MURATS44
Özel Üye
Bir iki asır var ki toplumumuz, kendi kendini inşa mülâhazasıyla, tarihte emsâli görülmemiş bir ihtilâl humması içinde çırpınıp durmakta. Bilhassa son iki yüz seneden beri aydınımız, toplumun genel dokusunu birkaç defa bozup değiştirdi, değiştirip başkalaştırdı; hattâ bazen, her on-on beş senede bir, öncekilere ait olanlarla beraber kendi getirdiklerini de altüst ederek sürekli bir "değişim" ve "dönüşüm" humması yaşadı; yaşadı ve çağlar çağlar boyu, insanımızın kaderine hükmeden, hükmederken de her zaman muallâ yerini koruyan dinî, millî ve tarihî değerlerimizi temelinden sarsarak her şeyi yerle bir etti.
Öyle ki, bu tâli'siz dönemde mâbed muhtevasından uzaklaştı.. medrese bütün bütün delik-deşik oldu.. bedîi telâkkilerimizin sembolü saraylar villalara inkılâp etti.. eski saraylı şimdiki villalı, bütün bütün kendini taklit ve şablonculuk cereyanına saldı.. ulemâ, dine hizmet edeceğine ölmüş düşünceleri hortlatarak, yeni i'tizalî, cebrî, mürciî, müşebbihî fantezilere kapıldı.. siyasiler iktidar olma hırsıyla, ülkeye hizmeti, olumlu politika üretmeyi ve kalkınma projeleri hazırlamayı bir kenara bırakarak birbirini bitirip tüketme yolunu seçti.. "Devletin parası deniz...." mülâhazası, bir kere daha büyük çoğunluğu pençesine aldı ve kitleleri birer mesavî yığını hâline getirdi.. "el elden çözüldü yâr elden gitti", gel gör ki, gaflet bitmedi; tarihten gelen insanî mülâhazalarımıza rağmen, demokrasiye rağmen, hattâ halka rağmen sürekli levsiyat içinde dolaşıldı ve akla hayale gelmedik gariplikler irtikâp edildi.
Göz göre göre millete bunları yapanlar hain miydi? Hayır! Satılmış mıydı? Sanmıyorum.. ahmak mıydı? Hiç zannetmem.. ne idi öyleyse? Bu muamma karşısında bir şey söylemek oldukça zor; ama sanıyorum bunlar, kendilerini kendilerinden başka bir şey olma fantezisine kaptırmışlardı.. mâneviyatsız, muhteviyatsız, şurada-burada teselli arayıp duruyor ve kendilerini âdeta yeyip bitiriyorlardı. Ruh dünyaları karbonlaşmış, içleri bomboş, olabildiğine sathî ve dekolte, fikirleri cılız, bakışları miyop, bakış zaviyeleri çarpık ve beyanları da alafranga idi.. camiye sırtlarını dönmüş, kiliseden kabul alamamış, ilmin şemasına takılıp kalmış, teknolojinin "elifbe"sini aşamamış, "müzebzebîne beyne zâlik"[SUP]1[/SUP] fehvâsınca bir orada-bir burada; ne tam orada-ne de tam burada; medeniyet düşünceleri ve kültür "yaşamları" itibarıyla a'râfa düşmüş ve hep bir berzah hayatı yaşıyorlardı.. bari şimdilerde bir farklılaşma olsaydı; ne gezer. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ istikrar kazanmamış ve oturmamış bazı müesseselerimizin, sanki oturma adına yeni kurbanlar istiyor gibi bir hâlleri var. Ben, bunca hırpalanmış bir milletin, yeniden bir kere daha kan kaybına tahammül edeceğine ihtimal vermiyorum. Ancak görünen o ki, bir kısım eski iş bilmezlerin mirasçıları ve hakkı kuvvette gören gücün kulları , her şeyi bir kere daha altüst etme niyetindeler.. hem de birkaç asırlık bunca yanlış ve hatadan ders almamışçasına ve: "Önce yıkalım, sonra neyi nasıl yapacağımızı düşünürüz..." gibi çocuksu mülâhazalarla...
Bizim gibi bir zaman Batılılar da ferdiyetçi ve liberal düşüncelerle, eski değişik kültürlerden ve dinlerin ruhundan kaynaklanan kolektif duygu ve hareket nizamını tahrip ederek toplumları bütünüyle yalnızlığa ve bunalıma itmişlerdi. Öyle ki, zaten varlığını berzahta sürdüren mâbedi bütün bütün cankeş edip devre dışı bırakmış.. o dev katedralleri, mimarideki ferdiyetçilikle, yalı ve villa mimarisiyle küçülterek apartman seviyesine indirmiş.. mektebi çevreye sis ve duman püskürten bir inkâr ve ilhad yuvasına çevirmiş.. kışlayı, bu anlayışı hem de kendine rağmen totaliterize eden ve koruyan bir bekçi hâline getirmiş.. ve her şeyi aşırı ferdiyetçiliğe göre plânlayıp mâşerî vicdanı da kolektif şuuru da öldürmüş.. derken bir arada yaşayan grupların yerine, serâzat ve çakırkeyf fertleri ikame ederek ortamı iştihaların, ihtirasların, dolayısıyla da kinlerin, nefretlerin, iğbirarların kol gezdiği bir kanlı arenaya döndürmüştü.. ne var ki o, oldukça erken yanlışlarını anladı ve anlayınca da, hemen süratle durumunu gözden geçirerek bu büyük tarihî hatadan geri dönüverdi...
Keşke biz de, her türlü ifrattan, tefritten uzak kalarak, fantastik alafranga saiklerin tesirine girmeden ve umursamazlığın derin derelerini aşırılığın korkunç uçurumları hâline getirmeden, akl-ı selime tutunarak, vicdanla beraberliğimizi sürdürmek suretiyle, muhakemenin yanında tecrübe ve müşâhedeyi de yanımıza alıp bir yerlere varmayı plânlayabilseydik..! Ama ne acıdır ki, onca emek-onca semek, göz nuru ve düşünceyi de içinde barındıran o korkunç levsiyata girmeyi biz de denemek istercesine, kendimizi o kokuşmuş çamurun içine salıverdik.. oysaki onlar "tarihî bir yanılgı" diyerek kendilerini inkâr saydıkları o koskoca hatadan hemen sıyrılıverip, kendi dinlerine, kendi kültürlerine ve tarihî dinamiklerine dönerek bu büyük yanlışta ısrar etmediklerini ortaya koymuşlardı...
Evet, bugünkü Batı, kuruluş dönemi itibarıyla, geçmişini çok iyi değerlendirdi.. tarihî metrukâtı karşısında alacağı şeyleri almada, atacağı şeyleri de atmada fevkalâde titiz davrandı.. davrandı ve şimdiye kadar gelmiş-geçmiş değişik medeniyet ve kültürlerin usâresini alarak bugünkü dünyasını onun üzerine kurdu. Aslında başka toplum ve başka milletler de aynı şeyi yapmışlardı. Bırakın diğer hususları, sadece din açısından meseleyi ele alacak olursak, dünya büyük çoğunluğu itibarıyla bugün yeniden dine yönelmeye başlamıştır. Evet, Hristiyanlık âlemi –mevcut kaynakları itibarıyla her zaman münakaşaya açık olsa da– yirmi birinci asra birkaç kadem kala, yeniden kiliseye yönelmekte; Uzak Doğu insanı bir kere daha Vedaların sihirli havasıyla Brahmanizm'i yorumlamaya çalışmakta; yeni "Mahayana" ve "Hinayana"larda Budizm'in ruhunu aramakta ve koskocaman dev bir ülkede Konfüçyizm'in ahlâkîliğini soluklamakta, bu itibarla da Yakın Doğu ve eski İslâm ülkelerinin bu umumî yönelişten doya doya nasiplerini almalarından daha tabiî ne olabilir ki.?
Ancak düşmanların amansızlık ve insafsızlığı , dostların da vefasızlık ve idraksizliği yüzünden bu koca dünya, daha bir süre bunalım ve hafakanlarla yutkunup duracağa benzer. Bu da, birkaç asırdan beri bizi demir pençesinde kıvrandıran buhranların devam edeceği mânâsına gelir.
Öyle de olsa, zaman er-geç kayıp İlâhî tak*dirdeki yörüngesine oturacak.. dünya yeniden şekillenecek ve cihanın çehresi bir kez daha değişecek. Ve tabiî bütün bunlar, zamana hakikî derinliğini kazandıran ilim, irfan kahramanları sayesinde gerçekleşecektir. İman ve aksiyon dinamizmini harekete geçirerek yeniden bir inanç, sevgi, aşk, mantık ve muhakeme devri başlatacak olan kalb ve kafa mimarlarıyla. İmanları dağlar gibi metin, ümitleri her zaman fevkalâdeliklerle iç içe, hiçbir güç ve kuvvetin "pes" ettiremeyeceği kadar İlâhî inayetlerle destekli, bir o kadar da bunun şuurunda olan bu esâtirî kahramanlar, bin bir ızdırap içinde kıvranan ve her gün daha bir derinleşen iştiyak ve beklentilerle milyonların, problemlerinin çözümünde kendilerine bel bağladığı son aydınlık süvarileridir. Öyle ki bunlar, duyulup hissedildikleri her yerde ruhlarda heyecan ve gönüllerde de sonsuzluk duygusu hâsıl edecek.. senelerden beri bütün beklentileri boşa çıkmış ve ciddî bir ruh sefaleti içinde inleyip duran, inleyip dururken de her zaman bir Heraklit bekleyen yığınlar, bu Mesih solukluları duyunca, sûr sesi almış gibi yeşerecek bir "ba'sü ba'del mevt"e yürüyecektir.
Aslında daha şimdiden bir hiss-i kable'l-vukû (önsezi) ile topyekün dünya, onları sezdiği her yerde onlara yöneliyor, onları dinliyor, onlara güven besliyor ve kurtuluşu adına Hak inayetinin onlarda temessül ettiğine inanıyor gibi.. bundan dolayı da, gittikleri her yörede iltifatlara mazhar oluyor, alkışlanıp takdirle karşılanıyor ve köpük köpük aşk u heyecanla selâmlanıyorlar.. selâmlanıyorlar ama hâllerinde, ne takdir edilip alkışlanmanın hâsıl ettiği şımarıklık, ne çevrelerindeki hüsnüzan tufanına karşı küstahlık, ne de ferdî enaniyetlerini besleyen âidiyet mülâhazası ile bir fâikiyet tavrı yok onlarda, olmayacak da; inşaallah onlar hep sade yaşayacak, sade düşünecek ve sade konuşacaklardır. Gönül verdikleri yüce hakikat sayesinde, hayatları hep ukba buudlu ve öteler televvünlü cereyan edecek.. içtimaî münasebetleri hep meleklerinki gibi garazsız ivazsız olacak.. ve tabiî üslûplarında da asla alafrangaya girmeyecek; düşüncelerini kendi enstrümanlarıyla seslendirecek.. sözlerinin belagatini samimî olmalarında arayarak düşüncelerini ihlâsla besleyecek; hiçbir zaman cümlelerini süsleme lüzumunu duymayacak ve beyanlarında da asla dekolteye sapmayacaklardır.. halktan birer insan olarak onlar gibi oturacak, onlar gibi kalkacak, hislerini onlar gibi seslendirecek ve onlar gibi konuşacaklardır. Hattâ bazen her şeyi tavır ve davranışlarının cereyanına salarak muhataplarını gönül diliyle ağırlayacak ve onlara hâlin en tabiî, en fıtrî bestelerini sunacaklardır.
Onlar, tarihî "yanılgılar"ı düzeltmek, eskiye ve yeniye ait güzel şeylerden bir dünya kurmak, semavîlikle arzîliği bir kere daha buluşturmak için hep ölesiye bir gayret içinde olacaklardır. Samimiyetlerinin derinliği ölçüsünde hizmetten başka bütün mülâhazalara karşı kapalı kalacak, yanlışlara karşı alternatif düşünceler sunacak, kimden gelirse gelsin doğrulara arka çıkacak, tahribe ve tahripçiye karşı inşa ve imarın yanında olacaklardır. Onlar iyi şeylerin horlanması, insanî değerlerin hafife alınması, tarihî dinamiklerin tezyif edilmesi karşısında hep ölür ölür dirilirler. Her insana karşı –onun her düşüncesini paylaşmasalar bile– her zaman saygılı, ince, zarif birer üslûp insanıdırlar. Yeni bir mezhep, yeni bir yol ve yeni bir sistem peşinde değillerdir; ama eskilere yeni derinlikler kazandırarak en eski kıymetlerden en yeni şeyler ortaya koyacak kadar da duygu, düşünce, his ve mantık zenginliğine sahiptirler.
Herkesin maddî güce ve kaba kuvvete sığındığı günümüzde onlar, maddeyi kendi çerçevesinde kabulün yanında, sadece ve sadece ruha, mânevîyata, İlâhî inayetlere güvenirler. Milletçe kurtuluşlarının, maddî zaferlerden ve ülkeler elde etmekten daha çok, insanları kucaklamadan, onların ruhlarına girmeden ve gönüllerin kapılarını aralamadan geçtiğine inanırlar. Bugüne kadar düşmanlıklarla bir türlü açılmayan gönül kapılarının, mutlaka muhabbetle açılacağına öylesine inanmışlardır ki, sevginin en küçük bir parçasını dünyalara değiştirmezler.
Herkesin her fırsatta kin, nefret, sertlik ve huşûnet sergilemesine karşılık onlar, olabildiğince hoşgörü ve müsamaha ile davranır, her zaman evrensel barışa giden yolları araştırırlar.. araştırır ve bunu hayatlarının gayesi bilirler. Bu itibarla da şununla-bununla uğraşma yerine bütün mücadele güçlerini kendi nefisleri üzerine teksif ederek sürekli kendi boşlukları, kendi zaafları ve kendi tutarsızlıklarıyla savaşırlar.. savaşır ve gönüllerini ihtiras, kin, nefret, intikam hissi gibi menfî duygulardan temizleyerek hep iyilik duygusuyla yatar-kalkar ve kötülükleri iyilikle savarlar.
Dipnot
1. Nisâ sûresi, 4/143.