NuSReT
Aktif Üyemiz
Akıncı nedir?
Akıncı, Akıncı veya çoğul şekli ile Akıncılar, Osmanlı İmparatorluğu'nun askerî teşkilâtında, sınır bölgelerinde, düşman ülkelerine akınlar, baskınlar tertipleyerek yıpratma harekâtında bulunan hafif süvari birlikleridir.
Etimoloji
“Akıncı” sözü Türkçe kökenlidir. Ak- “akmak” fiilinden gelişen sözün yapısında fiilden isim yapım eki “-n” ve isimden isim yapım eki “+CI” vardır: Ak-ı-n+cı. Sözün anlamı “ak-” fiilinin “art arda ve toplu olarak gitmek” “akın etmek, istilâ etmek, hücum etmek”anlamlarından kurulmuştur.
Tarih
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk yıllarında görülen ve sınır boylarında gaza amacıyla saldırılar düzenleyen "Gaziler" zamanla akıncılara dönüşmüştür. Savaşta onların ana rolü ön saflarda yer alarak düşmanı demoralize etmek ve bu amaçla gerilla taktiklerini kullanarak düşman birliklerini bozmak veya şoke etmekti.
Osmanlı akıncıları çeşitli bölgelerde bulunup her bir birliğin başında kumandanları vardı. Bin kişinin kumandanına binbaşı, yüz kişinin kumandanına yüzbaşı, on kişinin kumandanına onbaşı denirdi.
Akıncılar, Avrupa'da korku uyandıran gözüpek savaşçılardı. Arnavutluk ve Dalmaçya'da Gazi Evrenos ve oğulları, Mora ve Yunanistan'da Gazi Turhan Bey ve oğulları, Bulgaristan'da Gazi Mihal Bey ve oğulları, Bosna ve çevresinde Malkoçoğlu ailesi gibi akıncı aileleri babadan oğula akıncılığı sürdürmüşlerdir.
Akıncılık bir sistem hâlini almış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa fetihlerinde büyük öneme sahip olmuştur.
Edebiyatta akıncılar
Tarihî dönemde edebiyatta akıncılar, akıncılıkla ilgili konular işlenmiştir. Savaş, akın ve kahramanlıkla örülü akıncı tarzı hayat, halk arasında yaygın bir romantik-fantastik tür olmuştur.
Osmanlı halk edebiyatında çok sayıda örnekleri vardır. Serhat türküleri tarzı, Alişimin Kaşları Kara, Estergon Kalası gibi çeşitli türküler bunlara örnektir. Türk şair Yahya Kemal Beyatlı'nın "Akıncı" adlı bir şiiri bulunmaktadır.
Resimde Sultanın Akıncı beyine asker toplamasına ilişkin Mühimme Defteri'ne kayıtlı emri (1573) görülüyor.
XVI. asır sonlarında Türklerin “Eflak” dedikleri Güney Romanya’nın Voyvodası Mihai, devlete isyan etti. Sadrazam Sinan paşa 100.000 kişilik bir orduyla Romanya’ya girdi. Türk ordusu karşısında ezilmek istemeyen Mihai Türkler ilerledikçe geri çekiliyordu. Sinan Paşa Romen isyanını bastırdığını sanarak geri dönmeye başladı. Bu sırada Satırcı Mehmed Paşa’yı sadece 2.000 askerle Bükreş’te bırakmıştı.
Sadrazam’ın bütün harekâtını casusları aracılığı ile günü gününe, hatta saati saatine haber alan asi voyvoda Mihai, Sinan Paşa Targovişte (Targoviste) şehrinden ayrılır ayrılmaz Eflâk’a girdi. Türk ordusunu icabında kaçabilmek için 24 saatlik mesafeden takip ediyordu.19 Ekim 1595 günü Mihai, Targovişte ulaştı ve şehre girdi.
Şehri savunan 3500 Türk’ten Ali Paşa, Koçu bey ve diğer yüksek rütbeli subaylar esir edilerek hafif ateşte çevrile çevrile kızdırıldıktan sonra Mihai ve maiyeti tarafından büyük bir iştahla yenildiler. Diğer Türkler kazığa oturtuldu. Bu suretle kazıklı voyvodadan bir buçuk yüzyıl sonra Romenlerin yamyamlıkta bir nebze geriye gitmedikleri anlaşıldı.
Esasen hepsi vahşi yapılı olan balkan kavimlerini bu gibi alışkanlıklardan alıkoyan Türk idaresiydi. (Hortlak ve vampir hikâyelerinin bütün dünyaya Transilvanya denilen Romanya’dan yayılması bir tesadüf değildir.)
Bu facia olurken, gafil Sinan Paşa, Tuna’nın kuzey kıyısına erişmiş Yerköğü (Giurgiu ) kalesine gelmişti. Yerköyü’nün karşısında, Tuna’nın öbür kıyısındaki Ruscuk’a geçecekti. Önce kendisi ve maiyeti Tuna’yı geçerek Ruscuk’a erişti.
Ordunun ve ağırlıkların geçmesi 3 gün 3 gece sürecekti. Ordunun ardını korumakla görevli akıncı sınıfı, en son geçecek ve onlarda geçince köprü yıkılacaktı. Türk askeri, bilhassa akıncılar, büyük ölçüde ganimet almıştı.İktidarını her zaman için servetine borçlu olan Sinan Paşa, bu ganimetten beşte bir devlet payı, bilhassa serdar payını kaçırmamak için köprü başlarına tahsildarlar koydu.
Savaş alanında bulunan bir ordudan ganimet payının o zamana kadar bu şekilde toplandığı görülmüş şey değildi! Sinan paşanın icadıydı. Tahsildar köprüden geçen her askerin eşyasını yoklayıp, hazine ve serdar payınıaldıktan sonra salıveriyorlardı.Asi voyvoda Mihai’nin 70.000 kişiyle gittikçe yaklaştığı biliniyordu.
Bu durumda ordunun Tuna’nın iki yakasında ikiye ayrılmasının çok tehlikeli olduğu, bir kaç defa Sinan Paşa’ya hatırlatıldı. Ancak ihtiyar sadrazam bu sözlere kulak asmadı.
Mihai Türk ordusu geçince ye kadar, harekete başlamadı. Akıncılar hariç bütün ordu geçince, top ateşi açtırdı. Akıncıların can vermeden silâhlarını teslim etmemelerinin ocaklarının geleneği olduğunu bilen Voyvoda yüzlerce metrelik köprü üzerinden akıncıları Tuna’ya dökmek istiyordu. Düşman toplarının sesi duyulunca Sinan Paşa ganimet toplamaktan vazgeçtiğini bildirdi. Ancak bu emir çok geç verilmişti. Bir kaç isabet alan tahta köprü çöktü.
Binlerce akıncı sonbahar coşkunluğuyla kaynayan “kanlı Tuna deryasının” dalgalarına gömüldü. Henüz geçemeyen birkaç bin akıncı da düşman kılıçları altında can verdi.”Bu suretle akıncı ocağının büyük kısmı karşı kıyıda olup hepsi kılıçtan geçirildi ve hiç kurtulan olmadı bir kısmı da Tuna’nın coşkulu sularında can verdi.
O tarihte akıncı kökü kesildi ve bir daha kendisini toparlayamayarak gitgide önemini yitirdi. Bu suretle XVI. asrın son yıllarında Türk akıncı ocağı, bir daha altından kalkamayacağı bir darbe yedi. XVII. asırda Akıncılık artık geçen iki yüzyıldaki önemini kaybetmişti.
Bu faciada büyük sorumluluk Sinan Paşadadır. Diğer sorumsuzluklarına rahmet okutan, bu son marifetinde fazla üzüntü göstermeyen Paşa’nın tek endişesi köprü faciasının iktidardan düşmesine sebep verip vermeyeceğiydi.
Ordu, “yaptığın rezaleti gör!” diye sadrazam’ın aleyhinde gösteri yaptıysa da seksenlik ihtiyar, buna da aldırmadı. Subaylar Sadrazam’dan izin alma ya lüzum bile duymadan birlikleriyle, kışlamak üzere, şuraya buraya dağıldılar.
8 kasım 1595’te Sinan Paşa Ruscuk’tan ayrıldı. Ruscuk-İstanbul yolunda tek düşüncesi sebep olduğu yıkımları ne şekilde açıklayacağı, iktidarda nasıl kalabileceği ve muhaliflerini nasıl korkutacağı veya satın alacağı idi. Ancak daha İstanbul’a varmadan yolda azledildi.
Sebep olduğu faciaların onda biri kadar suç işleyen paşaların hayatlarını koruyamadıkları XVI. yüzyılda Sinan Paşa Malkara’daki malikânesine çekildi. Tek endişesi beşinci defa nasıl sadrazam olacağı düşüncesiydi. Bu inanılmaz işte oldu. Sinan Paşa’nın halefi olan Lala Mehmed Paşa, ancak 9 günlük bir sadrazamlıktan sonra öldü.
Sinan Paşa gene sadaret makamına çağrıldı.4 ay 5 gün sonra, bu görevde iken seksen küsur yaşında öldü ve bu şekilde uzun siyasi hayatını kapattı.