NuSReT
Aktif Üyemiz
DİNLER ARASI DİYALOG NEDİR?
“Dinlerarası diyalog, Papalığın II. Vatikan Konsili’nin 4. oturumunda kabul edilen, “Nostra Aetate” diye maruf Konsil metninde aktarılan ve 28 Ekim 1965’te Papa VI. Paul’un onayıyla ilan edilen, “Papalığın 3. bin yıl hedefi olarak açıkladığı Asya’nın hristiyanlaştırılması projesi’nin bir yöntemidir. Papalığın “çağdaş hristiyanlaştırma ve misyonerlik usulü” dür. (1)
Dinler Arası Diyalogu Savunanlardan malum bir kişi şöyle savunma yapmaktadır: “Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın rasülüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır… ” ve; “Kelime-i Tevhidin; ‘Muhammed Allah’ın Rasülüdür’ kısmını söylemeksizin yalnız ; “Lâ ilâhe illallâh” kısmını ikrar eden kimselerin imanlarının kabul olacağını iddia ediyorlar. Bu iddialarının doğruluğunu Araf Suresi 156. ayetinin, “rahmetim de vardır, o ise her şeyi kaplamış ve kuşatmıştır.” (2)
Mekke’nin fethinde kelime-i tevhidin birinci bölümünü söyleyip ikinci kısmını söylemek istemeyen Ebu Süfyan’ın imanını Allah’ın Rasulü kabul etmemiş, bunun üzerine Ebu Süfyan Muhammedun Rasulullah diyerek Müslüman olmuştu. Sadece bu haber bile Muhammedun Rasulullah’ı kabul etmeden imanın tam olmayacağını açıklamaya yeter de artar bile. Bu hususu bir de Kur’an’dan bir ayetle açıklayalım, mealen. Allahu Teala buyuruyor ki:
-” Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de ahirette. Biz gerçekten de tevbe edip senin hidayetine döndük.” Buyurdu ki, azabım var, onu dilediğime isabet ettiririm, rahmetim de vardır, o ise her şeyi kaplamış ve kuşatmıştır. Onu da özellikle korunanlara, zekatını verenlere ve âyetlerimize inananlara mahsus kılacağım.” (Araf-156 )
Bu ayette Allahu Teala; “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” buyurmaktadır. Mezkür ayette, bu rahmete kimlerin ereceğini de Rabbimizin kendisi açıklamaktadır. Çünkü ifade ancak o şekilde tamamlanmaktadır. İşte o ayetin açıklayıcı bölümü, melaen: “ Onu da özellikle takva sahiplerine (korunanlara), zekatını verenlere ve âyetlerimize inananlara özgü kılacağım.” Görülüyor ki ayeti makaslayıp da yarısına ayrı, diğer yarısına başka anlam vermek ne kadar yanıltıcı olmaktadır. Malum cemaatin meşhur hocasının iddia ettiği Allahu tealanın rahmetine nail olabilmek için ayetin şu kısmına da itikat etmek gerekiyor ; Rabbül-âlemîn rahmete erecek kimseleri ayette şöyle belirtmektedir; “(rahmetimi) takva sahiplerine, zekatını verenlere ve âyetlerimize inananlara özgü kılacağım.” buyurmaktadır. Malum hocanın iddiası ise; Peygamber Efendimize inanmayıp Kur’an’ı Allah’ın ayetleri olarak kabul etmeyenlerin dahi rahmete ereceğini iddia etmektedir. Onun bu iddiası Kur’an’a ters düşmektedir. Kur’an’ı inkar edenlerin ne olacağını haber veren ayeti kerime, mealen;
- “İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem ehlidirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır.” (Bakara-39) Bir başka ayeti kerime, mealen;
-“ Allah’a ve Rasulüne iman edin. Allah’a ve Allah’ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.” (Araf-158) buyurmaktadır.
Bu ayette ise açıkça, Peygamber (s.a.v.) Efendimize tüm insanların iman etmesi emredilmektedir. Hidayet için bunun gerekli olduğu açıkça ifade edilmektedir. Dinler arası diyalogdan kast edilen tebliğ değil de, İslamdan taviz vererek ehli kitapla müşterek bir inançta birleşmekse, bunun asla Allah katında kabul görmeyeceği Kur’an ve Hadislerle sabittir. Allahu Teala buyuruyor ki, mealen;
-“ İslâm’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.” (Âl-i İmran/ 85)
-“ Allah indinde hak din ancak İslâmdır.” (A. İmran 19)
-“ Deki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer itaat etmeyip yüz çevirirlerse o durumda, Allah elbette kafirleri sevmez.” (Ali İmran 32)
Dinler Arası Diyalog ve Diyalogun Amacı Nedir?
“ Dinlerarası diyalog, Papalığın II. Vatikan Konsili’nin 4. oturumunda kabul edilen, “Nostra Aetate” diye maruf Konsil metninde aktarılan ve 28 Ekim 1965’te Papa VI. Paul’un onayıyla ilan edilen, “Papalığın 3. bin yıl hedefi olarak açıkladığı Asya’nın hristiyanlaştırılması projesi’nin bir yöntemidir. Papalığın “çağdaş hristiyanlaştırma ve misyonerlik usulü” dür. (3)
Dinler Arası Diyalogu Savunan Şahsın Gerekçesi:
“Diyalog, hem inançlar alanında yanlış anlamaları tashih, hem de evrensel barışı yakalamak için bir ihtiyaçtır. İnanç alanında yanlış anlama ve anlatmalara bir misal verecek olursak; Hıristiyan Dünyasında yerleştirilmeye çalışılan ve toplumların anlaşmasını önleme amacını güden çok zararlı bir önyargı vardır. Bu da, “Kâ’be’nin bir Arap panteonu (tapınağı) olduğunu, Araplar’ın İslâm’dan önce 360 puta taptıklarını, Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) diğerlerini kaldırarak sadece en büyük bâtıl tanrıya -hâşâ- tapınmayı sürdürdüğünü, Allah denen bu en büyük bâtıl tanrının (hâşâ), Hıristiyanlarla müşterek olmadığını ileri süren meş’um ve son yıllarda özellikle îmal edilmiş önyargıdır. Özellikle kökeninde Hıristiyanlık da olmayan bazı Amerikan çevrelerinde yayılmaya çalışılan ve oradan da Avrupa’ya aktarılmaya uğraşılan bu görüşe Batı’da çok rastlanır. Diyaloğun birinci türü; inançlar alanında bu gibi kötü niyetli ön yargılar imajını önlemek içindir.” (4)
Diyalogu Savunanın Çelişkisi:
Diyalogu savunan kişi, yukarıdaki paragrafında, müslümanlar üzerindeki hırıstiyanların ön yargılarını kaldırmak için, dinler arası diyalogun gerekliliğini savunmaktadır. Ama aşağıdaki alıntı paragrafta ise, kendi sözleri ile çelişkiye düşmektedir: “Diyalog görüşmelerinde: “Siz Hz. İsa’ya, Hz. Musa’ya inanıyorsunuz da Hz. Muhammed’e niye inanmıyorsunuz?” şeklinde bir soru yanlıştır. Çünkü diyalog görüşmeleri, bir bütünleşme toplantıları değil, diyalog toplantılarıdır. Yoksa böyle diyenler Müslüman olurdu. Evet, bu diyalog görüşmeleri Müslümanlar arasındaki sohbet değil, bu değişik din mensuplarının arasındaki bir diyalogdur. Bu birlikteliklerde, bazı konulara özellikle tarafların birbirini incitecek konulara hiç girilmemeli, aksine müştereklerde diyalog kurulmalı, müştereklerde bir arada olunmalıdır.” (5)
Diyalogu savunan şahsın amacı, ehli kitabı Rasulullah (aleyhisselam) Efendimize imana davet etmek değilse, o halde onların çirkin ön yargılarını nasıl ve ne ile kaldıracak? Hıristiyan ve Yahudilerin Müslüman Olmamalarının Sebepleri: Ehl-i kitab mensublarının müslüman olmamalarının altında yatan sebep, araştırıcı olamayıp atalarından ve papazlardan duydukları İslam inancın da olmalarıdır. Onlar da, müslüman olan hırıstiyan ve yahudiler gibi araştırıcı olsalardı, müslüman olmamaları için hiç bir engel kalmazdı.
Ehl-i Kitap ile Âmentüde İttifakımız Vardır İddiası:
Bir gazeteci yazar 17.04.2000 tarihli yazısında şöyle bir iddiada bulunuyor: -“Kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ kısmını; “Üç dinden herhangi bir dine inanmak yeterlidir. Mühim olan kelime-i tevhid inancıdır. Hz. Muhammed’i kabul ve tasdik etmek ise şart olmayıp bir kemal mertebesidir” ve “Ehli kitap ile amentüde ittifak halindeyiz.” (6) diyor.
Yukarıdaki yazı ile gazeteci yazar, hırıstiyan ve Yahudilerin; “Lâ ilâhe illallâh” dedikleri takdirde Allah katında imanlı sayılacaklarını iddia etmektedir. Bu ifadenin doğru olmadığını, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ile açıklayacağız. Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de Maide Suresi 17. ayette buyuruyor ki, mealen:
-“Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e(İsa’ya) Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah’ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine benziyor. Allah onları kahredecektir! Nasıl da sapıtıyorlar.” [Tevbe 30]
Allahu Teala Maide Suresi 72. ayeti kerimede buyuruyor ki, mealen:
- “Yemin olsun ki “Meryem’in oğlu Mesih Allah’ın oğludur “diyenler kafir oldular.” diye buyurur. Bütün müslümanlarca da bilinmektedir ki hırıstiyanların dini inançları; baba(Allah), oğul(İsa) ve Ruhul-Kudüs teslis inancı olduğudur. Bir başka ayette mealen:
- “Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler elbette kafir oldular. Halbuki bir tek ilahtan başka ilah yoktur. “ Maide / 73
Gazeteci Yazar bu ayetlere rağmen tevhid inancından taviz vermeden, üçlü teslis şirk inancı üzere olan ehl-i kitaba, amentüde ittifakı nasıl kuracaktır? Diyalogcuların yapacakları hayırlı bir iş ancak; Hıristiyan ve Yahudileri İslam’a davet etmeleri, İslam’ı onlara tebliğ etmeleri ile olur. O zaman söylenecek bir söz elbette olamaz. Alt satırda yazılı ayet mealinde Cenab-ı Hak, kitab ehli hırıstiyan ve yahudileri tevhide davet etmektedir. Cenab-ı Rabbul-alemîn, Al-i İmran/ 64. ayette buyurmaktadır ki, mealen:
-“ De ki: “Ey ehl-i kitab! Sizinle bizim aramızda eşit bir kelimeye gelin. Şöyle ki; Allah’tan başka ma’bûd tanımayalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve bazımız bazımızı Allah’tan başka Rab edinmesin..” Eğer buna karşı yüz çevirirlerse, o vakit şöyle deyin: “Şahid olunuz ki biz, hakikaten Müslümanlarız.”
Bu ayetlerde, Cenab- Hak Teala ehl-i kitabı tevhid ehl-i olmadığından dolayı, onları İslama davet etmektedir. Onlarla bizim ortak amentümüzün nasıl olacağını Cenab-ı Hak Teala Bakara Suresi 4. Ayette haber vermektedir. Mealen:
- “O iman eden kimseler şunlardır ki; hem sana indirilene(Kur’an’a), hem senden önce indirilenlere iman ederler.” diye buyurur.
Bu ayetteki: “Hem sana indirilene.. iman ederler“ ifadesi ile Allahu Teala Peygamber (s.a.v.) efendimize ve O’na indirilene inanmanın, imanın bir şartı olduğunu gayet açık bir ifade ile haber vermektedir.
Ehl-i Kitap ile Amentüdeki Farkımız:
1- Hıristiyanlar “Allah gökte” derler ve öyle inanırlar, biz ise Allah’ı mekandan münezzeh biliriz.
2- Biz semavi kitapların hepsine inanırız, onlar, Kur’an’a inanmazlar.
3- Biz bütün peygamberlere inanırız, Yahudiler İsa’ya, Hıristiyanlar ise, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. 4- Biz Allah birdir eşi ve benzeri yoktur diye inanırız.
5- Yahudiler “Üzeyir Allah’ın oğlu“, hıristiyanlar ise “İsa Allah’ın oğlu” diye inaırlar. O halde ehl-i kitap ile amentüde ittifak bunun neresindedir?
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, mealen;
- “ Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.” (Hakim)
Görülmektedir ki, Diyalogu savunanların ortaya attığı fikirler İslâm dininin genel hükümlerine aykırıdır. İncil ve Tevrat’ın hükümleri Kur’an-ı kerimin gelmesiyle nesih olmuş, yürürlükten kalkmıştır. Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin bütün hükümleri kıyamete kadar geçerlidir. Bunların bazılarının tarihsel olduğu için yürürlükten kalktığını iddia etmek, Kur’an-ı kerime ve Allah indinde dinin İslam olduğuna inanmamak olur. Allahü teâlâ, kıyamete kadar değişmemek üzere İslamiyeti bütün insanlara din olarak göndermiştir.
Diyalogu Savunanlardan Bir Başkasının İddiası:
“İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslam. Hatta, Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamber’i kabul etmeyenlere bile hoşgörülü davranır. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslam bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul ederler.” (7)
Bu hususta Bediüzzaman Saidi Nursi Hazretleri konuya şöyle değinir:
-“Muhammedün rasûlullah” demeden mücerret “Lâ ilâhe illallah” Cennet’e girmek için kâfî değildir .” (8)
Diyalog savunucusu şöyle demektedir:
- “Kur’ân-ı Kerim ayetlerinin emrettiği, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve O’ndan sonraki Müslümanların hayatlarında tatbik ettiği diğer din mensuplarıyla diyalog, bugünkü Müslümanların da yapması gereken önemli bir iştir. Dinler ararası diyalogda esas gaye, diyalogda bulunduğumuz kişilerin bizim dinimize geçmesi değildir. Onun için, diyaloğa girdiğimiz kimseler, bizim dinimize girmiyor diye diyalogdan uzak durulmaz. Çünkü, diyalog görüşmeleri neticesinde böyle bir şey olmasa bile, arada dostluğun oluşması da büyük bir kârdır.” Diyalog savunucusu yukarıdaki cümlelerinde diyor ki: “Diyalogda esas gaye diyalogda bulunduğumuz kişilerin bizim dinimize geçmesi değildir.” O zaman size sorarız, diyalogdan amacınız ne? Diyalog savunucus amaçlarını şu cümleler ile belirtiyor: “diyalog görüşmeleri neticesinde böyle bir şey olmasa bile, arada dostluğun oluşması da büyük bir kârdır” diyor.
Halbuki Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere, ehli kitabla dost olmayı men etmektedir. Maide S. 51. ayette mealen: - “Ey iman edenler yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin; onlar ancak birbirlerinin dostlarıdır. İçinizden her kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan olur. Şüphesiz Allah zalim bir kavmi hidayete erdirmez. “ diye, Allahu Teala haber vermesine rağmen, bu savunucu onlarla dostluk kurmayı adeta teşvik ediyor, hem de Kur’an’ın iman edenlere o hususta ne emrettiğine hiç bakmadan.
Cenab-ı Hak bir başka ayette, mealen: (Maide / 55)
“Sizin dostunuz önce Allah, sonra Rasulü, sonra o mü’minlerdir ki onlar; namaza devam ederler ve boyun eğerek zekat verirler.” diye haber vererek, iman edenleri uyarır.
Diyalog savunucusunun: “diyalog da esas gaye, diyalog da bulunduğumuz kişilerin bizim dinimize geçmesi değildir.” demesi, Allahu Tealanın şu ayeti ilede çelişmektedir. Al-i İmran /110. ayette mealen:
-” Siz, insanlar için en hayırlı bir ümmet olmak üzere çıkarıldınız ve iyiliği emreder kötülüğü yasaklarsınız ve Allah’a iman edersiniz. Ehl-i Kitabta iman etseydi elbette haklarında hayırlı olurdu. İçlerinden (Abdullah bin Selam ve ondan önce ve sonra iman eden ehli kitab gibi)iman edenler varsada, çoğu dinden çıkmış fasıklardır.” buyurulmaktadır. Bu ayetlerden anlıyoruzki Ehl-i kitab mensublarına ancak tebliğ maksadı ile yaklaşmamız uygun düşer. Onlara tebliğ yapılmayacaksa, onlarla dinimizin kapsamı içerisinde bir dostluğumuz söz konusu olamaz. Ülkeler arası ekonomik ilişkiler ve devletler arası barış ilişkilerini sürdürmeyi bundan ayrı tutmaktayız. Zira Allahın Rasulü de, müşriklerle barış anlaşması yapmıştır. Konu dinler arası diyalog olunca, durum farklı bir mecraya gitmektedir.
Dinler Arası Diyalogu Savunanların Bir Başka Çelişkisi:
“Bazen hisler, hevesler fikir suretine girer ve bizleri aldatabilirler. Onun için her düşünce ve fikrimizi, önce mihenge vurup değerlendirmemiz, sonra tatbike sunmamız icab eder. Bizim için mihenk bellidir.. evet mihenk, Kitap’tır, Sünnet’tir ve cumhûr-u ulemânın dedikleridir.” (Fasıldan Fasıla) Burada sünnete ve Kur’an’a uyulması gerektiği söylenirken aşağıda daha farklı şeyler söyleyerek çelişkiye düşüyorlar. “Ahirette kurtuluş için Hz.Muhammed’e (s.a.v) inanmak gerekmez. Kelime-i Tevhid’in ikinci rüknü olan Muhammedun Rasûlullah “ bölümü bir kemal mertebesidir, cennete girmek için bunu dille söyleyip, kalble iman etmeğe gerek yoktur derler.
Ayrıca sözde bir ilahiyatçı şu ayete dayanarak ehli kitabın cennete gireceğini yazıyor: – Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir. (Bakara- 62) Allahu Teala bir kimsenin: “Muhammedun Rasulullah” inancını kabul etmeden cennete giremeyeceğini Bakara Suresi 285. ayetinde de haber vermektedir. -“ O Peygamber ve Mü’minler Peygamberin kendisine Rablerinden indirilene iman ettiler. Hepside Allah’a, meleklerine, kitablarına ve Peygamberlerine iman etmektedirler. “ (Bakara Suresi Ayet: 285)
Bu ayetler ve imanla ilgili diğer ayetlerde de belirtildiği üzere cenab-ı Allah, bizlerin nasıl iman etmesi gerektiğini bildirmektedir. Ehl-i kitab diye anılan yuahudiler Hz.İsa’yı peygamber olarak tanımaz ve iman etmezler. Hırıstiyanlarda Peygamber (s.a.v.) efendimizi ve O’na indirilen Kur’an’ı kabul etmezler. Halbuki bir kimsenin iman etmiş olması için Allahu Teala: “Peygamber ve müminlerin, Rablerinden Peygamberin kendisine indirilene, yani Kur’an’a, Allah’a, meleklerine, kitablarına ve peygamberlerin tamamına inanması gerektiğini” Kur’an-ı kerimde geçen ayetlerle gayet açık olarak beyan etmektedir. İslam dışında din arayanlara deriz ki; Allah (c.c.) İslam dışında hiç bir dini asla kabul etmemektedir. İşte buna dair Kur’an-ı Kerimden bir ayet. Mealen:
-“Her kim de İslam dışında bir din ararsa, o kimseden bu, asla kabul edilmeyecektir ve o kimse, ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (A.İmran/ 85)
Peygamber (s.a.v.) efendimiz bu hususta şu hadisi şeriflerini beyan etmektedir. Mealen:
- “ Sizlerden hiç biriniz, benim getirdiklerimin tamamına iman etmedikçe müslüman olmuş sayılmaz.” (Kütüb-ü Sitte)
İmam-ı Rabbani Müceddi-i Elf-i Sâni (kaddesallahu sirrahulakdes) hazretlerinin 1.cild 157. mektubundan: - “Ey mesud kardeşim! Bize ve size herşeyden önce lazım olan inancı, kitaba ve sünnete uygun olarak düzeltmektir. Sırat-ı müstekım alimlerinin (Ashab-ı Kiram ve Müctehid Alimler) Kur’an’dan ve hadis-i şeriflerden anladıklarına ve bildirdiklerine uygun olarak i’tikad etmek lazımdır. Çünkü kitabtan ve sünnetden bizim ve sizin anladıklarımızın bir kıymeti yoktur.
Bizim Kur’an’dan ve hadis-i şeriflerden anladıklarımız, Sırat- Müstekım Alimlerinin beyan ettiklerinin doğrultusunda ise ancak bir kıymete sahibdir. Çünki her bid’at sahibi (dinde reformcu) ve sapık zümreler, bilgilerini ve sapıkca işlerini Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıklarını söylerler.
Şeytanların hilelerinden biriside şudur ki; şeytanlar veya onların adamları, kötülükleri iyilikler arasına katarak, insanları Allah’ın yolundan çıkarmaya çalışırlar. Tıpkı zehri sunan kimsenin, ballı baklava ile zehri takdim etmesi gibi. Bataklıkta boğulmakta olanları kurtarmak için bataklığa girilmez. Zira, kurtarmak isterken beraber batanların durumuna düşmek vardır. O kimseler illa birilerini kurtarmak isterlerse, onlara İslam’ı tebliğ ederler.
Vesselam.
Kaynaklar:
(1)- John W. O’Malley, “Reform, Historical Conciousness And Vatikan li’s Aggiornamento, Theological studies, 1971 xxx11/4; M. Raukanen, The catholic Doctrin of Non-Christian Religions According to the Second Vatikan Council, New york 1992, 35; The Second Vatikan Council, Nostra Aetate, 1-4)
(2) (Küresel Barışa Doğru – S.131)
(3)-Yrd. Dç. A. Emr Ökm 06.03.2003 : “… Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır. Zira, hadislere göre, kıyamet günü Allah’ın sonsuz rahmeti öyle bir tecelli edecek ki şeytan bile umuda kapılacak ve bu rahmetten istifade edip edemeyeceğini merak edecek. Böylesine âlicenap bir merhamet karşısında, bizim cimrilik etmemiz ve bu cimriliği temsil etmemiz tasavvur edilemez. Hem sonra bunun bizimle alâkası ne? Hükümranlık O’nun, hazine O’nun, hepsi O’nun kulları… Öyleyse herkes haddi aşmaktan sakınmalıdır.”
Fasıldan Fasıla kitabında: “Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın resülüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır… “ (Kürse Bar Dğr – S.131)
Malum Hocanın “Fasıldan Fasıla” kitabından alınmış olan bu paragraf, bir Katolik din adamı tarafından fotokopi ile çoğaltılarak, Müslüman dostlarına -tıpkı kendi cemaatinden kimselere dinî resimler dağıtır gibi- dağıtılmıştır. Bu paragraf, dinlerarası diyalog konusunda en aktif rol oynayan hareketin kalkış noktasını özetlemektedir.
(4)- Bakınız; John W. O’Malley, “Reform, Historical Conciousness And Vatikan li’s Aggiornamento, Theological studies, 1971 xxx11/4; M. Raukanen, The catholic Doctrin of Non-Christian Religions According to the Second Vatikan Council, New york 1992, 35; The Second Vatikan Council, Nostra Aetate, 1-4)
(5)- N. Ö. Kültürlerarası Diyalog Sempozyumu, İst.
Büyük Şehir Belediyesi, 7-8 Mart 1998, İst., s.163-164
(6)- Bknz. Gazeteci yazar; A.Ş. Z. G. 17.4.2000 tarihli makale.
(7)- (İlahiyatçı Prof.B.K.)
(8)- 26. Mektub, 5. Mesele
“Dinlerarası diyalog, Papalığın II. Vatikan Konsili’nin 4. oturumunda kabul edilen, “Nostra Aetate” diye maruf Konsil metninde aktarılan ve 28 Ekim 1965’te Papa VI. Paul’un onayıyla ilan edilen, “Papalığın 3. bin yıl hedefi olarak açıkladığı Asya’nın hristiyanlaştırılması projesi’nin bir yöntemidir. Papalığın “çağdaş hristiyanlaştırma ve misyonerlik usulü” dür. (1)
Dinler Arası Diyalogu Savunanlardan malum bir kişi şöyle savunma yapmaktadır: “Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın rasülüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır… ” ve; “Kelime-i Tevhidin; ‘Muhammed Allah’ın Rasülüdür’ kısmını söylemeksizin yalnız ; “Lâ ilâhe illallâh” kısmını ikrar eden kimselerin imanlarının kabul olacağını iddia ediyorlar. Bu iddialarının doğruluğunu Araf Suresi 156. ayetinin, “rahmetim de vardır, o ise her şeyi kaplamış ve kuşatmıştır.” (2)
Mekke’nin fethinde kelime-i tevhidin birinci bölümünü söyleyip ikinci kısmını söylemek istemeyen Ebu Süfyan’ın imanını Allah’ın Rasulü kabul etmemiş, bunun üzerine Ebu Süfyan Muhammedun Rasulullah diyerek Müslüman olmuştu. Sadece bu haber bile Muhammedun Rasulullah’ı kabul etmeden imanın tam olmayacağını açıklamaya yeter de artar bile. Bu hususu bir de Kur’an’dan bir ayetle açıklayalım, mealen. Allahu Teala buyuruyor ki:
-” Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de ahirette. Biz gerçekten de tevbe edip senin hidayetine döndük.” Buyurdu ki, azabım var, onu dilediğime isabet ettiririm, rahmetim de vardır, o ise her şeyi kaplamış ve kuşatmıştır. Onu da özellikle korunanlara, zekatını verenlere ve âyetlerimize inananlara mahsus kılacağım.” (Araf-156 )
Bu ayette Allahu Teala; “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” buyurmaktadır. Mezkür ayette, bu rahmete kimlerin ereceğini de Rabbimizin kendisi açıklamaktadır. Çünkü ifade ancak o şekilde tamamlanmaktadır. İşte o ayetin açıklayıcı bölümü, melaen: “ Onu da özellikle takva sahiplerine (korunanlara), zekatını verenlere ve âyetlerimize inananlara özgü kılacağım.” Görülüyor ki ayeti makaslayıp da yarısına ayrı, diğer yarısına başka anlam vermek ne kadar yanıltıcı olmaktadır. Malum cemaatin meşhur hocasının iddia ettiği Allahu tealanın rahmetine nail olabilmek için ayetin şu kısmına da itikat etmek gerekiyor ; Rabbül-âlemîn rahmete erecek kimseleri ayette şöyle belirtmektedir; “(rahmetimi) takva sahiplerine, zekatını verenlere ve âyetlerimize inananlara özgü kılacağım.” buyurmaktadır. Malum hocanın iddiası ise; Peygamber Efendimize inanmayıp Kur’an’ı Allah’ın ayetleri olarak kabul etmeyenlerin dahi rahmete ereceğini iddia etmektedir. Onun bu iddiası Kur’an’a ters düşmektedir. Kur’an’ı inkar edenlerin ne olacağını haber veren ayeti kerime, mealen;
- “İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem ehlidirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır.” (Bakara-39) Bir başka ayeti kerime, mealen;
-“ Allah’a ve Rasulüne iman edin. Allah’a ve Allah’ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.” (Araf-158) buyurmaktadır.
Bu ayette ise açıkça, Peygamber (s.a.v.) Efendimize tüm insanların iman etmesi emredilmektedir. Hidayet için bunun gerekli olduğu açıkça ifade edilmektedir. Dinler arası diyalogdan kast edilen tebliğ değil de, İslamdan taviz vererek ehli kitapla müşterek bir inançta birleşmekse, bunun asla Allah katında kabul görmeyeceği Kur’an ve Hadislerle sabittir. Allahu Teala buyuruyor ki, mealen;
-“ İslâm’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.” (Âl-i İmran/ 85)
-“ Allah indinde hak din ancak İslâmdır.” (A. İmran 19)
-“ Deki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer itaat etmeyip yüz çevirirlerse o durumda, Allah elbette kafirleri sevmez.” (Ali İmran 32)
Dinler Arası Diyalog ve Diyalogun Amacı Nedir?
“ Dinlerarası diyalog, Papalığın II. Vatikan Konsili’nin 4. oturumunda kabul edilen, “Nostra Aetate” diye maruf Konsil metninde aktarılan ve 28 Ekim 1965’te Papa VI. Paul’un onayıyla ilan edilen, “Papalığın 3. bin yıl hedefi olarak açıkladığı Asya’nın hristiyanlaştırılması projesi’nin bir yöntemidir. Papalığın “çağdaş hristiyanlaştırma ve misyonerlik usulü” dür. (3)
Dinler Arası Diyalogu Savunan Şahsın Gerekçesi:
“Diyalog, hem inançlar alanında yanlış anlamaları tashih, hem de evrensel barışı yakalamak için bir ihtiyaçtır. İnanç alanında yanlış anlama ve anlatmalara bir misal verecek olursak; Hıristiyan Dünyasında yerleştirilmeye çalışılan ve toplumların anlaşmasını önleme amacını güden çok zararlı bir önyargı vardır. Bu da, “Kâ’be’nin bir Arap panteonu (tapınağı) olduğunu, Araplar’ın İslâm’dan önce 360 puta taptıklarını, Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) diğerlerini kaldırarak sadece en büyük bâtıl tanrıya -hâşâ- tapınmayı sürdürdüğünü, Allah denen bu en büyük bâtıl tanrının (hâşâ), Hıristiyanlarla müşterek olmadığını ileri süren meş’um ve son yıllarda özellikle îmal edilmiş önyargıdır. Özellikle kökeninde Hıristiyanlık da olmayan bazı Amerikan çevrelerinde yayılmaya çalışılan ve oradan da Avrupa’ya aktarılmaya uğraşılan bu görüşe Batı’da çok rastlanır. Diyaloğun birinci türü; inançlar alanında bu gibi kötü niyetli ön yargılar imajını önlemek içindir.” (4)
Diyalogu Savunanın Çelişkisi:
Diyalogu savunan kişi, yukarıdaki paragrafında, müslümanlar üzerindeki hırıstiyanların ön yargılarını kaldırmak için, dinler arası diyalogun gerekliliğini savunmaktadır. Ama aşağıdaki alıntı paragrafta ise, kendi sözleri ile çelişkiye düşmektedir: “Diyalog görüşmelerinde: “Siz Hz. İsa’ya, Hz. Musa’ya inanıyorsunuz da Hz. Muhammed’e niye inanmıyorsunuz?” şeklinde bir soru yanlıştır. Çünkü diyalog görüşmeleri, bir bütünleşme toplantıları değil, diyalog toplantılarıdır. Yoksa böyle diyenler Müslüman olurdu. Evet, bu diyalog görüşmeleri Müslümanlar arasındaki sohbet değil, bu değişik din mensuplarının arasındaki bir diyalogdur. Bu birlikteliklerde, bazı konulara özellikle tarafların birbirini incitecek konulara hiç girilmemeli, aksine müştereklerde diyalog kurulmalı, müştereklerde bir arada olunmalıdır.” (5)
Diyalogu savunan şahsın amacı, ehli kitabı Rasulullah (aleyhisselam) Efendimize imana davet etmek değilse, o halde onların çirkin ön yargılarını nasıl ve ne ile kaldıracak? Hıristiyan ve Yahudilerin Müslüman Olmamalarının Sebepleri: Ehl-i kitab mensublarının müslüman olmamalarının altında yatan sebep, araştırıcı olamayıp atalarından ve papazlardan duydukları İslam inancın da olmalarıdır. Onlar da, müslüman olan hırıstiyan ve yahudiler gibi araştırıcı olsalardı, müslüman olmamaları için hiç bir engel kalmazdı.
Ehl-i Kitap ile Âmentüde İttifakımız Vardır İddiası:
Bir gazeteci yazar 17.04.2000 tarihli yazısında şöyle bir iddiada bulunuyor: -“Kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ kısmını; “Üç dinden herhangi bir dine inanmak yeterlidir. Mühim olan kelime-i tevhid inancıdır. Hz. Muhammed’i kabul ve tasdik etmek ise şart olmayıp bir kemal mertebesidir” ve “Ehli kitap ile amentüde ittifak halindeyiz.” (6) diyor.
Yukarıdaki yazı ile gazeteci yazar, hırıstiyan ve Yahudilerin; “Lâ ilâhe illallâh” dedikleri takdirde Allah katında imanlı sayılacaklarını iddia etmektedir. Bu ifadenin doğru olmadığını, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ile açıklayacağız. Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de Maide Suresi 17. ayette buyuruyor ki, mealen:
-“Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e(İsa’ya) Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah’ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine benziyor. Allah onları kahredecektir! Nasıl da sapıtıyorlar.” [Tevbe 30]
Allahu Teala Maide Suresi 72. ayeti kerimede buyuruyor ki, mealen:
- “Yemin olsun ki “Meryem’in oğlu Mesih Allah’ın oğludur “diyenler kafir oldular.” diye buyurur. Bütün müslümanlarca da bilinmektedir ki hırıstiyanların dini inançları; baba(Allah), oğul(İsa) ve Ruhul-Kudüs teslis inancı olduğudur. Bir başka ayette mealen:
- “Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler elbette kafir oldular. Halbuki bir tek ilahtan başka ilah yoktur. “ Maide / 73
Gazeteci Yazar bu ayetlere rağmen tevhid inancından taviz vermeden, üçlü teslis şirk inancı üzere olan ehl-i kitaba, amentüde ittifakı nasıl kuracaktır? Diyalogcuların yapacakları hayırlı bir iş ancak; Hıristiyan ve Yahudileri İslam’a davet etmeleri, İslam’ı onlara tebliğ etmeleri ile olur. O zaman söylenecek bir söz elbette olamaz. Alt satırda yazılı ayet mealinde Cenab-ı Hak, kitab ehli hırıstiyan ve yahudileri tevhide davet etmektedir. Cenab-ı Rabbul-alemîn, Al-i İmran/ 64. ayette buyurmaktadır ki, mealen:
-“ De ki: “Ey ehl-i kitab! Sizinle bizim aramızda eşit bir kelimeye gelin. Şöyle ki; Allah’tan başka ma’bûd tanımayalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve bazımız bazımızı Allah’tan başka Rab edinmesin..” Eğer buna karşı yüz çevirirlerse, o vakit şöyle deyin: “Şahid olunuz ki biz, hakikaten Müslümanlarız.”
Bu ayetlerde, Cenab- Hak Teala ehl-i kitabı tevhid ehl-i olmadığından dolayı, onları İslama davet etmektedir. Onlarla bizim ortak amentümüzün nasıl olacağını Cenab-ı Hak Teala Bakara Suresi 4. Ayette haber vermektedir. Mealen:
- “O iman eden kimseler şunlardır ki; hem sana indirilene(Kur’an’a), hem senden önce indirilenlere iman ederler.” diye buyurur.
Bu ayetteki: “Hem sana indirilene.. iman ederler“ ifadesi ile Allahu Teala Peygamber (s.a.v.) efendimize ve O’na indirilene inanmanın, imanın bir şartı olduğunu gayet açık bir ifade ile haber vermektedir.
Ehl-i Kitap ile Amentüdeki Farkımız:
1- Hıristiyanlar “Allah gökte” derler ve öyle inanırlar, biz ise Allah’ı mekandan münezzeh biliriz.
2- Biz semavi kitapların hepsine inanırız, onlar, Kur’an’a inanmazlar.
3- Biz bütün peygamberlere inanırız, Yahudiler İsa’ya, Hıristiyanlar ise, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. 4- Biz Allah birdir eşi ve benzeri yoktur diye inanırız.
5- Yahudiler “Üzeyir Allah’ın oğlu“, hıristiyanlar ise “İsa Allah’ın oğlu” diye inaırlar. O halde ehl-i kitap ile amentüde ittifak bunun neresindedir?
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, mealen;
- “ Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.” (Hakim)
Görülmektedir ki, Diyalogu savunanların ortaya attığı fikirler İslâm dininin genel hükümlerine aykırıdır. İncil ve Tevrat’ın hükümleri Kur’an-ı kerimin gelmesiyle nesih olmuş, yürürlükten kalkmıştır. Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin bütün hükümleri kıyamete kadar geçerlidir. Bunların bazılarının tarihsel olduğu için yürürlükten kalktığını iddia etmek, Kur’an-ı kerime ve Allah indinde dinin İslam olduğuna inanmamak olur. Allahü teâlâ, kıyamete kadar değişmemek üzere İslamiyeti bütün insanlara din olarak göndermiştir.
Diyalogu Savunanlardan Bir Başkasının İddiası:
“İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslam. Hatta, Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamber’i kabul etmeyenlere bile hoşgörülü davranır. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslam bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul ederler.” (7)
Bu hususta Bediüzzaman Saidi Nursi Hazretleri konuya şöyle değinir:
-“Muhammedün rasûlullah” demeden mücerret “Lâ ilâhe illallah” Cennet’e girmek için kâfî değildir .” (8)
Diyalog savunucusu şöyle demektedir:
- “Kur’ân-ı Kerim ayetlerinin emrettiği, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve O’ndan sonraki Müslümanların hayatlarında tatbik ettiği diğer din mensuplarıyla diyalog, bugünkü Müslümanların da yapması gereken önemli bir iştir. Dinler ararası diyalogda esas gaye, diyalogda bulunduğumuz kişilerin bizim dinimize geçmesi değildir. Onun için, diyaloğa girdiğimiz kimseler, bizim dinimize girmiyor diye diyalogdan uzak durulmaz. Çünkü, diyalog görüşmeleri neticesinde böyle bir şey olmasa bile, arada dostluğun oluşması da büyük bir kârdır.” Diyalog savunucusu yukarıdaki cümlelerinde diyor ki: “Diyalogda esas gaye diyalogda bulunduğumuz kişilerin bizim dinimize geçmesi değildir.” O zaman size sorarız, diyalogdan amacınız ne? Diyalog savunucus amaçlarını şu cümleler ile belirtiyor: “diyalog görüşmeleri neticesinde böyle bir şey olmasa bile, arada dostluğun oluşması da büyük bir kârdır” diyor.
Halbuki Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere, ehli kitabla dost olmayı men etmektedir. Maide S. 51. ayette mealen: - “Ey iman edenler yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin; onlar ancak birbirlerinin dostlarıdır. İçinizden her kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan olur. Şüphesiz Allah zalim bir kavmi hidayete erdirmez. “ diye, Allahu Teala haber vermesine rağmen, bu savunucu onlarla dostluk kurmayı adeta teşvik ediyor, hem de Kur’an’ın iman edenlere o hususta ne emrettiğine hiç bakmadan.
Cenab-ı Hak bir başka ayette, mealen: (Maide / 55)
“Sizin dostunuz önce Allah, sonra Rasulü, sonra o mü’minlerdir ki onlar; namaza devam ederler ve boyun eğerek zekat verirler.” diye haber vererek, iman edenleri uyarır.
Diyalog savunucusunun: “diyalog da esas gaye, diyalog da bulunduğumuz kişilerin bizim dinimize geçmesi değildir.” demesi, Allahu Tealanın şu ayeti ilede çelişmektedir. Al-i İmran /110. ayette mealen:
-” Siz, insanlar için en hayırlı bir ümmet olmak üzere çıkarıldınız ve iyiliği emreder kötülüğü yasaklarsınız ve Allah’a iman edersiniz. Ehl-i Kitabta iman etseydi elbette haklarında hayırlı olurdu. İçlerinden (Abdullah bin Selam ve ondan önce ve sonra iman eden ehli kitab gibi)iman edenler varsada, çoğu dinden çıkmış fasıklardır.” buyurulmaktadır. Bu ayetlerden anlıyoruzki Ehl-i kitab mensublarına ancak tebliğ maksadı ile yaklaşmamız uygun düşer. Onlara tebliğ yapılmayacaksa, onlarla dinimizin kapsamı içerisinde bir dostluğumuz söz konusu olamaz. Ülkeler arası ekonomik ilişkiler ve devletler arası barış ilişkilerini sürdürmeyi bundan ayrı tutmaktayız. Zira Allahın Rasulü de, müşriklerle barış anlaşması yapmıştır. Konu dinler arası diyalog olunca, durum farklı bir mecraya gitmektedir.
Dinler Arası Diyalogu Savunanların Bir Başka Çelişkisi:
“Bazen hisler, hevesler fikir suretine girer ve bizleri aldatabilirler. Onun için her düşünce ve fikrimizi, önce mihenge vurup değerlendirmemiz, sonra tatbike sunmamız icab eder. Bizim için mihenk bellidir.. evet mihenk, Kitap’tır, Sünnet’tir ve cumhûr-u ulemânın dedikleridir.” (Fasıldan Fasıla) Burada sünnete ve Kur’an’a uyulması gerektiği söylenirken aşağıda daha farklı şeyler söyleyerek çelişkiye düşüyorlar. “Ahirette kurtuluş için Hz.Muhammed’e (s.a.v) inanmak gerekmez. Kelime-i Tevhid’in ikinci rüknü olan Muhammedun Rasûlullah “ bölümü bir kemal mertebesidir, cennete girmek için bunu dille söyleyip, kalble iman etmeğe gerek yoktur derler.
Ayrıca sözde bir ilahiyatçı şu ayete dayanarak ehli kitabın cennete gireceğini yazıyor: – Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir. (Bakara- 62) Allahu Teala bir kimsenin: “Muhammedun Rasulullah” inancını kabul etmeden cennete giremeyeceğini Bakara Suresi 285. ayetinde de haber vermektedir. -“ O Peygamber ve Mü’minler Peygamberin kendisine Rablerinden indirilene iman ettiler. Hepside Allah’a, meleklerine, kitablarına ve Peygamberlerine iman etmektedirler. “ (Bakara Suresi Ayet: 285)
Bu ayetler ve imanla ilgili diğer ayetlerde de belirtildiği üzere cenab-ı Allah, bizlerin nasıl iman etmesi gerektiğini bildirmektedir. Ehl-i kitab diye anılan yuahudiler Hz.İsa’yı peygamber olarak tanımaz ve iman etmezler. Hırıstiyanlarda Peygamber (s.a.v.) efendimizi ve O’na indirilen Kur’an’ı kabul etmezler. Halbuki bir kimsenin iman etmiş olması için Allahu Teala: “Peygamber ve müminlerin, Rablerinden Peygamberin kendisine indirilene, yani Kur’an’a, Allah’a, meleklerine, kitablarına ve peygamberlerin tamamına inanması gerektiğini” Kur’an-ı kerimde geçen ayetlerle gayet açık olarak beyan etmektedir. İslam dışında din arayanlara deriz ki; Allah (c.c.) İslam dışında hiç bir dini asla kabul etmemektedir. İşte buna dair Kur’an-ı Kerimden bir ayet. Mealen:
-“Her kim de İslam dışında bir din ararsa, o kimseden bu, asla kabul edilmeyecektir ve o kimse, ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (A.İmran/ 85)
Peygamber (s.a.v.) efendimiz bu hususta şu hadisi şeriflerini beyan etmektedir. Mealen:
- “ Sizlerden hiç biriniz, benim getirdiklerimin tamamına iman etmedikçe müslüman olmuş sayılmaz.” (Kütüb-ü Sitte)
İmam-ı Rabbani Müceddi-i Elf-i Sâni (kaddesallahu sirrahulakdes) hazretlerinin 1.cild 157. mektubundan: - “Ey mesud kardeşim! Bize ve size herşeyden önce lazım olan inancı, kitaba ve sünnete uygun olarak düzeltmektir. Sırat-ı müstekım alimlerinin (Ashab-ı Kiram ve Müctehid Alimler) Kur’an’dan ve hadis-i şeriflerden anladıklarına ve bildirdiklerine uygun olarak i’tikad etmek lazımdır. Çünkü kitabtan ve sünnetden bizim ve sizin anladıklarımızın bir kıymeti yoktur.
Bizim Kur’an’dan ve hadis-i şeriflerden anladıklarımız, Sırat- Müstekım Alimlerinin beyan ettiklerinin doğrultusunda ise ancak bir kıymete sahibdir. Çünki her bid’at sahibi (dinde reformcu) ve sapık zümreler, bilgilerini ve sapıkca işlerini Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıklarını söylerler.
Şeytanların hilelerinden biriside şudur ki; şeytanlar veya onların adamları, kötülükleri iyilikler arasına katarak, insanları Allah’ın yolundan çıkarmaya çalışırlar. Tıpkı zehri sunan kimsenin, ballı baklava ile zehri takdim etmesi gibi. Bataklıkta boğulmakta olanları kurtarmak için bataklığa girilmez. Zira, kurtarmak isterken beraber batanların durumuna düşmek vardır. O kimseler illa birilerini kurtarmak isterlerse, onlara İslam’ı tebliğ ederler.
Vesselam.
Kaynaklar:
(1)- John W. O’Malley, “Reform, Historical Conciousness And Vatikan li’s Aggiornamento, Theological studies, 1971 xxx11/4; M. Raukanen, The catholic Doctrin of Non-Christian Religions According to the Second Vatikan Council, New york 1992, 35; The Second Vatikan Council, Nostra Aetate, 1-4)
(2) (Küresel Barışa Doğru – S.131)
(3)-Yrd. Dç. A. Emr Ökm 06.03.2003 : “… Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır. Zira, hadislere göre, kıyamet günü Allah’ın sonsuz rahmeti öyle bir tecelli edecek ki şeytan bile umuda kapılacak ve bu rahmetten istifade edip edemeyeceğini merak edecek. Böylesine âlicenap bir merhamet karşısında, bizim cimrilik etmemiz ve bu cimriliği temsil etmemiz tasavvur edilemez. Hem sonra bunun bizimle alâkası ne? Hükümranlık O’nun, hazine O’nun, hepsi O’nun kulları… Öyleyse herkes haddi aşmaktan sakınmalıdır.”
Fasıldan Fasıla kitabında: “Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın resülüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır… “ (Kürse Bar Dğr – S.131)
Malum Hocanın “Fasıldan Fasıla” kitabından alınmış olan bu paragraf, bir Katolik din adamı tarafından fotokopi ile çoğaltılarak, Müslüman dostlarına -tıpkı kendi cemaatinden kimselere dinî resimler dağıtır gibi- dağıtılmıştır. Bu paragraf, dinlerarası diyalog konusunda en aktif rol oynayan hareketin kalkış noktasını özetlemektedir.
(4)- Bakınız; John W. O’Malley, “Reform, Historical Conciousness And Vatikan li’s Aggiornamento, Theological studies, 1971 xxx11/4; M. Raukanen, The catholic Doctrin of Non-Christian Religions According to the Second Vatikan Council, New york 1992, 35; The Second Vatikan Council, Nostra Aetate, 1-4)
(5)- N. Ö. Kültürlerarası Diyalog Sempozyumu, İst.
Büyük Şehir Belediyesi, 7-8 Mart 1998, İst., s.163-164
(6)- Bknz. Gazeteci yazar; A.Ş. Z. G. 17.4.2000 tarihli makale.
(7)- (İlahiyatçı Prof.B.K.)
(8)- 26. Mektub, 5. Mesele