"Hadi oğlum, dersine çalışsana!" dedi, yalvaran gözlerle annesi... "Bir gün" dedi ve uyumasına devam etti çocuk.
Zaman su gibi akıp geçti. Bir-iki yıl hazırlık kursu aldıktan sonra üniversiteye girebildi. Bir gün fakülte arkadaşlarının; "Bizimle cumaya gelmeye ne dersin?" teklifine, "Siz gidin bir gün olur ben de giderim." diye kaçamak bir cevap verdi.
İkinci sınıfa geçemeden fakülteden atıldı, "Bir gün" olup da çalışmak nasip olmadığından... İşsiz güçsüz dolaşırken, bir arkadaşı elinden tutup onu bir işe yerleştirdi.
Gün geldi, evlendi, çocukları oldu. Arkadaşı; "Çocuklarına imandan, ahlâktan, kültürden bahsetsen, çok boş yetişiyorlar." dediğinde,"Daha küçükler, hele büyüsünler." dedi.
Çocuklar büyüyüp, sorular sormaya başlayınca, onlara geçiştirici cevaplar vermeye çalıştı, ama bilgisizliğini bir türlü gizleyemedi, içinde bir eziklik hissetti. Bildiği bir şey vardı, bilgisizliğini yenebilmesi için, kitap okumalıydı.
"İnsan neydi, niçin vardı?" Evvelâ bu mevzu ile alâkalı kitapları taradı. Bulduğu kitap sayısı bir düzineyi geçmişti. Kasaya doğru ilerlerken, kitapların fiyatlarını şöyle bir hesapladı, olduğu yerde kaldı: "Şimdi param az, elime toplu para geçecek nasıl olsa, o zaman gelir alırım." diye tasarladı ve dönüp kitapları yerine bıraktı. Eline para geçti, ama kitapçıya uğramak aklına gelmedi...
Uzun bir aradan sonra işe giderken yolda sakat bir dilenci gördü, para vermek geldi içinden; "Neyse?", dedi, "Dönüşte de verebilirim."
İşine yaklaşırken bir salâ sesi duydu, dikkat kesildi; meğer bir yakını vefat etmiş! İçine bir huzursuzluk çöktü, "Ya ölüm bir gün yakama yapışıverirse, zaten yaş da ilerlemekte..." diye düşündü. Kendi kendine, "Artık iç dünyama çeki düzen verme vakti gelmedi mi?" diye sordu. Cevabı, tereddütsüz "evet"ti ama işler de bu aralar hayli yoğundu, "Hele bir yaza varalım, tesislerin açılışını yapalım, düşünürüz." dedi yine, Allah'ın günleri bitmezdi ya!..
Bir iş dönüşü gecekonduların arasından geçerken, çileli yılları geldi aklına bir burukluk hissetti.
Hay Allah! Bu göz yaşları da neyin nesi? Duygu selinin tazyikine daha fazla dayanamayıp, gözlerden sızan yaşlar, çağlayan oluverdi. Dermanı kalmayınca, çömelerek ağlamasını sürdürdü.
Tarifsiz hislerle çatladı ruhu, gözlerini silerek; "Bunları kaleme al-malıyım!" diye mırıldandı. Yine "bir gün" dedi; "Gün gelir yazarım duygularımı..."
"Gün Olur Bin Aya Değer"di ama, bilmeliydi ki, o güne ulaşabilmek için, her günün kadrini bilip çabaları kilometre taşı yapmalıydı.
"Bir gün" salâ sesiyle mahalle, sessizliğe büründü. Eş-dost, cenaze namazı için cami avlusunu doldurdu. İşe giderken, dikkatsiz bir şoförün kullandığı arabanın çarpmasıyla hayatını kaybeden "o adam"ın vefalı bir arkadaşı da, "er kişi"nin naşı önünde saf bağladı. Namaz boyunca, hep "bir gün" ile geçiştirilen günleri acı acı düşündü.
Cemaat dağılmaya başlayınca, tabutun başına geldi, imamın süzen bakışlarına rağmen elini tabutun üzerine koyarak şöyle fısıldadı: "Ah dostum! Bilmez miydin ki, bir gün olup da böyle bir güne varacağını?"
Ramazan KERPETEN
Zaman su gibi akıp geçti. Bir-iki yıl hazırlık kursu aldıktan sonra üniversiteye girebildi. Bir gün fakülte arkadaşlarının; "Bizimle cumaya gelmeye ne dersin?" teklifine, "Siz gidin bir gün olur ben de giderim." diye kaçamak bir cevap verdi.
İkinci sınıfa geçemeden fakülteden atıldı, "Bir gün" olup da çalışmak nasip olmadığından... İşsiz güçsüz dolaşırken, bir arkadaşı elinden tutup onu bir işe yerleştirdi.
Gün geldi, evlendi, çocukları oldu. Arkadaşı; "Çocuklarına imandan, ahlâktan, kültürden bahsetsen, çok boş yetişiyorlar." dediğinde,"Daha küçükler, hele büyüsünler." dedi.
Çocuklar büyüyüp, sorular sormaya başlayınca, onlara geçiştirici cevaplar vermeye çalıştı, ama bilgisizliğini bir türlü gizleyemedi, içinde bir eziklik hissetti. Bildiği bir şey vardı, bilgisizliğini yenebilmesi için, kitap okumalıydı.
"İnsan neydi, niçin vardı?" Evvelâ bu mevzu ile alâkalı kitapları taradı. Bulduğu kitap sayısı bir düzineyi geçmişti. Kasaya doğru ilerlerken, kitapların fiyatlarını şöyle bir hesapladı, olduğu yerde kaldı: "Şimdi param az, elime toplu para geçecek nasıl olsa, o zaman gelir alırım." diye tasarladı ve dönüp kitapları yerine bıraktı. Eline para geçti, ama kitapçıya uğramak aklına gelmedi...
Uzun bir aradan sonra işe giderken yolda sakat bir dilenci gördü, para vermek geldi içinden; "Neyse?", dedi, "Dönüşte de verebilirim."
İşine yaklaşırken bir salâ sesi duydu, dikkat kesildi; meğer bir yakını vefat etmiş! İçine bir huzursuzluk çöktü, "Ya ölüm bir gün yakama yapışıverirse, zaten yaş da ilerlemekte..." diye düşündü. Kendi kendine, "Artık iç dünyama çeki düzen verme vakti gelmedi mi?" diye sordu. Cevabı, tereddütsüz "evet"ti ama işler de bu aralar hayli yoğundu, "Hele bir yaza varalım, tesislerin açılışını yapalım, düşünürüz." dedi yine, Allah'ın günleri bitmezdi ya!..
Bir iş dönüşü gecekonduların arasından geçerken, çileli yılları geldi aklına bir burukluk hissetti.
Hay Allah! Bu göz yaşları da neyin nesi? Duygu selinin tazyikine daha fazla dayanamayıp, gözlerden sızan yaşlar, çağlayan oluverdi. Dermanı kalmayınca, çömelerek ağlamasını sürdürdü.
Tarifsiz hislerle çatladı ruhu, gözlerini silerek; "Bunları kaleme al-malıyım!" diye mırıldandı. Yine "bir gün" dedi; "Gün gelir yazarım duygularımı..."
"Gün Olur Bin Aya Değer"di ama, bilmeliydi ki, o güne ulaşabilmek için, her günün kadrini bilip çabaları kilometre taşı yapmalıydı.
"Bir gün" salâ sesiyle mahalle, sessizliğe büründü. Eş-dost, cenaze namazı için cami avlusunu doldurdu. İşe giderken, dikkatsiz bir şoförün kullandığı arabanın çarpmasıyla hayatını kaybeden "o adam"ın vefalı bir arkadaşı da, "er kişi"nin naşı önünde saf bağladı. Namaz boyunca, hep "bir gün" ile geçiştirilen günleri acı acı düşündü.
Cemaat dağılmaya başlayınca, tabutun başına geldi, imamın süzen bakışlarına rağmen elini tabutun üzerine koyarak şöyle fısıldadı: "Ah dostum! Bilmez miydin ki, bir gün olup da böyle bir güne varacağını?"
Ramazan KERPETEN