Okyay
ÖZEL ÜYE
BENİM ÇOCUKLUĞUMDA: 2
Benim çocukluğumda- Köyümüzün evleri,
Tek kat üzerineydi- müsâviydi her biri.
Sâdece dört beş tane- zengin evi üstünde,
Tek oda bir ilâve- yükselirdi süs diye.
Böylesi yapılara- ‘Hanay’ da denilirdi,
Bu ‘Hanay’ın sahibi- seçkindir bilinirdi.
Tüm evler, genellikle- badanası kireçti,
Sokak cepheleri hep- kireç, bem/beyaz renkti.
Bir tek telefon vardı- o da Köy Odasında,
Ekseri köy muhtarı- bulunurdu başında.
Çok önemli, hayâti- bir haber gelmiş ise,
Haberi Köy Bekçisi- duyururdu, kime’yse.
Yahutta Muhtarlığa- çağrılır, konuşurdu,
Telefonda konuşma- ayrıca bi gururdu.
Benim çocukluğumda- motorlu araç yoktu,
Köyde ne kamyon vardı- ne Otobüs ne Taksi,
Daha tanımamıştı- kimse henüz bu lüksü.
Tekerlekle taşıyan- her türlü ağırlığı,
Ya at arabasıydı- ya da öküzlü kağnı.
Deveyle yük taşımak- revaçta, karlı işti,
O yüzden köyümüze- sanki deve yağmıştı.
Deve güreşlerine- tülüler beslenirdi,
Zemheri gelsin diye- hasretle beklenirdi.
At olsun, merkep olsun- binek için güzeldi,
Râfan giden atlarsa- ağalara özeldi.
Ha bak.! Senede bâzan- birkaç taksi görürdük,
Hem taksiyi görünce- ayak üstü dururduk.
Çünkü öyle bir taksi- gelmezdi durduk yerde,
Saygın biri olması- muhtemeldi içinde.
Bir de yazın şehirden- sefâya düşkünlerden,
Tek-tük gelen olurdu- ılıcaya taksiylen.
Uzaktan taksi görmek- çok heyecan verirdi,
Taksiyi gören herkes- işini bırakırdı.
Taksi gözden kaybolup- uzaklaşıncaya dek,
Tarlalarda işçiler- seyrederlerdi hep/cek.
Çocuklar arkasından- koşardık yetişmeye,
Bir kez olsun şöyle bir- parmak ile değmeye.
Tabi yetişemezdik- kala kalırdık geri,
Kimbilir ta ne zaman- görebilirdik gayri.
Sonra tekerleklerden- kalan lastik izleri,
Eğilip incelemek, mest/ederdi bizleri.
Yumuşacık toprakta- şekillenen izlerde,
Taksiyi hayallerdik- nicelerdik gözlerde.
Bu haberler sizlere- yetmiş yıl öncesinden,
Tâ ki hatıra olsun- bu nâçizin dilinden.
Biz hiç Doktor görmedik- zaten de bilmezdikki,
Öyle grip- nezleye, hastalık demezdikki.
Her türlü hastalığa- bitkisel ilaçlarla,
Tedâvi edilirdi- daha başka araçla.
Görenek, gelenekler- usul, yordam olurdu,
Mevlâmızın izniyle- çoğu şifa bulurdu.
Rahmetli neneciğim- can yeleği gibiydi,
Kimi hasta duymuşsa- hemen giden biriydi.
Soğuk algınlaklara- ateşli hastalara,
Sırtına bardak tutar- kan alırdı bardakla.
Döğülmüş karabiber- zeytinyağ, kokar zedef,
Karıştırıp bedene- sürülürdü , etsin def.
Doğru mu ? yanlış mıydı?- bunu elbet tıp bilir,
Ne demezsin, bakmıştık- bu işlem iyi gelmiş.
İnsanlar tutunacak- bir dal arıyordu ya,
Artık şifâyı veren- tabiîki yüce Mevlâ.
Benim çocukluğumda- dört ineğimiz vardı,
Kahraman neneciğim- hep onları sağardı.
Şurda bir parantezle- bir hususu açayım,
(Hep nenemden söz ettim- niçin ona muhtaçtım.)
Çünkü rahmetli nenem- koruyucu meleğim,
Rabbimin takdiriydi- Anam/ babam, her şeyim.
Nurlu Anne/Annemdi- Nur içinde haşr'olsun,
Firdevs Cennetlerinde- ruhu pür/nur, şad olsun.
Ha bir de keçim vardı- maltız cinsiydi hani,
Kulaklar sarkıktı- boğaz altı küpeli.
İki yavru yapardı- kendi de gâyet sütlü,
Memeleri dolunca- yere ha sürter/sürttü.
Memesi korunsun ki;- torbaya koymuş idik,
Sert bir cisme çarpıp da- yırtmasından korkmuştuk.
Sabah- akşam sağılır- dinlenirdi hayvanlar,
Tabi bunları dâim- ehil olanlar anlar.
Bu sütlerden tereyağ- peynir, kesik yapardı,
Ve yayık yaymak için- sabah erken kalkardı.
Nenem yayık yayarken- ninni gibi gelirdi,
Her yayık tokmağından- türlü ses işitilirdi.
Yaklaşık doksan santim- boyundadır yayıklar,
Tereyağı, ayrandan- bu yayıklar ayıklar.
Yoğurt kaymaklı halde- yayığa doldurulur,
Üstüne su dökülüp- tokmaklanıp durulur.
Yoğurt suyla karışıp- ayran hale gelince,
Kaymak da tereyağa- namzet olur böylece.
Kaymaklar; topak- topak, ayranda üste çıkar,
Bu topaklar toplanıp- artık su ile yıkar.
Kaşıkla o topaklar- adeta yuğurulur,
Su ile yıkandıkça- yağ olur ve durulur.
Ayran da ayran mı ya?- olsa da içseydiniz !
Mutlaka teşekkürle, maşaAllah derdiniz.
Sonra bir yayık ayran- bir kapta kaynatılır,
Kesik yani (çökelek)- işte ondan yapılır.
Köyde hemen her evde- sağmal inek olurdu,
Moderatör tarafında düzenlendi: