TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Anadolu’nun bir Türk vatanı olmasında çok önemli rol oynadıkları tarih otoriteleri tarafından kabul edilen Çepnilerin Anadolu’daki varlıkları on ikinci yüzyıla kadar gitmektedir.
Çepnilerin Anadolu’ya nasıl geldikleri, nerelere yerleştikleri, nasıl yayıldıkları hakkında ise ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. On ikinci ve on üçüncü yüzyıllara ait belgeler daha çok Çepni varlığından ve onun menşeinden söz etmekte, daha sonraki yüzyıllarda ve özellikle on altıncı yüzyıldan itibaren tutulmaya başlanan Osmanlı tahrir defterlerinden elde edilen bilgiler, Çepnilerin Anadolu’nun iskanında ve Türkleşmesinde oynadıkları büyük rolü ortaya çıkarmaktadır.
Bu çalışmada önce kronolojik bir sıra takip edilerek kaynaklardan Çepni adı ve menşei ile ilgili bilgiler verilecek, daha sonra Anadolu’daki Çepni yerleşim yerleri tanıtılacak ve Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde oynadıkları önemli rol anlatılacaktır.
Çepnilerin Menşei ve Çepni Adının Manası
Çepnilerden söz eden bütün kaynaklar, onların Oğuz Türklerinin bir boyu olduğunda görüş birliği içindedirler.
Çepnilerden söz eden en eski yazılı kaynak Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072-1076 yılları arasında yazılan Divanü Lugati’t Türk’tür. Türk dili, tarihi ve kültürü yönünden çok zengin bir hazine olan bu eserde Kaşgarlı Mahmud, Oğuz boyları hakkında da bilgi verirken, Oğuzların yirmi iki bölük olduğunu, her bölüğün ayrı bir belgesi ve hayvanlarına vurulan bir alâmeti olduğunu belirttikten sonra birinci boy olan Kınık’tan başlayarak tek tek bütün bölükleri tanıtır. Çepni boyu, Kaşgarlı’nın yirmi iki bölüğe ayırdığı Oğuzların yirmi birincisidir.
Çepni adının geçtiği ikinci yazılı kaynak on dördüncü yüzyıla aittir. Reşidüddin Fazlullah’ın 1310 tarihinde yazdığı Câmi’üt Tevahir’in ikinci cildinde Tarih-i Oğuzan ve Türkan (Oğuzların ve Türklerin Tarihi) adıyla Oğuz Destanı nakledilir. Bu destanda, Oğuz’un daha yaşarken Bozoklar ve Üçoklar diye ikiye ayırdığı. Altı oğlundan yirmi dört torununun olduğu. Oğuz’un vefatından sonra onun yerine Kün Han geçtiği. Oğuz’un çok değer verdiği bilge bir kişi olan Irkıl Hoca’nın, devletin devamlılığının sağlanması, ileride herhangi bir kargaşaya meydan verilmemesi için bu yirmi dört oğul’a birer lakap ve birer ongun ve hayvanlarına vurmaları için de birer tamga tespit edilmesinin gerekli olduğunu Kün Han’a söylediği. Onun da bu fikri kabul ederek bu işi yapmak üzere lrkıl Hoca’ yı görevlendirdiği. Irkıl Hoca’nın da yirmi dört evladın her birine birer lâkap, birer tamga ve birer ongun tespit ettiği anlatılır.
Bu kaynağa göre Çepni, Üç Oklar’ın en büyüğü olan Kök Han’ın dördüncü oğludur. İlk kez bu eserde Çepni’nin manası üzerinde durulmuş ve Çepni, “Nerede düşman görse durmayıp savaşan (Kandaki yağı göre, derhal savaşır ve çapar. Bahadır) şeklinde tanıtılmıştır.
Ongununun “Sunkur: Umay”, Ülüşü (şölenlerdeki et payı) nün, Sol karı yağrın, sol yan baş olduğu belirtilmiş ve damgası verilmiştir.
XIV. yüzyılda Çepni adı, Ebu Hayyan’ın, Kitabul-Idrak li-Lisanil Etrak adlı eserinde “Çepni-kabiletün minet-Türk” şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepnilerden söz edilmektedir. Bu bilgi XIV. yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da bile tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir.
XV. yüzyılda Yazıcıoğlu Ali, Reşüdüddin’den bazı değişiklikler yaparak Türkçeye çevirdiği ve “Tarih-i Âl-i Selçuk” adlı eserinin baş tarafına aldığı Oğuzname’de Çepniler Eserin “Oğuz Han’ın Torunlarının Adlarının Manası ve Damgalan ve Kuşlarının Zikri” adlı bölümde Oğuz’un yirmi dört torununun adları, adlarının anlamları, damgaları ve kuşları belirtilmiştir. Bu kaynakta Çepni, Oğuz’un on altıncı torunu olarak gösterilmiş, Çepni’nin anlamının “cesur”, kuşunun “devlet kuşu (hümay) olduğu belirtildikten sonra, damgasının şekli verilmiştir.
On yedinci yüzyılda Katip Çelebi, Cihannuma adlı coğrafya kitabında Çepnilerden söz ederken dillerinin Türkçe-Farsça karışık bir şey olduğunu söyler.
Gyula Nemeth “Çepni” adının Kırgızca çep (=kalkan) ve Türkçe çeper (=duvar, çit, parmaklık) kelimeleriyle ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Çepni adı kök bakımından “koruyucu (birlik)” ve özellikle “sınır koruyucu (birlik)” anlamına gelmektedir.
Çepni adındaki -ni eki Beçenek-Beçene-beçe adlarında gördüğümüz -ne, -na, -ne, -ni, -nu, -nü ekiyle birleştirilebilir. Aynı eke Çağatayca tuzni (= buzağı) kelimesinde de rastlanmaktadır.
Kafesoğlu da “Eski Türk boylarının adları boyun siyasi ve sosyal hususiyetlerini meydana koymaktadır.” dedikten sonra Çepni’yi, askeri teşkilat ve unvanlarla ilgili olan Çor, Yula, Kapan, Külbey, Yabuka, Yeney, Taryan, Iğdir, Buka, Tarduş vb. isimlerle birlikte bu gruba dahil etmekte ve Çepni adının askeri ve siyasi özellik taşıdığını belirtmektedir.
Geybullaev de Azerbaycan’ın Şamaha bölgesinde Çepni kelimesiyle bağlantılı 17 yer adı bulunduğu bildiriyor. Bunlardan Çepli, Cabani, Çapni şeklinde olanlar Zangezur ve Kuba bölgelerindedir. Kazak şehrinin Daşsalahlı Bölgesinde Çepli adlı bir yer bulunmaktadır.
Soltanşah Ataniyazov, Şecere adlı eserinde Kaşgarlı, Reşidededin, Yazıcıoğlu ve Ebülgazi’den, bizim de yukarıya aldığımız bilgileri aktardıktan ve bunlara Salar Baba’nın görüşlerini ekledikten sonra Çepni kelimesinin etimolojisi üzerinde durur ve bu bilim adamlarının güzel fikirlerini inkâr etmediğini, ama, Çepni adının eski Türk sözü olan ve “küçük grup”, “sürü” anlamındaki “çep”, “çöp” sözünden türediğini de bilmemiz gerektiğini söyler. Daha sonra Çepnilerin tarihi hakkında kısaca bilgi vererek, Selçuklular döneminde (ll.YY.) bunların büyük bir bölümünün İran’a, Türkiye’ye Kafkasya’ya ve Irak’a geçtiklerini, Türkmenistan’da Alili, Ata. Göklen, Hatap ve Hıdırili boylarıyla Çepbe, Çovdur ve Ersarıların Çepek, Burkazların Çepbece diyen aşiretlerinin kadim Cepnilerle aynı kökten gelmelerinin mümkün olduğunu belirtir.
Çepnilerin Anadolu’ya Yerleşmeleri
Buraya kadar verilen bilgiler bize Çepni boyunun, XII. Yüzyıldan bu yana Anadolu, İran, Azerbaycan ve Mısır’ı içine alan çok geniş bir coğrafyada tanındığını göstermektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, Çepnilerin Anadolu’ya ne zaman geldikleri, nerelere ve nasıl yerleştikleri hakkında yeterli bilgiye henüz sahip olamamakla birlikte. Faruk Sümer’in, ulaşabildiğimiz diğer araştırmacılar tarafından da kabul gören “Türkiye tarihinin yerli kaynaklarında adı ilk önce ortaya atılan Oğuz boyu muhtemelen Çepnilerdir” şeklindeki görüşü Anadolu’ya ayak basan ilk Türk boyu veya ilk boylardan birisinin de Çepniler olduğunu ortaya koymaktadır.
Çepnilerin Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleştirilmesindeki Rolleri
Selçuklu Devleti’nin 1040 yılında Horasan’da kurulması ve daha sonra Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın 1071 yılında Malazgirt savaşını kazanmasından sonra Anadolu kapıları Türklere açılmış ve batıya doğru göç eden Türkler Anadolu’da yurt edinmeye başlamışlardır. Yerleştikleri her yere Türkçe ad veren bu Türkmen boyları en yoğun olarak, Antalya-Denizli-Isparta Bölgesi (200.000 çadır), Kütahya-Eskişehir Bölgesi (30.000 çadır), Kastamonu Bölgesi (100.000 çadır), İçel Bölgesi, Malatya-Maraş Bölgesi, Kuzey Suriye, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yurt tutmuşlardır. Bizim konumuz olan Çepniler ise Sinop bölgesine yerleşmişlerdir. Tarihi kayıtlardan Karadeniz Çepnilerinin bu bölgeye ne zaman geldiklerini tam olarak öğrenememekle birlikte XIII. yüzyılda bu bölgeye hakim olduklarını ve Trabzon Rum Devleti hükümdarı Giorgi’yi mağlup edebilecek kadar da güçlü olduklarını biliyoruz.
Moğolların Anadolu’yu istilası ile ortaya çıkan bunalımdan istifade etmek isteyen Giorgi, Karadeniz ticareti için çok büyük önem taşıyan bir limana sahip olan Sinop’u almak istemiş ve bir donanma ile 1277’de Sinop’a saldırmışsa da, kendisini gemilerle denizde karşılayan (Türkan-ı Çepni) Çepni Türkleri tarafından mağlup edilerek geri püskürtülmüştür. Bu olayı Ibn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’I-Ala’iye (Selçuk Name) adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: “O sırada Sinop tutgavulu (muhafız kuvvetleri komutanı) Taybuğa gelerek, “Canik hükümdarı (Caniti) asker ve cephane (zeredhane) dolu kadırgalarla Sinop’a saldırmak için geldi. Çepni Türkleri ile o diyarı korumak için görevlendirilmiş olan komutanlar (server) onlara karşı koyarak, onları ateş ve su arasında sıkıştırıp canlarına ve evlerine darbe indirdiler. Her tarafı yerle bir ettiler. Onları kahrederek her şeyden mahrum, mahzun ve ümitsiz bıraktılar.” dedi.”
Düzenli bir orduya karşı kazandıkları bu zafer, Çepnilerin o dönemde hem kalabalık hem de teşkilatlı bir topluluk olduklarının bir göstergesidir.
Bu Çepnilerin Sinop bölgesine yerleştikleriyle ilgili her hangi bir delil yoktur ama, bu dönemle ilgili belgelerden Türklerin sürekli olarak doğuya doğru ilerledikleri anlaşılmaktadır.
Bryer’in verdiği bilgilere göre, Trabzon Rum imparatoru II. Jean (Yuannis) zamanında (1280-1297) Türkler Ünye (Halibia) yöresini fethetmişlerdir. Bu Türklerin Sinop Çepnileri olmaları kuvvetle muhtemeldir.
Trabzon Rum imparatorluğunun saray tarihçisi Panaretos’a göre imparator Giorgi (1260-1280) hükümdarlığının 14. yılında yani 1280 yılında Toresion dağında Türkmenlere tutsak düşmüştür. Panaretos, II.Jean’ın 1297 yılında öldüğünü, onun zamanında Türklerin Halibia (Ünye yöresi) yöresini ellerine geçirdiklerini söyledikten sonra Trabzon dolaylarına kadar uzanan büyük bir istilâ hareketlerinde bulunduklarını yazar. Öyle ki çok yerler gayr-i meskun bir duruma gelmiştir. Yukarıda da söylendiği gibi, bu Türkler veya onların çoğu büyük bir ihtimalle Çepniler ve başlarındakiler de Bayram Bey ailesidir.
İmparator II.Aleksios (1297 -1330) 1301 Eylül’ ünde Giresun’a gelip oradaki Türk beylerinden Küçük Ağa (?)’yı ağır bir yenilgiye uğratmıştır.
Yine Panaretos da Bayram Bey’in bir pazarı ele geçirdiği bildiriliyor. Bu, Ordu vilayetini fetheden ve orada bir beylik kuran (Bayramlu beyliği) Bayram Bey’ e dair ilk haberdir. Bu esnada batı ucundaki Türkmenler de geniş çapta fetihlere girişmişlerdi. Bayram Bey 1332 yılında da çok sayıda asker ile Hamsi Köy’ e kadar gelmiş ise de ağır kayıplar vererek geri dönmüştür.
1355 yılında Haldia dükü Kabasisika harekete geçip Şiran’ı zapt ettiği gibi, Suriyana kalesi de boşaltıldığı için Trabzon imparatorluğunun sınırları içine alınmıştı. Bundan çok memnun kalan imparator III.Aleksios elden çıkmış olan Şiran’ a gelmiş, tahribatta bulunmuş ve orayı kuşatmış tutsak almış ise de dönerken az sayıda bir Türk’ün takip etmesi üzerine imparatorun kuvvetleri panik halinde kaçmışlar, birçok kimse öldürülmüş ve Haldia Dükü de tutsak alınmış, imparator ve bu hadiseleri yazan müverrih Panaretos güçlükle Trabzon’ a gelebilmişlerdir. İmparatoru mağlup ve kaçmaya mecbur eden Türkler şüphesiz Çepnilerdir.
Ertesi yıl (1356) imparator ve müverrih Panaretos batıya giderek noeli Giresun’da geçirmişler ve Yasun Burnu’nda ”Epifani” kutlanmış ve orada 18 Türk öldürüldükten sonra geriye dönülmüştü. Ertesi yıl (1357) Bayram Beğ’in oğlu Hacı Emir Beğ kalabalık bir asker ile Maçka yöresine kadar gelerek orayı yağma ve talan ettikten sonra geri dönmüştür.
Bu ilerleme sırasında Çepnilerin Ordu bölgesine yerleştikleri ve Bayram Bey’in idaresinde bir beylik kurdukları sanılmaktadır.
İmparator III Aleksios, 1380’de Tirebolu yöresine gelerek, Harşit çayının sağ kıyısına çok yakın yerde ve denize 5 km mesafede bulunan Bedroma kalesinden 600 kadar yayayı uzak yerlere göndermiştir. Yayanın kalabalık kısmı ve atlı askerler Harşit’in yukarı kısmına yürüyüp Çepnilerin kışlağına kadar gitmiş. Onların çadırlarını yıkmış, öldürmüş ve Çepnilerin elindeki tutsakları kurtardıktan sonra geri dönüp, Vakfıkebir’ deki Büyük Liman’ da birkaç gün kalmıştır. Daha önce gönderilen 600 kadar yaya askere gelince onlar, Kotzanta (Kürtün yöresi, Suma Kalesi) yöresine bir akın düzenleyip yıkmışlar ve adam öldürmüşler.
Dönüşte kendilerini kovalayan Türklerle de kıyıya varıncaya kadar dövüşmüşler ve bu yüzden Türklerden birçokları ölmüştür. Onlardan 42 kişi ölmüş Türklerden ise erkek, kadın ve çocuk olmak üzere 100′ den fazla insan hayatını kaybetmiştir.
Görüldüğü üzere imparator Çepniler’ e karşı bir öç alma seferi düzenlemiş ve onların elindeki bazı tutsakları kurtarmıştır. Anlaşılacağı gibi Çepniler muhtemelen XIV. yüzyılda kuzeye doğru ilerleyerek Kürtün yöresine ve ona komşu yerlere gelip oraları kışlak yapmışlar, yazın da kuzeydeki yeşil dağlara çıkmışlardır. Ertesi yüzyılda kuzey ve kuzey batıya doğru ilerlemelerini sürdüreceklerdir.
Ordu bölgesini fethederek Bayramlı Beyliği’ni kuran Bayram Beyin torunu ve Hacı Emir Bey’in oğlu Süleyman Bey de 1397’lerde Giresun’u fethetmiştir. XV. Yüzyılın başlarında kuvvetli olan bu beyliğin ne zaman ve nasıl ortadan kalktığı bilinmemektedir.
Çepniler XIV. yüzyıldan itibaren bu yöreye gelip orayı yurt edinmişlerdir. Bu yurtları kuzey Karadeniz’e kadar ulaşmıştır. Çepniler, Kürtün’den hareket ederek Harşit vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki toprakları yurt edinmişlerdir.
Doğu Karadeniz bölgesine, yaylalardan, geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenlerin olduğunu belirten Osman Turan da “Şarkî Karadeniz bölgesine yaylalardan, geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber bu havali daha ziyade. Samsun’dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiş; Canik bölgesine adını veren Hıristiyan Çan kavmi tedricen kaybolmuştur. Türkmenler 1302’de Giresun’a kadar ilerlemiş ve bir takım küçük beylikler kurmuşlardır.” demek suretiyle yukarıdaki görüşü paylaşmaktadır.
XIV. yüzyılın ilk yarısında Yukarı Kelkit vadisinde de kalabalık bir Çepni kümesinin yaşadığı ve bu Çepnilerin, 1348 yılında Erzincan hakimi Ahi Ayna Bey, Bayburt valisi Mehmed, Akkoyunlu Tur Ali Bey, Doğu Suriye Türkmen reislerinden Bozdoğan Bey’in Trabzon’a düzenledikleri sefere katıldıkları ve şehri üç gün kuşattıktan sonra alamayarak geri döndükleri görülmektedir.
1404 yılında Trabzon’dan Erzincan’a giden İspanyol Elçisi Ruy Gonzales de Clavijo (Klaviyo) Zegan (Zıgana) kalesi ile buradan Erzincan Türk Beyliği arasındaki yerlerin “Kabasitan”lı derebeyler elinde olduğunu; “Çabanlı” (Çepni) Türklerinin bunlarla savaşıp yıldırdığını bildirmektedir.
Yine Klaviyo’nun “Bu dağların ve kalelerin hâkimi olan Kabasika, bize, nasıl yaşadığını anlatmağa başladı. Kendisi bu çıplak yerlerde ömür sürermiş. Bu havali şimdilik (Temür’ün korkusundan) sükûn içinde yaşamakta ise de, daima (Bayburt-Ovası batısında Sinür köyünde ocakları bulunan Bayındurlu/ Akkoyunlu ve Kelkit başları ile Kürtün bölgesi kuzeyinde ve Alucra’daki Çepnilü) Türklerin taarruzuna uğrarmış.” “ Ertesi (2 Mayıs) gün öğleden sonra yine Kabasika’ya ait bir kaleye vardık. Buradakiler de gelip bizden para aldılar (Zegana’dan beri dört yerde). Yolumuza devam ettik. Öğleden sonra bir vadiye vardık. Orada Çabanlı (Çepnilü ) Türklerine ait bir kale (Gümüşhane ile Kelkit ilçe merkezi arasında ve tam orta yerde <<Ulu Kal’a>> ) bulunduğunu anladık. Kabasika ve bu Türkler arasında harp vaziyeti devam ettiğinden, Kabasika’nın adamları bize bir müddet duraklamayı ihtar ederek keşfe çıktılar” şeklindeki açıklamalarından da anlaşılacağı gibi 1405 tarihinde Çepni nüfuz bölgesi Gümüşhane’ye kadar uzanmaktadır.
XIV. yüzyılın ortalarına doğru ise Çepnilerin kuzeye doğru ilerleyerek Harşit çayı çevresinde yurt tuttukları kışlaklarını yukarı Harşit’te kurmuş oldukları görülüyor. XV. yüzyıldaki Bizans müverrihlerinden Halkokondil Trabzon’un doğusundan Amasra’ya kadar bütün Karadeniz kıyılarında Çepnilerin oturduğunu bildiriyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461’de Trabzon alındıktan sonra Görele, Tirebolu, Bedreme ve Giresun kaleleri de fethedilerek Canik yolu ile Tokat’a ulaşılmıştır. Daha sonraki yıllarda da doğuda Gürcistan sınırındaki kalelerle Gümüşhane-Trabzon arasındaki Torul yöresi alınmış ve Trabzon’un fethi tamamlanmıştır.
Osmanlıların Trabzon’u fetihleriyle bölgedeki Türkleştirme hareketinin hız kazandığı muhakkaktır. Ayrıca, Osmanlılardan çok önce Kürtün-Dereli-Giresun-Tirebolu-Eynesil arasındaki kırsal kesime hakim olan Çepni beylerinin, fetihte Osmanlara yardım ettikleri, elde edilen başarılarda rol oynadıkları, fetihten sonra Osmanlı Devleti’nin bunların hemen hepsine zeamet ve tımar gibi dirlikler vererek onları hizmetine almasından anlaşılmaktadır. Ayrıca Çepni halkının büyük bir kısmı müsellem olarak hizmete alınmış, cami ve zaviyelerde görevlendirilerek vergiden muaf olmuşlardır. Halkın geri kalanının ekseriyeti de muafiñ (vergiden affolunmuşlar) sayılmıştır.
XV. yüzyılın ikinci yansında tamamen yerleşik hayata geçen Çepniler köylerde oturmaktadırlar. Bu bölgedeki köyler arasında hiçbir Hıristiyan köyü yoktur. Hıristiyanlar kıyılardaki Giresun, Tirebolu ve Görele kalelerinde yaşamaktadırlar. Bu yüzyılda köylerde oturan Çepnilerin darı ektikleri. Bal istihsal ettikleri, meyve yetiştirdikleri. Köylerin çoğunda doğan, şahin, atmaca yuvalarının bulunduğu. Palazlanan yavruların satılması suretiyle gelir elde edildiği ve bu gelirlerden devlete vergi ödendiği. İlk zamanlarda köylerde fazla koyun bulunmadığı, ancak sonraları birçok köyün koyun vergisi de ödediği. Otuz yıl kadar sonra buğday ekilmeğe başlandığı verilen bilgiler arasındadır.
XV1. yüzyılda bazı kaynaklarda Çepniler hakkında verilen malumat hiç de iç açıcı değildir. Trabzonlu coğrafyacı Mehmet Aşıki “Menazirü’l Avalim” adlı eserinde Lazlar ve Çepniler hakkındaki görüşlerini şöyle belirtiyor:
“Trabzon’un canib-i cenub-i şarkisi cibal-i Laz’dır. Cins-i Laz’ın Müslim ve Kafiri, dağ canavarmdan bed-terdir. Hayif Trabzon gibi belde-i haseneye ki, kavm-i Laz’a makardır. Ve bir garib dahi budur ki, Trabzon’un canib-i şarki ve cenubisi cibal-i Laz olduğu gibi, canib-i garbi-i cenubisi cibal-i Çepni’dir ki Etrak’dan kaba yaratılışlı ve kötü ahlaklı ve lugatleri türki lugatinin agrebidir. Ve suret-i ehl-i İslamda bir alay Rafızi-i bidindir.Cehele-i avamı, Şah-i Revafızı (Safili Kızılbaş Şahlarını), haşa, Uluhiyyetden dun mertebe üzere itikaad etmez. Ve belde-i Tırabuzon, bu iki taraf-ı mezbele arasında cevher-i kıymet-var bir belde-i metini-i üstüvardır.
F. Kırzıoğlu aynı eserinde “Koyu Alevi-Kızılbaş olan Trabzon Çepnilerine Ardanuç ile Hınıs gibi Osmanlı-Iran serhaddine yakın kalelerde bile askerlik vazifesi verilmemesine dikkat edildiğini, İstanbul’dan gelen arzlardan öğreniyoruz” der.
Mahmut Goloğlu ise Trabzon Tarihi adlı eserinde. Laz-Çepni çatışmasının asıl sebebinin ayanlar olduğunu. 18. yüzyılın ilk yarısında şehir, kasaba ve köylerde halka baskı yaparak devlet otoritesini kıran ve derebeyi durumuna gelen. Birbirlerini çekemeyip aralarındaki yarışmayı silahlı çatışma derecesine çeviren âyanlardan bazılarının Trabzon bölgesinde bulunduğunu ve Trabzon’un doğusundaki bu tür âyanların Lazlara, batısındakilerin de Çepnilere dayandıklarını. Her ikisi de aynı boyun çocukları olan bu iki zümreyi birbirine karşı kullandıklarını belirtiyor ve bunun sona erdirilişini şöyle anlatıyor:
“Lazlarla Çepniler arasındaki geçimsizlik oldukça eski idi. Gerek Çepni, gerekse Laz ağaları bölgelerinde bağımsız gibi yaşarlardı. Onlardan yana olanlar da ağalarından başka devlet adamı ve ağa konaklarından başka hükümet dairesi tanımazlardı. Derebeylerinin özel askeri birlikleri bile vardı. Meselâ Tirebolu’daki bir derebeyi, silâhlı adamlarını Trabzon Hükümetinin gözü önünde şehirden geçirip Rize’de Tuzcuzade ya da Lazistan’da Pansazade ailelerine karşı savaşa götürürdü. Ve ağaların hükümet gözündeki değerleri, bu çatışmalardaki başarı derecelerine göre idi. Gücünü ispatlayan ağayı hükümet de kendine kazanmak ister ve ona meselâ (kapıcıbaşılık) gibi rütbe ve görevler verirdi. İşte Trabzon bu durumda iken, yaklaşık olarak 1738’de ( Çeteci Abdullah Paşa ) Trabzon Valiliğine getirildi. Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni Mücadelesine el koydu ve kısa sürede taraflar arasındaki çatışmayı bastırdı.
Tirebolu’lu (Hüseyin Avni) Alparslan Trabzon Eli Laz mı? Türk mü? Adlı eserinin “Trabzon Tigresindeki Türkler Nice Türedi” adlı bölümünde Şakir Şevket’ in Trabzon Tarihi’nden şu bilgileri aktarıyor: “İkinci Mehmed Han Trabzon tigresini ülkesine kattıktan sonra ovadan yüz bin Çepni Türkü geldi, Tırabuzon tigresine yerleşti. Bu Çepniler, ilk önce Türkeli’nden (Türkistan’dan) Iran toprağına göçmüş! Kızılbaşlığı öğrenmiş! Bunlar, İran’da tek durmamış! Uslu oturmamış!? Bundan ötürü Hanları, bunları elinde istememiş! Bunlar da, Anadolu’ya geçmiş!?
Anadolu’ya geçen Çepnilerden yüz bin kişi daha çoğu Giresun, Tirebolu, Görele, Büyükliman’da bulunmak üzere, Tırabuzon tigresine yerleşmiş!? Birtakımı da batıya doğru yürümüş! Balıkesir, İzmir yanlarına yayılmış! İzmit’tekiler yerli Türklere karışmış, Çepnilikten çıkmış! Ancak Balıkesir, İzmir tigresindeki Çepniler, Çepniliklerini korumuş!
Tırabuzon tigresinde, pek çok hoca yetişmiş derebeğleri Sünnî olmuş da, bunları gitgide sünni yapmış, Kızılbaşlık kalmamış! böyle. Ancak Giresun’un, Tirebolu’nun, Görele’nin yüksek köylerinde, Kürtün’de bugün bile Kızılbaşlık göze çarparmış!
Kürtün ‘in Şeyhli köylülerine ne türlü and versen, korkmaz ! Ancak: “Ahıl Baba, Pahıl Baba, Güvende Şeyhi, Vazalak Şeyh, Tur Eri, Horuz Evliyası ocağına güm güm dabanca sıksun mu!” der isen korkar, işin doğrusunu söyler imiş! İşte Kızılbaşlı izleri!”
Faruk Sümer’in konuya bakışı bunlardan farklıdır. O da, Çepniler ve diğer Türk boyları arasında Alevi olanların olabileceğini kabul eder. Hatta Kanuni’nin Nahcivan seferinden akçelik ve daha fazla gelir getiren dirliklerin kapı-kullarına verilmesinin kanun haline geldiğini. Bunun Türk sipahilerinin terakki imkânını ortadan kaldırdığını. Ancak kapı-kulları ve oğulları tarafından doldurulamayan dirliklerin verilmesinde Anadolu Çepnilerinin diğer bütün kavmi unsurlara tercih edildiğini ve özellikle Laz, Tat, Sartlı gibi unsurların askeri hizmetlere kabul edilmediklerini, ayrıca Kızılbaş oldukları için Çepnilerin askere alınmalarının yasaklandığını ve evvelce alınmış olanların da çıkarılmasının emredildiğini kaydeder. Ama bu Çepnilerin Trabzon Çepnileri olamayacağı kanaatindedir:
XVI. ve daha sonraki yüzyıllarda dahi gerek Çepniler arasında, gerek komşuları olan diğer Türkler arasında Alevî inancını taşıyanlar bulunabilir. Fakat Ömer, Osman Bekir isimleri, onlardan pek çoğunun Sünnî olduğuna asla şüphe bırakmıyor.
Diğer taraftan az yukarıda belirtildiği üzere 5-10 haneli Çepni köylerinde camiler bulunuyor ve camilerin imam, hatip, müezzin muhassıl gibi vazifelileri görülüyor, fakihlere ve müderrislere de sık sık rast geliniyor. Kısaca onlar asla kara cahil bir topluluk değildir. Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var. XV. yüzyılın ikinci yarısı ile XVI. Yüzyılın birinci yarısında Âşık’ın dediği gibi “bidin” dinsiz insanlar değil bilakis dindar bir topluluktur. Bir taraftan Safevi propagandaları, diğer taraftan Osmanlı’nın Anadolu’nun her tarafında yaptıkları gibi, tımarlarını ellerinden alıp kendi kullarına ve kul oğullarına (= yani devşirme zümresine mensup olanlara) vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir.”
Yavuz Selim devrinde yazılmış Trabzon Sancağı Tahrir defterinde “1515-1516” Çepnilerin yoğun bir şekilde yaşadığı yer, “Vilâyet-i Çepni” (Çepni yöresi-Çepni yurdu) olarak gösterilmiştir. Faruk Sümer defterdeki yer adlarından hareket ederek bu bölgenin Giresun-Torul ve Görele arasındaki saha olduğunu ve bilhassa Kürtün’ün tamamen Çepnilerle meskun olduğunu, Trabzon-Torul ve Şalpazarı, Vakfıkebir bölgesinde de Çepnilerin yaşadığını belirtiyor. Coğrafyacı Mehmet Aşık, yazdığı Menazirul-Evalim adlı eserde Çepnilerin yoğun olarak yaşadıkları Trabzon’un batı ve güneybatı yöresindeki dağlara Çepni Dağları denildiğini kaydediyor.
Fetihten sonra bu bölgedeki dirliklerin tamamına yakını Çepni beylerine ve onların oğullarına verilmiştir. Beylerin bu nüfuzunun daha sonraki devirlerde de devam ettiği görülür
XVI. yüzyılın başlarında ekserisi veya tamamı “muaf ve müsellem”, yani, Türk köylülerinden oluşan. Savaş zamanında atı ve silahı ile savaşa katılan, buna karşılık her türlü vergiden muaf olarak toprağını ekip-biçen köylü atlı asker olan Trabzon Çepnilerinin daha sonra -Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi müsellemliklerine son verilip “raiyyet” yani vergi veren köylü durumuna düşürüldükleri görülmektedir.
F.Sümer’e göre bunun sebebi “Devletin bu esnada (1515) geniş ölçüde askere ihtiyaç duymasıyla ilgilidir. Fakat bereket versin dirlikler yani tımar ve zeametler, eskiden olduğu gibi, Çepni bey aileleri ile onların hizmetlerinde bulunmuş sipahilerin ellerinde kalmıştır.
Sayıları çok olmasa da, Cumhuriyet döneminde yapılan bazı çalışmalarda da konumuzla ilgili bilgilere rastlanılmaktadır. Bunlardan birincisi araştırma alanımızdaki köy sayısıyla ilgilidir. Vakfıkebir’de (Trabzon) yirmi dokuz köy Çepni vardır. Çepnilerin işgal ettiği mıntıka Akhisar Deresinden (Şalpazarı) başlar ve garba doğru uzanır.
İkincisi, 1978-1979 yıllarında Brent Brendemoen’in Trabzon ağızları üzerine yaptığı çalışmadan elde edilmiştir. Brendemeon, bizim de araştırma yaptığımız bu sahaya gitmiş ve Sayvançatak köyünden Tepegöz hikâyesinin bir varyantını derlemiştir.
Brendemeon’un “Batı Anadolu’da yaşayan az sayıda ve dağılmış vaziyette bulunan Çepnilerin ağız özellikleri ve folklor yönünden diğer yöre halkı ile kaynaşmış görünmekte iken, Doğu Karadeniz bölgesinde. Özellikle Trabzon’un ilçelerinden Şalpazarı yöresinde oturan Çepnilerin, hem ağız, hem folklor itibarı ile komşularından, dikkat çekici büyük farklılıklar korumaktadırlar” şeklindeki tespitine katılmamak mümkün değildir.
Ama aynı yazarın “Dil verilerimizin, Çepnilerin Trabzon yöresinin Türkleştirilmesinde önemli bir rol oynadıkları yolundaki iddiayı destekleyeceğini söylemek doğru olmaz. Çepni ağzı ile diğer Trabzon ağızları arasındaki farklılıkların benzerliklerden çok olması, tam aksine bu iddiayı çürütür” şeklindeki kanaatine katılmak ise mümkün değildir. Aslında ağızların farklılığı konusundaki tespit doğrudur. Yörenin diğer yörelerle gösterdiği ağız farkları hemen herkesin anlayabileceği kadar belirgindir. Ama bu veri tek başına “Çepnilerin bu bölgedeki Türkleştirme hareketinde önemli rol oynadıkları” şeklindeki görüşü çürütemez.
Bize göre “Türkleştirme” den kasıt buraların Türk yurdu haline getirilmesidir ki, Çepniler bunu, bu çalışmanın başından beri ortaya konulan yerli ve yabancı belgelerden de rahatça anlaşılacağı gibi, bölgede Osmanlı hakimiyeti kurulmadan çok önce önemli ölçüde başarmışlardır.
İkinci husus ise, Osmanlıların bu bölgeyi fetihlerinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Trabzon havalisine değişik Türk boylarının gönderilmiş ve iskân edilmiş olmalarıdır. Aynı veya birbirine yakın yerlere yerleştirilen bu boyların zamanla birbirleriyle kaynaştıklarını düşünmek mümkündür. Ama onlardan çok önce bu bölgeye gelip yerleşmiş, kendilerine has bir yaşama şekli olan Çepnilerin hem bu özellikleri hem de coğrafi ve idari yapı sebebiyle yeni gelenlerle pek fazla bir alışverişleri olduğu söylenemez.
Ayrıca, buraya gelenlerin de değişik Türk boylarından oldukları unutulmamalıdır. Çepni ağzının bütün bölgeye hakim olması ancak Çepnilerin diğer Türk boylarından çok üstün olmaları ve onlarla birlikte yaşamalarıyla mümkün olabilirdi. Halbuki kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ve bizim tespitlerimiz, Çepnilerin cesur, savaşçı ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olduğunu gösteriyor.
Bunlara son derece engebeli olan coğrafi yapının ve çalışma şartlarının bu tür ilişkileri engelleyici özelliklerini de eklersek Çepnilerin neden diğer boyları etkileyemediğini anlayabiliriz. Dikkat edilmesi gereken bir başka husus da etkileşmenin iki yanlı olacağıdır.
Eğer bugün, hiç değilse bazı bölgelerde, bozulmamış ya da az bozulmuş bir Çepni kültürü bulabiliyorsak bunu yukarıda sayılan şartlara borçluyuz. Nitekim Çepnilerin, daha sonra yerleştikleri Trabzon’un doğu tarafında Araklı, Sürmene, Of, Rize gibi yerlerde homojen bir Çepni nüfusuna ve saf bir Çepni kültürüne rastlamamız mümkün değildir. Bu bölgelerde Çepniler diğer Türk boylarıyla kaynaşmışlardır.
Belki bu iddiayı şu şekilde düzeltmek daha doğru olacaktır: “Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde Çepniler çok önemli rol oynamışlardır. Ama kendileri gibi Türk olan diğer boyları Çepnileştirememişlerdir”. Aksini düşünmek Türkü Türkleştirmek demek olur ki, bu da geçerli bir görüş olamaz.
Sonuç olarak, bütün bu bilgilerden, Çepni boyunun Anadolu’ya gelen ilk Türk boyu olduğu, Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesine çok büyük katkılarda bulundukları, hatta Safevî Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynadıkları anlaşılmaktadır.
Batı Anadolu’da İzmir, İzmit, Adapazarı ve Balıkesir’e gitmelerine rağmen en yoğun olarak yerleştikleri. Yaklaşık 700 yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettikleri bölge Doğu Karadeniz bölgesi, bu bölgede de Ağasar / Akhisar yöresi olmuştur.
Bugün, Doğu Karadeniz bölgesine coğrafi olmayan ikinci bir isim verilmesi gereksiydi, eskiden “Çepni Vilayeti” denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batuma kadar genişletip bu bölgeye “Çepni Yurdu” veya “Çepni Bölgesi” demek doğru olurdu.
Doğu Karadeniz bölgesiyle ilgili resmi kayıtlar XVI. yüzyıldan itibaren tutulmaya başlanmıştır. Bu kayıtların büyük bir kısmı henüz incelenmediği için konumuz olan Çepniler hakkında da, çok detaylı ve yeterli tarihi bilgiye sahip olmak mümkün olamamıştır. Ancak, mühimmeler, hatt-ı humayunlar, kadı sicilleri, tahrir defterleri ve diğer arşiv vesikaları incelendikçe Çepnilerle ilgili daha doyurucu bilgilere sahip olacağımız muhakkaktır.Derleyen;
Mustafa KÜÇÜK
Antropolog
Kaynak:
ktu.edu.tr
Çepniler – Prof.Dr. Faruk Sümer
Cami’üt Tevahir’ – Reşidüddin Fazlullah
Tarih-i Al-i Selçuk – Yazıcıoğlu Ali
Çepnilerin Anadolu’ya nasıl geldikleri, nerelere yerleştikleri, nasıl yayıldıkları hakkında ise ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. On ikinci ve on üçüncü yüzyıllara ait belgeler daha çok Çepni varlığından ve onun menşeinden söz etmekte, daha sonraki yüzyıllarda ve özellikle on altıncı yüzyıldan itibaren tutulmaya başlanan Osmanlı tahrir defterlerinden elde edilen bilgiler, Çepnilerin Anadolu’nun iskanında ve Türkleşmesinde oynadıkları büyük rolü ortaya çıkarmaktadır.
Bu çalışmada önce kronolojik bir sıra takip edilerek kaynaklardan Çepni adı ve menşei ile ilgili bilgiler verilecek, daha sonra Anadolu’daki Çepni yerleşim yerleri tanıtılacak ve Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde oynadıkları önemli rol anlatılacaktır.
Çepnilerin Menşei ve Çepni Adının Manası
Çepnilerden söz eden bütün kaynaklar, onların Oğuz Türklerinin bir boyu olduğunda görüş birliği içindedirler.
Çepnilerden söz eden en eski yazılı kaynak Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072-1076 yılları arasında yazılan Divanü Lugati’t Türk’tür. Türk dili, tarihi ve kültürü yönünden çok zengin bir hazine olan bu eserde Kaşgarlı Mahmud, Oğuz boyları hakkında da bilgi verirken, Oğuzların yirmi iki bölük olduğunu, her bölüğün ayrı bir belgesi ve hayvanlarına vurulan bir alâmeti olduğunu belirttikten sonra birinci boy olan Kınık’tan başlayarak tek tek bütün bölükleri tanıtır. Çepni boyu, Kaşgarlı’nın yirmi iki bölüğe ayırdığı Oğuzların yirmi birincisidir.
Çepni adının geçtiği ikinci yazılı kaynak on dördüncü yüzyıla aittir. Reşidüddin Fazlullah’ın 1310 tarihinde yazdığı Câmi’üt Tevahir’in ikinci cildinde Tarih-i Oğuzan ve Türkan (Oğuzların ve Türklerin Tarihi) adıyla Oğuz Destanı nakledilir. Bu destanda, Oğuz’un daha yaşarken Bozoklar ve Üçoklar diye ikiye ayırdığı. Altı oğlundan yirmi dört torununun olduğu. Oğuz’un vefatından sonra onun yerine Kün Han geçtiği. Oğuz’un çok değer verdiği bilge bir kişi olan Irkıl Hoca’nın, devletin devamlılığının sağlanması, ileride herhangi bir kargaşaya meydan verilmemesi için bu yirmi dört oğul’a birer lakap ve birer ongun ve hayvanlarına vurmaları için de birer tamga tespit edilmesinin gerekli olduğunu Kün Han’a söylediği. Onun da bu fikri kabul ederek bu işi yapmak üzere lrkıl Hoca’ yı görevlendirdiği. Irkıl Hoca’nın da yirmi dört evladın her birine birer lâkap, birer tamga ve birer ongun tespit ettiği anlatılır.
Bu kaynağa göre Çepni, Üç Oklar’ın en büyüğü olan Kök Han’ın dördüncü oğludur. İlk kez bu eserde Çepni’nin manası üzerinde durulmuş ve Çepni, “Nerede düşman görse durmayıp savaşan (Kandaki yağı göre, derhal savaşır ve çapar. Bahadır) şeklinde tanıtılmıştır.
Ongununun “Sunkur: Umay”, Ülüşü (şölenlerdeki et payı) nün, Sol karı yağrın, sol yan baş olduğu belirtilmiş ve damgası verilmiştir.
XIV. yüzyılda Çepni adı, Ebu Hayyan’ın, Kitabul-Idrak li-Lisanil Etrak adlı eserinde “Çepni-kabiletün minet-Türk” şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepnilerden söz edilmektedir. Bu bilgi XIV. yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da bile tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir.
XV. yüzyılda Yazıcıoğlu Ali, Reşüdüddin’den bazı değişiklikler yaparak Türkçeye çevirdiği ve “Tarih-i Âl-i Selçuk” adlı eserinin baş tarafına aldığı Oğuzname’de Çepniler Eserin “Oğuz Han’ın Torunlarının Adlarının Manası ve Damgalan ve Kuşlarının Zikri” adlı bölümde Oğuz’un yirmi dört torununun adları, adlarının anlamları, damgaları ve kuşları belirtilmiştir. Bu kaynakta Çepni, Oğuz’un on altıncı torunu olarak gösterilmiş, Çepni’nin anlamının “cesur”, kuşunun “devlet kuşu (hümay) olduğu belirtildikten sonra, damgasının şekli verilmiştir.
On yedinci yüzyılda Katip Çelebi, Cihannuma adlı coğrafya kitabında Çepnilerden söz ederken dillerinin Türkçe-Farsça karışık bir şey olduğunu söyler.
Gyula Nemeth “Çepni” adının Kırgızca çep (=kalkan) ve Türkçe çeper (=duvar, çit, parmaklık) kelimeleriyle ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Çepni adı kök bakımından “koruyucu (birlik)” ve özellikle “sınır koruyucu (birlik)” anlamına gelmektedir.
Çepni adındaki -ni eki Beçenek-Beçene-beçe adlarında gördüğümüz -ne, -na, -ne, -ni, -nu, -nü ekiyle birleştirilebilir. Aynı eke Çağatayca tuzni (= buzağı) kelimesinde de rastlanmaktadır.
Kafesoğlu da “Eski Türk boylarının adları boyun siyasi ve sosyal hususiyetlerini meydana koymaktadır.” dedikten sonra Çepni’yi, askeri teşkilat ve unvanlarla ilgili olan Çor, Yula, Kapan, Külbey, Yabuka, Yeney, Taryan, Iğdir, Buka, Tarduş vb. isimlerle birlikte bu gruba dahil etmekte ve Çepni adının askeri ve siyasi özellik taşıdığını belirtmektedir.
Geybullaev de Azerbaycan’ın Şamaha bölgesinde Çepni kelimesiyle bağlantılı 17 yer adı bulunduğu bildiriyor. Bunlardan Çepli, Cabani, Çapni şeklinde olanlar Zangezur ve Kuba bölgelerindedir. Kazak şehrinin Daşsalahlı Bölgesinde Çepli adlı bir yer bulunmaktadır.
Soltanşah Ataniyazov, Şecere adlı eserinde Kaşgarlı, Reşidededin, Yazıcıoğlu ve Ebülgazi’den, bizim de yukarıya aldığımız bilgileri aktardıktan ve bunlara Salar Baba’nın görüşlerini ekledikten sonra Çepni kelimesinin etimolojisi üzerinde durur ve bu bilim adamlarının güzel fikirlerini inkâr etmediğini, ama, Çepni adının eski Türk sözü olan ve “küçük grup”, “sürü” anlamındaki “çep”, “çöp” sözünden türediğini de bilmemiz gerektiğini söyler. Daha sonra Çepnilerin tarihi hakkında kısaca bilgi vererek, Selçuklular döneminde (ll.YY.) bunların büyük bir bölümünün İran’a, Türkiye’ye Kafkasya’ya ve Irak’a geçtiklerini, Türkmenistan’da Alili, Ata. Göklen, Hatap ve Hıdırili boylarıyla Çepbe, Çovdur ve Ersarıların Çepek, Burkazların Çepbece diyen aşiretlerinin kadim Cepnilerle aynı kökten gelmelerinin mümkün olduğunu belirtir.
Çepnilerin Anadolu’ya Yerleşmeleri
Buraya kadar verilen bilgiler bize Çepni boyunun, XII. Yüzyıldan bu yana Anadolu, İran, Azerbaycan ve Mısır’ı içine alan çok geniş bir coğrafyada tanındığını göstermektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, Çepnilerin Anadolu’ya ne zaman geldikleri, nerelere ve nasıl yerleştikleri hakkında yeterli bilgiye henüz sahip olamamakla birlikte. Faruk Sümer’in, ulaşabildiğimiz diğer araştırmacılar tarafından da kabul gören “Türkiye tarihinin yerli kaynaklarında adı ilk önce ortaya atılan Oğuz boyu muhtemelen Çepnilerdir” şeklindeki görüşü Anadolu’ya ayak basan ilk Türk boyu veya ilk boylardan birisinin de Çepniler olduğunu ortaya koymaktadır.
Çepnilerin Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleştirilmesindeki Rolleri
Selçuklu Devleti’nin 1040 yılında Horasan’da kurulması ve daha sonra Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın 1071 yılında Malazgirt savaşını kazanmasından sonra Anadolu kapıları Türklere açılmış ve batıya doğru göç eden Türkler Anadolu’da yurt edinmeye başlamışlardır. Yerleştikleri her yere Türkçe ad veren bu Türkmen boyları en yoğun olarak, Antalya-Denizli-Isparta Bölgesi (200.000 çadır), Kütahya-Eskişehir Bölgesi (30.000 çadır), Kastamonu Bölgesi (100.000 çadır), İçel Bölgesi, Malatya-Maraş Bölgesi, Kuzey Suriye, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yurt tutmuşlardır. Bizim konumuz olan Çepniler ise Sinop bölgesine yerleşmişlerdir. Tarihi kayıtlardan Karadeniz Çepnilerinin bu bölgeye ne zaman geldiklerini tam olarak öğrenememekle birlikte XIII. yüzyılda bu bölgeye hakim olduklarını ve Trabzon Rum Devleti hükümdarı Giorgi’yi mağlup edebilecek kadar da güçlü olduklarını biliyoruz.
Moğolların Anadolu’yu istilası ile ortaya çıkan bunalımdan istifade etmek isteyen Giorgi, Karadeniz ticareti için çok büyük önem taşıyan bir limana sahip olan Sinop’u almak istemiş ve bir donanma ile 1277’de Sinop’a saldırmışsa da, kendisini gemilerle denizde karşılayan (Türkan-ı Çepni) Çepni Türkleri tarafından mağlup edilerek geri püskürtülmüştür. Bu olayı Ibn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’I-Ala’iye (Selçuk Name) adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: “O sırada Sinop tutgavulu (muhafız kuvvetleri komutanı) Taybuğa gelerek, “Canik hükümdarı (Caniti) asker ve cephane (zeredhane) dolu kadırgalarla Sinop’a saldırmak için geldi. Çepni Türkleri ile o diyarı korumak için görevlendirilmiş olan komutanlar (server) onlara karşı koyarak, onları ateş ve su arasında sıkıştırıp canlarına ve evlerine darbe indirdiler. Her tarafı yerle bir ettiler. Onları kahrederek her şeyden mahrum, mahzun ve ümitsiz bıraktılar.” dedi.”
Düzenli bir orduya karşı kazandıkları bu zafer, Çepnilerin o dönemde hem kalabalık hem de teşkilatlı bir topluluk olduklarının bir göstergesidir.
Bu Çepnilerin Sinop bölgesine yerleştikleriyle ilgili her hangi bir delil yoktur ama, bu dönemle ilgili belgelerden Türklerin sürekli olarak doğuya doğru ilerledikleri anlaşılmaktadır.
Bryer’in verdiği bilgilere göre, Trabzon Rum imparatoru II. Jean (Yuannis) zamanında (1280-1297) Türkler Ünye (Halibia) yöresini fethetmişlerdir. Bu Türklerin Sinop Çepnileri olmaları kuvvetle muhtemeldir.
Trabzon Rum imparatorluğunun saray tarihçisi Panaretos’a göre imparator Giorgi (1260-1280) hükümdarlığının 14. yılında yani 1280 yılında Toresion dağında Türkmenlere tutsak düşmüştür. Panaretos, II.Jean’ın 1297 yılında öldüğünü, onun zamanında Türklerin Halibia (Ünye yöresi) yöresini ellerine geçirdiklerini söyledikten sonra Trabzon dolaylarına kadar uzanan büyük bir istilâ hareketlerinde bulunduklarını yazar. Öyle ki çok yerler gayr-i meskun bir duruma gelmiştir. Yukarıda da söylendiği gibi, bu Türkler veya onların çoğu büyük bir ihtimalle Çepniler ve başlarındakiler de Bayram Bey ailesidir.
İmparator II.Aleksios (1297 -1330) 1301 Eylül’ ünde Giresun’a gelip oradaki Türk beylerinden Küçük Ağa (?)’yı ağır bir yenilgiye uğratmıştır.
Yine Panaretos da Bayram Bey’in bir pazarı ele geçirdiği bildiriliyor. Bu, Ordu vilayetini fetheden ve orada bir beylik kuran (Bayramlu beyliği) Bayram Bey’ e dair ilk haberdir. Bu esnada batı ucundaki Türkmenler de geniş çapta fetihlere girişmişlerdi. Bayram Bey 1332 yılında da çok sayıda asker ile Hamsi Köy’ e kadar gelmiş ise de ağır kayıplar vererek geri dönmüştür.
1355 yılında Haldia dükü Kabasisika harekete geçip Şiran’ı zapt ettiği gibi, Suriyana kalesi de boşaltıldığı için Trabzon imparatorluğunun sınırları içine alınmıştı. Bundan çok memnun kalan imparator III.Aleksios elden çıkmış olan Şiran’ a gelmiş, tahribatta bulunmuş ve orayı kuşatmış tutsak almış ise de dönerken az sayıda bir Türk’ün takip etmesi üzerine imparatorun kuvvetleri panik halinde kaçmışlar, birçok kimse öldürülmüş ve Haldia Dükü de tutsak alınmış, imparator ve bu hadiseleri yazan müverrih Panaretos güçlükle Trabzon’ a gelebilmişlerdir. İmparatoru mağlup ve kaçmaya mecbur eden Türkler şüphesiz Çepnilerdir.
Ertesi yıl (1356) imparator ve müverrih Panaretos batıya giderek noeli Giresun’da geçirmişler ve Yasun Burnu’nda ”Epifani” kutlanmış ve orada 18 Türk öldürüldükten sonra geriye dönülmüştü. Ertesi yıl (1357) Bayram Beğ’in oğlu Hacı Emir Beğ kalabalık bir asker ile Maçka yöresine kadar gelerek orayı yağma ve talan ettikten sonra geri dönmüştür.
Bu ilerleme sırasında Çepnilerin Ordu bölgesine yerleştikleri ve Bayram Bey’in idaresinde bir beylik kurdukları sanılmaktadır.
İmparator III Aleksios, 1380’de Tirebolu yöresine gelerek, Harşit çayının sağ kıyısına çok yakın yerde ve denize 5 km mesafede bulunan Bedroma kalesinden 600 kadar yayayı uzak yerlere göndermiştir. Yayanın kalabalık kısmı ve atlı askerler Harşit’in yukarı kısmına yürüyüp Çepnilerin kışlağına kadar gitmiş. Onların çadırlarını yıkmış, öldürmüş ve Çepnilerin elindeki tutsakları kurtardıktan sonra geri dönüp, Vakfıkebir’ deki Büyük Liman’ da birkaç gün kalmıştır. Daha önce gönderilen 600 kadar yaya askere gelince onlar, Kotzanta (Kürtün yöresi, Suma Kalesi) yöresine bir akın düzenleyip yıkmışlar ve adam öldürmüşler.
Dönüşte kendilerini kovalayan Türklerle de kıyıya varıncaya kadar dövüşmüşler ve bu yüzden Türklerden birçokları ölmüştür. Onlardan 42 kişi ölmüş Türklerden ise erkek, kadın ve çocuk olmak üzere 100′ den fazla insan hayatını kaybetmiştir.
Görüldüğü üzere imparator Çepniler’ e karşı bir öç alma seferi düzenlemiş ve onların elindeki bazı tutsakları kurtarmıştır. Anlaşılacağı gibi Çepniler muhtemelen XIV. yüzyılda kuzeye doğru ilerleyerek Kürtün yöresine ve ona komşu yerlere gelip oraları kışlak yapmışlar, yazın da kuzeydeki yeşil dağlara çıkmışlardır. Ertesi yüzyılda kuzey ve kuzey batıya doğru ilerlemelerini sürdüreceklerdir.
Ordu bölgesini fethederek Bayramlı Beyliği’ni kuran Bayram Beyin torunu ve Hacı Emir Bey’in oğlu Süleyman Bey de 1397’lerde Giresun’u fethetmiştir. XV. Yüzyılın başlarında kuvvetli olan bu beyliğin ne zaman ve nasıl ortadan kalktığı bilinmemektedir.
Çepniler XIV. yüzyıldan itibaren bu yöreye gelip orayı yurt edinmişlerdir. Bu yurtları kuzey Karadeniz’e kadar ulaşmıştır. Çepniler, Kürtün’den hareket ederek Harşit vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki toprakları yurt edinmişlerdir.
Doğu Karadeniz bölgesine, yaylalardan, geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenlerin olduğunu belirten Osman Turan da “Şarkî Karadeniz bölgesine yaylalardan, geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber bu havali daha ziyade. Samsun’dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiş; Canik bölgesine adını veren Hıristiyan Çan kavmi tedricen kaybolmuştur. Türkmenler 1302’de Giresun’a kadar ilerlemiş ve bir takım küçük beylikler kurmuşlardır.” demek suretiyle yukarıdaki görüşü paylaşmaktadır.
XIV. yüzyılın ilk yarısında Yukarı Kelkit vadisinde de kalabalık bir Çepni kümesinin yaşadığı ve bu Çepnilerin, 1348 yılında Erzincan hakimi Ahi Ayna Bey, Bayburt valisi Mehmed, Akkoyunlu Tur Ali Bey, Doğu Suriye Türkmen reislerinden Bozdoğan Bey’in Trabzon’a düzenledikleri sefere katıldıkları ve şehri üç gün kuşattıktan sonra alamayarak geri döndükleri görülmektedir.
1404 yılında Trabzon’dan Erzincan’a giden İspanyol Elçisi Ruy Gonzales de Clavijo (Klaviyo) Zegan (Zıgana) kalesi ile buradan Erzincan Türk Beyliği arasındaki yerlerin “Kabasitan”lı derebeyler elinde olduğunu; “Çabanlı” (Çepni) Türklerinin bunlarla savaşıp yıldırdığını bildirmektedir.
Yine Klaviyo’nun “Bu dağların ve kalelerin hâkimi olan Kabasika, bize, nasıl yaşadığını anlatmağa başladı. Kendisi bu çıplak yerlerde ömür sürermiş. Bu havali şimdilik (Temür’ün korkusundan) sükûn içinde yaşamakta ise de, daima (Bayburt-Ovası batısında Sinür köyünde ocakları bulunan Bayındurlu/ Akkoyunlu ve Kelkit başları ile Kürtün bölgesi kuzeyinde ve Alucra’daki Çepnilü) Türklerin taarruzuna uğrarmış.” “ Ertesi (2 Mayıs) gün öğleden sonra yine Kabasika’ya ait bir kaleye vardık. Buradakiler de gelip bizden para aldılar (Zegana’dan beri dört yerde). Yolumuza devam ettik. Öğleden sonra bir vadiye vardık. Orada Çabanlı (Çepnilü ) Türklerine ait bir kale (Gümüşhane ile Kelkit ilçe merkezi arasında ve tam orta yerde <<Ulu Kal’a>> ) bulunduğunu anladık. Kabasika ve bu Türkler arasında harp vaziyeti devam ettiğinden, Kabasika’nın adamları bize bir müddet duraklamayı ihtar ederek keşfe çıktılar” şeklindeki açıklamalarından da anlaşılacağı gibi 1405 tarihinde Çepni nüfuz bölgesi Gümüşhane’ye kadar uzanmaktadır.
XIV. yüzyılın ortalarına doğru ise Çepnilerin kuzeye doğru ilerleyerek Harşit çayı çevresinde yurt tuttukları kışlaklarını yukarı Harşit’te kurmuş oldukları görülüyor. XV. yüzyıldaki Bizans müverrihlerinden Halkokondil Trabzon’un doğusundan Amasra’ya kadar bütün Karadeniz kıyılarında Çepnilerin oturduğunu bildiriyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461’de Trabzon alındıktan sonra Görele, Tirebolu, Bedreme ve Giresun kaleleri de fethedilerek Canik yolu ile Tokat’a ulaşılmıştır. Daha sonraki yıllarda da doğuda Gürcistan sınırındaki kalelerle Gümüşhane-Trabzon arasındaki Torul yöresi alınmış ve Trabzon’un fethi tamamlanmıştır.
Osmanlıların Trabzon’u fetihleriyle bölgedeki Türkleştirme hareketinin hız kazandığı muhakkaktır. Ayrıca, Osmanlılardan çok önce Kürtün-Dereli-Giresun-Tirebolu-Eynesil arasındaki kırsal kesime hakim olan Çepni beylerinin, fetihte Osmanlara yardım ettikleri, elde edilen başarılarda rol oynadıkları, fetihten sonra Osmanlı Devleti’nin bunların hemen hepsine zeamet ve tımar gibi dirlikler vererek onları hizmetine almasından anlaşılmaktadır. Ayrıca Çepni halkının büyük bir kısmı müsellem olarak hizmete alınmış, cami ve zaviyelerde görevlendirilerek vergiden muaf olmuşlardır. Halkın geri kalanının ekseriyeti de muafiñ (vergiden affolunmuşlar) sayılmıştır.
XV. yüzyılın ikinci yansında tamamen yerleşik hayata geçen Çepniler köylerde oturmaktadırlar. Bu bölgedeki köyler arasında hiçbir Hıristiyan köyü yoktur. Hıristiyanlar kıyılardaki Giresun, Tirebolu ve Görele kalelerinde yaşamaktadırlar. Bu yüzyılda köylerde oturan Çepnilerin darı ektikleri. Bal istihsal ettikleri, meyve yetiştirdikleri. Köylerin çoğunda doğan, şahin, atmaca yuvalarının bulunduğu. Palazlanan yavruların satılması suretiyle gelir elde edildiği ve bu gelirlerden devlete vergi ödendiği. İlk zamanlarda köylerde fazla koyun bulunmadığı, ancak sonraları birçok köyün koyun vergisi de ödediği. Otuz yıl kadar sonra buğday ekilmeğe başlandığı verilen bilgiler arasındadır.
XV1. yüzyılda bazı kaynaklarda Çepniler hakkında verilen malumat hiç de iç açıcı değildir. Trabzonlu coğrafyacı Mehmet Aşıki “Menazirü’l Avalim” adlı eserinde Lazlar ve Çepniler hakkındaki görüşlerini şöyle belirtiyor:
“Trabzon’un canib-i cenub-i şarkisi cibal-i Laz’dır. Cins-i Laz’ın Müslim ve Kafiri, dağ canavarmdan bed-terdir. Hayif Trabzon gibi belde-i haseneye ki, kavm-i Laz’a makardır. Ve bir garib dahi budur ki, Trabzon’un canib-i şarki ve cenubisi cibal-i Laz olduğu gibi, canib-i garbi-i cenubisi cibal-i Çepni’dir ki Etrak’dan kaba yaratılışlı ve kötü ahlaklı ve lugatleri türki lugatinin agrebidir. Ve suret-i ehl-i İslamda bir alay Rafızi-i bidindir.Cehele-i avamı, Şah-i Revafızı (Safili Kızılbaş Şahlarını), haşa, Uluhiyyetden dun mertebe üzere itikaad etmez. Ve belde-i Tırabuzon, bu iki taraf-ı mezbele arasında cevher-i kıymet-var bir belde-i metini-i üstüvardır.
F. Kırzıoğlu aynı eserinde “Koyu Alevi-Kızılbaş olan Trabzon Çepnilerine Ardanuç ile Hınıs gibi Osmanlı-Iran serhaddine yakın kalelerde bile askerlik vazifesi verilmemesine dikkat edildiğini, İstanbul’dan gelen arzlardan öğreniyoruz” der.
Mahmut Goloğlu ise Trabzon Tarihi adlı eserinde. Laz-Çepni çatışmasının asıl sebebinin ayanlar olduğunu. 18. yüzyılın ilk yarısında şehir, kasaba ve köylerde halka baskı yaparak devlet otoritesini kıran ve derebeyi durumuna gelen. Birbirlerini çekemeyip aralarındaki yarışmayı silahlı çatışma derecesine çeviren âyanlardan bazılarının Trabzon bölgesinde bulunduğunu ve Trabzon’un doğusundaki bu tür âyanların Lazlara, batısındakilerin de Çepnilere dayandıklarını. Her ikisi de aynı boyun çocukları olan bu iki zümreyi birbirine karşı kullandıklarını belirtiyor ve bunun sona erdirilişini şöyle anlatıyor:
“Lazlarla Çepniler arasındaki geçimsizlik oldukça eski idi. Gerek Çepni, gerekse Laz ağaları bölgelerinde bağımsız gibi yaşarlardı. Onlardan yana olanlar da ağalarından başka devlet adamı ve ağa konaklarından başka hükümet dairesi tanımazlardı. Derebeylerinin özel askeri birlikleri bile vardı. Meselâ Tirebolu’daki bir derebeyi, silâhlı adamlarını Trabzon Hükümetinin gözü önünde şehirden geçirip Rize’de Tuzcuzade ya da Lazistan’da Pansazade ailelerine karşı savaşa götürürdü. Ve ağaların hükümet gözündeki değerleri, bu çatışmalardaki başarı derecelerine göre idi. Gücünü ispatlayan ağayı hükümet de kendine kazanmak ister ve ona meselâ (kapıcıbaşılık) gibi rütbe ve görevler verirdi. İşte Trabzon bu durumda iken, yaklaşık olarak 1738’de ( Çeteci Abdullah Paşa ) Trabzon Valiliğine getirildi. Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni Mücadelesine el koydu ve kısa sürede taraflar arasındaki çatışmayı bastırdı.
Tirebolu’lu (Hüseyin Avni) Alparslan Trabzon Eli Laz mı? Türk mü? Adlı eserinin “Trabzon Tigresindeki Türkler Nice Türedi” adlı bölümünde Şakir Şevket’ in Trabzon Tarihi’nden şu bilgileri aktarıyor: “İkinci Mehmed Han Trabzon tigresini ülkesine kattıktan sonra ovadan yüz bin Çepni Türkü geldi, Tırabuzon tigresine yerleşti. Bu Çepniler, ilk önce Türkeli’nden (Türkistan’dan) Iran toprağına göçmüş! Kızılbaşlığı öğrenmiş! Bunlar, İran’da tek durmamış! Uslu oturmamış!? Bundan ötürü Hanları, bunları elinde istememiş! Bunlar da, Anadolu’ya geçmiş!?
Anadolu’ya geçen Çepnilerden yüz bin kişi daha çoğu Giresun, Tirebolu, Görele, Büyükliman’da bulunmak üzere, Tırabuzon tigresine yerleşmiş!? Birtakımı da batıya doğru yürümüş! Balıkesir, İzmir yanlarına yayılmış! İzmit’tekiler yerli Türklere karışmış, Çepnilikten çıkmış! Ancak Balıkesir, İzmir tigresindeki Çepniler, Çepniliklerini korumuş!
Tırabuzon tigresinde, pek çok hoca yetişmiş derebeğleri Sünnî olmuş da, bunları gitgide sünni yapmış, Kızılbaşlık kalmamış! böyle. Ancak Giresun’un, Tirebolu’nun, Görele’nin yüksek köylerinde, Kürtün’de bugün bile Kızılbaşlık göze çarparmış!
Kürtün ‘in Şeyhli köylülerine ne türlü and versen, korkmaz ! Ancak: “Ahıl Baba, Pahıl Baba, Güvende Şeyhi, Vazalak Şeyh, Tur Eri, Horuz Evliyası ocağına güm güm dabanca sıksun mu!” der isen korkar, işin doğrusunu söyler imiş! İşte Kızılbaşlı izleri!”
Faruk Sümer’in konuya bakışı bunlardan farklıdır. O da, Çepniler ve diğer Türk boyları arasında Alevi olanların olabileceğini kabul eder. Hatta Kanuni’nin Nahcivan seferinden akçelik ve daha fazla gelir getiren dirliklerin kapı-kullarına verilmesinin kanun haline geldiğini. Bunun Türk sipahilerinin terakki imkânını ortadan kaldırdığını. Ancak kapı-kulları ve oğulları tarafından doldurulamayan dirliklerin verilmesinde Anadolu Çepnilerinin diğer bütün kavmi unsurlara tercih edildiğini ve özellikle Laz, Tat, Sartlı gibi unsurların askeri hizmetlere kabul edilmediklerini, ayrıca Kızılbaş oldukları için Çepnilerin askere alınmalarının yasaklandığını ve evvelce alınmış olanların da çıkarılmasının emredildiğini kaydeder. Ama bu Çepnilerin Trabzon Çepnileri olamayacağı kanaatindedir:
XVI. ve daha sonraki yüzyıllarda dahi gerek Çepniler arasında, gerek komşuları olan diğer Türkler arasında Alevî inancını taşıyanlar bulunabilir. Fakat Ömer, Osman Bekir isimleri, onlardan pek çoğunun Sünnî olduğuna asla şüphe bırakmıyor.
Diğer taraftan az yukarıda belirtildiği üzere 5-10 haneli Çepni köylerinde camiler bulunuyor ve camilerin imam, hatip, müezzin muhassıl gibi vazifelileri görülüyor, fakihlere ve müderrislere de sık sık rast geliniyor. Kısaca onlar asla kara cahil bir topluluk değildir. Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var. XV. yüzyılın ikinci yarısı ile XVI. Yüzyılın birinci yarısında Âşık’ın dediği gibi “bidin” dinsiz insanlar değil bilakis dindar bir topluluktur. Bir taraftan Safevi propagandaları, diğer taraftan Osmanlı’nın Anadolu’nun her tarafında yaptıkları gibi, tımarlarını ellerinden alıp kendi kullarına ve kul oğullarına (= yani devşirme zümresine mensup olanlara) vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir.”
Yavuz Selim devrinde yazılmış Trabzon Sancağı Tahrir defterinde “1515-1516” Çepnilerin yoğun bir şekilde yaşadığı yer, “Vilâyet-i Çepni” (Çepni yöresi-Çepni yurdu) olarak gösterilmiştir. Faruk Sümer defterdeki yer adlarından hareket ederek bu bölgenin Giresun-Torul ve Görele arasındaki saha olduğunu ve bilhassa Kürtün’ün tamamen Çepnilerle meskun olduğunu, Trabzon-Torul ve Şalpazarı, Vakfıkebir bölgesinde de Çepnilerin yaşadığını belirtiyor. Coğrafyacı Mehmet Aşık, yazdığı Menazirul-Evalim adlı eserde Çepnilerin yoğun olarak yaşadıkları Trabzon’un batı ve güneybatı yöresindeki dağlara Çepni Dağları denildiğini kaydediyor.
Fetihten sonra bu bölgedeki dirliklerin tamamına yakını Çepni beylerine ve onların oğullarına verilmiştir. Beylerin bu nüfuzunun daha sonraki devirlerde de devam ettiği görülür
XVI. yüzyılın başlarında ekserisi veya tamamı “muaf ve müsellem”, yani, Türk köylülerinden oluşan. Savaş zamanında atı ve silahı ile savaşa katılan, buna karşılık her türlü vergiden muaf olarak toprağını ekip-biçen köylü atlı asker olan Trabzon Çepnilerinin daha sonra -Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi müsellemliklerine son verilip “raiyyet” yani vergi veren köylü durumuna düşürüldükleri görülmektedir.
F.Sümer’e göre bunun sebebi “Devletin bu esnada (1515) geniş ölçüde askere ihtiyaç duymasıyla ilgilidir. Fakat bereket versin dirlikler yani tımar ve zeametler, eskiden olduğu gibi, Çepni bey aileleri ile onların hizmetlerinde bulunmuş sipahilerin ellerinde kalmıştır.
Sayıları çok olmasa da, Cumhuriyet döneminde yapılan bazı çalışmalarda da konumuzla ilgili bilgilere rastlanılmaktadır. Bunlardan birincisi araştırma alanımızdaki köy sayısıyla ilgilidir. Vakfıkebir’de (Trabzon) yirmi dokuz köy Çepni vardır. Çepnilerin işgal ettiği mıntıka Akhisar Deresinden (Şalpazarı) başlar ve garba doğru uzanır.
İkincisi, 1978-1979 yıllarında Brent Brendemoen’in Trabzon ağızları üzerine yaptığı çalışmadan elde edilmiştir. Brendemeon, bizim de araştırma yaptığımız bu sahaya gitmiş ve Sayvançatak köyünden Tepegöz hikâyesinin bir varyantını derlemiştir.
Brendemeon’un “Batı Anadolu’da yaşayan az sayıda ve dağılmış vaziyette bulunan Çepnilerin ağız özellikleri ve folklor yönünden diğer yöre halkı ile kaynaşmış görünmekte iken, Doğu Karadeniz bölgesinde. Özellikle Trabzon’un ilçelerinden Şalpazarı yöresinde oturan Çepnilerin, hem ağız, hem folklor itibarı ile komşularından, dikkat çekici büyük farklılıklar korumaktadırlar” şeklindeki tespitine katılmamak mümkün değildir.
Ama aynı yazarın “Dil verilerimizin, Çepnilerin Trabzon yöresinin Türkleştirilmesinde önemli bir rol oynadıkları yolundaki iddiayı destekleyeceğini söylemek doğru olmaz. Çepni ağzı ile diğer Trabzon ağızları arasındaki farklılıkların benzerliklerden çok olması, tam aksine bu iddiayı çürütür” şeklindeki kanaatine katılmak ise mümkün değildir. Aslında ağızların farklılığı konusundaki tespit doğrudur. Yörenin diğer yörelerle gösterdiği ağız farkları hemen herkesin anlayabileceği kadar belirgindir. Ama bu veri tek başına “Çepnilerin bu bölgedeki Türkleştirme hareketinde önemli rol oynadıkları” şeklindeki görüşü çürütemez.
Bize göre “Türkleştirme” den kasıt buraların Türk yurdu haline getirilmesidir ki, Çepniler bunu, bu çalışmanın başından beri ortaya konulan yerli ve yabancı belgelerden de rahatça anlaşılacağı gibi, bölgede Osmanlı hakimiyeti kurulmadan çok önce önemli ölçüde başarmışlardır.
İkinci husus ise, Osmanlıların bu bölgeyi fetihlerinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Trabzon havalisine değişik Türk boylarının gönderilmiş ve iskân edilmiş olmalarıdır. Aynı veya birbirine yakın yerlere yerleştirilen bu boyların zamanla birbirleriyle kaynaştıklarını düşünmek mümkündür. Ama onlardan çok önce bu bölgeye gelip yerleşmiş, kendilerine has bir yaşama şekli olan Çepnilerin hem bu özellikleri hem de coğrafi ve idari yapı sebebiyle yeni gelenlerle pek fazla bir alışverişleri olduğu söylenemez.
Ayrıca, buraya gelenlerin de değişik Türk boylarından oldukları unutulmamalıdır. Çepni ağzının bütün bölgeye hakim olması ancak Çepnilerin diğer Türk boylarından çok üstün olmaları ve onlarla birlikte yaşamalarıyla mümkün olabilirdi. Halbuki kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ve bizim tespitlerimiz, Çepnilerin cesur, savaşçı ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olduğunu gösteriyor.
Bunlara son derece engebeli olan coğrafi yapının ve çalışma şartlarının bu tür ilişkileri engelleyici özelliklerini de eklersek Çepnilerin neden diğer boyları etkileyemediğini anlayabiliriz. Dikkat edilmesi gereken bir başka husus da etkileşmenin iki yanlı olacağıdır.
Eğer bugün, hiç değilse bazı bölgelerde, bozulmamış ya da az bozulmuş bir Çepni kültürü bulabiliyorsak bunu yukarıda sayılan şartlara borçluyuz. Nitekim Çepnilerin, daha sonra yerleştikleri Trabzon’un doğu tarafında Araklı, Sürmene, Of, Rize gibi yerlerde homojen bir Çepni nüfusuna ve saf bir Çepni kültürüne rastlamamız mümkün değildir. Bu bölgelerde Çepniler diğer Türk boylarıyla kaynaşmışlardır.
Belki bu iddiayı şu şekilde düzeltmek daha doğru olacaktır: “Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde Çepniler çok önemli rol oynamışlardır. Ama kendileri gibi Türk olan diğer boyları Çepnileştirememişlerdir”. Aksini düşünmek Türkü Türkleştirmek demek olur ki, bu da geçerli bir görüş olamaz.
Sonuç olarak, bütün bu bilgilerden, Çepni boyunun Anadolu’ya gelen ilk Türk boyu olduğu, Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesine çok büyük katkılarda bulundukları, hatta Safevî Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynadıkları anlaşılmaktadır.
Batı Anadolu’da İzmir, İzmit, Adapazarı ve Balıkesir’e gitmelerine rağmen en yoğun olarak yerleştikleri. Yaklaşık 700 yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettikleri bölge Doğu Karadeniz bölgesi, bu bölgede de Ağasar / Akhisar yöresi olmuştur.
Bugün, Doğu Karadeniz bölgesine coğrafi olmayan ikinci bir isim verilmesi gereksiydi, eskiden “Çepni Vilayeti” denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batuma kadar genişletip bu bölgeye “Çepni Yurdu” veya “Çepni Bölgesi” demek doğru olurdu.
Doğu Karadeniz bölgesiyle ilgili resmi kayıtlar XVI. yüzyıldan itibaren tutulmaya başlanmıştır. Bu kayıtların büyük bir kısmı henüz incelenmediği için konumuz olan Çepniler hakkında da, çok detaylı ve yeterli tarihi bilgiye sahip olmak mümkün olamamıştır. Ancak, mühimmeler, hatt-ı humayunlar, kadı sicilleri, tahrir defterleri ve diğer arşiv vesikaları incelendikçe Çepnilerle ilgili daha doyurucu bilgilere sahip olacağımız muhakkaktır.Derleyen;
Mustafa KÜÇÜK
Antropolog
Kaynak:
ktu.edu.tr
Çepniler – Prof.Dr. Faruk Sümer
Cami’üt Tevahir’ – Reşidüddin Fazlullah
Tarih-i Al-i Selçuk – Yazıcıoğlu Ali