Hz. Muhammed (sav ) Boykot yılları

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
BOYKOT YILLARI

Onlar hakkında acele etme. Biz onlar için (günlerini) teker teker sayıyoruz. [1]
Onları biraz faydalandırır, sonra kendilerini ağır bir azaba sürükleriz. [2]

Boykot yılları
Boykot yılları
İnkâr edenler ateşe arzolunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, Onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz! [3] Risâletin 7. yılının başlarıydı. Son iki yıl müminler için son derece zorluklarla dolu bir dönem olmuştu. En ağır işkencelere uğramışlardı. Yasir ailesinin iki ferdi bu işkenceler sırasında şehit olmuştu. Her yeni gün daha büyük zorluklarla başlamıştı. Daha birkaç yıl önce tahayyül bile edemeyecekleri zorluklar, günlük hayatlarının değişmeyen unsurları haline gelmişti. Ancak direnmiş, hiçbir şekilde pes etmemişlerdi. Sabrı gerçek manâsında hayatlarına aktarmışlar, sabrın yaşayan bedenleri olmuşlardı. Fakat insandılar, onların da bir tahammül sınırı vardı ve artık güçleri bitme noktasına gelmişti, ilahî iradenin bir an önce durumlarına müdahale etmesini bekliyorlardı. Zor günlerin bitip, zorlukları göğüslemek zorunda kalmadan hayatlarını sürdürebilecekleri günleri büyük bir özlemle bekliyorlardı. Müminlerin durumu böyleydi; zorluk, sıkıntı had safhadaydı. Ancak müminlerin bu durumlarının sebebi olan müşriklerin durumunun iyi olduğu, onların keyiflerinin yerinde olduğu söylenemezdi. Mekke müşrikleri ve özellikle de eşraf, müminlerinkinden daha başka nitelikte bir zorluk yaşıyorlardı; öfkeliydiler, öfkeden ne yapacaklarını bilemez haldeydiler. Çünkü, ne yaparlarsa yapsınlar, hangi tedbire başvururlarsa başvursunlar, İslâm davetini durduramamış veya isteklerine uygun yönde bir sapmaya uğratamamışlardı.

“Bu sefer kesin sonuç alırız’ diyerek verdikleri her yeni karar ve bu kararın uygulanması müminlere yeni imkânlar açmış, daha önce düşünmedikleri yeni problemlerle karşı karşıya kalmışlardı. Tüm bu süreçte, en önemli ticaret merkezlerinden birisi olan Habeşistan’daki işleri büyük oranda bozulmuştu. Hicret eden müminleri oradan getirmeyi veya en azından kitlelerin huzurunda rezil-rüsvay edip Habeşistan yönetimi katında itibarsız bırakmayı düşünürlerken; müminler kabul görmüş, kendileri rezil-rüsvay olmuşlardı. Habeşistan yöneticilerinin katında kendilerinin itibarı yok olmuştu. Gelişmeler bununla da kalmamış, Daru’n Nedve’nin bazı saygın üyeleri dahi hiç ummadıkları bir şekilde ve zamanlarda müminlerin safına katılmışlardı. Hiçbir zaman kendilerinden kopacağını düşünmedikleri, meclisin en sağlam adamlarından Ömer b. Hattab da artık karşı saflardaydı. Velid b. Muğire ve Utbe b. Rabia ise neredeyse karşı saflara geçmek üzereyken, yerlerinde kalmaları, saflarını değiştirmemeleri zorla temin edilebilmişti.

Risâletin 7. yılının ilk aylarında, önceki yıllara oranla Mekke eşrafını daha yoğun şekilde meşgul eden soru ve düşünceler genellikle ‘Daha başka ne yapabiliriz? Nasıl bir önlem alır da Muhammed’i durdurabiliriz?’ cümlelerinde toplanıyordu. Aslında yapabilecekleri bir şey vardı; bunu sürecin başından beri biliyorlardı, ama bir türlü gerçekleştirememişlerdi. Resulüllah’a doğrudan, fiilî bir engellemede bulunarak işi kökünden çözebileceklerinin farkındaydılar. Ancak böylesi bir girişimin, toplumun en önemli kesimlerinden ve sistemin temel dayanaklarından olan Haşim oğullarını karşılarına almak olacağının, böylesi bir girişimin Mekke’deki aileler arasında bir savaşa neden olacağının farkındaydılar. Resulüllah’a fiilî müdahale, her şeyi alt-üst edecek bir savaş demekti. Bu nedenle Haşim oğullarını dikkate almazlık edemiyorlardı. Daha önce birkaç kez Ebû Talib’le görüşerek Resulüllah’ı önlemesini veya yalnız bırakmasını istemelerinin sebebi de buydu. Ama istekleri bir türlü gerçekleşmemişti. Ebû Talib ve onun şahsında Haşim oğulları Resulüllah’ı desteklemekten vazgeçmemişlerdi. Son bir umutla Ebû Talib’le tekrar görüşmeye karar verdiler. Eşraftan bir heyet yanlarına Velid b. Muğire’nin oğlu Umare b. Velid’i de alarak Ebû Talib’e gittiler ve tekliflerini bildirdiler: ‘Ey Ebû Talib! dediler; ‘Sana Kureyş’in yakışıklı, güçlü ve yiğit bir gencini getirdik. O senin çocuğun olsun. O seni baba, sen de onu evlat bil. Senin hizmetini görsün, sana yardımcı olsun. Buna karşılık yeğenini bize teslim et. Biliyorsun o babalarımızın dinini terk etti. Birlik ve beraberliğimizi parçaladı.

Hadi bu sefer teklifimizi kabul et. O’nunla aramıza girme de şu işi bitirelim. O’nun ölümü toplanıp, birlik ve beraberlik içinde olmamızı sağlayacak, aramızdaki kin ve husumetleri sona erdirecek.’ Ebû Talib işittikleri karşısında şaşırdı. Böyle bir teklifle karşılaşacağını düşünmemişti; Teklifiniz kabul edilecek bir şey değil. Hiç böyle bir şey olabilir mi; ben sizin evladınızı alıp besleyeceğim, siz ise benim evladımı alıp öldüreceksiniz. Bu adalet mi?’ dedi. Mut’un b. Adiyy söze karıştı; kısmen tehdit içeren bir ses tonuyla ‘Kavmin sana son derece adil davranıyor. Seni mağdur etmek istemiyor. Ama ne var ki sen inadında devam ediyorsun. Bırak bunu; artık vazgeç yeğenini kollayıp, gözetmekten’ dedi. Ebû Talib ‘Siz bana adil davranmadınız. Teklifinizi kabul etmem mümkün değil. Anladığım kadanyla herkesi bana karşı kışkırtmak ve beni zorda bırakmak istiyorsunuz. Elinizden ne gelirse onu yapın; Muhammed’i size vermeyecek ve O’nu korumaya devam edeceğim [4] dedi. Eşraf bir kez daha hayal kırıklığına uğramış, istediklerine kavuşamamış bir halde Ebû Talib’in yanından ayrıldılar.

Ebu Talib, Mekke eşrafıyla bu son görüşmesini takiben Resulûllah hakkında endişelendi. Eşrafın O’na bir zarar vermesinden korktu. Korkusu o gece daha da büyüdü. Sabah olunca bazı kimseleri Resulüllah’m evine göndererek, ne halde olduğunu görmelerini istedi. Ebû Talib’in gönderdiği kimseler Resulüllah’ı evinde bulamadılar. Çevrede aradılar, ama bulamadılar. Sordukları bazı kimselerden de hakkında bilgi alamadılar. Geri dönüp durumu Ebû Talib’e bildirdiler. Ebû Talib korktuğunun gerçekleşmesinden endişelendi. Hemen eli silah tutan gençlerin silahlarım yanlarına alarak yanında toplanmalarını istedi. Biraz sonra bir grup silahlarını yanlarına almış bir halde Ebû Talib’in evinin önünde toplandılar. Ebû Talib gençlerin önüne geçti ve ‘Şimdi Kabe’ye gidecek ve Ebû Cehil’i bulacağız. O kimlerle birlikte oturuyorsa Muhammed’e zarar vermiş olanlar onlardır. Onların hepsini öldüreceğiz’ dedi. Kabe’ye doğru yürümeye başladılar. Biraz ilerlemişlerdi ki Zeyd b. Harise ile karşılaştılar. Ebû Talib, merak ve endişe içerisinde Zeyd’e yaklaşıp, yeğenin nerede olduğunu, kendisine bir kötülük dokunup dokunmadığını sordu. Zeyd, Resulüllah’m sağ olduğunu, kendisine herhangi bir kötülük dokunmadığını söyledi. Ebû Talib sevindi. Ama girişiminden de vazgeçmek ve önceki gün kendisine yöneltilen tehdidin altında kalmak istemiyordu. Bu nedenle yanma aldığı gençlerle birlikte Kabe’nin yanma gitti. Aralarında Ebû Cehil’inde olduğu eşraftan bazı kimseler gölgeliklerinde oturmuş sohbet ediyorlardı. Ebû Talib’i bir grup gençle birlikte kendilerine doğru geldiğini görünce endişelendiler. Birbirlerine neler olduğunu sormaya başladılar. Onlar merak ve korku içinde olup-biteni anlamaya çalışırlarken Ebû Talib kendilerine iyice yaklaştı ve hangi niyetle evinden çıktığını anlatıp, eğer yeğenine bir kötülükleri dokunursa bunun hesabını sormaktan çekinmeyeceğini söyledi. Sonra adamlarını yanma alıp evine döndü.

Ebu Talib’in bu son girişimi Mekke eşrafını hepten endişelendirdi. Onlar nasıl yapıp da Haşim oğullarını yanlarına çekebileceklerini, Resulüllah’m desteksiz kalmasını sağlayacaklarım düşünürlerken, Haşim oğullarının Resuîüllah’ı korumaktan vazgeçmek niyetinde olmadığını açıkça gördüler. Gerekirse savaşmaktan çekinmeyeceklerini anladılar. Bunun karşısında yeni bir şeyler yapmaları gerektiğini düşündüler. Bir şeyler yapıp Haşim oğullarını Resulüllah’ı desteklemekten vazgeçirmeleri gerekiyordu. Haşim oğullarından sadece Ebû Leheb kendi saflarınday. O da Mekke geleneğine sırtını dönerek, en kutsal değerlerinden olan aile bağlarını kopararak, zaten temelsiz kalmış durumdaydı. Bir yolunu bulur ve Haşim oğullarını devre dışı bırakabilirlerse, problemin kesinlikle çözüme kavuşacağına tenlikle inanıyorlardı. Ama nasıl?

Düşünülen, ancak bir türlü gerçekleştirilemeyen tedbir için gizlice faaliyet yürütülmüş olmalı ki, sonunda Ebû Leheb dışından Haşim oğullarından herhangi bir temsilcinin olmadığı, Mekke’deki bütün aile temsilcilerinin yer aldığı, bilindiği kadarıyla Daru’n Nedve’nin tarihindeki en kalabalık toplantılarından birisi gerçekleştirildi. Toplantının ne kadar önemsendiğini ve kapsamlı bir karar alınması planlandığını göstermesi açısından, aslında Mekkeli olmadıkları halde Haşim oğullarının geleneksel müttefiklerinden Ehabiş kabilesi temsilcisinin de toplantıya davet edilmiş olması dikkat çekicidir. Toplantıda oy birliğiyle bir karar alındı: Bundan böyle Haşim oğullarına mensup olanlarla, ister Müslüman olsunlar isterse olmasınlar, her türlü ilişki kesilecek; görüşülmeyecek, konuşulmayacak, alışveriş yapılmayacak, kız alınıp verilmeyecek, hiçbir şekilde barış ve himaye anlaşması yapılmayacaktı. Bu topyekûn boykottan başka bir şey değildi. Bu boykot, Haşim oğullarının ‘Resulüllah’ın kafasını koparmak için kendilerine teslim etmelerine kadar’ devam edecekti. Boykota uyulması ve bu konuda bir zafiyet gösterilmemesi için toplantıya katılan aile ve soy temsilcilerine yemin ettirildi. Alman karar yazılı metne dönüştürülerek katılımcılar tarafından imzalandı ve anlaşmaya kutsallık atfetmek için götürülüp Kabe’ye asıldı.

Risâletin 7. senesinde, Haşim oğullan, Resulüllah’a verdikleri açık veya gizli destek nedeniyle yalnız bırakıldılar. Resulüllah’a olan desteklerini geri çekmelerini sağlamak için, böylesi ağır bir yaptırıma muhatap oldular. Daha da önemlisi, mecliste alman karar gereği toplumsal ilişkileri kesme uygulaması coğrafî anlamda da toplum dışına atma biçiminde baskılara ve tehditlere yol açtı. Haşim oğullarına mensup aileler müminlerle birlikte Ebû Talib’in evinin çevresine yerleştiler. Ebû Talib mahallesinin yakınındaki dere yatağında, kaya diplerinde, iğreti barınaklarda yaşamaya başladılar. Haşim oğullarının İslâm’a mensup olmayanları, en kutsal değerlerinden olan soy bağı nedeniyle ölümleri pahasına kendi akrabaları olan müminleri destekleyerek ambargonun mağdurları olmaya rıza gösterdiler. O zamana kadar yeğenine desteğim herhangi bir şart ileri sürmeden devam ettiren Ebû Talib, bu aşamada da yeğenini yalnız bırakmadı ve Mekkelilerin boykot kararına muhatap olmaktan hiçbir şekilde kaçınmayarak, yeğenim korumaya aynen devam etti. Hatta ani bir saldırıyla yeğenine zarar verilebileceğini düşündüğü için, bazı geceler bizzat kendisi nöbet tutarak yeğenine yönelik muhtemel bir girişimi önlemeye çalıştı.

Müşrikler, Haşim oğullarına ve müminlere yönelik boykot kararma titiz bir şekilde uydular, ilk andan itibaren, mecliste aldıkları kararın gereklerini büyük bir istekle ve ihtimamla yerine getirdiler. Hiç kimsenin Haşim oğullarına ve müminlere gizlice dahi olsa yardım etmesine fırsat vermediler. Ebû Talib mahallesine giriş ve çıkışları sürekli gözetim altında bulundurdular.

İlk zamanlar yanlarındaki erzakları nedeniyle zor bile olsa hayatlarını sürdüren boykot mağdurları, zamanla yiyeceklerinin de bitmesiyle daha da yoğun bir şekilde zorluklarla dolu bir hayatı yaşamaya başladılar. Bir müddet sonra açlık had safhaya ulaştı. Buldukları bitkilerle, ağaç yaprakları ve kabuklarıyla karınlarını doyurmaya çalıştılar. Açlıktan ölmek, her an beklenen bir durum haline geldi. Aç çocukların ağlama sesleri Mekke’de yankılanmaya başladı. Boykot bölgesinden yaşanan açlığın boyutunu göstermesi açısından, yaşanan bir olay önemlidir. Boykot bölgesindeki birkaç kişi, bir gün dere kıyısında bir hayvan derisi buldular. Buldukları deri, ölmüş bir hayvanın diğer bazı hayvanlar tarafından sürüklenerek boykot bölgesine getirilmiş derişiydi. Deriyi bulanlar çok sevindiler. O deriyi bir kap içerisinde kaynatarak suyunu içip, karınlarını doyurdular.

Boykot kararı mecliste oy birliği ile alınmış olmasına rağmen, aslında tüm Mekkeliler bu kararı desteklemiyorlardı. Bazıları mecliste alman karara istemeyerek razı olmuştu. Üstelik, aldıkları kararın böylesi bir vahşet aşamasına geleceğini düşünmemişlerdi. Bu nedenledir ki, vicdanının sesine teslim olup, gizlice boykot bölgesindekilere yardım etmek isteyenler çıkıyordu. Ancak ne var ki Mekke eşrafı işi çok sıkı tutuyordu. Alınan kararın delinmesine hiçbir şekilde göz yummuyorlardı. Boykot bölgesine giriş çıkışları çok sıkı bir şekilde kontrol ediyorlardı. Dışarıdan birisinin bölgeye girmesine müsaade etmedikleri gibi, bölgeden hiç kimsenin de dışarı çıkmasına izin vermiyorlardı. Dolayısıyla gizlice gerçekleştirilmeye çalışılan yardım girişimleri her defasında başarısızlığa uğruyordu. Yardımseverler, Mekke eşrafının gözcüleri tarafından yakalanmaktan kur tutamıyorlar di. Bunlardan birisi Hz. Hatice’nin yeğenlerinden birisiydi. O, bir gece gizlice boykot bölgesine bir miktar yiyecek sokarken yakalandı. Büyük bir tepkiyle karşılaştı. Eşrafın öfkesinden canını zor kurtardı.

Boykot bölgesindekiler sadece haram aylarda kısmen rahatlıyorlardı. Dört ay süresince boykot şartlan gevşiyordu. Bu süre içerisinde boykot mağdurlarının Ebû Talib mahallesinden ayrılmalarına ses çıkarılmıyordu. Boykotun mağdurları, hac için Mekke’ye gelenlerle görüşme ve onlardan yardım isteme imkânına kavuşuyorlardı.

Fakat Mekkeliler bu aylarda da boykotlarını değişik boyutta devam ettiriyorlardı. Dışarıdan gelen ürünleri daha fazla bedelle satın alıp, Haşim oğullarının ve müminlerin eline geçmesini önlüyorlardı. Boykotun mağdurları ticaret yapamadıkları, ekonomik gelirlerini kaybettikleri için zaten yoksullaşmışlar, ellerinde herhangi bir sermayeleri kalmamıştı. Satın alabilecekleri ürünlerin Mekke eşrafı tarafından yüksek bedellerle alınarak fiyatlarının artırılmasıyla daha da zor durumda kaldılar. Yapacakları hiçbir şey kalmadı.

Boykot üç sene devam etti. Risâletin 7.,8. ve 9. yılları bu şekilde büyük sıkıntı ve zorluklarla geçti. Haşim oğullarının mensupları ve müminler tahammülü mümkün olmayan zorluklara tam üç yıl süreyle direndiler. Sabırlarını hiç bozmadılar. Ne müminler durumlarının değiştirip şirke dönmeye razı oldular, ne de Haşim oğulları Resulüllah’a verdikleri desteği geri çektiler.

Üçüncü yılın sonunda, insanî değerlerini yitirmemiş, hâlâ vicdanında bazı kıpırdanmalar olan birkaç Mekkeli hemen yanı başlarında yaşanan insanlık vahşetine katlanamadılar. Yakın dostlarının, arkadaşlarının, çocukların, kadınların böylesine vahşete maruz kalmasını kabullenemediler. Konuyla ilgili sıkıntı ve şikayetlerini yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Bu durum, benzer düşünce ve duygulara sahip bir grup Mekkelinin bir gece toplanıp durumu aralarında görüşmelerine yol açtı. Aralarında, artık boykotun sona erdirilmesi ve bunu sağlamak gerektiğini konuştular. Boykotu sona erdirmek için birbirlerini desteklemeye karar verdiler, isteklerini, ertesi gün boykotun en katı taraftarlarından Ebû Cehil’e bildirdiler.

Ebû Cehil duydukları karşısında öfkelendi. Boykot kararından dönmenin mümkün olmadığını, bunun tek istisnasının Haşim oğullarının, Resulüllah’ı Mekke eşrafına teslim etmeleri olduğunu söyledi. Oybirliği ile alınan kararı ve kararın imzalı metnini hatırlattı. Bu karardan dönmenin onursuzluk olacağını bildirdi. Yazılı belge var oldukça ambargonun kaldırılamayacağını savundu. Tartışmalar büyüdü ve boykot kararının metnine bakma ihtiyacı hissedildi. Karar metnini okumak için Kabe’ye gidildi. Şaşkınlık veren bir durumla karşılaşıldı. Belgenin tamamen denecek oranda kurtlar tarafından yenildiğini, delik-deşik olduğunu, metnin anlam bütünlüğünün kaybolduğunu gördüler. Artık boykot kararından bahseden yazılı ve imzalı bir metin yoktu. Mekke liderleri kararın devam etmesinden yana görüş bildirdilerse de ısrarcı olamadılar. Mekke’de gizliden gizliye taraftar bulan boykot aleyhtarlığının, kendilerine yönelik bir harekete dönüşmesinden çekindiler. İstemeyerek de olsa boykotun sona erdirilmesini kabul ettiklerini bildirdiler. Boykot kararının iptal edilmesiyle birçok Mekkeli Ebû Talib mahallesine koşarak, boykot mağdurlarına haberi müjdelediler; evlerine dönmelerini sağladılar. Böylelikle, müminler ve Haşim oğulları, insan tahammülünün çok üstünde zorlukların üstesinden sabırla gelmiş, onur ve ilkelerinden taviz vermemiş oldular.

[1] Meryem sûresi, 19:84
[2] Lokman sûresi, 31:24
[3] Ahkâf sûresi, 46:20
[4] Ibn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/285; Taberî, Tarihu’r-Rusül ve’l-Mülûk, 11/220; İbnü’l Esir, el’Kâmü fı’t-Târih, ÜY64, 65; Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kûbra, 1/202.
 
Üst Alt