olsun, adeta bozulmaz, tahrip edilmez aletler, sözgelimi; uzay gemileri yapmıştınız. Ama ben yinede şöyle düşünüyorum. Sözgelimi; o uzay gemileri ile güneşe yaklaşabilir misiniz? Vibrasyonel seviyesini değiştirmeden, normal haliyle. Yada yaklaşırsanız ne derece yaklaşabilirsiniz? O aletlerin dayanma gücü, güneşin verdiği ısının ötesinde midir?
Semiyun: Hayır değildirler ve inanınız ki, olamazlar da. Çünkü sizin güneş hakkındaki mevcut bilgileriniz inanın ki, her bakımdan yetersizdir. Biz güneşi sizin tanımadığınız ölçüde tanıdığımız için bu sözü söylemekte sakınca görmüyoruz. Kendi gemilerimizin metali adeta tahrip edilemez bir tarzda inşa edilmiştir. Ama onun tabi hali ile güneşin tabii halini kıyasladığınızda güneşin sıcaklığının eritme gücü, bizim gemilerimizin dayanma gücünü aşmaktadır. Ama bu durum bizim için bir sorun teşkil etmemektedir. Çünkü gerektiğinde gemilerimiz kendi yolları üstünde ortaya çıkan herhangi bir dünyadan, gezegenlerden, anında vibrasyonel seviyesini arttırmak veya değiştirmek suretiyle, adeta delip geçercesine geçebilmektedirler.
Soru: Peki "Peki tahrip edilemez tarzda inşa edilmiştir" sözünden kastettiğiniz neydi?
Semiyun: Elbette ki o sözümüzü de boşuna söylemedik. O gemilerin yapısı yinede tahrip edilemez tarzda inşa edilmiştir. Ve bu tahrip edilemezliğin içine az önce sözünü ettiğim vibrasyonel değişiklikler de girmektedir. Ama bu son cümleyi hesaba katmasak bile gemilerimiz. İnanın ki, asla tahrip olmayacak şekilde yapılmışlardır. Ama bunun denemesini yapmaya kalkacak olursak, elbette ki gemilerimizin dayanma gücünden çok daha üstün mevcut güçler, haller mevcuttur. Ama sizlere bunların kıyaslamasını yapabilecek durumda değiliz. Çünkü sizin mevcut bilgileriniz neyi, neyle kıyaslayacağımızı anlamanıza imkan vermeyecektir. Ama yine aynı şeyi söylüyorum; gemilerimizin maddeleri pek çok uzay gemisinin yapılmış olduğu maddelerden çok daha güçlüdür. Şüphesiz ki, pek çok medeniyetin uzay araçları mevcuttur. Bizim uzay araçlarımız bu medeniyetlerin genel seviyesinin üzerinde güçlere imkanlara sahiptir. Hemen her bakımdan bu böyledir. Çünkü bizim medeniyetimiz, gerçekten şu kainat içinde gelişmiş sayılabilecek medeniyetlerden biridir. Ama şunu da yine önemle belirtirim ki, bizim dahi hiçbir zaman ilişkiye geçemeyeceğimiz seviyelerde medeniyetler, uygarlıklar, esasında bu kelimelerle bile ifade edilemeyecek yaratılmışlıklar mevcuttur. (... )
Soru: O halde kıyas, yine fiziki alemleri kapsayacak tarzda yapılabilir?
Semiyun: Elbette. Ancak bir şey kendine uygun düşebilecek bir şey ile kıyaslanabilir. Bizim sözümüz daha ziyade fiziki alemleri kapsamaktadır. Ve fiziki alemdeki kainatlar, fiziki alemlerdeki uygarlıklar ile karşılaştırıldığında, bizim uygarlığımızın gelişmişlik seviyesi genel seviyenin üzerindedir.
Soru: Uçan Daire başlı başına büyük uzay gemisi midir Çeşitli ebatlarda olmasına rağmen, yoksa bir takım daha önce bildiklerimizin ışığında, mesela; daha büyük gemilerin içinde bulunup da girip-çıkan yardımcı fonksiyonlar gören bir yapıda mıdır?
Semiyun: Aslına bakarsanız her iki tür de bizde mevcuttur. Yani çok büyük çaplı, oval olmayan daha değişik şekillerde uzay gemilerimiz de vardır. Ve bir uzay gemisinin içinde amaca uygun sayıda, daha değişik, sizin uzay gemisi dediğiniz tarzda uzay araçlarımız da vardır. Bu yapılacak işin niteliğine göre bizler tarafından rahatlıkla tanzim edilebilen bir durumdur. Düşündüğünüz gibidir; Yani gerektiğinde uzay araçlarımız birbirine eklenebilir.. Bu da çok rahatlıkla yapılabilir. Ve böylece o amaca göre de uzay gemimiz ya da gemilerimiz hizmet verirler.
Soru: Peki yinede hacimsel olarak konuşursak, mesela; bu şekilde çok büyük uzay gemileriniz vardır dersek büyüklüğü hakkında bir fikir verebilir misiniz?
Semiyun: Elbette. Ama bunun boyu sizin mesafe ölçüleriniz ile 2,5 kilometreyi geçmez. Yanlış duymadınız. Sizin için büyük bir rakamdır. Ama yinede 2,5 kilometreyi geçmez. Elbette ki bundan daha büyük tarzda, çapta gemiler de yapılabilir. Ama bunun inanın ki, büyük bir önemi yoktur. O büyük gemilerimiz, büyük olmalarının gerçekten gerekli olmaları nedeni ile bu şekilde planlanmış ve yapılmıştır. Sözümüzü toparlarsak öyle olmaları icap ettiği için o büyüklükte yapılmışlardır.
Soru: Peki bu büyüklükte bir uzay gemisi yeryüzünde mi, yoksa uzayda mı yapılıyor?
Semiyun: Bu da önemli bir konudur. Bunun teknolojik seviye ile bir alakası yoktur. Boyları birkaç yüz metreyi bulan uzay araçları uzayda inşa edilmektedir. Zira yeryüzünde inşa edildikleri taktirde onu uzaya çıkartacak manyetik güç maalesef dünyanıza zarar verecek çapta bir güç olmak zorundadır. Bu tamamen fiziki bir kanundur. O çapta o hacimde ve o ağırlıkta bir parçanın dünyanın çekim gücünden uzaklaşabilmesi için çok büyük manyetik itme gücüne ihtiyaç vardır. Bu güç ise dünyaya, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi önemli fiziki zararlar verir. Bu nedenle de bu çaptaki uzay araçları yerçekiminden uzakta yani uzayda inşa edilmektedir.
Soru: Dev ana gemileriniz içerisinde küçük çaptaki gezegenlere iniş için daha küçük çapta gemileriniz var mı?
Semiyun: Evet ana gemilerimiz içerisinde istenilen oranda daha küçük gemiler mevcuttur.
Soru: Tüm bu uzay gemilerinin bir kullanım süresi var mıdır.
Semiyun: Size inanılmaz gelse de bundan 1 milyon yıl önce yaptığımız uzay gemilerini hala kullanıyoruz diyebilirim. Çünkü bu uçan daireler öyle bir tarzda inşa edilmişlerdir ki, bozulmalarına imkan yoktur. Ama yine de şunu ilave edebiliriz ki, bu uçan dairelerimize biz, bu 1 milyon yıllık süre zarfında gelişen teknolojimize uygun olarak yeni araçlar ve gereçler ilave ettik. Ama hiç birini kaldırıp da sizde olduğu gibi müzeye koymadık, koymamıza da imkan yoktur. Daha birkaç milyon yıllık süre için diyorum.
Soru: Ama belki öyle bir seviyeye geleceksiniz ki, bu birkaç milyon yıl sonra belki fiziki bir araç kullanmaya ihtiyaç kalmayacak.
Semiyun: Hayır bunda yanılıyorsunuz. Fiziki kainatta yaşayan insanların, medeniyetlerin daima fiziki araç-gerece ihtiyaçları olacaktır.
Soru: Peki bu uçan daireler ne yakıtı kullanıyorlar? Bizim bildiğimiz gibi bir depoları mı var, bir enerji mi yükleniyor. Yoksa yine bildiğimiz gibi evrenin her zaman, her yerinde bulunan güçlerden, enerjilerden mi yararlanıyorsunuz?
Semiyun: Hayır. Uzay araçlarımızda herhangi bir yakıt deposu yoktur. Ve uzay araçlarımızın bu tür bir sorunu da yoktur. İşte konunun can alıcı noktası da buradadır. Aslında kainatın her yerinde daima mevcut bulunan güçlerden yararlanma yoluna gitmekteyiz. Ve bu güçlerinde açıkçası bir sınırı yoktur. Uzay araçlarımız kendi kapasiteleri oranında bu güçlerden her zaman için yararlanmakta, böylece ihtiyacı olan enerjiyi temin etmektedirler. Bizim enerjisiz kalma gibi bir problemimiz yoktur.
Soru: Peki bu gücü nasıl temin ediyorsunuz?
Semiyun: Elbette ki gemi kendi içinde bulunan aletler vasıtasıyla bu gücü, bu enerjiyi istediği yönde kullanmakta yani kendisini hareket ettirmekte, vibrasyonel seviyesini yükseltip alçaltmakta ve daha sizin bilmediğiniz maksatlarda kullanmaktadır.
Soru: Şimdi en büyük çaplı o 2,5 kilometre boyundaki uçan dairelerinizi, uzay araçlarınızı yine düşünelim. Onlarda aynı küçük gemiler gibi veyahut da diğer gemiler gibi o büyüklükte olmasına rağmen, uzay yolculuklarını aynı prensip dahilinde mi yapıyorlar? Yani vibrasyonel seviyesini yükselterek bir üst boyuta, üst saman yoluna geçip Einstein'ın dediği gibi o solucan delikleri tünelinden ( o kurtçuklardan) yararlanmak suretiyle mi yolculuklarını yapıyorlar? Bu, o büyük gemiler için de geçerli midir?
Semiyun: İnanınız ki büyük küçük bir sorun yaratmamaktadır. Geminin çapı bir kaç metre de olsa, bir kaç kilometre de olsa; prensip, değişmemektedir. Ve asıl uzak seyahatlere nispeten büyük çaplı gemilerimiz ile gitmekteyiz ki, o gemiler içlerinde bir çok küçük çaplı uçan daireyi de barındırmaktadır ve bu yolculuklar önceki ifadelerimde de belirttiğim gibi üst samanyollarından ( üst boyutlardan) yararlanılarak yapılan yolculuklardır.
Soru: Bizim bir mesafe birimimiz var. Metreden başlıyoruz, kilometre den ve nihayet ışık hızından söz ediyoruz. Sizin uygarlığınız içinde bir mesafe ölçüsü söz konusu mudur?
Semiyun: Hayır. Bizler ‘zaman'ı nasıl sizden farklı bir şekilde niteliyorsak, aynı şekilde mesafeleri de sizden farklı olarak nitelendirmekteyiz. "Şu Samanyolu bize bu kadar uzaklıktadır, şu gezegenin boyu şu kadardır" gibi bir yaklaşımı yada bu tür bir kavramı biz düşünmüyoruz. Böyle bir yaklaşım sizin realitenize uygun bir düşünce biçimidir. Çünkü biz insan varlığını çok farklı olarak ele aldığımız için, mesafeleri de insan varlığının yapısıyla değerlendirdiğimizden ortaya sizinkine benzemeyen bir mesafe nitelemesi çıkmaktadır. Benim fiziki kalıbım için A gezegeni birkaç ışık yılı uzakta olabilir sizin zaman ölçünüze göre ama ben kendi ruhsal gücümü kullandığım anda, o zaman ölçüsünü de niteleyerek, tekrar ediyorum, o zamanın niteliğini de hesaba katarak mesafeyi sizin düşünemeyeceğiniz bir süre içinde kat eder ve o gezegene ulaşırım. Burada "o gezegenin mesafesi şu kadardır" kavramı ortadan kalkar. Aynı sistemi gemilerimiz için de düşünecek olursak, zaman faktörünü de hesaba kattığımızda bizler ulaşacağımız gezegenlere sizinkine benzer bir mesafe koyamayız. Çünkü her gezegenin, her sistemin, her kainatın değişik zaman akış hızları olduğunu biz hesaba katıyoruz. Siz bu hesaplamayı yapmadan bir mesafe tahmininde bulunursanız ondan bilimsel manada kuvvetli bir netice çıkartmanıza imkan yoktur. Yani mesafelerin gerçek nitelemesini yapabilmemiz için, olayın içine mutlaka zaman akış hızını katmak gerekmektedir ki, tek başına buda yeterli değildir. Nihayet mesafe kavramı, iki gezegen arasındaki mesafe kavramı, (sizin için böyle bir kavram söz konusu olduğundan aynı şeyi söylüyorum) o iki gezegene karşı pozisyon alan varlığın ruhsal seviyesiyle de yakından ilişkilidir. Bunu da hesaba katarsak bizim sizinkine benzer bir mesafe kavramına sahip olmadığımız ortaya çıkar. Ama şu demek değildir ki, biz bu konuda bir bilgisizlik içindeyiz. Tam tersine bu konuda, bu şekilde yaklaşımımız sayesinde biz kainatın içindeki gezegenlerin nerede, niçin ve neden bulunduğunu biliyoruz. Uzay araçlarımızla da bu gezegenlere ulaşmak bizim için bu nedenlerle çok daha kolay oluyor. Bu konuya daha derinlemesine girmeye çalışırsak bu akşam için kafanızın karışabileceğini düşünüyorum.
Soru: O zaman şöyle bir kavram çıkıyor ortaya: Yani mesafe ile zaman kavramı birbiriyle çok yakın ilişki içinde diyebilir miyiz?
Semiyun: Elbette bizde zaten sözlerimizin içinde belirttik. Buna birde ruhsal varlığı ilave etmemiz gerekir ki, o zaman sonuç daha net bir şekilde belirlenebilsin.
Soru: Ama yine de şöyle bir kavram düşünülemez mi: Yani söz gelimi; dünyadan bir uzay gemisi havalanıyor ve diyelim ki Neptün gezegenine gidecek. Yine de belli bir zamanda oraya ulaşır.
Semiyun: Her gezegene elbette belli bir zamanda ulaşılır. Ama gerektiğinde biz o zamanları kısaltabiliriz. Şunu da önemle belirtirim ki, farklı boyutlara girdiğiniz anda zaman ve mekan hadisesi de birbiriyle kıyaslanamayacak, yani bir önceki boyutla kıyaslanamayacak şekilde büyüklük ve farklılık kazanmaktadır. Sizler bu konuların hemen hemen hiç birine dünya insanı olarak vakıf değilsiniz henüz.
Soru: Büyük çaplı uzay gemilerini yeryüzünde yapamıyorsunuz. Çünkü onu uzaya çıkartmak için sarf edeceğiniz manyetik itme gücü dünyanın fiziki kalıbına zarar verebilir. Bunu daha önce söylemiştiniz. Ama şöyle bilgilerimizde var; elinizde ışınlama teknolojisi var, o uzay gemisini uzay yerine yeryüzünde daha rahatlıkla yapıp bir anda uzaya ışınlayabilirsiniz. Veya uzay gemisini yine yeryüzünde yapıp o geminin vibrasyonel seviyesini yükseltmek suretiyle onu aniden yeryüzünden yok etmiş olabilirsiniz. Bu bilgileri bir arada karşılaştırırsak, bilgiler arasında çelişki ortaya çıkmıyor mu?
Semiyun: Hayır asla çıkmıyor. Çıkmasına da imkan yoktur. Birinci olarak söylediklerinize katılıyoruz. Büyük çaplı uzay gemilerini yeryüzünde yapmaya, yeryüzünün daha doğrusu dünyanın mevcut hali dikkate alındığında imkan yoktur. Çünkü büyük gemileri uzaya çıkartmak için kullanılacak güç dünyaya zarar vermektedir. Bu nedenle de uzay gemilerimiz uzayda inşa edilmektedir. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, bir büyük uzay gemisinin bizim açımızdan uzayda veya yeryüzünde yapılmasında zorluk ve kolaylık açısından hiçbir fark yoktur. Biz ister uzayda olsun ister yeryüzünde olsun, isterse de denizin derinliklerinde olsun bir uzay gemisini aynı kolaylıkla, zorlanmadan yapabilecek tüm imkanlara sahibiz. Bunu önemle belirtmek isterim. Gelelim çelişki gibi gözüken diğer konuya . Öncelikle yeryüzündeki bir büyük geminin bir yerden bir yere ışınlanması da, onu uzaya çıkartmak kadar enerji kullanımını gerektiren bir hadisedir. Işınlama hadisesinde "enerji kullanılmıyor" diye düşünüyorsanız yanlış düşünüyorsunuz. Beklide sandığınızdan çok daha fazla enerji kullanılmaktadır. Bu nedenle o uzay gemisi söz gelimi; yeryüzünde yapılsa bile ışınlama suretiyle uzaya çıkartılması yine teoride mümkün olmakla beraber, bu işlemi yaparken kullanılacak enerji yine dünyaya çok büyük zarar verebilir. Açık olarak ifade etmek gerekirse, o gemi kendi imkanları ile yeryüzünden uzaya çıkarken dünyaya vereceği zarar "1" olarak kabul edilirse, ışınlama suretiyle uzaya çıkartılırken vereceği zarar "5"tir dersem mübalağa etmemiş olurum. Vibrasyonel seviyesinin yükseltilmesi hadisesi de aslında ışınlama hadisesinden farklı bir şey değildir. Bu da aynı kategori içindedir. Söylediklerimizi incelerseniz ve mantık eşliğinde yorumlarsanız aralarında birbiriyle çelişen bir şey olmadığını görürsünüz. Ve bu konuya bu vesileyle temas etmiş olmanız da bizim için önemlidir. Ayrıca şunu söylemek istiyorum. Bizim, size verdiğimiz bilgilerde size göre mutlaka çelişkili şeyler olacaktır. Çünkü söylediklerimizi, verdiğimiz bilgileri siz kendi bilgi, teknik veyahut şuur seviyenize göre değerlendiriyorsunuz. Bu durumda bazı çelişkiler ile karşılaşmanız mümkündür. Bunu bize sorduğunuz anda zannedersem gerekli cevapları size verebiliriz.
Soru: Uzay gemileriniz için bir süratten bahsedilebilir mi? Hızdan bahsedilebilir mi?
Semiyun: Elbette bahsedilebilir. Ama bunu ikiye ayırmak gerekir. Birincisi fiziki kainat içindeki bir süratten bahsedilebilir. Biz bu konuda ulaşılması gereken yere inanınız ki, ulaşmış bulunuyoruz. Ondan ötesi fiziki cisimler için mümkün olmayan bir hadisedir. Doğal kanunlar, yasalar maddenin belirli bir süratten yukarı çıkmasına izin vermemektedir. İşte biz de bu sınıra ulaşmış bulunuyoruz.
Soru: Bu sınır bizim bulduğumuz ışık hızı kavramıyla eş bir sınır mıdır? Yani o uzay gemileriniz "saniyede üç yüz bin kilometre hız ile giderler ya da ona ulaşılmıştır" denebilir mi?
Semiyun: Hayır. Bu çok ama çok önemli bir noktadır. Bu kavram sizin sandığınızdan da önemlidir. Biz, sizin ışık hızı dediğiniz kavramı kullanmıyoruz. Ama şöyle söyleyelim ki, gemilerimizin vibrasyonel seviyesini değiştirmeden fiziki halleri ile en yüksek hız miktarı, sizin dediğiniz saniyedeki üç yüz bin kilometre den daha azdır. Tam üç yüz bin kilometre değildir ama nüans farkıyla o sınıra yakındır. Yani ışık hızı fiziki kainat içindeki en son hız limitidir diyebiliriz. Biz, sizin bulduğunuz bu yasanın temel prensiplerini çok daha gelişmiş bir halde bildiğimiz için üç yüz bin kilometrelik saniyedeki hıza ve onun ötesine çıkmıyoruz. Bir takım ilaveler ile dediğiniz rakamın üzerine çıkmak mümkündür ama söz gelimi üç yüz elli bin kilometre hıza yükselmek madde için imkansızdır. Buna, onun yasaları yani maddenin tabiatı elvermemektedir. Fakat bizim yaklaştığımız ve artık durduğumuz hız iki yüz seksen ile iki yüz doksan bin kilometre (sizin ölçülerinize göre konuşuyorum) arasında değişmektedir. Bu da bizim yakın gezegenleri ziyaretimiz için tatmin edeci bir hızdır. Ama şunu önemle belirtirim ki, bizim zaman kaybına da tahammülümüz yoktur. Bu nedenle Tanrı'nın bize sunmuş olduğu diğer imkanlardan yararlanarak gezegenlere çok daha kısa sürelerde gitmekteyiz.
Soru: Peki efendim bir uzay geminiz ışık hızını aşarsa, o ilave imkanlar da söz konusu olmazsa ne olur?
Semiyun: Dağılır. O maddi özelliğini tamamen yitirir ve o şartlar altında bir daha toparlanmasına da imkan olmaz. Kısaca cevap budur.
Soru: Yani moleküllerine, atomlarına mı ayrılır?
Semiyun: Daha da ötesine gider dersem şaşırmayınız. Çünkü konuştuğumuz bu kavram sandığınızdan çok daha geniş çaplı ve ciddi bir kavramdır. İleriki zamanlarda bu tür teknik konulara da girebileceğimizi ümit ederim ama şu anda bu kadarı yeterlidir.
Soru: Şimdi gelelim ikinci kavrama. Bu fiziki kainatlar için bahsedilebilecek bir sürattir ki, o noktaya ulaşmış bulunuyorsunuz. Peki diğer yaklaşım nedir?
Semiyun: İşte asıl önemli olan, süratten şayet bahsedilebilirse üzerinde konuşulacak konu, üzerinde çalışılması ve pek çok uygarlığın elde etmesi gereken bilgi, teknik, kudret ne derseniz deyin budur. Bu kavram elde edilmeden, bu seviyeye ulaşılmadan kainatların keşfi konusu ciddi bir konu olmaktan uzaklaşır, yani hayal olarak kalır, pratiğe, gerçeğe hiçbir zaman ( uygarlıklar için söylüyorum) dönüşemez. Kainatların gerçekten keşfi, tanımlaması arzu ediliyorsa uygarlıkların bir üst boyut içinde ilerleyebilecek, çalışabilecek uzay gemileri yapmaya ihtiyaçları vardır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi uygarlıkların büyük bölümü fiziki kainat içinde belirli sürate ulaşabilirler. Ama ondan öteye gitmek, daha yüksek bir sürate ulaşmak gerekirse mutlaka bir üst boyuttan (4. , 5. ve bunu daha da arttırabiliriz ama o çok farklı bir hali ihtiva eder ) yararlanmak zorundadırlar ki, burada da büyük bir medeni sıçrama yapmak zarureti vardır. Tıpkı düşünce gücü ile madde yaratma seviyesi gibi, bu konuda büyük bir merhaleyi beraberinde getirir. Bizim asıl sürat kavramına karşı yaklaşımımız gemilerimizin vibrasyonel seviyesini yükseltmekle elde edilen bir haldir. Geminin üç boyutlu aleme uygun vibrasyonel seviyesini yükselterek onu bir anda ortadan kaldırıp bir başka boyutun içine sokmak gerekir ki, ona 4. boyut demek nispeten daha uygun olur.
Çünkü doğrudan doğruya üç ile dört arasında bir geçiş yoktur. O da nüanslar halinde kendini ortaya koyar. İşte vibrasyonel seviyeyi yükselterek bu nüanslar halindeki gittikçe yükselen boyutlar, alemler içine girerek kainatta mesafe gibi gözüken ya da sonsuz uzaklıkları ihtiva eden halleri çok kısa sürede almak mümkündür. Ama bir geminin vibrasyonel seviyesini bir üst boyuta çıkartıp orada arzu edilen nitelikte tutup, kullanabilmek gerçekten yüksek bir seviyeyi gerektirir. Sizler ancak altın çağda yakın medeniyetlere, dünyalara fiziki araçlarımızın vibrasyonel seviyesini yükseltmeden gidebileceksiniz. Açıkçası şu andaki insanlığın geleceği için gemilerinin vibrasyonel seviyesinin yükseltilmesi suretiyle evrenin çok uzak noktalarına seyahat edebilme imkanı mümkün değildir. Bu insanların kabiliyetsiz olmalarından çok enkarne olacak ruhların genel tekamül seviyesiyle ilgilidir. Elbette ki bazı öğretmenleri ayrı tutmak gerekir ki, onlar kendi hayat planlarına uygun olarak bilgiler getirip dünya insanlığına bırakacaklardır ama bu bilgilerin içinde halkın ruhsal seviyesinin üzerine çıkacak bilgiler yer almayacaktır. Ümit ederim ki konu anlaşılmıştır.

Soru: Peki 4. boyutta diyelim ki uzay geminiz hareket ediyor. O boyut içinde de bir süratten bahsedilebilir mi?
Semiyun: O boyut içinde de bir süratten elbette söz edilebilir. Farklı medeniyetlerin o düzeye ulaşmış uzay gemileri örneğin 4. boyut içinde de farklı süratler ile hareket ederler. Ama en geri seviyede bir sürate sahip olan bir gemi yine de fiziki kainat içindeki sürat ile kıyaslanamayacak ölçüde yüksek bir sürat ile gitmektedir.
Soru: Yani kilometre kavramı filan asla düşünülemez?
Semiyun: Bu mümkün değildir.
Soru: Peki efendim aynı fiziki kainatta olduğu gibi, bir 4. boyutta da, bir 5. boyutta da hareket eden, o boyuta ait süptillikteki fiziki cisimlerin süratinin sınırından bahsedilebilir mi? Şayet süptil cisim, madde kavramını düşünürsek...
Semiyun: O kavramı düşünebiliriz. Oranın da maddesi mevcuttur. Ama daha çok süptildir ve nihayet fiziki cisimler, yani madde de gittikçe süptilleşerek bir noktadan sonra sıfırlanır. Bizim seyahatlerimiz çok daha süptil olan bu alemler içinde cereyan eder. Tamamen manevi alemlerde seyahat fiziki bir cisim için mümkün değildir. O apayrı bir konudur. Konuştuğumuz konu, hangi boyutta olursa olsun mutlaka süptilleşen ama maddeyi ihtiva eden alemler kapsamındadır. Doğrudur; 4. , 5. boyutta da hareket eden nispeten süptil maddelerin de bir süratinden ve o süratin sınırından söz edilebilir.
Soru: İlave imkanlar ile uzay gemilerinizin hızını, ışık hızının ötesine çıkartabildiğinizi söylemiştiniz ama bunun hiçbir zaman üç yüz elli bin kilometre hız olamayacağını belirtmiştiniz. Bu ilave imkanlar nelerdir ve bu durumda hız ne olur? Ayrıca bu durumda geminin durumu ne olur efendim?
Semiyun: Öncelikle şunu söylemeliyim ki, ilave imkanları biz geminin ışık hızına yaklaşık bir sürat ile gitmesi halinde kullanmaktayız. Eğer daha önceki ifadelerimde yanlış anlaşılma olmuş ise onun düzeltilmesini belirtiyorum. Zira hangi ilave imkan söz konusu olursa olsun, ışık hızını düşündüğünüz tarzda aşmak mümkün değildir. Maddenin yapısını değiştirmeden asla bu mümkün değildir. İlave imkanlardan kast ettiğimiz konuyu iki yönlü ele alabiliriz: Birincisi, ışık hızına yakın bir süratte gidildiği taktirde dahi bazı ilave imkanlar devreye girmektedir ki, bu hız ile giderken bile sizin hayal bile edemediğiniz ve edemeyeceğiniz sorunlar ortaya çıkmasın. Bu birincisi. İkincisi ise, şayet ışık hızını aşarak gitmek gereken bir durum varsa, burada ilk konuya benzemeyen ilave imkanlar kullanılarak adeta maddenin yapısı, vibrasyonel seviyesi yükseltilmemiş olsa bile sizin yine idrak edemeyeceğiniz bir tarzda değiştirilerek saniyedeki üç yüz bin kilometrelik hızı aşmak mümkündür. Ama bu durumda bile üç yüz elli bin kilometrelik bir sürate çıkmak imkansızdır. Bu iki sürat arasında nispeten ortalarında diyebileceğimiz bir hız ile uzay gemilerimiz normal madde yapılarının bir miktar dışına çıkartılarak hareket etme imkanına sahiptir. Bu konunun sizin için anlaşılmaz hatta çelişkilerle dolu olabileceğini tahmin ediyorum. Ama konuştuğumuz şu konu sandığınızdan çok daha yüksek bir medeniyetin, bilimin, kudretin konusudur ve biz ancak sizin anlayabileceğiniz tarzda bir izahta bulunmaya gayret ediyoruz. Bırakın dünyanızı, kainattaki pek çok gelişmiş uygarlıklar bile bu konuları teorik olarak bilmekle birlikte, uygulama yapmanın imkansızlığı içinde bulunmaktadırlar. Çünkü hadise sandığınızdan çok daha yüksek bilgiyi, kudreti beraberinde getirmektedir. Ama bir kez daha önemle vurguluyorum ki, ışık hızına yakın bir hızda gemilerimiz seyahat ederken ancak ve ancak ilk başta sözünü ettiğim ilave imkanlar ile bu mümkün olmaktadır. İlave imkanları bilimsel bir takım tatbikatlar olarak şu aşamada size kısaca belirtebiliriz. Yoksa uzay gemisi asla o hıza dayanabilecek bir yapılaşma içinde değildir. Çünkü bu hızda çok şey normal konumunu yitirmekte, çok farklı, sizin idrak bile edemediğiniz problemler, aşılması, çözülmesi gereken problemler ortaya çıkmaktadır. Ama bilimin de, medeniyetin de, ilerlemenin de sonu gelmediği için maddenin vibrasyonel seviyesini değiştirmeden, yine maddenin kendi özelliğindeki imkanlardan, bulduğumuz, keşfettiğimiz ve üzerinde çalıştığımız ve nihayet başarılı sonuçlara ulaştığımız imkanlardan yararlanmak suretiyle ışık hızının ötesine bir miktar geçebilmiş durumdayız. Ama yine önemle belirtiyorum ki, bu durumda madde, madde özelliğini nispeten yitirmektedir. Madde özelliğini yitirmeden bir maddenin ışık hızının ötesine çıkması imkansızdır. Daha önce de bahsetmiştim. Bu mümkün değildir.
Soru: Bu durumda geminin hali ne olur efendim?
Semiyun: Gemi yine gemi olma özelliğini devam ettirir. Ama maddi ölçülerin bir miktar farklı bir yapısı içine girer ki, ona maddi ölçülerin ötesinde bir kelime bulmak icap eder. Gemi içindeki insanların da durumu aşağı yukarı aynı hali gösterir ama gemide bulunan insanlar akıl, şuur, irade gibi vasıflarını kaybetmezler. Bunun az çok ne büyük bir bilgi ve çalışma gerektirdiğini taktir edersiniz sanırım.
Soru: Peki ışık hızının çok daha ötesine bu özelliği kaybetmeden, hani ilave imkanlarla maddenin yapısını, yine maddenin kendisinde olan özelliğinden yararlanarak değiştirerek, 400.000-500.000 kilometre hıza çıkmak için çalışma yapmanın bir esprisi var mı efendim?
Semiyun: Aslına bakarsanız hem var, hem yoktur. Ama amaç bu değildir. O ancak sizin dünyanıza uygun bir düşünce tarzıdır. Her konuda olduğu gibi bu konularda da bilim adamlarımız çalışma yapmaktadırlar. Ama bir madde ile ışık hızını geçmenin mümkün olmadığını biz de çok önceden biliyorduk. Konu sandığınızdan çok daha geniş kapsamlıdır.
Soru: Asıl uzay gemilerinin, uzayda bir yerden bir yere gitmesi için farklı bir boyut içine girip o boyutta farklı zaman, mekan kavramı içinde hareket ederek kainatın bir ucundan bir ucuna gitmesini düşünüyorduk. Peki efendim, uzay gemileriniz kaçıncı boyutta seyahat ederek normal koşullarda fiziki kainattaki bir başka gezegene giderler?
Semiyun: Bu konu da bizim için önemlidir. Çünkü tamamen gelişmişlikle alakalı bir husustur. Taktir edersiniz ki, ilk başlarda biz ancak 3. boyut ile 4. boyut arasındaki seviyelerde seyahat ettik. Tabi fiziki madde, geminin fiziki maddesi bu durumda tamamen değişikliğe uğramaktadır. Daha sonra 4. , 5. ve şu anda 8. boyuta kadar gemilerimiz ulaşabilmektedir. Ama oradaki hali size izah etmem mümkün değildir. Gemilerimiz, içindeki pilotun iradesine bağlı olarak bazen 4. bazen 5. bazen de 8. boyutta hareket ederek kainatın belirli noktalarına ulaşabilmektedir. Bu konuda biz hayli mesafe almış durumdayız. Şurada sözünü ettiğimiz mana aslında sizin idrakinizin çok ötesinde, çok yüksek bir seviyeye denk düşmektedir. Nihayet konuştuğumuz kelimelerdir. Ümit ederiz ki, bu konuda da Agartalılar olarak daha ileri mesafelere gidelim. Bu söylediklerim istisnasız bütün gemilerimizi kapsamaktadır.
Soru: Efendim gemi bir üst boyuta, ya da daha yukarıdaki boyutlara gidiyor ve sonra vibrasyonel seviyesini düşürerek tekrar fiziki yapıya bürünüyor ve fiziki alemlerin içine giriyor. Peki geminin 8. boyuttaki hali ne olur? O madde değil ama madde de taşınıyor nihayet, öyle değil mi?
Semiyun: Konu sandığınızdan çok daha yüksek boyutları ihtiva etmektedir. Önce 8. boyutun ne manaya geldiğini idrak etmeniz gerekir ki, bu mümkün değildir. Ama yinede olay; taşınan maddenin özelliklerine dayalı olarak yapılan bir aktarım işlemidir. Elbette ki 8. boyuttaki madde sizin düşündüğünüz maddeden oldukça farklıdır. Aslına bakarsanız bu boyutta maddeden söz etmek biraz abes olur. Ama yine de o boyutta madde diye nitelendirilebilecek yapılaşma vardır. Ama sizin düşündüğünüz madde ile onun bir kıyaslamasını dahi yapmak mümkün değildir. İşte biz fiziki kainattaki maddelerin bu özelliğinden yararlanarak içindeki, yine kendi özelliğinden sizin bugün bulmadığınız , keşfedemediğiniz özelliğinden yararlanarak gemimizi 8. boyuta çıkartıp orada kullanabiliyoruz. Ve inanınız ki, bu hal içinde gemimiz de, oradaki insanlar da kendi fonksiyonlarını kaybetmemektedirler. Ama gemimiz adeta oradaki maddenin özelliklerini taşır hale gelmektedir. Bunun aksi düşünülemez
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta Uygarlığı

Agarta Uygarlığı

"Shambhala" (Şambala), "Dünyanın Kalbi", "Yüce Ülke", "Bilgeler Ülkesi" gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir organizasyondur.

Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikâmet yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir.

Agarta, dünya insanlığının tekamülünde sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi'ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta'nın lideri, Dünya'yı sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi'nin fizik alemdeki temsilcisidir.

1912'de Müslüman olduktan sonra Abdülvahid Yahya adını alan; ezoterik, okült ve mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür ve yazar Rene Guenon'a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, O'nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivlerinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada 'inisiyasyon'dan da geçmiştir.

Agarta'nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve mağaralarda etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür.

Rene Guenon'a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta'nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta ve Dabbet'ül-Arz İlişkisi

Agarta ve Dabbet'ül-Arz İlişkisi
Genel olarak bilindiği kadarıyla Agarta; "Şamballa" (Shambhala), "Dünyanın Kalbi", "Yüce Ülke", "Bilgeler Ülkesi" gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir organizasyondur.

Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir.

Agarta, dünya insanlığının tekamülünde sorumluluk sahibidir. İlâhî Hiyerarşi'ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta'nın lideri, Dünya'yı sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi'nin fizik alemdeki temsilcisidir.

1912'de Müslüman olduktan sonra Abdülvâhid Yahya adını alan; ezoterik, okült ve mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür ve yazar Rene Guenon'a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, O'nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivlerinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Hz.Musa, Hz.İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada "inisiyasyon"dan da geçmiştir.

Agarta'nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve mağaralarda etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar'la ilişki içinde oldukları ileri sürülür.

Rene Guenon'a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta'nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.

Agarta'nın ne olduğuna ilişkin en yaygın, Internet ve ansiklopedik kaynaklarda kullanılan tanım, 'Tibet ve Orta-Asya tradisyonlarında sözü edilen, Asya'daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yer altı Organizasyonu'dur.

Ancak bu tanım, ivedilikle not düşülmeli ki, 'Agarta'yı anlamak ve çözmek için tamamıyla yetersiz. Ne bu kadar basit ne de bu denli sığ. Ancak bir açılış tanımı olarak kullanılabilir.

Günümüze değin "Agarta"nın ne olduğunu inceleyen bir çok yayın ve yazar bulunuyor. Bunlar içinde en ünlüleri ve kaynak olarak en itibar edilenleri üç tane. Bunları meraklıları için öncelikli olarak-konunun daha başında-yazalım. Saint-Yves d'Alveydre, Ferdinand Ossendowsky ve René Guénon.

Agartha kelimesi; "Agharta" ve "Agarthi" olarak da kullanılabiliyor. Agarta veya Agarti sözcükleri, Sanskritçe'de "ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği" anlamlarına gelmekte.

Bir de "Şamballa" (Shambalah) kelimesi var. Bunu da söylemek gerekiyor ki, meraklıları için şaşırtıcı olmasın.

Kimi kaynak ve kişilere göre Şamballa, Agarta'ya karşıt olarak kurulmuş, gizli bir menfi merkez. Ancak genel ve yaygın kanı, Şamballa'nın Agarta'nın bir diğer adı olduğu.

Agarta ismi, ilk kez "Saint-Yves d'Alveydre" tarafından kullanmış. d'Alveydre, bir simyacı. Metalleri altın ve gümüşe dönüştürme formülleri düzenlemiş. Martinist tarikatının (Tours piskoposu Aziz Martin (MS.. 316-397) tarafından kurulmuş tarikat) mürşitlerinden. Topluluğun bir diğer adının, "yeşil adamlar topluğu" olduğu da kayıtlar da mevcut.

Agarta'nın sembolü: Gamalı haç! Agarta'nın hakimi, "dünyanın kralı" rütbesini taşıyor. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral bulunuyor. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır.

Bu sembol, Mu 'dan kaynaklanıyor. Güneşi ifade eden kadim bir sembol. Dünyanın en eski sembollerinden biri sayılıyor. Bu haç, yaradılışın dört kuvvetini ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Zamanla "yönü çevrilerek" II. Dünya savaşında Nazilerin kullandıkları haline gelecektir.
Mu ve Atlantis Bu teknik; ama açıklayıcı tanımlamalardan sonra Agarta'yı biraz daha açmaya başlayalım. Bir başka tanım, Agarta'nın 'Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp dağ ve mağara içlerine çekilmiş' bir grup olduğunu ileri sürüyor.

Bu açıklama da Agarta ile ilgili yaygın bilgiler arasında. Neredeyse "mutabakatla kabul edilmiş" bir yaklaşım.

Buradan Agarta ile ilgili ilk ve en bilinen "tartışma" konusuna gelebiliriz. Agarta'nın "bir yeraltı ülkesi"ni veya "gizli bir dernek (oluşum)"mu olduğuna ilişkin bir tartışma bulunuyor.

Agarta üzerindeki hemen tüm çalışmalarda bu ayrışmaya rastlanıyor. Ancak ortak nokta, bir "gizlilik" olduğu yönünde. Yani ister "yer altı" olsun ister "örgüt, dernek, oluşum"; gizlilik var.

Burada bir uzlaşma noktası da zamanla ortaya çıkmış. Her ikisinde de doğruluk payı olduğu varsayılıyor.
Agarta'nın adamları kim, misyonu ne? Peki Agarta ne yapar? Amacı nedir? Kimlerden oluşur? Burada kesin yargılarla ayrışan bir farklı okuma yok. Değişik 'görev' tanımları varsa da genel olarak amaç ve araçlar belli. Agarta, 'sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spiritüel ilhama (illumination/aydınlanma/ışık) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşuyor'.

Saint-Yves d'Alveydre'den sonra Agarta isminin ilgi çeken biçimde sunuluşu, Fransız konsolosu olan Jacoliot'un "Hint'teki Tevrat' adlı eserinde ve teozofinin kurucusu H. P. Blavatsky'in "Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis" adlı eserinde oluyor.

Bundan sonra en bilinen ve en sık gönderme yapılan 'Rene Guenon' oluyor ve "Dünyanın Kralı" adlı çalışmasıyla Agarta hakkında en geniş bilgileri kamuoyuna veriyor.
'Öteye Ait Zekâların Oğulları' Nerede? Peki Agarta nerede? Agartalılar nerede? Bu konu üzerinde asla mutabakat yok. Hemen her kaynak kendine göre bir adres gösteriyor. Böyle olmakla beraber, 'geniş coğrafi' tanım açısından bir harita çıkarmak mümkün.

Guenon'a göre, çok eski bir tufan bugünkü Gobi bölgesinde çok gelişmiş bir uygarlık yok olmuştur. Burada yaşamakta olan 'spiritüel mürşitler' Himalayaların altında yer almakta olan büyük bir mağara şebekesine sığınmışlar.

Bu tezin bir devamı var. Coğrafi bir tanım verip, siyasi bir bilgiyi de içeriyor. Yukarıda 'Agarta ve Şamballa' ilişkisine değinmiştik. 'Ayrı-rakip' olduklarına ilişkin bilgi burada bulunuyor.

Bu göçten sonra, iki gruba ayrılıyorlar ve "sağ elin yolu' diye anılan grup Agarta'ya, yani dünya hayatından uzak 'murakabe ve mükaşefe'de bulunma ülkesine, "sol elin yolu" diye anılan diğer grup ise 'Şamballa'ya yani kaba güç ülkesine yerleşiyor.

Bir diğer Agarta adresi Ferdinand Ossendowski'den gelmekte. Ossendowski, Bolşevik ihtilaline direnmiş Polonyalı bir bakandır ve başarısız olunca Moğolistan ve Çin'e kaçmıştır.

Sığındığı bir Lama manastırında kendisine, 'altı bin yıldan fazla bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir halkıyla bir mağarada kayıplara karıştığı, ve yitik bir bilim yardımıyla, Agarti adlı yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmış. Ossendowski bu bilgileri 1924'de yayınladığı "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" kitabında derlemiş.
Agarta'ya katılım şartları! 'Agartalı olmak', günümüz değerleriyle pek mümkün gözükmemekte. Kut Humi'ye göre, "Agarta'ya girmek, katılmak, atanmak, seçilmek' söz konusu değil; 'Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünkü beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak spiritüel bilimdir.'

Yani Agartalılık; Yogiler'e veya ilk İbranilerdeki "semavî insana" özgü en derini hal ile mümkün. 'Agartalılar dünya sakinlerinin şuurlarında genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin spiritüel anlamda ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktalar'.

Naziler-Hitler ve Agarta' Agarta'nın nerede bulunduğuna ilişkin bir diğer adres ise bize oldukça yakın. Kapadokya. Bölgenin yer altı dehlizleriyle bilinen mimarisi ipucu oluşturuyor. Geniş ve büyük tüneller yapısı bölgeyi Agarta'nın olası adresi haline getirmiş.

Tabii bu da bir iddia. Zaten Agarta'ya ilişkin tüm bilgiler çeşitli ve renkli iddialara dayanıyor. Tünellerin kaynağı Daniken gibi araştırmacılar tarafından uzay uygarlıkları olarak gösterirken, bazıları Atlantis ve Mu kıtalarının batışlarından sonra kurtulan kimseler olarak gösteriliyor.

Elbette bu iddiaların en büyüğü, Agartha sakinlerinin insanlarla çok az iletişim kurarak günümüze kadar yaşadıklarıdır.

Popüler ve çok ilginç hatta inanılası bilgiler içeren yakın tarihli söylencelerin başında ise Adolf Hitler'in, Agarta rahipleri tarafından yönlendirilen bir medyum olduğudur. Bu nedenle bir çok araştırmacı Agarta ile ilgili konulara Naziler ve Hitler ile başlanmasını önerir.
Dabbe'tül Arz yeraltında değil mi? Bazı kaynaklarda, Agarta(lıların) dünyayla iç içe yaşadığı, ancak 4. boyutta olduğu için görünmediği söyleniyor. Göründükleri zaman dilimi ise 'kıyametle' ilişkilendiriliyor.

'Bizlerin şu an göremediği, ancak iç içe yaşadığımız, bu Medeniyet Mensupları (Agartha) dünya insanlarının dördüncü boyuta geçişi sürecinde onları karşılayacak, kendilerini tanıtacak ve insanlara bilgi aktaracaklardır. Kuran'ın Neml Suresi'nde bahsedilen Dabbetül Arz, yani 'yerden çıkacak' ve hakikatleri anlatacak olan canlı varlıklar, bu medeniyetlerin mensupları olan varlıklardır'

Agarta, popüler kültüre de defalarca konu olmuş bir figür; Umberto Eco, 'Foucault'nun Sarkacı' kitabında Agarta'dan bahseder. Abel Posse'nin meşhur romanının ismi: 'El viajero de Agartha'dır. 'Agarta: Hollow Earth' adıyla bir bilgisayar oyunu da var. Bir başka meşhur oyun 'Final Fantasy IV'te de Agarta şehrinden cücelerin yaşadığı bir yeraltı ülkesiyle bağlantı kuruluyor. Miles Davis'in bir albümünün adı da Agarta.
 
Üst Alt