ceylannur
Yeni Üyemiz
Dengeyi Anlamada Benzetmeler
Telde Yürüyen Cambaz ve Öğrenme Seyahati
Hayat yolculuğunu geniş bir mekânın iki ucu arasına gerilmiş bir tel üzerinde yürümeye benzetirsek, hayattaki pek çok şeyi daha iyi anlayabiliriz. Bu misâl ışığında bakıldığında hayat, denge hâlinde yürümemiz gereken tehlikeli bir yol olup, dengeyi nasıl sağlayacağımız da yine bu hayat yolunda öğrenilir. Duyarlı, cevap verici ve şefkatin esas olduğu bir kâinatta yaşadığımızı dikkate alırsak, her insanın üzerinde yürümek zorunda olduğu telin darlığı veya genişliğinin, bu öğrenmeyi en verimli kılacak şekilde ayarlandığını görürüz.
Yolculuğa yeni başlayan bir kimse için telin genişliği 30 cm kadar olabilir, sağda ve solda elleriyle destek sağlayabileceği kollar da vardır. Tel üzerinde yürüme beceriniz arttıkça ve özgüven duygunuz güçlendikçe, tel de daralmaya başlar ve tel üzerinde düşmeden yürüyebilmek oldukça güç hâle gelir. Gerçekte ise tel, insanı tehlike bölgesine düşmekten korumanın ötesinde, öğrenmeyi zirveye çıkaracak kadar geniştir. Dengeli bir hayat sürmeyi, tel üzerinde yürüyen cambazın dengesini korumasına benzetirsek, aşağıdaki birkaç noktayı akılda tutmak önemli olacaktır:
-Varolmanın veya hayatı devam ettirmenin iki hâli vardır: Birincisi; denge hâlinde yürüyebilme, yani cambaz gibi telin üzerinde düşmeden kalabilme ve yoluna devam edebilmedir. Diğeri ise; korku, endişe ve stres içinde, kontrolsüz ve bilinçsizce hayatını yaşama; bir başka deyişle tel üzerinde düşe kalka, tökezleyerek yürüme veya yol almadır.
Bu noktadan, biz hayat yolculuğumuzu ya telin üzerinde, ne olduğumuzu derinden hissederek şuurlu bir uyanıklık hâlinde yaparız; ya da değişik düzeylerde bilinçsizce, çoğu şeylerin farkında olmadan, düşe-kalka ve bilinçsizlik hâlinde gerçekleştiririz.
-Tel üzerinde yürüme esnasında tökezlemekte olduğunuzu fark ettiğiniz anda, dengeyi sağlamak için telin ortasına doğru ilerlemeye gayret edersiniz. Ancak bunu öğrenmek isteyen insanlar, gerçekten tökezler ve düşerler. Çünkü düşmek üzere olduklarını farkettikleri anda stresleri ve endişeleri artar. Kişi kaygılandığını hissederse heyecanlanır. Dolayısıyla bu stratejiler, insanların daha tehlikeli şekilde dengeden uzaklaşmalarına ve kontrolden çıktıkları hissine sürüklenmelerine, yol açar.
-Bu oyunun sırrı, dengede olduğunuz zamanlar hakkında bildikleriniz kadar, tökezlemeye başladığınız zaman hakkında da çok şey bilmektir. Daha derin bir denge kurmak anlamına gelen gerçek başarı, dengede olduğunuz ve olmadığınız zamanları farketmenizi sağlayacak bir zihin durumuna sahip olmakla kazanılır.
"Kontrol, farkında olmaktan gelir", "Sadece izleyebildiğiniz ve gözlemleyebildiğiniz şeyleri yönetebilirsiniz" sözleri bu bakımdan çok anlamlıdır. Her iki durumda da sadece denge durumundan çıkmakta olduğunuzu bilebildiğinizde, denge durumuna yeniden dönebilmek için gerekli adımları atabilirsiniz. Denge durumuna yeniden dönmenin ilk adımı, farketmek ve bilmektir.
-Kontrolde ve dengede kalmaya ne kadar çok çalışırsanız, o oranda daha az dengede ve kontrolde kalabilirsiniz. Çünkü gerçek kontrol, gerçek denge, doğallık durumunda, tabiî süreçlere saygı duyulduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır. Yaylı enstrüman çalan insanların kolayca anlayabileceği bu durum, iyi ayarlanmış bir enstrümanla müzik yapmaya benzetilebilir. Yaylı sazlarda en zengin, en güzel ve en uyumlu sesler; tellerin ne çok gergin, ne de çok gevşek olduğu durumda çıkar. Bir telin optimal gerginliğini ayarlayabilmek, telin ne zaman ayara ulaştığını, ne zaman ayardan uzaklaştığını öğrenebilmek gerçekte çok ince bir sanattır.
-Buradaki ince sır; mükemmel olmak değil, öğrenebilmektir. Anahtar kavram, tökezlediğimizi ve düştüğümüzü, yıkıldığımızı, başarısız olduğumuzu farkettiğimiz anda tökezlememek, yıkılmamaktır. Bir başka deyişle, bilinçsizlik, duyarsızlık ve hissizlik durumları karşısında paniklemek değil, daha duyarsız ve sakin olabilmektir.
-İp üzerinde yürüyebilmenin az veya çok, denge hâlinde kalabilmekle mümkün olduğunu farketmek de önemlidir. Bazı insanlar, hayatlarını çok sıkı kontrol ve disiplin içinde geçirirler. Bazıları da sürekli düşme, kaybetme paranoyası içinde yaşarlar. Hayat yolculuğunda düşüp tökezlediklerinde, uzun zaman ayağa kalkamazlar, ümitsizlik, çaresizlik ve başkalarını suçlama ağına kendilerini hapsederler. Başkalarına karşı acımasız tenkitler yöneltmeye yatkın oldukları gibi kendilerine karşı da oldukça acımasızdırlar. Bu durum ise onların çoğu zaman tökezlemelerini kolaylaştırır. Sürekli denge hâlinden uzak bir hayat yaşamaya kendilerini mecbur hissederler. Ne var ki, bu kişiler içinde bulundukları durum dışında, başka alternatiflerin olduğunun farkında değildirler.
Gerçekte kişi, farkında olma yoluyla ve düzenli uygulamalar yaparak, kendine olan özgüvenini artırabilir ve içine saplandığı ümitsizlik ve çözümsüzlük batağından kolayca kurtulabilecek bir noktaya gelebilir. Her tarafın aynı anda gece olmadığını, bir tarafın karanlık iken başka bir tarafın aydınlık olduğunu düşünebilir. Özgüvende bu noktayı yakalayan kişiler için yolculuk esnasında karşılaşılan engeller; becerilerini, özgüvenini ve dayanma gücünü daha da artırabilmek için, önlerine konmuş fırsatlar ve imkânlardır. Düşüp tökezledikleri anlarda, tökezlemeyi nasıl yumuşatabileceklerini düşünür, içinde bulundukları uzay-zaman koordinatlarından nasıl kolayca kurtulabileceklerini öğrenirler.
Bu zihin ve ruh durumunda olan insanlar açısından düşme ve tökezleme, başarısızlık ve mağlubiyet anlamına gelmez. Onlar başarısızlıkları, sorunlarını orijinal çözümlerle çözebilmek ve tekrar aynı sorunlara takılıp kalmamak için bir egzersiz ve örnek soru şeklinde algılarlar.
Cambazlık mahareti getirerek hayat yolculuğunu bu misal perspektifinde algılamak ve hayatı sürekli bilinç ve öğrenme ufkunda yaşayabilmek, insanı yeni ufuklara taşır. Bu açıdan hayata baktığımızda, yürüme ve tökezlemenin aynı şey olduğunu keşfederiz. Yolculuk ilerledikçe, bilgi ve becerilerimiz arttıkça, yürümekte olduğumuz hayat teli giderek incelir. Yolculuk hakkında bilgimiz ve tel üzerinde yürüyebilme becerimiz arttığı ölçüde, yolculuk tel üzerinde yürümekten çıkar, kuşlar misali uçmaya dönüşür. Hayat yolculuğunun her anı, her adımı coşku, merak, keşif ve anlamaya, kendini yeni tarzlarda ifade etmeye dönüşür. Hayatı bu şekilde algılamaya ve dengeli götürme serüvenini keşfetmeye hazır mıyız?
Öğrenme Yolculuğu Olarak Hayat
İnsanın temel ve asıl vazifesi, Yüce Beyan'da, öğrenmek, tekâmül etmek ve dua olarak tanımlanmıştır. İnsan bu vazifeyi yerine getirebilmek için her sabah kendine şöyle seslenmelidir: "Henüz başladığım bugünümde öğreneceğim şeyler neler olacaktır?" Evden çıkarken de şu dua yapılmalıdır: "ALLAH'ım bugünkü hayat yolculuğumda bana karşılaştığım her şeyden bir şeyler öğret! Ben her gün hayatımda karşıma ne çıkarsa çıksın, ona sorgulayıcı ve öğrenici bir tarzda cevap vermek için elimden geleni yapacağım. ALLAH'ım bana bu konuda güç ve kuvvet ver."
Hayatımızın öğrenme yolculuğunu, daha bilinçli şekilde düzenlemeye devam ettiğimizde, hayattaki paradoksların büyük bir öğretici olduğunu göreceğiz. Meselâ dengeden uzak bir hayat sürdüğümüz anlarda, her şey zıddıyla bilinir kaidesince, dengeli yaşam hakkında çok daha fazla şey öğreneceğiz. Hem denge hâlinde bulunma, hem de dengeden uzak bir yaşam sürme deneyimlerini birlikte yaşadığımız için, daha fazla dengeye ulaşmanın; ancak olumsuzluklarla olumlu şeyleri birarada yaşadığımızda mümkün olacağını fark edeceğiz.
Denge tanımını bu şekilde yaptığımızda, asla sona ermeyen boyutlarda sürekli öğrenmeye doğru yelken açarız. Dengenin gerçekte bir isimden ziyade bir eylem olduğunu ve sürekli yenilenmesi gereken bir şeyi tanımladığını kabul edersek, kendimizi sürekli öğrenmeyle sağlanacak bu yeni dengeleme işlemine daha kolayca adapte edebiliriz. "Aikido" olarak bilinen mücadele sanatının kurucusu O'Sensei'ye bir öğrencisi şöyle bir soru yöneltmiş: "Dengenizi her zaman nasıl koruyabiliyorsunuz?" Üstat gülmüş ve şöyle demiş: "Sanat, dengeyi korumaya çalışmak değil, onu kaybettiğinizde çok hızlı bir şekilde yeniden dengeyi kurabilmektir. Senin, beni dengesizlik durumunda görmemen, benim denge durumunu kaybettiğimde onu çok çabuk şekilde yeniden kazanabilmemden dolayıdır." Bu, insan realitesine uygun ve doğru bir cevaptır. "Beşer şaşar" sözü insanın fıtraten hata yapabileceğini, bu özellikte yaratıldığını ifade eder. Önemli olan insanın olabildiğince hızlı şekilde yanlışı farkedip bundan dönmesidir. Sürekli tövbe, istiğfar hâlinde yaşamamız yolunda yapılan nasihatler Yüce Beyan'ın ve Efendimiz (sas)'in verdiği insan gerçeğine uygun altın ipuçlarıdır.
Öğrenme seyahati olarak hayatı yeniden tanımlama, dengeyi algılamada ilk adımdır. Bunu anlamak için, rahatlık bölgesi ile öğrenme bölgesi arasındaki farkı anlamak gerekir. İnsanın âşina olduğu ve tanıyıp bildiği bölge, insanın rahatlık bölgesini oluşturur. Öğrenme bölgesi ise, insanın yeni bilgi ve becerileri kazandığı, yeni ilişkileri keşfettiği, insanı yeni şeyler öğrenmek üzere rahatsız eden bir bölgedir. Öğrenme bölgesinde aldığımız dersler giderek rahatlık bölgemizi genişletir. Başlangıçta sahip olduğumuz rahatlık bölgesi giderek genişlemeye başlar. Bir bakıma hayatımız rahatlık bölgesinde dinlenme hâline dönüşürken, öğrenme bölgesinde gerilim ve öğrenme deseni oluşturur. Bir sonraki devrede biz yeni genişlemiş rahatlık bölgesinde tekrar istirahat ederiz.
Dengeye doğru yapılan yolculuk, görülmeyen duvarların, sınırların ve insanın mevcut rahatlık bölgesini tanımlayan zihin çerçevelerinin farkına varmakla ve öğrenme bölgesindeki öğrenmenin yeni boyutlarını keşfetmekle başlar. Korkularımızın, mazeretlerimizin ve bizi sınırlayan önyargılarımızın görülmeyen zararlarından kurtulmak için yürümeye başladığımızda, daha büyük bir dünya ile arkadaş olmaya başlarız. Daha önceleri hayal edemeyeceğimiz nispetlerde, rahatlık bölgemizin genişlemeye başladığını idrak ederiz. Zihnimiz bir kere yeni boyutlara doğru yelken açmanın zevkini tattığında bir kere daha başlangıç durumuna geri dönmez. Hayat boyu öğrenmeler ise hiçbir zaman son bulmaz.
Hayatı bir öğrenme yolculuğu misaliyle algıladığımızda, hayatımızın beş bölgeden birinde devam ettiğini görmeye başlarız:
- Paslanma ve kokuşma bölgesi
- Düşük düzeyde öğrenme bölgesi
- Öğrenme bölgesinin ortasında yer alan optimal performans bölgesi.
- Üst düzey öğrenme bölgesi
- Bitme ve tükenme bölgesi
Belli şartlar içinde devam eden hayat yolculuğumuzda bu bölgelerin her birini sayısız defa geçmişizdir. Şartlar bu sınırların çok aşağısına veya yukarısına gittiğinde ve oralarda uzun süre kaldığında hayat mânen yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu yüzden öğrenilebilir sınırlar içinde yaşamımızı yönetmeyi öğrenmede çok fazla hikmetler ve sırlar vardır. İfrat ve tefriti simgeleyen yüksek düzey ve düşük düzey öğrenme bölgelerinin arasında insanın optimum performans ve öğrenme sergilediği orta bölge yer alır. Bu orta bölgede insan kendini metafizik gerilimde, dengeli ve itminan içinde hisseder. Hayatın bitmeyen öğrenme çevrimlerine, öğrendiklerini entegre eder. Bu orta yolun altında ve üstünde ise, yasak ve tehlikeli bitme-tükenme bölgeleri ile paslanma-kokuşma bölgeleri bulunur. Bu bölgeler kısa süreli olarak ziyaret edilirse, öğrenmeye yardımcı olur. Buralarda uzun süreli kalma dengeli bir hayat sürmeyi imkânsız hâle getirir.
Öğrenme bölgesinin merkezinde, yani aşırı ve yoğun stres ile hareketsizlik ve can sıkıcılığın iki ucu arasında mükemmel bir yüksek performans bölgesi yer alır. Var olmanın bu seviyesi, en fazla enerji dağıtan, insanın öğrenme tecrübelerini ve potansiyelini tatmin eden performans durumuyla karakterize edilir. Spor biliminin dilinde bu gibi anlar, genellikle formunda olmak olarak tanımlanır. Bu itminan durumu, kolaylık, güçlülük, kesinlik, akıcılık, belirlilik, kendini aşmışlıkla belirgindir. Bu bölgede çalışan bireyler ve takımların, kendilerine karşı güvenleri tamdır. Son derece etkindirler. Ve içinde bulundukları durumun beklentilerini karşılayabilecek becerilerle donatılmışlardır. Bizler formda olduğumuzda kendimizi kendimizle ve çevremizdeki insanlarla ahenk içinde ve dengede hissederiz.
Hâdiselerin bize karşı meydan okumaları ne kaygı ve stres uyandıracak kadar güçlüdür, ne de can sıkıntısı oluşturacak kadar rutindir. Yolculuğa yeni çıkanlar için bu bölgeye girmek zor ve kaygan ise de, herhangi bir sahadaki üstatlar, hayatlarının çoğunu bu bölgeye yakın veya bölge içinde yaşamış ve çalışmışlardır. Bu nadir ve üstün vasıflı liderler bize, dengeli bir hayat için öğrenme yolculuğuna çıkma isteğinin derecesi oranında kendimizin ve başkalarının bundan fayda göreceğini hatırlatırlar.
Psikolojide bu dinamik denge, genellikle akış hâlinde olma, optimum performans koşullarını yerine getirebilme, doyumlu bir hayat sürme, mükemmel derecede zihnî performans gösterme olarak tanımlanır. Bütün bu farkına vardığımız şeyler, bize gerçek tabiatımızı ve potansiyellerimizi hatırlatır. Hayatın bir çok alanında dengenin bu özel zamanları, "maksimum performans, maksimum etkinlik, herşeyin yerli yerine oturduğu ve hiçbir enerjinin israf edilmediği toplam kalite anları" olarak tanımlanır.
Dr. Selim ÇALDIRANLI
Telde Yürüyen Cambaz ve Öğrenme Seyahati
Hayat yolculuğunu geniş bir mekânın iki ucu arasına gerilmiş bir tel üzerinde yürümeye benzetirsek, hayattaki pek çok şeyi daha iyi anlayabiliriz. Bu misâl ışığında bakıldığında hayat, denge hâlinde yürümemiz gereken tehlikeli bir yol olup, dengeyi nasıl sağlayacağımız da yine bu hayat yolunda öğrenilir. Duyarlı, cevap verici ve şefkatin esas olduğu bir kâinatta yaşadığımızı dikkate alırsak, her insanın üzerinde yürümek zorunda olduğu telin darlığı veya genişliğinin, bu öğrenmeyi en verimli kılacak şekilde ayarlandığını görürüz.
Yolculuğa yeni başlayan bir kimse için telin genişliği 30 cm kadar olabilir, sağda ve solda elleriyle destek sağlayabileceği kollar da vardır. Tel üzerinde yürüme beceriniz arttıkça ve özgüven duygunuz güçlendikçe, tel de daralmaya başlar ve tel üzerinde düşmeden yürüyebilmek oldukça güç hâle gelir. Gerçekte ise tel, insanı tehlike bölgesine düşmekten korumanın ötesinde, öğrenmeyi zirveye çıkaracak kadar geniştir. Dengeli bir hayat sürmeyi, tel üzerinde yürüyen cambazın dengesini korumasına benzetirsek, aşağıdaki birkaç noktayı akılda tutmak önemli olacaktır:
-Varolmanın veya hayatı devam ettirmenin iki hâli vardır: Birincisi; denge hâlinde yürüyebilme, yani cambaz gibi telin üzerinde düşmeden kalabilme ve yoluna devam edebilmedir. Diğeri ise; korku, endişe ve stres içinde, kontrolsüz ve bilinçsizce hayatını yaşama; bir başka deyişle tel üzerinde düşe kalka, tökezleyerek yürüme veya yol almadır.
Bu noktadan, biz hayat yolculuğumuzu ya telin üzerinde, ne olduğumuzu derinden hissederek şuurlu bir uyanıklık hâlinde yaparız; ya da değişik düzeylerde bilinçsizce, çoğu şeylerin farkında olmadan, düşe-kalka ve bilinçsizlik hâlinde gerçekleştiririz.
-Tel üzerinde yürüme esnasında tökezlemekte olduğunuzu fark ettiğiniz anda, dengeyi sağlamak için telin ortasına doğru ilerlemeye gayret edersiniz. Ancak bunu öğrenmek isteyen insanlar, gerçekten tökezler ve düşerler. Çünkü düşmek üzere olduklarını farkettikleri anda stresleri ve endişeleri artar. Kişi kaygılandığını hissederse heyecanlanır. Dolayısıyla bu stratejiler, insanların daha tehlikeli şekilde dengeden uzaklaşmalarına ve kontrolden çıktıkları hissine sürüklenmelerine, yol açar.
-Bu oyunun sırrı, dengede olduğunuz zamanlar hakkında bildikleriniz kadar, tökezlemeye başladığınız zaman hakkında da çok şey bilmektir. Daha derin bir denge kurmak anlamına gelen gerçek başarı, dengede olduğunuz ve olmadığınız zamanları farketmenizi sağlayacak bir zihin durumuna sahip olmakla kazanılır.
"Kontrol, farkında olmaktan gelir", "Sadece izleyebildiğiniz ve gözlemleyebildiğiniz şeyleri yönetebilirsiniz" sözleri bu bakımdan çok anlamlıdır. Her iki durumda da sadece denge durumundan çıkmakta olduğunuzu bilebildiğinizde, denge durumuna yeniden dönebilmek için gerekli adımları atabilirsiniz. Denge durumuna yeniden dönmenin ilk adımı, farketmek ve bilmektir.
-Kontrolde ve dengede kalmaya ne kadar çok çalışırsanız, o oranda daha az dengede ve kontrolde kalabilirsiniz. Çünkü gerçek kontrol, gerçek denge, doğallık durumunda, tabiî süreçlere saygı duyulduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır. Yaylı enstrüman çalan insanların kolayca anlayabileceği bu durum, iyi ayarlanmış bir enstrümanla müzik yapmaya benzetilebilir. Yaylı sazlarda en zengin, en güzel ve en uyumlu sesler; tellerin ne çok gergin, ne de çok gevşek olduğu durumda çıkar. Bir telin optimal gerginliğini ayarlayabilmek, telin ne zaman ayara ulaştığını, ne zaman ayardan uzaklaştığını öğrenebilmek gerçekte çok ince bir sanattır.
-Buradaki ince sır; mükemmel olmak değil, öğrenebilmektir. Anahtar kavram, tökezlediğimizi ve düştüğümüzü, yıkıldığımızı, başarısız olduğumuzu farkettiğimiz anda tökezlememek, yıkılmamaktır. Bir başka deyişle, bilinçsizlik, duyarsızlık ve hissizlik durumları karşısında paniklemek değil, daha duyarsız ve sakin olabilmektir.
-İp üzerinde yürüyebilmenin az veya çok, denge hâlinde kalabilmekle mümkün olduğunu farketmek de önemlidir. Bazı insanlar, hayatlarını çok sıkı kontrol ve disiplin içinde geçirirler. Bazıları da sürekli düşme, kaybetme paranoyası içinde yaşarlar. Hayat yolculuğunda düşüp tökezlediklerinde, uzun zaman ayağa kalkamazlar, ümitsizlik, çaresizlik ve başkalarını suçlama ağına kendilerini hapsederler. Başkalarına karşı acımasız tenkitler yöneltmeye yatkın oldukları gibi kendilerine karşı da oldukça acımasızdırlar. Bu durum ise onların çoğu zaman tökezlemelerini kolaylaştırır. Sürekli denge hâlinden uzak bir hayat yaşamaya kendilerini mecbur hissederler. Ne var ki, bu kişiler içinde bulundukları durum dışında, başka alternatiflerin olduğunun farkında değildirler.
Gerçekte kişi, farkında olma yoluyla ve düzenli uygulamalar yaparak, kendine olan özgüvenini artırabilir ve içine saplandığı ümitsizlik ve çözümsüzlük batağından kolayca kurtulabilecek bir noktaya gelebilir. Her tarafın aynı anda gece olmadığını, bir tarafın karanlık iken başka bir tarafın aydınlık olduğunu düşünebilir. Özgüvende bu noktayı yakalayan kişiler için yolculuk esnasında karşılaşılan engeller; becerilerini, özgüvenini ve dayanma gücünü daha da artırabilmek için, önlerine konmuş fırsatlar ve imkânlardır. Düşüp tökezledikleri anlarda, tökezlemeyi nasıl yumuşatabileceklerini düşünür, içinde bulundukları uzay-zaman koordinatlarından nasıl kolayca kurtulabileceklerini öğrenirler.
Bu zihin ve ruh durumunda olan insanlar açısından düşme ve tökezleme, başarısızlık ve mağlubiyet anlamına gelmez. Onlar başarısızlıkları, sorunlarını orijinal çözümlerle çözebilmek ve tekrar aynı sorunlara takılıp kalmamak için bir egzersiz ve örnek soru şeklinde algılarlar.
Cambazlık mahareti getirerek hayat yolculuğunu bu misal perspektifinde algılamak ve hayatı sürekli bilinç ve öğrenme ufkunda yaşayabilmek, insanı yeni ufuklara taşır. Bu açıdan hayata baktığımızda, yürüme ve tökezlemenin aynı şey olduğunu keşfederiz. Yolculuk ilerledikçe, bilgi ve becerilerimiz arttıkça, yürümekte olduğumuz hayat teli giderek incelir. Yolculuk hakkında bilgimiz ve tel üzerinde yürüyebilme becerimiz arttığı ölçüde, yolculuk tel üzerinde yürümekten çıkar, kuşlar misali uçmaya dönüşür. Hayat yolculuğunun her anı, her adımı coşku, merak, keşif ve anlamaya, kendini yeni tarzlarda ifade etmeye dönüşür. Hayatı bu şekilde algılamaya ve dengeli götürme serüvenini keşfetmeye hazır mıyız?
Öğrenme Yolculuğu Olarak Hayat
İnsanın temel ve asıl vazifesi, Yüce Beyan'da, öğrenmek, tekâmül etmek ve dua olarak tanımlanmıştır. İnsan bu vazifeyi yerine getirebilmek için her sabah kendine şöyle seslenmelidir: "Henüz başladığım bugünümde öğreneceğim şeyler neler olacaktır?" Evden çıkarken de şu dua yapılmalıdır: "ALLAH'ım bugünkü hayat yolculuğumda bana karşılaştığım her şeyden bir şeyler öğret! Ben her gün hayatımda karşıma ne çıkarsa çıksın, ona sorgulayıcı ve öğrenici bir tarzda cevap vermek için elimden geleni yapacağım. ALLAH'ım bana bu konuda güç ve kuvvet ver."
Hayatımızın öğrenme yolculuğunu, daha bilinçli şekilde düzenlemeye devam ettiğimizde, hayattaki paradoksların büyük bir öğretici olduğunu göreceğiz. Meselâ dengeden uzak bir hayat sürdüğümüz anlarda, her şey zıddıyla bilinir kaidesince, dengeli yaşam hakkında çok daha fazla şey öğreneceğiz. Hem denge hâlinde bulunma, hem de dengeden uzak bir yaşam sürme deneyimlerini birlikte yaşadığımız için, daha fazla dengeye ulaşmanın; ancak olumsuzluklarla olumlu şeyleri birarada yaşadığımızda mümkün olacağını fark edeceğiz.
Denge tanımını bu şekilde yaptığımızda, asla sona ermeyen boyutlarda sürekli öğrenmeye doğru yelken açarız. Dengenin gerçekte bir isimden ziyade bir eylem olduğunu ve sürekli yenilenmesi gereken bir şeyi tanımladığını kabul edersek, kendimizi sürekli öğrenmeyle sağlanacak bu yeni dengeleme işlemine daha kolayca adapte edebiliriz. "Aikido" olarak bilinen mücadele sanatının kurucusu O'Sensei'ye bir öğrencisi şöyle bir soru yöneltmiş: "Dengenizi her zaman nasıl koruyabiliyorsunuz?" Üstat gülmüş ve şöyle demiş: "Sanat, dengeyi korumaya çalışmak değil, onu kaybettiğinizde çok hızlı bir şekilde yeniden dengeyi kurabilmektir. Senin, beni dengesizlik durumunda görmemen, benim denge durumunu kaybettiğimde onu çok çabuk şekilde yeniden kazanabilmemden dolayıdır." Bu, insan realitesine uygun ve doğru bir cevaptır. "Beşer şaşar" sözü insanın fıtraten hata yapabileceğini, bu özellikte yaratıldığını ifade eder. Önemli olan insanın olabildiğince hızlı şekilde yanlışı farkedip bundan dönmesidir. Sürekli tövbe, istiğfar hâlinde yaşamamız yolunda yapılan nasihatler Yüce Beyan'ın ve Efendimiz (sas)'in verdiği insan gerçeğine uygun altın ipuçlarıdır.
Öğrenme seyahati olarak hayatı yeniden tanımlama, dengeyi algılamada ilk adımdır. Bunu anlamak için, rahatlık bölgesi ile öğrenme bölgesi arasındaki farkı anlamak gerekir. İnsanın âşina olduğu ve tanıyıp bildiği bölge, insanın rahatlık bölgesini oluşturur. Öğrenme bölgesi ise, insanın yeni bilgi ve becerileri kazandığı, yeni ilişkileri keşfettiği, insanı yeni şeyler öğrenmek üzere rahatsız eden bir bölgedir. Öğrenme bölgesinde aldığımız dersler giderek rahatlık bölgemizi genişletir. Başlangıçta sahip olduğumuz rahatlık bölgesi giderek genişlemeye başlar. Bir bakıma hayatımız rahatlık bölgesinde dinlenme hâline dönüşürken, öğrenme bölgesinde gerilim ve öğrenme deseni oluşturur. Bir sonraki devrede biz yeni genişlemiş rahatlık bölgesinde tekrar istirahat ederiz.
Dengeye doğru yapılan yolculuk, görülmeyen duvarların, sınırların ve insanın mevcut rahatlık bölgesini tanımlayan zihin çerçevelerinin farkına varmakla ve öğrenme bölgesindeki öğrenmenin yeni boyutlarını keşfetmekle başlar. Korkularımızın, mazeretlerimizin ve bizi sınırlayan önyargılarımızın görülmeyen zararlarından kurtulmak için yürümeye başladığımızda, daha büyük bir dünya ile arkadaş olmaya başlarız. Daha önceleri hayal edemeyeceğimiz nispetlerde, rahatlık bölgemizin genişlemeye başladığını idrak ederiz. Zihnimiz bir kere yeni boyutlara doğru yelken açmanın zevkini tattığında bir kere daha başlangıç durumuna geri dönmez. Hayat boyu öğrenmeler ise hiçbir zaman son bulmaz.
Hayatı bir öğrenme yolculuğu misaliyle algıladığımızda, hayatımızın beş bölgeden birinde devam ettiğini görmeye başlarız:
- Paslanma ve kokuşma bölgesi
- Düşük düzeyde öğrenme bölgesi
- Öğrenme bölgesinin ortasında yer alan optimal performans bölgesi.
- Üst düzey öğrenme bölgesi
- Bitme ve tükenme bölgesi
Belli şartlar içinde devam eden hayat yolculuğumuzda bu bölgelerin her birini sayısız defa geçmişizdir. Şartlar bu sınırların çok aşağısına veya yukarısına gittiğinde ve oralarda uzun süre kaldığında hayat mânen yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu yüzden öğrenilebilir sınırlar içinde yaşamımızı yönetmeyi öğrenmede çok fazla hikmetler ve sırlar vardır. İfrat ve tefriti simgeleyen yüksek düzey ve düşük düzey öğrenme bölgelerinin arasında insanın optimum performans ve öğrenme sergilediği orta bölge yer alır. Bu orta bölgede insan kendini metafizik gerilimde, dengeli ve itminan içinde hisseder. Hayatın bitmeyen öğrenme çevrimlerine, öğrendiklerini entegre eder. Bu orta yolun altında ve üstünde ise, yasak ve tehlikeli bitme-tükenme bölgeleri ile paslanma-kokuşma bölgeleri bulunur. Bu bölgeler kısa süreli olarak ziyaret edilirse, öğrenmeye yardımcı olur. Buralarda uzun süreli kalma dengeli bir hayat sürmeyi imkânsız hâle getirir.
Öğrenme bölgesinin merkezinde, yani aşırı ve yoğun stres ile hareketsizlik ve can sıkıcılığın iki ucu arasında mükemmel bir yüksek performans bölgesi yer alır. Var olmanın bu seviyesi, en fazla enerji dağıtan, insanın öğrenme tecrübelerini ve potansiyelini tatmin eden performans durumuyla karakterize edilir. Spor biliminin dilinde bu gibi anlar, genellikle formunda olmak olarak tanımlanır. Bu itminan durumu, kolaylık, güçlülük, kesinlik, akıcılık, belirlilik, kendini aşmışlıkla belirgindir. Bu bölgede çalışan bireyler ve takımların, kendilerine karşı güvenleri tamdır. Son derece etkindirler. Ve içinde bulundukları durumun beklentilerini karşılayabilecek becerilerle donatılmışlardır. Bizler formda olduğumuzda kendimizi kendimizle ve çevremizdeki insanlarla ahenk içinde ve dengede hissederiz.
Hâdiselerin bize karşı meydan okumaları ne kaygı ve stres uyandıracak kadar güçlüdür, ne de can sıkıntısı oluşturacak kadar rutindir. Yolculuğa yeni çıkanlar için bu bölgeye girmek zor ve kaygan ise de, herhangi bir sahadaki üstatlar, hayatlarının çoğunu bu bölgeye yakın veya bölge içinde yaşamış ve çalışmışlardır. Bu nadir ve üstün vasıflı liderler bize, dengeli bir hayat için öğrenme yolculuğuna çıkma isteğinin derecesi oranında kendimizin ve başkalarının bundan fayda göreceğini hatırlatırlar.
Psikolojide bu dinamik denge, genellikle akış hâlinde olma, optimum performans koşullarını yerine getirebilme, doyumlu bir hayat sürme, mükemmel derecede zihnî performans gösterme olarak tanımlanır. Bütün bu farkına vardığımız şeyler, bize gerçek tabiatımızı ve potansiyellerimizi hatırlatır. Hayatın bir çok alanında dengenin bu özel zamanları, "maksimum performans, maksimum etkinlik, herşeyin yerli yerine oturduğu ve hiçbir enerjinin israf edilmediği toplam kalite anları" olarak tanımlanır.
Dr. Selim ÇALDIRANLI