ceylannur
Yeni Üyemiz
Ailesine ve yakınlarına karşı tutumu
Dünya hayatına gözlerini açtıktan sonra kendisine senelerce bakan anne-babasının yaratılışı, mümin için üzerinde düşünülüp Allah'a şükredilecek konulardan biridir. Anne ve babası onu yetiştirmek için çok çaba harcamıştır. Bununla birlikte Kuran ahlakını yaşayan bir insan her zaman bir gerçeğin bilincindedir: Anne ve babasını yaratan, onlara merhameti, şefkati ve çocuk sevgisini veren Allah'tır. Allah, aciz bir canlı olarak doğan insanın yetişip kendi kendine yetebilir bir hale gelmesi için anne-babası ile arasında bir sevgi bağı kılmıştır. Bu sevgi bağı ile anne-babası yıllarca bıkmadan, büyük bir zevkle onu büyütmüştür. Ailenin insan yaşamındaki önemini Allah bir ayette şöyle vurgulamaktadır:
Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. "Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır." (Lokman Suresi, 14)
Rabbimiz, anne ve babaya karşı gösterilmesi gereken davranışı da Kuran'da tarif etmektedir. Allah onlara karşı iyilikle davranılmasını emretmiştir:
De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin... (En'am Suresi, 151)
Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik… (Ahkaf Suresi, 15)
Mümin, işte bu ayetlerdeki hüküm doğrultusunda, anne-babasına karşı hürmet ve saygı gösterir, büyük sevgi besler, hoşnut edici davranışlarda bulunur, her fırsatta güzel sözlerle onların gönüllerini alır. Allah aynı zamanda onlara karşı nasıl bir hassasiyet gösterilmesi gerektiğini de şöyle açıklamıştır:
Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. (İsra Suresi, 23)
Allah bu ayetle bize anne babaya karşı gösterilecek olan merhametin ölçüsünü de vermektedir. Allah "onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle" ifadesiyle müminlere, bu konuda yapılabilecek en ufak bir saygısızlığı ya da merhametsizliği yasaklamıştır. Bu nedenle müminler her dönemde anne ve babalarına karşı son derece hürmetkar, ince düşünceli, hoşgörülü ve itinalı bir tavır içinde olurlar.
Onları rahat ettirmek için ellerinden geleni yaparlar. Saygıda ve merhamette kusur etmemeye çalışırlar. Yaşlılığın getirdiği zorluk ve sıkıntıları göz önünde bulundurur ve onlar henüz dile dahi getirmeden tüm ihtiyaçlarını anlayışla ve şefkatle gidermeye gayret ederler. Hem maddi hem de manevi açıdan bir eksiklik çekmemeleri ve rahatlarının sağlanması için tüm imkanlarını seferber ederler. Ayrıca her ne olursa olsun gönül alıcı ve hürmetkar üsluplarından taviz vermezler.
Ancak tüm bunların yanında müminlerin anne babalarıyla ilgili olarak karşılaşabilecekleri bir başka durum daha söz konusudur. İman eden kimselerin anne babaları kimi zaman inkar yolunu benimsemiş olabilirler. Böyle bir inanç farklılığında müminin göstereceği tavır ise, yine en güzel sözle ve gönül alıcı bir üslupla onları doğru yola davet etmesi olacaktır. Hz. İbrahim'in putlara tapan babasıyla yaptığı konuşmalar bize böyle bir durumda kullanılacak üslup ve gösterilecek tavır konusunda yol göstermektedir:
"Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım. Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır. Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun." (Meryem Suresi, 43-45)
Diğer taraftan bazı insanlar ebeveynlerinin yaşlanarak kuvvetten düştükleri dönemde, yardıma ve ilgiye muhtaç oldukları anlarda onlardan yüz çevirirler. Günümüzde bu kötü tutumun örneklerini yaygın olarak görmek mümkündür. Maddi ve manevi açıdan çok zor durumda olan, evlerinde tek başlarına yaşamaya terk edilen yaşlılar sık sık karşımıza çıkar. Bu konu üzende düşünen bir insan görecektir ki, bu sorunun nedeni Kuran ahlakının yaşanmamasıdır.
Kuran'ı rehber edinen bir kişi anne ve babasının yanı sıra diğer aile bireyleri ve çevresindeki insanlara da merhametli ve şefkatli davranır. Akrabalarını, arkadaşlarını ve diğer yakınlarını Allah'ın dinini ve Kuran ahlakını yaşamaya davet eder. Çünkü Allah "(Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar" (Şuara Suresi, 214) ayetiyle iman edenlere dini anlatmaya yakınlarından başlamalarını emretmiştir.
Nimetler karşısındaki tutumu
Alışkanlığın getirdiği bakış açısını bir kenara koyarak, hikmetli bir biçimde çevrelerini gözlemleyen müminler, algıladıkları herşeyin Allah'tan gelen bir nimet olduğunu kavrarlar. Gözlerinin, kulaklarının, bedenlerinin, yedikleri tüm besinlerin, soludukları temiz havanın, evlerinin, mallarının, imkanlarının, sahip olduklarının, mikroorganizmalardan yıldızlara kadar herşeyin hizmetlerine verildiğini anlarlar. Öyle ki, bu nimetler sayılamayacak kadar çokturlar. "Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız; gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nahl Suresi, 18) ayetinde Rabbimizin bildirdiği gibi, nimetleri sınıflara ayırarak saymak bile mümkün değildir.
Mümin, meşru ölçülerde kendisine sunulan tüm dünya nimetlerinden yararlanır, ama bunlara aldanarak asla Allah'ı, ahireti ve Kuran ahlakına göre yaşamayı unutmaz. Eline ne kadar iyi imkanlar geçerse geçsin (lüks, ihtişam, para, iktidar gibi), bu durum onun gevşemesine, şımarmasına, kibirlenmesine, kısacası Kuran ahlakını terk etmesine sebep olmaz. Çünkü bunların tamamının Allah'tan gelen birer nimet olduğunun ve Allah dilerse bunları geri alabileceğinin farkındadır. Dünyadaki nimetlerin geçici ve sınırlı olduğunu, bu nimetlerle denendiğini, asıllarının ise cennette olduğunu aklından çıkarmaz.
Kuran ahlakını yaşayan bir insan için mal, mülk, mevki gibi dünya nimetleri yalnızca Allah'a yakınlaşması ve şükretmesi için birer vesiledir. Ona göre, geçici bir süre yararlandırıldığını bildiği dünya nimetlerine sahip olmak hiçbir zaman bir amaç değildir. Örneğin, dünya hayatında kullanılabilecek en uzun süreli nimetlerden biri olan bir evin sağlayacağı fayda, insanın ortalama 60-70 yıllık ömrü süresince olacaktır. İnsan, dünya hayatı sona erince, sahip olabilmek için hayatı boyunca çalıştığı, çok sevdiği, değer verdiği evini dünyada bırakıp gidecektir. Açıktır ki ölüm, dünya nimetleri ile insanın arasında kesin bir ayrılık demektir.
Mümin kendisine verilen nimetlerin gerçek ve tek sahibinin Allah olduğunu, bunların yalnızca O'ndan geldiğini bilir. Bu nimetleri var eden Rabbimize gereği gibi şükretmek, memnuniyetini ve minnettarlığını belirtmek için elinden geleni yapar. Sayısız nimete karşılık sözlü ve fiili olarak sürekli bir şükür halinde bulunmaya, Allah'ın nimetlerini anmaya, hatırda tutmaya ve anlatmaya çaba harcar. Bu konudaki bazı ayetler şöyledir:
Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma. Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. (Duha Suresi, 5-11)
"Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikr'in gelmesine mi şaşırdınız? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız." (Araf Suresi, 69)
Bazı kimseler şükretmek için kendilerine çok büyük, çok özel bir nimetin gelmesini ya da çok büyük sorunlarının hallolmasını beklerler. Oysa biraz dikkat edildiğinde, insanın her anının nimet içinde geçtiği görülür. Hayatı, sağlığı, aklı, şuuru, beş duyusu, nefes aldığı hava ve bunlara benzer sayısız nimet kesintisiz bir şekilde her an kendisine sunulmaktadır. Bu nimetlerin ise her biri ayrı bir şükrü gerektirir. Allah'ı anmasında, yaratılış delillerini düşünmesinde eksiklik olan kimseler gaflet içinde oldukları için, bu nimetlerin değerini onlara sahipken bilmez, bunların şükrünü yapmaz, ancak bu nimetler ellerinden alındığı zaman değerlerini anlarlar.
Müminler ise, sahip oldukları her nimet için ne kadar aciz ve muhtaç olduklarını düşünerek daima Allah'a şükrederler. Müminlerin Allah'a şükrettikleri tek nimet zenginlik, mal, mülk değildir. Herşeyin sahibinin ve hakiminin Allah olduğunu bilen müminler sağlıkları, güzellikleri, bilgileri, akılları, imanı sevmeleri, inkarı çirkin görmeleri, hidayet ehli olmaları, tertemiz müminlerle birlikte bulunmaları, anlayış, basiret ve feraset sahibi olmaları, fiziksel ve manevi güçleri dolayısıyla Rabbimize şükrederler. Güzel bir manzara gördüklerinde veya işleri kolay hallolduğunda, istedikleri bir şey gerçekleştiğinde, güzel bir söz işittiklerinde, sevgi ve saygı gördüklerinde ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok nimetle karşılaştıklarında hemen Allah'a şükreder; O'nun merhametini, şefkatini, Rahman ve Rahim olduğunu düşünürler.
Eğer mümin, kendisine verilen nimetlerden dolayı azgınlaşmayacağını, kibirlenip şımarmayacağını yaptığı şükürle, tüm tavır ve konuşmalarıyla Allah'a gösterirse, Allah ona daha fazla nimet verir. Allah'ın Kuran'da verdiği "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir" (İbrahim Suresi, 7) hükmü bunu ifade etmektedir.
Bütün nimetler aynı zamanda insanın dünyadaki imtihanının bir parçasıdır. İman edenler bu nedenle şükretmenin yanında kendilerine verilen nimetleri, mümkün olduğu kadar hayırlı işlerde kullanır, cimrilik ederek yığıp biriktirme arzusu duymazlar. Çünkü, cimrilik ederek yığıp biriktirmek cehennem ehlinin bir özelliğidir. Rabbimiz buna Kuran'da şöyle dikkat çekmektedir:
Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir: Başın derisini kavurup-soyar. Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur. (Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üst üste) yığmakta olanı. Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı. Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar. Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veya cimrilik eder). (Mearic Suresi, 15-21)
Allah "ihtiyaçtan arta kalanı"nın (Bakara Suresi, 219) infak edilmesini emretmektedir. Kuran ahlakının bir gereği olarak, müminler kazançlarından ihtiyaçlarının dışında olan kısmını hayırlı işlerde, Allah yolunda kullanırlar.
Elbette nimetlere karşılık şükür, O'nun verdiği tüm nimetleri yine Allah rızası için kullanmakla olur. Mümin, kendisine verilen herşeyi, Allah'ın emrettiği hayırlı işlerde kullanmakla yükümlüdür. Allah'ın kendisine verdiği maddi imkanların yanı sıra, bedenini de O'nun rızası için, O'nun yolunda çaba göstermek için kullanır ve Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve sürekli nimetlerle donatılmış olan cenneti kazanmayı umut eder:
Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır… (Tevbe Suresi, 111)
Kuran ahlakını yaşayan fertlerden oluşan bir toplumda, yoksulluk, açlık, sefalet ve bu gibi zorlukların ortaya çıkardığı şiddet, kavga, hırsızlık, cinayet gibi çirkin fiiller ortadan kalkar. Böylece Allah'ın izniyle huzur ve refah en üst seviyeye ulaşır.
Güzellikler karşısındaki tutumu
Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin özelliklerinden olduğu için, Allah cenneti hatırlatacak, müminin cennete kavuşma arzusunu ve heyecanını artıracak nimetlerin benzerlerini bu dünyada da onlara sunmaya başlar.
Durmaksızın akan ırmaklardan görkemli mekanlara, çarpıcı güzellikteki bahçelerden insanların fiziki güzelliğine, estetik yapılardan göz alıcı sanat eserlerine kadar kadar bütün nimetler Allah'ın insanlara bir lütfudur. Dünya hayatında bu nimetlerin her birinin yaratılışının hikmeti vardır. Müminler yeryüzündeki bütün güzellikleri, asıllarının birer benzeri, numunesi ve müjdecisi olarak değerlendirirler. Allah Kuran'da iman edenleri şu şekilde müjdeler:
(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
Her ne kadar ahiretteki nimetler dünyadakilere benzer olsalar da, gerçeklik ve süreklilik bakımından dünyadakilerle kıyaslanmayacak kadar üstündürler. Allah cenneti kusursuz bir şekilde yaratmış ve güzellikleri kat kat artırılmış nimetlerle donatmıştır. Kuran ahlakına sahip bir insan, gördüğü her güzelliğin cennetteki üstün yaratılışını ve muhteşemliğini düşünür. Gökyüzüne baktığında, "eni göklerle yer kadar olan" (Al-i İmran Suresi, 133) cennetin büyüklüğünü; güzel meskenler gördüğünde, "altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşkleri"ni (Ankebut Suresi, 58); göz kamaştıran mücevherler gördüğünde, "altından bileziklerle ve incilerle" (Fatır Suresi, 33) oluşturulan cennet takılarını; şık ve zarif giysilerle karşılaştığında, "hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan" (Kehf Suresi, 31) yapılmış cennet elbiselerini; lezzetli yiyecek ve içecekler tattığında, cennette "içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar" (Muhammed Suresi, 15) olduğunu; etkileyici bahçeler gördüğünde, "alabildiğine yemyeşil" (Rahman Suresi, 64) cennet bahçelerini; estetik mobilyalar karşısında, cennetteki "özenle işlenmiş mücevher tahtları" (Vakıa Suresi, 15) düşünür. Bu düşünceleri sebebiyle de sahip olsun ya da olmasın dünyadaki bütün güzellikler iman eden bir insan için büyük bir zevk kaynağı ve şükür vesilesidir. Aynı zamanda cennet özlemini ve çabasını artıracak önemli bir şevk kaynağıdır.
Kuran ahlakını yaşayan bir mümin kendisinden daha güzel veya daha zengin olan birini kıskanmaz; ona sahip olduklarından dolayı öfkelenmez. Söz gelimi, birçok insan gibi gösterişli bir ev sahibi olamadığı için hayıflanmaz. Çünkü müminin hayatının temel gayelerinden biri, geçici bir süre değil, sonsuza kadar bu güzelliklere sahip olmaktır. Sürekli olan ise, asıl yurt olan ahirettedir. Buna Allah Kuran'da, "Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler" (Tevbe Suresi, 21) ayetiyle dikkat çekmektedir.
Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar ise, ahiretin asıl yurt olduğunu göz ardı ederek, dünya nimetlerine tutku ile bağlanırlar. Başlıca amaçları adlarından övgüyle söz ettirmek, kendilerince "saygın" ve "önemli" biri olmak, maddi imkanlarını genişletmek ve rahat bir hayat yaşamaktır. Hayatları boyunca geçici, önemsiz ve aldatıcı dünya değerlerinin peşinde koşturup dururlar. Kendilerinin sahip olamadığı güzellikleri görmek ise sadece kıskançlıklarını, hırslarını ve üzüntülerini artırır. Örneğin kendilerine ait olmayan güzel ve gösterişli bir evde bulunmaktan zevk alamazlar. Zihinlerini sürekli "Niye ben bu kadar zengin değilim?", "Niye benim böyle güzel bir evim yok?" gibi sorularla meşgul ederler. Dünya üzerindeki güzel olan şeyler bu insanlar için genelde bir sıkıntı kaynağıdır; çünkü onlar güzelliklerden zevk alabilmek için mutlaka onlara sahip olmaları gerektiğini düşünürler.
Oysa Kuran ahlakını yaşayanlar, sahip olsalar da olmasalar da güzelliklerden zevk almayı bilirler. Örneğin, imani şuura sahip bir insan imtihanı gereği zenginlere özgü ortamlarda yaşamıyor, böyle ortamlarda bulunamıyor, hatta böyle ortamları hiç görmüyor da olabilir. Ancak içinde bulunduğu bu durumun mutlaka bir hikmeti olduğunun bilincindedir. Çünkü müminin Allah'ın yaratışındaki güzellikleri görmesi ya da fark etmesi için mutlaka oralarda bulunması gerekmez. Mümin, feraseti ve basireti ile Allah'ın eşsiz yaratış güzelliklerini her yerde ve her an fark eder. Geceleri gökyüzünde yıldızların oluşturduğu ihtişam, bir gülün rengindeki, tasarımındaki, kokusundaki eşsiz güzellik, gün içinde herkesin rastlayabileceği ve takdir edebileceği birkaç örnektir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, müminlerin cennete duydukları özlem, onların çevrelerini cenneti andırır mekanlara dönüştürmelerine neden olur. Cennet, elbette ki her insanın hayal edebildiğinin çok üzerinde sanat eserlerine, dünyada hiçbir insanın erişemeyeceği kusursuzlukta görüntülere, güzelliklere sahip olan bir mekandır. Ancak Kuran ahlakını yaşayan bir Müslüman, dünyada sahip olduğu tüm imkanları kullanarak, çevresini elden geldiğince güzelleştirmeye çalışır. Allah Kuran'da Hz. Süleyman'ın çok üstün bir sanat anlayışına sahip olduğuna dikkat çekmektedir. Hz. Süleyman'ın köşkünde gerçek bir sanat, estetik ve güzellik hakimdir. Süleyman Peygamberin, Allah'ın bir nimeti olan zenginlikten ve ihtişamdan çok zevk aldığına Rabbimiz bir ayette şöyle dikkat çeker:
O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32)
Kendisine büyük makam, büyük mülk ve hakimiyet verilen Hz. Süleyman, sahip olduğu tüm nimetleri Allah'ın yolunda ve O'nun istediği biçimde kullanmıştır. Bu nedenle de Kuran'da övülmüştür. Müminler de Hz. Süleyman ve diğer peygamberleri kendilerine örnek alır, ellerine geçen her türlü nimeti -aynı bu kutlu insanlar gibi- Allah'ın rızasını kazanmak için sarf ederler.
Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. "Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır." (Lokman Suresi, 14)
Rabbimiz, anne ve babaya karşı gösterilmesi gereken davranışı da Kuran'da tarif etmektedir. Allah onlara karşı iyilikle davranılmasını emretmiştir:
De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin... (En'am Suresi, 151)
Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik… (Ahkaf Suresi, 15)
Mümin, işte bu ayetlerdeki hüküm doğrultusunda, anne-babasına karşı hürmet ve saygı gösterir, büyük sevgi besler, hoşnut edici davranışlarda bulunur, her fırsatta güzel sözlerle onların gönüllerini alır. Allah aynı zamanda onlara karşı nasıl bir hassasiyet gösterilmesi gerektiğini de şöyle açıklamıştır:
Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. (İsra Suresi, 23)
Allah bu ayetle bize anne babaya karşı gösterilecek olan merhametin ölçüsünü de vermektedir. Allah "onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle" ifadesiyle müminlere, bu konuda yapılabilecek en ufak bir saygısızlığı ya da merhametsizliği yasaklamıştır. Bu nedenle müminler her dönemde anne ve babalarına karşı son derece hürmetkar, ince düşünceli, hoşgörülü ve itinalı bir tavır içinde olurlar.
Onları rahat ettirmek için ellerinden geleni yaparlar. Saygıda ve merhamette kusur etmemeye çalışırlar. Yaşlılığın getirdiği zorluk ve sıkıntıları göz önünde bulundurur ve onlar henüz dile dahi getirmeden tüm ihtiyaçlarını anlayışla ve şefkatle gidermeye gayret ederler. Hem maddi hem de manevi açıdan bir eksiklik çekmemeleri ve rahatlarının sağlanması için tüm imkanlarını seferber ederler. Ayrıca her ne olursa olsun gönül alıcı ve hürmetkar üsluplarından taviz vermezler.
Ancak tüm bunların yanında müminlerin anne babalarıyla ilgili olarak karşılaşabilecekleri bir başka durum daha söz konusudur. İman eden kimselerin anne babaları kimi zaman inkar yolunu benimsemiş olabilirler. Böyle bir inanç farklılığında müminin göstereceği tavır ise, yine en güzel sözle ve gönül alıcı bir üslupla onları doğru yola davet etmesi olacaktır. Hz. İbrahim'in putlara tapan babasıyla yaptığı konuşmalar bize böyle bir durumda kullanılacak üslup ve gösterilecek tavır konusunda yol göstermektedir:
"Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım. Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır. Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun." (Meryem Suresi, 43-45)
Diğer taraftan bazı insanlar ebeveynlerinin yaşlanarak kuvvetten düştükleri dönemde, yardıma ve ilgiye muhtaç oldukları anlarda onlardan yüz çevirirler. Günümüzde bu kötü tutumun örneklerini yaygın olarak görmek mümkündür. Maddi ve manevi açıdan çok zor durumda olan, evlerinde tek başlarına yaşamaya terk edilen yaşlılar sık sık karşımıza çıkar. Bu konu üzende düşünen bir insan görecektir ki, bu sorunun nedeni Kuran ahlakının yaşanmamasıdır.
Kuran'ı rehber edinen bir kişi anne ve babasının yanı sıra diğer aile bireyleri ve çevresindeki insanlara da merhametli ve şefkatli davranır. Akrabalarını, arkadaşlarını ve diğer yakınlarını Allah'ın dinini ve Kuran ahlakını yaşamaya davet eder. Çünkü Allah "(Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar" (Şuara Suresi, 214) ayetiyle iman edenlere dini anlatmaya yakınlarından başlamalarını emretmiştir.
Kuran ahlakının tam anlamıyla yaşandığı bir aile ortamında sürekli bir huzur ve sevinç hakimdir. Günümüzün dejenere olmuş bazı ailelerinde görülen bağırma, çağırma, saygısız üslup ve konuşmalar mümin topluluğunun arasında asla olmaz. Herkes aile bireyleriyle birarada bulunmaktan büyük zevk alır. Çocuklar anne babalarına saygı duyar ve onları gönülden severler. Aileler çocuklarını Allah'ın bir emaneti olarak görür ve korurlar. Aile denilince akla sıcaklık, sevgi, güven, dayanışma gelir. Ama tekrar belirtmekte yarar var ki, bu mükemmel ortama ancak din ahlakının tam, eksiksiz ve samimi olarak yaşanmasıyla, Allah korkusu ve sevgisine sahip olmakla ulaşılabilir.
Nimetler karşısındaki tutumu
Alışkanlığın getirdiği bakış açısını bir kenara koyarak, hikmetli bir biçimde çevrelerini gözlemleyen müminler, algıladıkları herşeyin Allah'tan gelen bir nimet olduğunu kavrarlar. Gözlerinin, kulaklarının, bedenlerinin, yedikleri tüm besinlerin, soludukları temiz havanın, evlerinin, mallarının, imkanlarının, sahip olduklarının, mikroorganizmalardan yıldızlara kadar herşeyin hizmetlerine verildiğini anlarlar. Öyle ki, bu nimetler sayılamayacak kadar çokturlar. "Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız; gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nahl Suresi, 18) ayetinde Rabbimizin bildirdiği gibi, nimetleri sınıflara ayırarak saymak bile mümkün değildir.
Mümin, meşru ölçülerde kendisine sunulan tüm dünya nimetlerinden yararlanır, ama bunlara aldanarak asla Allah'ı, ahireti ve Kuran ahlakına göre yaşamayı unutmaz. Eline ne kadar iyi imkanlar geçerse geçsin (lüks, ihtişam, para, iktidar gibi), bu durum onun gevşemesine, şımarmasına, kibirlenmesine, kısacası Kuran ahlakını terk etmesine sebep olmaz. Çünkü bunların tamamının Allah'tan gelen birer nimet olduğunun ve Allah dilerse bunları geri alabileceğinin farkındadır. Dünyadaki nimetlerin geçici ve sınırlı olduğunu, bu nimetlerle denendiğini, asıllarının ise cennette olduğunu aklından çıkarmaz.
Kuran ahlakını yaşayan bir insan için mal, mülk, mevki gibi dünya nimetleri yalnızca Allah'a yakınlaşması ve şükretmesi için birer vesiledir. Ona göre, geçici bir süre yararlandırıldığını bildiği dünya nimetlerine sahip olmak hiçbir zaman bir amaç değildir. Örneğin, dünya hayatında kullanılabilecek en uzun süreli nimetlerden biri olan bir evin sağlayacağı fayda, insanın ortalama 60-70 yıllık ömrü süresince olacaktır. İnsan, dünya hayatı sona erince, sahip olabilmek için hayatı boyunca çalıştığı, çok sevdiği, değer verdiği evini dünyada bırakıp gidecektir. Açıktır ki ölüm, dünya nimetleri ile insanın arasında kesin bir ayrılık demektir.
Mümin kendisine verilen nimetlerin gerçek ve tek sahibinin Allah olduğunu, bunların yalnızca O'ndan geldiğini bilir. Bu nimetleri var eden Rabbimize gereği gibi şükretmek, memnuniyetini ve minnettarlığını belirtmek için elinden geleni yapar. Sayısız nimete karşılık sözlü ve fiili olarak sürekli bir şükür halinde bulunmaya, Allah'ın nimetlerini anmaya, hatırda tutmaya ve anlatmaya çaba harcar. Bu konudaki bazı ayetler şöyledir:
Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma. Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. (Duha Suresi, 5-11)
"Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikr'in gelmesine mi şaşırdınız? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız." (Araf Suresi, 69)
Bazı kimseler şükretmek için kendilerine çok büyük, çok özel bir nimetin gelmesini ya da çok büyük sorunlarının hallolmasını beklerler. Oysa biraz dikkat edildiğinde, insanın her anının nimet içinde geçtiği görülür. Hayatı, sağlığı, aklı, şuuru, beş duyusu, nefes aldığı hava ve bunlara benzer sayısız nimet kesintisiz bir şekilde her an kendisine sunulmaktadır. Bu nimetlerin ise her biri ayrı bir şükrü gerektirir. Allah'ı anmasında, yaratılış delillerini düşünmesinde eksiklik olan kimseler gaflet içinde oldukları için, bu nimetlerin değerini onlara sahipken bilmez, bunların şükrünü yapmaz, ancak bu nimetler ellerinden alındığı zaman değerlerini anlarlar.
Müminler ise, sahip oldukları her nimet için ne kadar aciz ve muhtaç olduklarını düşünerek daima Allah'a şükrederler. Müminlerin Allah'a şükrettikleri tek nimet zenginlik, mal, mülk değildir. Herşeyin sahibinin ve hakiminin Allah olduğunu bilen müminler sağlıkları, güzellikleri, bilgileri, akılları, imanı sevmeleri, inkarı çirkin görmeleri, hidayet ehli olmaları, tertemiz müminlerle birlikte bulunmaları, anlayış, basiret ve feraset sahibi olmaları, fiziksel ve manevi güçleri dolayısıyla Rabbimize şükrederler. Güzel bir manzara gördüklerinde veya işleri kolay hallolduğunda, istedikleri bir şey gerçekleştiğinde, güzel bir söz işittiklerinde, sevgi ve saygı gördüklerinde ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok nimetle karşılaştıklarında hemen Allah'a şükreder; O'nun merhametini, şefkatini, Rahman ve Rahim olduğunu düşünürler.
Eğer mümin, kendisine verilen nimetlerden dolayı azgınlaşmayacağını, kibirlenip şımarmayacağını yaptığı şükürle, tüm tavır ve konuşmalarıyla Allah'a gösterirse, Allah ona daha fazla nimet verir. Allah'ın Kuran'da verdiği "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir" (İbrahim Suresi, 7) hükmü bunu ifade etmektedir.
Bütün nimetler aynı zamanda insanın dünyadaki imtihanının bir parçasıdır. İman edenler bu nedenle şükretmenin yanında kendilerine verilen nimetleri, mümkün olduğu kadar hayırlı işlerde kullanır, cimrilik ederek yığıp biriktirme arzusu duymazlar. Çünkü, cimrilik ederek yığıp biriktirmek cehennem ehlinin bir özelliğidir. Rabbimiz buna Kuran'da şöyle dikkat çekmektedir:
Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir: Başın derisini kavurup-soyar. Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur. (Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üst üste) yığmakta olanı. Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı. Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar. Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veya cimrilik eder). (Mearic Suresi, 15-21)
Elbette nimetlere karşılık şükür, O'nun verdiği tüm nimetleri yine Allah rızası için kullanmakla olur. Mümin, kendisine verilen herşeyi, Allah'ın emrettiği hayırlı işlerde kullanmakla yükümlüdür. Allah'ın kendisine verdiği maddi imkanların yanı sıra, bedenini de O'nun rızası için, O'nun yolunda çaba göstermek için kullanır ve Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve sürekli nimetlerle donatılmış olan cenneti kazanmayı umut eder:
Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır… (Tevbe Suresi, 111)
Kuran ahlakını yaşayan fertlerden oluşan bir toplumda, yoksulluk, açlık, sefalet ve bu gibi zorlukların ortaya çıkardığı şiddet, kavga, hırsızlık, cinayet gibi çirkin fiiller ortadan kalkar. Böylece Allah'ın izniyle huzur ve refah en üst seviyeye ulaşır.
Güzellikler karşısındaki tutumu
Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin özelliklerinden olduğu için, Allah cenneti hatırlatacak, müminin cennete kavuşma arzusunu ve heyecanını artıracak nimetlerin benzerlerini bu dünyada da onlara sunmaya başlar.
Durmaksızın akan ırmaklardan görkemli mekanlara, çarpıcı güzellikteki bahçelerden insanların fiziki güzelliğine, estetik yapılardan göz alıcı sanat eserlerine kadar kadar bütün nimetler Allah'ın insanlara bir lütfudur. Dünya hayatında bu nimetlerin her birinin yaratılışının hikmeti vardır. Müminler yeryüzündeki bütün güzellikleri, asıllarının birer benzeri, numunesi ve müjdecisi olarak değerlendirirler. Allah Kuran'da iman edenleri şu şekilde müjdeler:
(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
Her ne kadar ahiretteki nimetler dünyadakilere benzer olsalar da, gerçeklik ve süreklilik bakımından dünyadakilerle kıyaslanmayacak kadar üstündürler. Allah cenneti kusursuz bir şekilde yaratmış ve güzellikleri kat kat artırılmış nimetlerle donatmıştır. Kuran ahlakına sahip bir insan, gördüğü her güzelliğin cennetteki üstün yaratılışını ve muhteşemliğini düşünür. Gökyüzüne baktığında, "eni göklerle yer kadar olan" (Al-i İmran Suresi, 133) cennetin büyüklüğünü; güzel meskenler gördüğünde, "altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşkleri"ni (Ankebut Suresi, 58); göz kamaştıran mücevherler gördüğünde, "altından bileziklerle ve incilerle" (Fatır Suresi, 33) oluşturulan cennet takılarını; şık ve zarif giysilerle karşılaştığında, "hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan" (Kehf Suresi, 31) yapılmış cennet elbiselerini; lezzetli yiyecek ve içecekler tattığında, cennette "içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar" (Muhammed Suresi, 15) olduğunu; etkileyici bahçeler gördüğünde, "alabildiğine yemyeşil" (Rahman Suresi, 64) cennet bahçelerini; estetik mobilyalar karşısında, cennetteki "özenle işlenmiş mücevher tahtları" (Vakıa Suresi, 15) düşünür. Bu düşünceleri sebebiyle de sahip olsun ya da olmasın dünyadaki bütün güzellikler iman eden bir insan için büyük bir zevk kaynağı ve şükür vesilesidir. Aynı zamanda cennet özlemini ve çabasını artıracak önemli bir şevk kaynağıdır.
Kuran ahlakını yaşayan bir mümin kendisinden daha güzel veya daha zengin olan birini kıskanmaz; ona sahip olduklarından dolayı öfkelenmez. Söz gelimi, birçok insan gibi gösterişli bir ev sahibi olamadığı için hayıflanmaz. Çünkü müminin hayatının temel gayelerinden biri, geçici bir süre değil, sonsuza kadar bu güzelliklere sahip olmaktır. Sürekli olan ise, asıl yurt olan ahirettedir. Buna Allah Kuran'da, "Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler" (Tevbe Suresi, 21) ayetiyle dikkat çekmektedir.
Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar ise, ahiretin asıl yurt olduğunu göz ardı ederek, dünya nimetlerine tutku ile bağlanırlar. Başlıca amaçları adlarından övgüyle söz ettirmek, kendilerince "saygın" ve "önemli" biri olmak, maddi imkanlarını genişletmek ve rahat bir hayat yaşamaktır. Hayatları boyunca geçici, önemsiz ve aldatıcı dünya değerlerinin peşinde koşturup dururlar. Kendilerinin sahip olamadığı güzellikleri görmek ise sadece kıskançlıklarını, hırslarını ve üzüntülerini artırır. Örneğin kendilerine ait olmayan güzel ve gösterişli bir evde bulunmaktan zevk alamazlar. Zihinlerini sürekli "Niye ben bu kadar zengin değilim?", "Niye benim böyle güzel bir evim yok?" gibi sorularla meşgul ederler. Dünya üzerindeki güzel olan şeyler bu insanlar için genelde bir sıkıntı kaynağıdır; çünkü onlar güzelliklerden zevk alabilmek için mutlaka onlara sahip olmaları gerektiğini düşünürler.
Oysa Kuran ahlakını yaşayanlar, sahip olsalar da olmasalar da güzelliklerden zevk almayı bilirler. Örneğin, imani şuura sahip bir insan imtihanı gereği zenginlere özgü ortamlarda yaşamıyor, böyle ortamlarda bulunamıyor, hatta böyle ortamları hiç görmüyor da olabilir. Ancak içinde bulunduğu bu durumun mutlaka bir hikmeti olduğunun bilincindedir. Çünkü müminin Allah'ın yaratışındaki güzellikleri görmesi ya da fark etmesi için mutlaka oralarda bulunması gerekmez. Mümin, feraseti ve basireti ile Allah'ın eşsiz yaratış güzelliklerini her yerde ve her an fark eder. Geceleri gökyüzünde yıldızların oluşturduğu ihtişam, bir gülün rengindeki, tasarımındaki, kokusundaki eşsiz güzellik, gün içinde herkesin rastlayabileceği ve takdir edebileceği birkaç örnektir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, müminlerin cennete duydukları özlem, onların çevrelerini cenneti andırır mekanlara dönüştürmelerine neden olur. Cennet, elbette ki her insanın hayal edebildiğinin çok üzerinde sanat eserlerine, dünyada hiçbir insanın erişemeyeceği kusursuzlukta görüntülere, güzelliklere sahip olan bir mekandır. Ancak Kuran ahlakını yaşayan bir Müslüman, dünyada sahip olduğu tüm imkanları kullanarak, çevresini elden geldiğince güzelleştirmeye çalışır. Allah Kuran'da Hz. Süleyman'ın çok üstün bir sanat anlayışına sahip olduğuna dikkat çekmektedir. Hz. Süleyman'ın köşkünde gerçek bir sanat, estetik ve güzellik hakimdir. Süleyman Peygamberin, Allah'ın bir nimeti olan zenginlikten ve ihtişamdan çok zevk aldığına Rabbimiz bir ayette şöyle dikkat çeker:
O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32)
Kendisine büyük makam, büyük mülk ve hakimiyet verilen Hz. Süleyman, sahip olduğu tüm nimetleri Allah'ın yolunda ve O'nun istediği biçimde kullanmıştır. Bu nedenle de Kuran'da övülmüştür. Müminler de Hz. Süleyman ve diğer peygamberleri kendilerine örnek alır, ellerine geçen her türlü nimeti -aynı bu kutlu insanlar gibi- Allah'ın rızasını kazanmak için sarf ederler.