MURATS44
Özel Üye
Güneş’in, yedi rengi ile evimizin camını aydınlattığını ve ısıttığını düşünüyoruz. Şimdi, eğer camımızı aydınlatan Güneş’i inkâr edersek, acaba neyi kabul etmek zorunda kalırız? Bir Güneş’in, vücudu ve hakikati ile birlikte camın içinde bulunduğunu kabul etmek zorunda kalırız…
Zira ortada bir ışık ve sıcaklık vardır. O hâlde bu ışığa ve sıcaklığa sahip olacak bir Güneş gerekmektedir. Eğer Güneş yok farz edilir ve camda görünen ışığın ve hararetin kaynağı olarak Güneş kabul edilmezse; o zaman bu ışık ve hararetin camın kendi malı olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Çünkü ortada bir ışık ve sıcaklık vardır. Bunların muhakkak bir sahibi ve maliki olmalıdır.
Ayrıca, böyle bir ışık ve hararet ancak Güneş büyüklüğündeki bir kaynaktan sudur edebilir. O hâlde gökteki Güneş’i inkâr ettiğimizde, camın içinde hakiki bir Güneş’in varlığını kabul etmek ve “Bu ışık ve hararetin sahibi camın kendisidir.” demek zorunda kalırız.
Güneş’in hadsiz eşyayı ışığı ile aydınlattığı ve harareti ile ısıttığı düşünüldüğünde, gökteki bir tek Güneş’i inkâr etmenin neticesi, hadsiz eşyanın içinde hakiki Güneşlerin varlığını kabul etmek ile neticelenir. Demek, gökteki tek bir Güneş’i kabul edemeyen, Güneş’in ışık ve hararetini kendinde gösteren eşyalar adedince Güneşleri kabul etmek zorunda kalır. Zira ifade ettiğimiz gibi, ortada bir ışık ve hararet vardır, bu da ancak bir Güneş’ten sudur edebilir.
Aynen bu misal gibi, Şems-i ezel ve ebed olan Allah-u Teâlâ da esma-ül hüsnası ile şu âlemi ve âlemdeki her bir eşyayı aydınlatmıştır. Misalimizdeki ışığın ve hararetin kaynaksız olamayacağı gibi, şu âlemde gözüken isimler ve sıfatlar da sahipsiz olamaz. Zira isim müsemmasız, sıfat ise mevsufsuz olamaz. Yani ortada bir isim varsa, muhakkak o isim ile isimlenmiş bir zat olacaktır. Ve yine ortada bir sıfat varsa, muhakkak o sıfatın bir sahibi olmalıdır.
Mesela, yine kalem ile bir kâğıda bir harf çizdiğimizi düşünelim. Bu fiilde ve sayfadaki ‘A’ harfinde şunlar gözükür:
1- Sayfadaki ‘A’ harfinin varlığı yokluğuna tercih edilmiştir. Zira biraz önce o sayfada ‘A’ harfi yokken, şimdi bir ‘A’ harfi vardır. Bir şeyin yokluktan varlığa çıkabilmesi, yani varlığının yokluğuna tercih edilebilmesi için ise kâtibinin ve failinin irade sahibi olması gerekir. İrade sahibi olmalıdır ki, varlığını yokluğuna tercih edebilsin. İradesi ve ihtiyarı olmayan bir failin, sayfadaki ‘A’ harfine kâtip olması ve kâtiplik iddiasında bulunması mümkün değildir. O hâlde ‘A’ harfinin yoktan icadı, irade sahibi bir kâtibi gerektirir.
2- Sayfadaki ‘A’ harfi, alelade bir çizgi değildir. Manası olan sanatlı bir çizgidir. O hâlde sanatkârı ve kâtibi olan zatın ilim sıfatının olması, yani “Âlim” olması gerekir. İlmi olmayanın ve okuma yazma bilmeyenin, mana ifade eden bu ‘A’ harfini yazması mümkün değildir. O hâlde ‘A’ harfinin yoktan icadı, ilim sahibi bir kâtibi gerektirir.
3- Ayrıca bu kâtibin kudret sahibi olması da gerekir. İradesi ve ilmi olsa; ama kudreti ve kuvveti olmasa, mesela felçli olsa ve elini hareket ettiremese, yine bu ‘A’ harfini yazamazdı. İşte ‘A’ harfi, mevcudiyeti ile kâtibinin kudret sahibi bir “Kadir” olduğuna da işaret eder.
4- Yine kâtibinin hayat sahibi olması gerekir. Zira hayatı olmayanın; ilmi, iradesi ve kudreti olamaz. Hayat sahibi olmayan bir taşın yanına bir kalem ve kâğıt koysak ve bir milyon sene onları baş başa bıraksak, sayfada bir ‘A’ harfini göremezsiniz. Demek “A” harfi, varlığı ile kâtibinin “Hayy” (hayat sahibi) olduğuna işaret eder.
Bu misalleri ve ‘A’ harfinin kâtibine yaptığı delaletleri çoğaltabilirsiniz.
Şimdi ‘A’ harfine bir kâtip arayacağız. Eğer biz kâtip olarak, onu çizen insanı inkâr eder ve “Bu ‘A’ harfini bu kalem yaptı.” dersek, o zaman kâtipte bulunması gereken irade, ilim, kudret ve hayat gibi sıfatları kaleme vermek ve “Bu kalem âlimdir, irade sahibidir, kudret sahibidir, hayatı vardır…” gibi bir hezeyanı kabul etmek zorunda kalırız. Çünkü ortada gözüken isim ve sıfatlar vardır. İsim müsemmasız, sıfat ise mevsufsuz olamaz. İşte bu yüzden, harfin kâtibi olarak kim kabul edilirse, kâtipte olması gereken ilim, irade, kudret ve hayat gibi sıfatların da o zatta varlığını kabul etmemiz gerekecektir.
Aynen bunun gibi, kâinat da bir harf ve bir kitaptır. Kâtibi olarak Allah-u Teâlâ kabul edilmezse, bu kitapta gözüken bütün isim ve sıfatları atomlara, sebeplere, tesadüfe, tabiata vermek âdeta onları uluhiyet makamına çıkarmak demektir. Bir Allah’ı aklına sığıştıramadığı için kabul etmeyen adam, zerreler ve atomlar adedince ilahları kabul etmek zorunda kalacaktır.
Dilerseniz bu meseleyi bir misal ile izah ederek anlamaya çalışalım:
Her vakit gözümüz önünde bulutlardan yağan yağmurları temaşa ederiz. Acaba hiç düşündük mü, yağmurun oluşabilmesi için failinde hangi sıfatların bulunması gerekmektedir?
Şimdi bu hadisede gözüken isim ve sıfatlara bakalım:
1- Yağmurun varlığı yokluğuna tercih edilmiştir. Yani yağmur damlaları bir vakit önce yoktu, şimdi ise var. Bir şeyin varlığını yokluğuna tercih edebilmek ancak irade sıfatına sahip olabilmek ile mümkündür. O hâlde yağmuru yapan zatın iradesi olmalıdır. İradesi olmayan, tek bir damlaya sahiplik iddiasında bulunamaz.
2- Yağmurun yapısında iki hidrojen ve bir oksijen vardır. İki hidrojen ve bir oksijeni bir araya getirerek yağmur tanelerini oluşturmak ise ancak nihayetsiz bir ilmin sahibi olmak ile mümkündür. O hâlde yağmuru yapan zatın ilmi de olmalıdır. İlmi olmayan, tek bir damlaya sahiplik iddiasında bulunamaz.
3- Yağmuru yapabilmek için ayrıca nihayetsiz bir kudrete sahip olmak lazımdır. Zira yakıcı ve yanıcı iki maddeyi birleştirip yangın yerine su icat etmek ancak sonsuz bir kudret ile olabilir. O hâlde yağmuru yapan zatın kudreti de olmalıdır. Kudreti ve kuvveti olmayanın tek bir damlaya sahip olması mümkün değildir.
4- Yağmur tanelerini birbirine çarptırmadan yağdırabilmek ve yağmura saymakla bitmeyecek kadar çok menfaatler takabilmek için hikmet sahibi olmak gerekir. Hikmeti olmayanın tek bir damlayı icat edebilmesi ve yağmura bunca faydaları takabilmesi mümkün değildir. O hâlde yağmuru yapan zatın hikmeti de olmalıdır. Hikmeti olmayanın tek bir damlayı icat etmesi mümkün değildir.
5- Yağmur yaratılırken tek başına ele alınmamış, bütün eşya ile alakaları gözetilmiştir. Mesela, o yağmuru insan ve hayvanlar içer, toprak onunla canlanır ve bitkiler ve ağaçlar onunla hayat bulur. Yani yağmur yaratılırken, tek başına planlanmamış ve bütün eşya ile alakaları düşünülerek onlara fayda sağlayacak bir şekilde yaratılmıştır. Yani yağmuru yaratan zat, hem insanı, hem hayvanatı ve hem de bitkileri bilmelidir ki, onların vücutlarına faydalı bir şekilde yağmuru yaratabilsin. Bu ise bütün eşyayı ihata ile olur. Bütün eşyayı ayna anda ihata edemeyen ve onları göremeyen, yağmuru onlara faydalı kılamaz. O hâlde yağmuru yapan zatın ihatası ve görmesi de olmalıdır. Muhit (ihata edici) ve Basîr (gören) olmayan, tek bir damlaya sahiplik iddiasında bulunamaz.
6- Yağmuru yeryüzü ahalisine göndermek, sonsuz bir rahmetin eseridir. Yeryüzü ahalisine acımayanın ve rahmeti olmayanın yağmuru yaratması mümkün değildir.
O hâlde yağmuru yapan zatın rahmeti olmalıdır. Rahmeti olmayan, tek bir damlaya sahiplik iddiasında bulunamaz.
7- Saydığımız sıfatlara sahip olabilmek için ise ilk önce hayat sahibi olunması gerekir. Zira hayatı olmayanın ne iradesi, ne ilmi, ne kudreti ve ne de diğer sıfatları olamaz.
Yağmurda gözüken daha onlarca isim ve sıfat vardır. “Arife tarif yeter.” sırrınca meseleyi daha uzatmayarak kısa kesiyoruz.
Şimdi bizler, yağmuru yaratabilecek bir fail arayacağız:
Gördük ki, yağmuru yaratan zatın iradesi, ilmi, kudreti, hikmeti, rahmeti, ihatası, görmesi, hayatı gibi daha birçok isim ve sıfatlarının bulunması gerekir. Bu sıfatlara sahip olamayanın, tek bir damlaya sahip olması mümkün değildir. Zira ortada hikmetle yaratılmış yağmur taneleri ve onda gözüken isim ve sıfatlar vardır.
Acaba bu isimler ve sıfatlar kimindir? Biz “Allah’ındır.” diyor ve yağmuru yaratma fiilinin, Allah’ın bir fiili olduğunu ve Allah’tan başka kimsenin bu hikmetli fiile fail olamayacağını kabul ediyoruz.
Eğer biri çıkar ve tersini söyleyerek Allah’ı inkâr ederse, o hâlde “yağmuru yaratmak” fiiline bir fail göstermelidir. Zira ortada bir fiil vardır ve fiiller failsiz olamaz. Ve gösterdiği failde, mezkûr isim ve sıfatların varlığını da kabul etmek zorundadır. Zira bu isim ve sıfatlara sahip olamayanın, yağmuru yağdırma fiilini gerçekleştirmesi ve tek bir damlayı icat etmesi mümkün değildir.
O hâlde yol ikidir: Ya Allah kabul edilerek “yağmuru yaratma” fiili ona isnat edilecek ve bu hadisede gözüken isim ve sıfatların müsemması ve mevsufu olarak Allah kabul edilecek. Ya da fail olarak bulutun kendisi kabul edilerek, yağmurda gözüken mezkûr isim ve sıfatlara, bulutun bizzat kendisinin sahip olduğu iddia edilecektir. Yani mevhum fail olan bulut, Allah’ın sıfatlarına sahip olarak uluhiyet makamına çıkartılacak, âdeta ona ilahlık makamı verilecektir.
Sözün özü: Yağmurda gözüken isim ve sıfatlar vardır. Bu isim ve sıfatların sahipsiz olması mümkün değildir. Allah’ı inkâr eden birisi ilk önce, hayatsız ve kendinden bile haberi olmayan buluta; Allah’ın ilmi kadar bir ilmi, Allah’ın kudreti kadar bir kudreti, Allah’ın hikmeti kadar bir hikmeti, Allah’ın rahmeti kadar bir rahmeti ve Allah’ın sahip olduğu diğer isim ve sıfatları verecek ve daha sonra küfrüne itikat edebilecektir. Bu itikat ile de âdeta bulutu kendisine bir ilah yapacaktır. Zira ilah demek, saydığımız isim ve sıfatlara sahip olan zat demektir. Bu isim ve sıfatları kime verirseniz, ilah olarak da onu kabul etmişsiniz demektir. Nasıl ki misalimizde, Güneş’i inkâr eden kişinin, camın içinde hakiki bir Güneş’in varlığını kabul etmesi gerekiyordu; çünkü bu ışığa sahip olana Güneş denilir. Aynen bunun gibi, cam hükmündeki eşyada tecelli eden isim ve sıfatların sahibi olarak da kimi kabul ediyorsak, bizim ilahımız odur. Çünkü ilah, bu isim ve sıfatların sahibine denir.
Biz sadece yağmura ve onda tecelli eden isim ve sıfatlardan bazılarına baktık. Bir de kâinata bakın ve onda tecelli eden isim ve sıfatları görün! Sonra o isim ve sıfatlara sahip olabilecek bir fail ve sanatkâr bulmaya çalışın! Semalara çıkın, denizlerin dibine dalın, sahralarda gezin, âlemde bakmadığınız hiçbir taşın altı kalmasın! Acaba kâinatta gözüken bu kadar isim ve sıfatlara sahip olabilecek Allah’tan başkasını bulabilecek misiniz?
Zira ortada bir ışık ve sıcaklık vardır. O hâlde bu ışığa ve sıcaklığa sahip olacak bir Güneş gerekmektedir. Eğer Güneş yok farz edilir ve camda görünen ışığın ve hararetin kaynağı olarak Güneş kabul edilmezse; o zaman bu ışık ve hararetin camın kendi malı olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Çünkü ortada bir ışık ve sıcaklık vardır. Bunların muhakkak bir sahibi ve maliki olmalıdır.
Ayrıca, böyle bir ışık ve hararet ancak Güneş büyüklüğündeki bir kaynaktan sudur edebilir. O hâlde gökteki Güneş’i inkâr ettiğimizde, camın içinde hakiki bir Güneş’in varlığını kabul etmek ve “Bu ışık ve hararetin sahibi camın kendisidir.” demek zorunda kalırız.
Güneş’in hadsiz eşyayı ışığı ile aydınlattığı ve harareti ile ısıttığı düşünüldüğünde, gökteki bir tek Güneş’i inkâr etmenin neticesi, hadsiz eşyanın içinde hakiki Güneşlerin varlığını kabul etmek ile neticelenir. Demek, gökteki tek bir Güneş’i kabul edemeyen, Güneş’in ışık ve hararetini kendinde gösteren eşyalar adedince Güneşleri kabul etmek zorunda kalır. Zira ifade ettiğimiz gibi, ortada bir ışık ve hararet vardır, bu da ancak bir Güneş’ten sudur edebilir.
Aynen bu misal gibi, Şems-i ezel ve ebed olan Allah-u Teâlâ da esma-ül hüsnası ile şu âlemi ve âlemdeki her bir eşyayı aydınlatmıştır. Misalimizdeki ışığın ve hararetin kaynaksız olamayacağı gibi, şu âlemde gözüken isimler ve sıfatlar da sahipsiz olamaz. Zira isim müsemmasız, sıfat ise mevsufsuz olamaz. Yani ortada bir isim varsa, muhakkak o isim ile isimlenmiş bir zat olacaktır. Ve yine ortada bir sıfat varsa, muhakkak o sıfatın bir sahibi olmalıdır.
Mesela, yine kalem ile bir kâğıda bir harf çizdiğimizi düşünelim. Bu fiilde ve sayfadaki ‘A’ harfinde şunlar gözükür:
1- Sayfadaki ‘A’ harfinin varlığı yokluğuna tercih edilmiştir. Zira biraz önce o sayfada ‘A’ harfi yokken, şimdi bir ‘A’ harfi vardır. Bir şeyin yokluktan varlığa çıkabilmesi, yani varlığının yokluğuna tercih edilebilmesi için ise kâtibinin ve failinin irade sahibi olması gerekir. İrade sahibi olmalıdır ki, varlığını yokluğuna tercih edebilsin. İradesi ve ihtiyarı olmayan bir failin, sayfadaki ‘A’ harfine kâtip olması ve kâtiplik iddiasında bulunması mümkün değildir. O hâlde ‘A’ harfinin yoktan icadı, irade sahibi bir kâtibi gerektirir.
2- Sayfadaki ‘A’ harfi, alelade bir çizgi değildir. Manası olan sanatlı bir çizgidir. O hâlde sanatkârı ve kâtibi olan zatın ilim sıfatının olması, yani “Âlim” olması gerekir. İlmi olmayanın ve okuma yazma bilmeyenin, mana ifade eden bu ‘A’ harfini yazması mümkün değildir. O hâlde ‘A’ harfinin yoktan icadı, ilim sahibi bir kâtibi gerektirir.
3- Ayrıca bu kâtibin kudret sahibi olması da gerekir. İradesi ve ilmi olsa; ama kudreti ve kuvveti olmasa, mesela felçli olsa ve elini hareket ettiremese, yine bu ‘A’ harfini yazamazdı. İşte ‘A’ harfi, mevcudiyeti ile kâtibinin kudret sahibi bir “Kadir” olduğuna da işaret eder.
4- Yine kâtibinin hayat sahibi olması gerekir. Zira hayatı olmayanın; ilmi, iradesi ve kudreti olamaz. Hayat sahibi olmayan bir taşın yanına bir kalem ve kâğıt koysak ve bir milyon sene onları baş başa bıraksak, sayfada bir ‘A’ harfini göremezsiniz. Demek “A” harfi, varlığı ile kâtibinin “Hayy” (hayat sahibi) olduğuna işaret eder.
Bu misalleri ve ‘A’ harfinin kâtibine yaptığı delaletleri çoğaltabilirsiniz.
Şimdi ‘A’ harfine bir kâtip arayacağız. Eğer biz kâtip olarak, onu çizen insanı inkâr eder ve “Bu ‘A’ harfini bu kalem yaptı.” dersek, o zaman kâtipte bulunması gereken irade, ilim, kudret ve hayat gibi sıfatları kaleme vermek ve “Bu kalem âlimdir, irade sahibidir, kudret sahibidir, hayatı vardır…” gibi bir hezeyanı kabul etmek zorunda kalırız. Çünkü ortada gözüken isim ve sıfatlar vardır. İsim müsemmasız, sıfat ise mevsufsuz olamaz. İşte bu yüzden, harfin kâtibi olarak kim kabul edilirse, kâtipte olması gereken ilim, irade, kudret ve hayat gibi sıfatların da o zatta varlığını kabul etmemiz gerekecektir.
Aynen bunun gibi, kâinat da bir harf ve bir kitaptır. Kâtibi olarak Allah-u Teâlâ kabul edilmezse, bu kitapta gözüken bütün isim ve sıfatları atomlara, sebeplere, tesadüfe, tabiata vermek âdeta onları uluhiyet makamına çıkarmak demektir. Bir Allah’ı aklına sığıştıramadığı için kabul etmeyen adam, zerreler ve atomlar adedince ilahları kabul etmek zorunda kalacaktır.
Dilerseniz bu meseleyi bir misal ile izah ederek anlamaya çalışalım:
Her vakit gözümüz önünde bulutlardan yağan yağmurları temaşa ederiz. Acaba hiç düşündük mü, yağmurun oluşabilmesi için failinde hangi sıfatların bulunması gerekmektedir?
Şimdi bu hadisede gözüken isim ve sıfatlara bakalım:
1- Yağmurun varlığı yokluğuna tercih edilmiştir. Yani yağmur damlaları bir vakit önce yoktu, şimdi ise var. Bir şeyin varlığını yokluğuna tercih edebilmek ancak irade sıfatına sahip olabilmek ile mümkündür. O hâlde yağmuru yapan zatın iradesi olmalıdır. İradesi olmayan, tek bir damlaya sahiplik iddiasında bulunamaz.
2- Yağmurun yapısında iki hidrojen ve bir oksijen vardır. İki hidrojen ve bir oksijeni bir araya getirerek yağmur tanelerini oluşturmak ise ancak nihayetsiz bir ilmin sahibi olmak ile mümkündür. O hâlde yağmuru yapan zatın ilmi de olmalıdır. İlmi olmayan, tek bir damlaya sahiplik iddiasında bulunamaz.
3- Yağmuru yapabilmek için ayrıca nihayetsiz bir kudrete sahip olmak lazımdır. Zira yakıcı ve yanıcı iki maddeyi birleştirip yangın yerine su icat etmek ancak sonsuz bir kudret ile olabilir. O hâlde yağmuru yapan zatın kudreti de olmalıdır. Kudreti ve kuvveti olmayanın tek bir damlaya sahip olması mümkün değildir.
4- Yağmur tanelerini birbirine çarptırmadan yağdırabilmek ve yağmura saymakla bitmeyecek kadar çok menfaatler takabilmek için hikmet sahibi olmak gerekir. Hikmeti olmayanın tek bir damlayı icat edebilmesi ve yağmura bunca faydaları takabilmesi mümkün değildir. O hâlde yağmuru yapan zatın hikmeti de olmalıdır. Hikmeti olmayanın tek bir damlayı icat etmesi mümkün değildir.
5- Yağmur yaratılırken tek başına ele alınmamış, bütün eşya ile alakaları gözetilmiştir. Mesela, o yağmuru insan ve hayvanlar içer, toprak onunla canlanır ve bitkiler ve ağaçlar onunla hayat bulur. Yani yağmur yaratılırken, tek başına planlanmamış ve bütün eşya ile alakaları düşünülerek onlara fayda sağlayacak bir şekilde yaratılmıştır. Yani yağmuru yaratan zat, hem insanı, hem hayvanatı ve hem de bitkileri bilmelidir ki, onların vücutlarına faydalı bir şekilde yağmuru yaratabilsin. Bu ise bütün eşyayı ihata ile olur. Bütün eşyayı ayna anda ihata edemeyen ve onları göremeyen, yağmuru onlara faydalı kılamaz. O hâlde yağmuru yapan zatın ihatası ve görmesi de olmalıdır. Muhit (ihata edici) ve Basîr (gören) olmayan, tek bir damlaya sahiplik iddiasında bulunamaz.
6- Yağmuru yeryüzü ahalisine göndermek, sonsuz bir rahmetin eseridir. Yeryüzü ahalisine acımayanın ve rahmeti olmayanın yağmuru yaratması mümkün değildir.
O hâlde yağmuru yapan zatın rahmeti olmalıdır. Rahmeti olmayan, tek bir damlaya sahiplik iddiasında bulunamaz.
7- Saydığımız sıfatlara sahip olabilmek için ise ilk önce hayat sahibi olunması gerekir. Zira hayatı olmayanın ne iradesi, ne ilmi, ne kudreti ve ne de diğer sıfatları olamaz.
Yağmurda gözüken daha onlarca isim ve sıfat vardır. “Arife tarif yeter.” sırrınca meseleyi daha uzatmayarak kısa kesiyoruz.
Şimdi bizler, yağmuru yaratabilecek bir fail arayacağız:
Gördük ki, yağmuru yaratan zatın iradesi, ilmi, kudreti, hikmeti, rahmeti, ihatası, görmesi, hayatı gibi daha birçok isim ve sıfatlarının bulunması gerekir. Bu sıfatlara sahip olamayanın, tek bir damlaya sahip olması mümkün değildir. Zira ortada hikmetle yaratılmış yağmur taneleri ve onda gözüken isim ve sıfatlar vardır.
Acaba bu isimler ve sıfatlar kimindir? Biz “Allah’ındır.” diyor ve yağmuru yaratma fiilinin, Allah’ın bir fiili olduğunu ve Allah’tan başka kimsenin bu hikmetli fiile fail olamayacağını kabul ediyoruz.
Eğer biri çıkar ve tersini söyleyerek Allah’ı inkâr ederse, o hâlde “yağmuru yaratmak” fiiline bir fail göstermelidir. Zira ortada bir fiil vardır ve fiiller failsiz olamaz. Ve gösterdiği failde, mezkûr isim ve sıfatların varlığını da kabul etmek zorundadır. Zira bu isim ve sıfatlara sahip olamayanın, yağmuru yağdırma fiilini gerçekleştirmesi ve tek bir damlayı icat etmesi mümkün değildir.
O hâlde yol ikidir: Ya Allah kabul edilerek “yağmuru yaratma” fiili ona isnat edilecek ve bu hadisede gözüken isim ve sıfatların müsemması ve mevsufu olarak Allah kabul edilecek. Ya da fail olarak bulutun kendisi kabul edilerek, yağmurda gözüken mezkûr isim ve sıfatlara, bulutun bizzat kendisinin sahip olduğu iddia edilecektir. Yani mevhum fail olan bulut, Allah’ın sıfatlarına sahip olarak uluhiyet makamına çıkartılacak, âdeta ona ilahlık makamı verilecektir.
Sözün özü: Yağmurda gözüken isim ve sıfatlar vardır. Bu isim ve sıfatların sahipsiz olması mümkün değildir. Allah’ı inkâr eden birisi ilk önce, hayatsız ve kendinden bile haberi olmayan buluta; Allah’ın ilmi kadar bir ilmi, Allah’ın kudreti kadar bir kudreti, Allah’ın hikmeti kadar bir hikmeti, Allah’ın rahmeti kadar bir rahmeti ve Allah’ın sahip olduğu diğer isim ve sıfatları verecek ve daha sonra küfrüne itikat edebilecektir. Bu itikat ile de âdeta bulutu kendisine bir ilah yapacaktır. Zira ilah demek, saydığımız isim ve sıfatlara sahip olan zat demektir. Bu isim ve sıfatları kime verirseniz, ilah olarak da onu kabul etmişsiniz demektir. Nasıl ki misalimizde, Güneş’i inkâr eden kişinin, camın içinde hakiki bir Güneş’in varlığını kabul etmesi gerekiyordu; çünkü bu ışığa sahip olana Güneş denilir. Aynen bunun gibi, cam hükmündeki eşyada tecelli eden isim ve sıfatların sahibi olarak da kimi kabul ediyorsak, bizim ilahımız odur. Çünkü ilah, bu isim ve sıfatların sahibine denir.
Biz sadece yağmura ve onda tecelli eden isim ve sıfatlardan bazılarına baktık. Bir de kâinata bakın ve onda tecelli eden isim ve sıfatları görün! Sonra o isim ve sıfatlara sahip olabilecek bir fail ve sanatkâr bulmaya çalışın! Semalara çıkın, denizlerin dibine dalın, sahralarda gezin, âlemde bakmadığınız hiçbir taşın altı kalmasın! Acaba kâinatta gözüken bu kadar isim ve sıfatlara sahip olabilecek Allah’tan başkasını bulabilecek misiniz?
Moderatör tarafında düzenlendi: