''BEN MÜSLÜMAN OLMAK İSTEMİYORUM''
Çocuğunuz küçükse ne söylediğinize değil, nasıl anlaşıldığınıza da dikkat etmelisiniz. Çocuklarımızda görmek istediğimiz özellikleri siparişle elde edemiyoruz. Yavaş yavaş sanki bir heykeltıraşın mermeri oyması gibi ağır ama kalıcı izlerle şekillendiriyoruz çocuklarımızı. Her çekiç darbesi kalıcı iz bırakıyor mermerde. İşte böyle bir çekiç darbesinin iziyle sarsıldım bir sabah. Bir sabah kahvaltısı öncesinde herkesi sofraya çağırmıştım. Sevgili küçük kızımı dudaklarını ve tırnaklarını eline geçirdiği bir kuru boyayla boyadığını görünce şok oldum.
Gülmemek için kendimi zor tutarken:
“-Kızım haydi git, ellerini yıka, gel” diye lavaboya gönderdim.
Daha önce de dudaklarını ve tırnaklarını boyamak istiyor, her fırsatta gizli bir köşede kendini güzelleştirmeye çalışırken yakalıyorduk. Aile içinde o türden makyajlı kişilerle çok karşılaşmasa da, dışarıda, parkta ya da araçlarda kızımın öncelikle dikkatini çekenler boyalı tırnaklar, süslü kıyafetler oluyordu. O zaman bir daha anladım ki, yaratılıştan farklı oluyordu insan. İlk birkaç defadan sonra kızıma niçin böyle yaptığını sorunca “güzel olmak için” diye cevaplamıştı. Ben onu zaten güzel bulduğumu, kendini daha da güzelleştirmeye ihtiyacı olmadığını söylediysem de ikna edememiştim. O her fırsatta kendini güzelleştirmeye(!) devam etti. Tabii onu o hâlde gören sadece ben değildim.
Annemler o gün bizdeydiler ve onlar da palyaço benzeri bir kızla karşılaşınca seslerini de yükselterek:
“-Ne yapıyorsun sen, çabuk elini yüzünü yıka!” dediler.
Kızım bu tepki karşısında biraz da üzülerek tam ellerini yıkamak için gidecekken geri döndü ve hiç ummadığım bir şey söyledi.
“-Baba, ben Müslüman olmak istemiyorum!”
Tabii zaten kızgın olan annemler bu söz üzerine ne diyeceklerini bilemez hâle geldiler.
Ben onu daha fazla böyle bir duruma maruz bırakmamak için:
“-Tamam kızım, sonra konuşalım” diyerek lavaboya yolladım. Ancak kızımın söylediği sözü anlamamıştım. Ben o konuyla ilgili hiçbir şey söylemediğim hâlde, o niçin böyle bir şey söylemişti ki? Haydi o böyle bir şey söyledi, ben ne yapmalıydım? Ah eskiler… Patlattı mı ağzına, yola getirirlerdi çocuğu ânında. Biz ise şımartmış, başımıza çıkarmıştık çocukları. Her istediklerini söylüyorlar, hiç istemediğimiz şeyleri yapıyorlardı. Ne babaya saygı kalmıştı, ne de anneye. Peki, kızımın böyle bir bağlantı yapmasını gerektiren durum neydi? Ellerin, tırnakların boyanmasıyla nasıl bir ilişki kurmuştu ki? Konuyu eşimle konuştum; kızımın böyle bir şey söylemesinin sebebi nedir acaba diye? Eşim bana durumu anlatınca konu biraz daha aydınlandı. Birkaç hafta önce kızım, annesiyle dışarı çıkarken “-Anne sen neden tırnaklarını ve dudaklarını boyayarak dışarı çıkmıyorsun?” deyince eşim o an çok da düşünmeden: “-Müslüman kadınlar makyaj yaparak dışarı çıkamazlar kızım!” diyerek cevaplamış. Tabii kızımın da çocuk zihninde süslenmek ile Müslümanlık yan yana gelmesi mümkün olmayan iki durum olarak yer etmiş. İşte bizim mermerdeki iz de o günden kalmış. Çocukların dinî eğitimleri için gayreti ve endişesi olan aileler olarak onlar adına çaba harcıyoruz. Ancak çocuk yaşta en hayatî konunun bile bir önemi yoktur. Çocuk onu seviyor mu, yoksa sevmiyor mu? İşte bütün mesele buradadır onun için.
Eğer seviyorsa ileride ona zarar verecek bir şey dahi olsa onu zevkle yapacaklardır. Bizler de çocuklarımızın zihinlerinde olumsuz imgelerle dinî anlayış ve yaşam tarzının bir arada hatırlanılmaması için çabalamalıyız. Onun zihninde Müslüman olmak hayatın her güzelliğinden mahrum kalmak, zorluk ve sıkıntı olmamalıdır. Müslüman olmanın incelikleri, hayata kattığı değerleri ve özellikle toplumsal dayanışmanın, bayramların heyecanını tattıralım onlara. Çocuklar henüz dolaylı anlamı çıkaramayacak kadar küçüktürler. Özellikle de soyut konuları 10 yaşından önce tam olarak oturtamazlar kafalarında. Bu yaştan önce olan olumlu ve olumsuz yaşantıların neticesinde çocuğun dünya görüşü şekillenecektir. İşte bu sebeple zorla Kur’ân kurslarına gönderilmenin, okuyamadığı için çocukların dayak yemelerinin yaptıkları tahribatın daha büyük olduğunu düşünüyorum. Zorla gönderilmenin açtığı tahribattan bahsederken hiç gönderilmemeli gibi bir anlam elbette çıkarılamaz. Gönderdiğimiz kişilerin anlayışlı davranarak eğitimini verdikleri konunun ne denli önemli olduğunun bilincinde olmaları gerekmektedir. Onları soğutarak, zorla bir şeyi ezberleterek çalıştırmamalıdırlar. Bir çocuğu mutlu etmenin binlerce yolu vardır.
Küçük bir şeker, bir aferin, kucakta gezdirmek ya da yanağını okşamak bile yeter onlara. Çocuklarımızı bastırarak, döverek ya da sindirerek öğrettiğimiz her şey ters dönecektir bir gün. Baskın ortamdan çıkan çocuklarda onun karşıtı bir davranış içine girme isteği baş gösterecektir. İçten gelen bir sevgiyle dini sevdirebilirsek emin olun daha kalıcı olacaktır. 7 yaşına kadar çocuklarda davranış eğitimiyle din eğitiminin el ele gitmesi gerektiğini ve anlatılmak istenen her şeyin davranışla desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bayramlar, törenler, ibadet yerleri onların dikkatini çeken ve içinde olmaktan haz duyacakları ortamlardır. Nasıl ki istemedikleri bir şeyi aynı anda zikrettik diye onunla bağdaştırıyorlarsa istedikleri bir şeyi de aynı refleksle birleştirecek zihinlerinde olumlu izler oluşturacaklardır. Tabii istemedikleri hiçbir şeyi yaptırmayacak mıyız? Yaptıracağız elbette. Bunu yaparken açıklamamızı iyi yapmalı, onun anlayamayacağı soyut kavramları kullanmak yerine daha doğru olur, şöyle yaparsan daha güzel bir şey yapmış olursun gibi yanlış anlamalara sebep olmayacak ifadelerle açıklamak daha doğru olur düşüncesindeyim. Bütün bunların yanında 6 temel hususu önemsiyor ve sizinle paylaşmayı gerekli buluyorum. Çocuklarımızda zihinsel gelişim desteklenmeli ve öğrenme istekleri canlı tutulmalıdır. Onların her bilgiyi bilmelerinden ziyade, isteklerinin uyarılmış olması daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırsız, bizim hayatımız ve bilgilerimiz ise sınırlıdır.
Çocuklarımız duygularını çeşitli faaliyetler yoluyla ifade edebilmelidirler. Şiir, müzik, oyun ve hikâyeler bu dönemlerin vazgeçilmezleridir. Bu etkinlikler onların kavrama yeteneğini geliştirecektir. Kavrama yeteneği gelişmiş çocuklarımız dünyayı, kendilerini ve yaşadıklarını daha iyi anlayacak mutlu, huzurlu birer fert olarak büyüyeceklerdir. Çocuklar güven içinde büyür, hayata olumlu bir gözle bakabilirlerse ileriki yıllarda dinî kavramları daha iyi anlayacaklardır. Çevresindeki insanlarla iyi geçinen, onlara saygı duymayı öğrenen bir çocuk iç huzurunu da yakalayacak ve ileride kendiyle barışık birisi olacaktır. Onlarda beslenmesi gereken tek şey bedenleri değildir.
Hayal güçleri onların en güçlü hazinelerindendir. Bu kaynağı iyi beslersek hem çocukluklarını iyi yaşarlar hem de farklı düşünce yetenekleri gelişmiş olacaktır. Çocuklar için tabiat sevgisi çok önemlidir. Doğayı, hayvanları ve tabiata olanları izlemek, içinde olmak onları çok mutlu edecektir. Tüm bunlar onların dinî kavramları anlayabilmeleri için temel olacaktır. Bu kadar erken dönemde dini ret ya da kabul etmek gibi bir durumun olmadığı için ben şu anda kendimi endişeli hissetmiyorum. Sizler de böyle bir durumda aceleci davranmayın bence. On yaşına kadar yukarıdaki hususlarda özen göstererek birlikte mutlu bir çocukluk yaşatalım onlara. Sonrası onlarda bu tohumlar filiz verecektir.
Çocuğunuz küçükse ne söylediğinize değil, nasıl anlaşıldığınıza da dikkat etmelisiniz. Çocuklarımızda görmek istediğimiz özellikleri siparişle elde edemiyoruz. Yavaş yavaş sanki bir heykeltıraşın mermeri oyması gibi ağır ama kalıcı izlerle şekillendiriyoruz çocuklarımızı. Her çekiç darbesi kalıcı iz bırakıyor mermerde. İşte böyle bir çekiç darbesinin iziyle sarsıldım bir sabah. Bir sabah kahvaltısı öncesinde herkesi sofraya çağırmıştım. Sevgili küçük kızımı dudaklarını ve tırnaklarını eline geçirdiği bir kuru boyayla boyadığını görünce şok oldum.
Gülmemek için kendimi zor tutarken:
“-Kızım haydi git, ellerini yıka, gel” diye lavaboya gönderdim.
Daha önce de dudaklarını ve tırnaklarını boyamak istiyor, her fırsatta gizli bir köşede kendini güzelleştirmeye çalışırken yakalıyorduk. Aile içinde o türden makyajlı kişilerle çok karşılaşmasa da, dışarıda, parkta ya da araçlarda kızımın öncelikle dikkatini çekenler boyalı tırnaklar, süslü kıyafetler oluyordu. O zaman bir daha anladım ki, yaratılıştan farklı oluyordu insan. İlk birkaç defadan sonra kızıma niçin böyle yaptığını sorunca “güzel olmak için” diye cevaplamıştı. Ben onu zaten güzel bulduğumu, kendini daha da güzelleştirmeye ihtiyacı olmadığını söylediysem de ikna edememiştim. O her fırsatta kendini güzelleştirmeye(!) devam etti. Tabii onu o hâlde gören sadece ben değildim.
Annemler o gün bizdeydiler ve onlar da palyaço benzeri bir kızla karşılaşınca seslerini de yükselterek:
“-Ne yapıyorsun sen, çabuk elini yüzünü yıka!” dediler.
Kızım bu tepki karşısında biraz da üzülerek tam ellerini yıkamak için gidecekken geri döndü ve hiç ummadığım bir şey söyledi.
“-Baba, ben Müslüman olmak istemiyorum!”
Tabii zaten kızgın olan annemler bu söz üzerine ne diyeceklerini bilemez hâle geldiler.
Ben onu daha fazla böyle bir duruma maruz bırakmamak için:
“-Tamam kızım, sonra konuşalım” diyerek lavaboya yolladım. Ancak kızımın söylediği sözü anlamamıştım. Ben o konuyla ilgili hiçbir şey söylemediğim hâlde, o niçin böyle bir şey söylemişti ki? Haydi o böyle bir şey söyledi, ben ne yapmalıydım? Ah eskiler… Patlattı mı ağzına, yola getirirlerdi çocuğu ânında. Biz ise şımartmış, başımıza çıkarmıştık çocukları. Her istediklerini söylüyorlar, hiç istemediğimiz şeyleri yapıyorlardı. Ne babaya saygı kalmıştı, ne de anneye. Peki, kızımın böyle bir bağlantı yapmasını gerektiren durum neydi? Ellerin, tırnakların boyanmasıyla nasıl bir ilişki kurmuştu ki? Konuyu eşimle konuştum; kızımın böyle bir şey söylemesinin sebebi nedir acaba diye? Eşim bana durumu anlatınca konu biraz daha aydınlandı. Birkaç hafta önce kızım, annesiyle dışarı çıkarken “-Anne sen neden tırnaklarını ve dudaklarını boyayarak dışarı çıkmıyorsun?” deyince eşim o an çok da düşünmeden: “-Müslüman kadınlar makyaj yaparak dışarı çıkamazlar kızım!” diyerek cevaplamış. Tabii kızımın da çocuk zihninde süslenmek ile Müslümanlık yan yana gelmesi mümkün olmayan iki durum olarak yer etmiş. İşte bizim mermerdeki iz de o günden kalmış. Çocukların dinî eğitimleri için gayreti ve endişesi olan aileler olarak onlar adına çaba harcıyoruz. Ancak çocuk yaşta en hayatî konunun bile bir önemi yoktur. Çocuk onu seviyor mu, yoksa sevmiyor mu? İşte bütün mesele buradadır onun için.
Eğer seviyorsa ileride ona zarar verecek bir şey dahi olsa onu zevkle yapacaklardır. Bizler de çocuklarımızın zihinlerinde olumsuz imgelerle dinî anlayış ve yaşam tarzının bir arada hatırlanılmaması için çabalamalıyız. Onun zihninde Müslüman olmak hayatın her güzelliğinden mahrum kalmak, zorluk ve sıkıntı olmamalıdır. Müslüman olmanın incelikleri, hayata kattığı değerleri ve özellikle toplumsal dayanışmanın, bayramların heyecanını tattıralım onlara. Çocuklar henüz dolaylı anlamı çıkaramayacak kadar küçüktürler. Özellikle de soyut konuları 10 yaşından önce tam olarak oturtamazlar kafalarında. Bu yaştan önce olan olumlu ve olumsuz yaşantıların neticesinde çocuğun dünya görüşü şekillenecektir. İşte bu sebeple zorla Kur’ân kurslarına gönderilmenin, okuyamadığı için çocukların dayak yemelerinin yaptıkları tahribatın daha büyük olduğunu düşünüyorum. Zorla gönderilmenin açtığı tahribattan bahsederken hiç gönderilmemeli gibi bir anlam elbette çıkarılamaz. Gönderdiğimiz kişilerin anlayışlı davranarak eğitimini verdikleri konunun ne denli önemli olduğunun bilincinde olmaları gerekmektedir. Onları soğutarak, zorla bir şeyi ezberleterek çalıştırmamalıdırlar. Bir çocuğu mutlu etmenin binlerce yolu vardır.
Küçük bir şeker, bir aferin, kucakta gezdirmek ya da yanağını okşamak bile yeter onlara. Çocuklarımızı bastırarak, döverek ya da sindirerek öğrettiğimiz her şey ters dönecektir bir gün. Baskın ortamdan çıkan çocuklarda onun karşıtı bir davranış içine girme isteği baş gösterecektir. İçten gelen bir sevgiyle dini sevdirebilirsek emin olun daha kalıcı olacaktır. 7 yaşına kadar çocuklarda davranış eğitimiyle din eğitiminin el ele gitmesi gerektiğini ve anlatılmak istenen her şeyin davranışla desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bayramlar, törenler, ibadet yerleri onların dikkatini çeken ve içinde olmaktan haz duyacakları ortamlardır. Nasıl ki istemedikleri bir şeyi aynı anda zikrettik diye onunla bağdaştırıyorlarsa istedikleri bir şeyi de aynı refleksle birleştirecek zihinlerinde olumlu izler oluşturacaklardır. Tabii istemedikleri hiçbir şeyi yaptırmayacak mıyız? Yaptıracağız elbette. Bunu yaparken açıklamamızı iyi yapmalı, onun anlayamayacağı soyut kavramları kullanmak yerine daha doğru olur, şöyle yaparsan daha güzel bir şey yapmış olursun gibi yanlış anlamalara sebep olmayacak ifadelerle açıklamak daha doğru olur düşüncesindeyim. Bütün bunların yanında 6 temel hususu önemsiyor ve sizinle paylaşmayı gerekli buluyorum. Çocuklarımızda zihinsel gelişim desteklenmeli ve öğrenme istekleri canlı tutulmalıdır. Onların her bilgiyi bilmelerinden ziyade, isteklerinin uyarılmış olması daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırsız, bizim hayatımız ve bilgilerimiz ise sınırlıdır.
Çocuklarımız duygularını çeşitli faaliyetler yoluyla ifade edebilmelidirler. Şiir, müzik, oyun ve hikâyeler bu dönemlerin vazgeçilmezleridir. Bu etkinlikler onların kavrama yeteneğini geliştirecektir. Kavrama yeteneği gelişmiş çocuklarımız dünyayı, kendilerini ve yaşadıklarını daha iyi anlayacak mutlu, huzurlu birer fert olarak büyüyeceklerdir. Çocuklar güven içinde büyür, hayata olumlu bir gözle bakabilirlerse ileriki yıllarda dinî kavramları daha iyi anlayacaklardır. Çevresindeki insanlarla iyi geçinen, onlara saygı duymayı öğrenen bir çocuk iç huzurunu da yakalayacak ve ileride kendiyle barışık birisi olacaktır. Onlarda beslenmesi gereken tek şey bedenleri değildir.
Hayal güçleri onların en güçlü hazinelerindendir. Bu kaynağı iyi beslersek hem çocukluklarını iyi yaşarlar hem de farklı düşünce yetenekleri gelişmiş olacaktır. Çocuklar için tabiat sevgisi çok önemlidir. Doğayı, hayvanları ve tabiata olanları izlemek, içinde olmak onları çok mutlu edecektir. Tüm bunlar onların dinî kavramları anlayabilmeleri için temel olacaktır. Bu kadar erken dönemde dini ret ya da kabul etmek gibi bir durumun olmadığı için ben şu anda kendimi endişeli hissetmiyorum. Sizler de böyle bir durumda aceleci davranmayın bence. On yaşına kadar yukarıdaki hususlarda özen göstererek birlikte mutlu bir çocukluk yaşatalım onlara. Sonrası onlarda bu tohumlar filiz verecektir.
Muhammet Mert