TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Gök Oğuz’dan Hıristiyan Türkler
Karadeniz’in kuzeyine yüzyıllar önce göç eden, Oğuz boyundan gelen soydaşlarımız Gagauz (Gök Oğuz) Türkleri, bugün Türklüğü hiçbir yerde görülmeyen bir bağlılıkla yaşamaya çalışıyorlar. Yoğun çabalarıyla, güçlüklere ve baskılara rağmen kurdukları özerk yönetimle Moldova’da kendi bayrakları altında yaşamak için çabalıyorlar. Ata yurtlarından ayrılmak, Slav etkisi altına girmek ve çok defa çeşitli baskılarla oyunlara maruz kalmak, onların öz değerlerine sıkı sıkıya bağlı kalmalarını sağlamış. Böylece, diğer Oğuz boylulardan ayrılalı yüzlerce yıl geçmesine rağmen, hâlâ Oğuz Ata’nın boyuna layık olabilmek için, çevredeki çaşıtların inadına Türk bilincini yaşıyor, yaşatıyorlar.
Bütün Oğuzların atası olarak kabul edilen Oğuz Kağan‘ın adından hareketle, “Gök – Oğuz” adından türeyerek oluştuğu düşünülen “Gagauz” adının kökeni hakkında farklı düşünceler de vardır. Yapılan araştırmalar, Gagauz Türklerinin Peçeneklerle çok yakın ilgisi olduğunu ortaya koymaktadır. Yaklaşık 11. yüzyılda Tuna’yı geçerek Balkanlar’a doğru göç eden Gagauzlar, daha sonra Ortodoks Hıristiyan olmuşlar, bir dönem Osmanlı hakimiyetinde kaldıktan sonra 18 – 19. yüzyılda yaygınlaşan bağımsızlık hareketlerinden etkilenerek yeniden Tuna’ya doğru göç etmişlerdir. Sovyetler Birliği Gagauzların yerleşmesi için Tuna Nehri’nin çevresinde bir yer ayırmıştır. O dönemden beri bugün Komrat diye adlandırılan topraklarda yaşayan Gagauzlar, şu anda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kurulan Moldova Cumhuriyeti’ne bağlı “özerk” bir devlet olarak varlığını sürdürüyor. Bir “halk ayaklanması” biçiminde özerlik hakkını elde eden Gagauzlar‘ın kendi bayrakları, ulusal marşları, sınırlı yetkiler çerçevesinde yasama – yürütme – yargı erklerinin toplandığı bir meclisleri ve milletvekilleri bulunuyor. Her ne kadar Moldova Anayasası’nda belirlenen sınırlılıkları aşamasa da bu özerk devlet, kendi içinde düzeni sağlayabilecek güce sahip.
Bugün yaklaşık olarak 250.000 Gagauz Türkü‘nün yaşadığı söyleniyor. Bu nüfusun hepsi Gagauzya’da yaşamıyor. Başta Moldova ve Ukrayna olmak üzere Rusya, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye’de de Gagauzların yaşadığı biliniyor. Gagauzya (Gagavuzya) adı verilen özerk devletin yüzölçümü 1,832 km2 civarında. Yüzölçümü bakımından pek büyük değil ve topraklar da pek verimli değil. Halkın gelir düzeyi orta seviyede. Moldova Lirası (ML) geçerli para birimi olarak kullanılıyor. Kurak iklim ve verimsiz topraklar nedeniyle tarım pek yapılamıyor; fakat hayvancılık ve şarap üreticiliği ekonomide önemli yer tutuyor. Gagauzya’da yaşayan Türkler, milliyetlerine çok bağlı insanlar ve çoğu Türkiye Türklerini oldukça seviyor.
Gagauzlar‘ın en dikkat çekici özellikleri, kuşkusuz Hıristiyan olmalarıdır. Bugün dünyadaki bütün Türklerin büyük kısmı Müslüman’dır. Gagauzlar ise, Altay, Tuva, Çuvaş, Yakut… Türkleri gibi Müslüman değillerdir. Bu konu, geçmişten beri çok tartışılmıştır. Günümüzde sığ düşünceli bazı kimseler, “Müslüman olmayan, Türk olamaz.” gibi söylemlerde bulunmuşlardır. Bu uydurma sözlere inanmak, gözümüzü dünyaya kapatmak demektir. Türkçülerle Türk – İslam sentezcileri arasında tartışmalara neden olan Gagauzlar, ne yazık ki bu tartışmaların gölgesinde kalacak kadar ilgisiz bırakılmıştır. Hatta hep “Müslüman bir ülke ile Gagauzlar savaşsalar, hangisine yardıma gidersiniz?” diye bir soru sorulur. Bu soru, Türklüğü ve Türkçülüğü yaralamaktan başka amaç taşımayan, özünde “Türkçülükten” çok “ümmetçiliği” benimseyen kişilerce ortaya atılmış düşüncelerdir. Böyle bir durumda, gerçek bir Türkçünün kuşkusuz “Gagauzlardan” yana olması gerekir. İşte bu tartışmalar nedeniyle dinleri yüzünden eleştirilen Gagauzlar, gereksiz ve anlamsız saplantılar dolayısıyla ilgisiz bırakılmışlardır.
Gagauzlar, Ortodoks Hıristiyanlığını benimsemiş bir Türk topluluğudur. Balkanlar’a Karadeniz’in kuzeyinden göç etmeleri ve göç yolları üzerinde Müslüman toplumlarla karşılaşmamaları nedeniyle gittikleri yerde yaşayan Slavların dininden etkilenmiş ve Hıristiyan olmuşlardır. Hıristiyanlıkları oldukça eski tarihe dayanmaktadır. Benimsedikleri din, normal Ortodoks Hıristiyanlığından oldukça farklıdır. Hıristiyanlığa ters düşecek inanışları da bulunmaktadır. Çünkü Gagauzlar, eski Türk inancı olan “Gök Tanrı Dini” (Şamanizm) ile Hıristiyanlığı birleştirip, özgün bir inanç yapısı oluşturmuşlardır. Örnek vermek gerekirse, Hıristiyanlıkta “kurban” kesme ibadeti yoktur. Hatta bu pek uygun görülmez; fakat Gagauzlar eski Türk inancında “Iduk” (kutsal) kabul edilen Tanrı için her yıl kurban keserler. Bunun yanında Şamanizm‘deki doğaya verilen değer, Gagauzlar‘da da devam etmektedir. Gagauzlar, din konusunda tıpkı soylarına düşkün oldukları gibi bağlılık gösterirler. Kendilerine özgü inanç yapılarını, her zaman savunurlar. Çoğu zaman klasik Ortodoks öğretilerine ters düşebilecek inanışları benimserler; fakat bunu hiçbir zaman yanlış görmezler. Onlar için “aforoz” edilmek hiçbir şey ifade etmez. Yani, aslında Ortodoks olmalarına rağmen, eski dinlerine ait inançlarını da terk etmemeleriyle yeni bir yapı oluşturmuş, bu yapıya da sıkı sıkıya bağlı kalarak kendilerine doğru gelen bir inanışa sahip olmuşlardır. Bu inanışlar, kuşkusuz kişileri veya toplumları ilgilendiren konuları içerir. Bunun için Gagauzları sadece Hıristiyan oldukları için eleştirmek çok bağnazca bir düşüncedir. Bugün bütün Azerbaycan Türkleri Hıristiyan olsa, onların yine özleri Türk‘tür. Onları sırf Hıristiyan oldular diye silip atmak, Türklük bilincini hakkıyla benimsememiş olmaya işarettir.
Gagauzça diye adlandırılan Gagauz Dili, Türkiye Türkçesine en yakın dillerden biridir. Türkiye Türkçesini bilen birisi, bir Gagauz Türk‘ü ile çok rahat anlaşabilir. Çünkü sözcüklerin çoğu ortaktır ve sesletimler Türkiye Türkçesine çok yakındır. Türkiye Türklerinin İslam’ı benimsemesiyle birlikte Arapça – Farsçadan sözcüklerin dilimize girmesi nedeniyle, bizim dilimizde Gagauz Türkçesinden daha çok Arapça – Farsça etkisi görülmektedir. Bizde yabancı kökenli olan birçok sözcük, Gagauzçada Öz Türkçe kökenlidir. Örneğin dilimize Arapçadan geçen “meclis” sözcüğü için Gagauzlar “topluş” sözcüğünü kullanırlar. Buradan da anlaşılacağı üzere, Gagauz Dili, hafif bir Slav etkisi göz önüne alınmazsa eski Türkçeye daha yakındır, yani daha az bozulmuştur. Bugün Gagauzya’da üç tane resmi dil vardır. Bunlardan birincisi, Gagauzlar‘ın öz dili olan Gagauzça, diğer ikisi ise Moldovca (Romence) ve Rusçadır. Fakat Gagauzlar öz dillerine çok önem verirler ve çocuklarına en başta kutlu Türkçelerini öğretirler. Hatta çocuklarına “Ey, sen nesoy Gagauzsun, açan bilmersin bizimce lafetmee?” diye sorarak, onları öz dillerine bağlı kılmaya çalışmışlardır. Gagauzlar, Türkçü düşünür Necip Hablemitoğlu’nun da desteği ile 1993 yılında, o yıla kadar kullandıkları “Kiril alfabesini” değiştirip, “Latin alfabesini” kabul ederler. Onların dillerinde Slav – Latin kökenli yabancılaşmaların meydana gelmemesinin önemli bir nedeni ise, ünlü Gagauz Profesörü Ay Baba Mihail Çakır’ın İncil’i Türkçeye çevirmesi ve böylece tapınma (ibadet) dilinin Türkçe yapılmasıdır. Gagauz Türklerinin adları, genellikle dini adlar olduğu için Türkçe değildir. (Mariya, Dimitri, İvan, Saveliy…) Fakat soyadlarının neredeyse hepsi Öz Türkçe kökenlidir. (Sarı, Kuru, Demirci, Kazancı, Taşoğlu…) Ayrıca yer adları da hep Türkçe kökenlidir.
Gagauzya’da oldukça zengin bir kültür bulunmaktadır. Oradaki yaşam, ne tamamen Türk yaşantısına benzer ne de Hıristiyan yaşantısına… Değerlerine sımsıkı bağlı olan Gök Oğuzlar, farklı ve özgün bir yaşam tarzını benimsemişlerdir. Gagauzlar, doğumdan sonra bebekleri vaftiz edilmeleri için kiliseye götürüyorlarmış. Rahip, çocuğu üç kere okunmuş suya batırıp çıkardıktan sonra dualar okur ve çocuk kilisenin içerisinde dolaştırırmış. Birkaç işlemden sonra bebek annesine teslim edildiğinde ise vaftiz sona erermiş. Ölümde de farklı uygulamalar var. Ölü, üç gün evden çıkartılmaz, bir bakıma sevdikleriyle görüşmesi için ona fırsat tanınırmış. Üç gün boyunca sevdikleriyle vedalaştıktan sonra, gelinlik eşyalarıyla (yorgan, döşek…) birlikte bahçeye çıkartılır, orada Şamanlık özelliği taşıyan bir iki tören yapılırmış. Daha sonra varsa o evin hayvanlarından kesilir, ekmekler ve tatlılar gelenlere ikram edilirmiş. Sonrasında ise cenazede bulunanlar ağır ağır mezarlığa gider, ölüyü toprağa verirlermiş. Bu dini geleneklerin dışında, Türk kimlikleriyle ilgili de çok önemli uygulamaları var. Bildiğimiz gibi “kurt“, Türklerin en eski sembolüdür ve Türkler, kurda çok önem vermişlerdir. Gagauzlar da kurtlara çok değer vermişler, onu bayraklarına taşımışlar ve onun adına “bayramlar” yapmışlardır. Kurda “canavar” diyen Gagauzlar, her yıl 10 – 17 Aralık tarihleri arasında “Canavar Yortusu” (Kurt Bayramı) düzenleyip, kutlama yaparlar. Bu bayramlarda otağlar kurup ata biner, kımızlar içip Türklüklerini yaşatmaya çalışırlar. Gagauz erkeklerinin içinde, Oğuz Ata gibi Türk’e özgü bir tarzla bıyık bırakanlar da çoktur.
Gagauzlar, şaraba çok önem verirler. Çünkü gelirlerinin yarısından fazlası şaraptan elde ederler. Ülkenin topraklarının pek verimli olmaması ve yağış miktarlarının azlığı nedeniyle kurak iklimin görülmesi dolayısıyla, tarım bu bölgede pek gelişememiştir. Toprağı el emeği, göz nuru olarak işlemek isteyen Gök Oğuzlar, belli bölgelerde toprağı canlandırmış ve sulama sorunlarına rağmen özellikle “bağcılığı” geliştirmişlerdir. Çok kaliteli üzümler yetiştiren Gagauzlarda, hemen hemen her evde bu üzümlerden şarap yapılıyormuş. Her evin bodrum katında bir bölüm varmış ve burada şaraplar yapılıp mayalanmaya bırakılırmış. Konuklara şarap ikram edilmeden bırakılmazmış. Zaten ürettikleri şarapların çoğunu, yurt dışına çok iyi paraya satıyorlarmış. Hem böylesine güzel bir gelir kaynağı sağlayan hem de artık kültüre işleyen şaraba bu bağlamda çok önem vermişlerdir. Üzümün dışında, ayçiçeği, tütün, soya… tarımı da yapılıyormuş. Sanayi pek gelişmemiş; fakat yine de irili ufaklı 50′ye yakın farklı dallarda fabrikalar bulunmaktaymış.
Moldova Lirası (ML)’nı kullanan Gagauzlar‘da ekonomik durum orta düzeydedir. Eğitim ise oldukça gelişmiştir. Gagauzya genelinde 45′e yakın kütüphane, ilk – orta ve lise düzeyinde eğitim veren 55 tane okul ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de katkılarıyla kurulan Komrat Üniversitesi bulunuyor. Bunların dışında TİKA’nın desteğiyle kurulan Atatürk Kültür Evi ve müzeler de varmış. Türkiye’ye çok ilgili olan ve Türkiye Türklerini çok seven Gagauzların, genellikle Komrat bölgesinde dinlenebilen Gagauz Radyosu’nda Gagauzca yayınlar yapılıyor ve yayınlardan kalan kısımlarda TRT-FM yayınları veriliyor. Ayrıca her gün, hemen hemen her eve bir gazete girer. Roman, öykü, şiir… gibi türlerde eserler de yazılıp basılmaktadır.
Anlatılanlardan anlayacağınız üzere, Gagauzlar yüzlerce yıldır soydaşlarından ayrı yaşadıkları halde öz dilini kullanan, Türklüğüne bağlı ve çoğu Türkçülerden oluşan bir Türk topluluğudur. Oradaki soydaşlarımızın çoğu, daha iyi şeyler yapabilmek adına bizlerin desteğini ve ilgisini bekliyor. Ben, aynı boydan olduğumuz soydaşlarımıza yürekten sevgilerimi yolluyor ve varlığımızı birleştireceğimiz o kut’lu gün için şu benzetmeyi yapmak istiyorum: Korun (ateşin) üstü külle kaplansa da, ateş o külün dibinde yanmaya devam eder. Bir gün bir rüzgar çıkar da o küller savrulursa dört yana, Türk’ün gücüne benzettiğim o ateş yeniden bütün dünyayı ışıtmaya / ısıtamaya başlar.
Yavuz Tanyeri
Karadeniz’in kuzeyine yüzyıllar önce göç eden, Oğuz boyundan gelen soydaşlarımız Gagauz (Gök Oğuz) Türkleri, bugün Türklüğü hiçbir yerde görülmeyen bir bağlılıkla yaşamaya çalışıyorlar. Yoğun çabalarıyla, güçlüklere ve baskılara rağmen kurdukları özerk yönetimle Moldova’da kendi bayrakları altında yaşamak için çabalıyorlar. Ata yurtlarından ayrılmak, Slav etkisi altına girmek ve çok defa çeşitli baskılarla oyunlara maruz kalmak, onların öz değerlerine sıkı sıkıya bağlı kalmalarını sağlamış. Böylece, diğer Oğuz boylulardan ayrılalı yüzlerce yıl geçmesine rağmen, hâlâ Oğuz Ata’nın boyuna layık olabilmek için, çevredeki çaşıtların inadına Türk bilincini yaşıyor, yaşatıyorlar.
Bütün Oğuzların atası olarak kabul edilen Oğuz Kağan‘ın adından hareketle, “Gök – Oğuz” adından türeyerek oluştuğu düşünülen “Gagauz” adının kökeni hakkında farklı düşünceler de vardır. Yapılan araştırmalar, Gagauz Türklerinin Peçeneklerle çok yakın ilgisi olduğunu ortaya koymaktadır. Yaklaşık 11. yüzyılda Tuna’yı geçerek Balkanlar’a doğru göç eden Gagauzlar, daha sonra Ortodoks Hıristiyan olmuşlar, bir dönem Osmanlı hakimiyetinde kaldıktan sonra 18 – 19. yüzyılda yaygınlaşan bağımsızlık hareketlerinden etkilenerek yeniden Tuna’ya doğru göç etmişlerdir. Sovyetler Birliği Gagauzların yerleşmesi için Tuna Nehri’nin çevresinde bir yer ayırmıştır. O dönemden beri bugün Komrat diye adlandırılan topraklarda yaşayan Gagauzlar, şu anda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kurulan Moldova Cumhuriyeti’ne bağlı “özerk” bir devlet olarak varlığını sürdürüyor. Bir “halk ayaklanması” biçiminde özerlik hakkını elde eden Gagauzlar‘ın kendi bayrakları, ulusal marşları, sınırlı yetkiler çerçevesinde yasama – yürütme – yargı erklerinin toplandığı bir meclisleri ve milletvekilleri bulunuyor. Her ne kadar Moldova Anayasası’nda belirlenen sınırlılıkları aşamasa da bu özerk devlet, kendi içinde düzeni sağlayabilecek güce sahip.
Bugün yaklaşık olarak 250.000 Gagauz Türkü‘nün yaşadığı söyleniyor. Bu nüfusun hepsi Gagauzya’da yaşamıyor. Başta Moldova ve Ukrayna olmak üzere Rusya, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye’de de Gagauzların yaşadığı biliniyor. Gagauzya (Gagavuzya) adı verilen özerk devletin yüzölçümü 1,832 km2 civarında. Yüzölçümü bakımından pek büyük değil ve topraklar da pek verimli değil. Halkın gelir düzeyi orta seviyede. Moldova Lirası (ML) geçerli para birimi olarak kullanılıyor. Kurak iklim ve verimsiz topraklar nedeniyle tarım pek yapılamıyor; fakat hayvancılık ve şarap üreticiliği ekonomide önemli yer tutuyor. Gagauzya’da yaşayan Türkler, milliyetlerine çok bağlı insanlar ve çoğu Türkiye Türklerini oldukça seviyor.
Gagauzlar‘ın en dikkat çekici özellikleri, kuşkusuz Hıristiyan olmalarıdır. Bugün dünyadaki bütün Türklerin büyük kısmı Müslüman’dır. Gagauzlar ise, Altay, Tuva, Çuvaş, Yakut… Türkleri gibi Müslüman değillerdir. Bu konu, geçmişten beri çok tartışılmıştır. Günümüzde sığ düşünceli bazı kimseler, “Müslüman olmayan, Türk olamaz.” gibi söylemlerde bulunmuşlardır. Bu uydurma sözlere inanmak, gözümüzü dünyaya kapatmak demektir. Türkçülerle Türk – İslam sentezcileri arasında tartışmalara neden olan Gagauzlar, ne yazık ki bu tartışmaların gölgesinde kalacak kadar ilgisiz bırakılmıştır. Hatta hep “Müslüman bir ülke ile Gagauzlar savaşsalar, hangisine yardıma gidersiniz?” diye bir soru sorulur. Bu soru, Türklüğü ve Türkçülüğü yaralamaktan başka amaç taşımayan, özünde “Türkçülükten” çok “ümmetçiliği” benimseyen kişilerce ortaya atılmış düşüncelerdir. Böyle bir durumda, gerçek bir Türkçünün kuşkusuz “Gagauzlardan” yana olması gerekir. İşte bu tartışmalar nedeniyle dinleri yüzünden eleştirilen Gagauzlar, gereksiz ve anlamsız saplantılar dolayısıyla ilgisiz bırakılmışlardır.
Gagauzlar, Ortodoks Hıristiyanlığını benimsemiş bir Türk topluluğudur. Balkanlar’a Karadeniz’in kuzeyinden göç etmeleri ve göç yolları üzerinde Müslüman toplumlarla karşılaşmamaları nedeniyle gittikleri yerde yaşayan Slavların dininden etkilenmiş ve Hıristiyan olmuşlardır. Hıristiyanlıkları oldukça eski tarihe dayanmaktadır. Benimsedikleri din, normal Ortodoks Hıristiyanlığından oldukça farklıdır. Hıristiyanlığa ters düşecek inanışları da bulunmaktadır. Çünkü Gagauzlar, eski Türk inancı olan “Gök Tanrı Dini” (Şamanizm) ile Hıristiyanlığı birleştirip, özgün bir inanç yapısı oluşturmuşlardır. Örnek vermek gerekirse, Hıristiyanlıkta “kurban” kesme ibadeti yoktur. Hatta bu pek uygun görülmez; fakat Gagauzlar eski Türk inancında “Iduk” (kutsal) kabul edilen Tanrı için her yıl kurban keserler. Bunun yanında Şamanizm‘deki doğaya verilen değer, Gagauzlar‘da da devam etmektedir. Gagauzlar, din konusunda tıpkı soylarına düşkün oldukları gibi bağlılık gösterirler. Kendilerine özgü inanç yapılarını, her zaman savunurlar. Çoğu zaman klasik Ortodoks öğretilerine ters düşebilecek inanışları benimserler; fakat bunu hiçbir zaman yanlış görmezler. Onlar için “aforoz” edilmek hiçbir şey ifade etmez. Yani, aslında Ortodoks olmalarına rağmen, eski dinlerine ait inançlarını da terk etmemeleriyle yeni bir yapı oluşturmuş, bu yapıya da sıkı sıkıya bağlı kalarak kendilerine doğru gelen bir inanışa sahip olmuşlardır. Bu inanışlar, kuşkusuz kişileri veya toplumları ilgilendiren konuları içerir. Bunun için Gagauzları sadece Hıristiyan oldukları için eleştirmek çok bağnazca bir düşüncedir. Bugün bütün Azerbaycan Türkleri Hıristiyan olsa, onların yine özleri Türk‘tür. Onları sırf Hıristiyan oldular diye silip atmak, Türklük bilincini hakkıyla benimsememiş olmaya işarettir.
Gagauzça diye adlandırılan Gagauz Dili, Türkiye Türkçesine en yakın dillerden biridir. Türkiye Türkçesini bilen birisi, bir Gagauz Türk‘ü ile çok rahat anlaşabilir. Çünkü sözcüklerin çoğu ortaktır ve sesletimler Türkiye Türkçesine çok yakındır. Türkiye Türklerinin İslam’ı benimsemesiyle birlikte Arapça – Farsçadan sözcüklerin dilimize girmesi nedeniyle, bizim dilimizde Gagauz Türkçesinden daha çok Arapça – Farsça etkisi görülmektedir. Bizde yabancı kökenli olan birçok sözcük, Gagauzçada Öz Türkçe kökenlidir. Örneğin dilimize Arapçadan geçen “meclis” sözcüğü için Gagauzlar “topluş” sözcüğünü kullanırlar. Buradan da anlaşılacağı üzere, Gagauz Dili, hafif bir Slav etkisi göz önüne alınmazsa eski Türkçeye daha yakındır, yani daha az bozulmuştur. Bugün Gagauzya’da üç tane resmi dil vardır. Bunlardan birincisi, Gagauzlar‘ın öz dili olan Gagauzça, diğer ikisi ise Moldovca (Romence) ve Rusçadır. Fakat Gagauzlar öz dillerine çok önem verirler ve çocuklarına en başta kutlu Türkçelerini öğretirler. Hatta çocuklarına “Ey, sen nesoy Gagauzsun, açan bilmersin bizimce lafetmee?” diye sorarak, onları öz dillerine bağlı kılmaya çalışmışlardır. Gagauzlar, Türkçü düşünür Necip Hablemitoğlu’nun da desteği ile 1993 yılında, o yıla kadar kullandıkları “Kiril alfabesini” değiştirip, “Latin alfabesini” kabul ederler. Onların dillerinde Slav – Latin kökenli yabancılaşmaların meydana gelmemesinin önemli bir nedeni ise, ünlü Gagauz Profesörü Ay Baba Mihail Çakır’ın İncil’i Türkçeye çevirmesi ve böylece tapınma (ibadet) dilinin Türkçe yapılmasıdır. Gagauz Türklerinin adları, genellikle dini adlar olduğu için Türkçe değildir. (Mariya, Dimitri, İvan, Saveliy…) Fakat soyadlarının neredeyse hepsi Öz Türkçe kökenlidir. (Sarı, Kuru, Demirci, Kazancı, Taşoğlu…) Ayrıca yer adları da hep Türkçe kökenlidir.
Gagauzya’da oldukça zengin bir kültür bulunmaktadır. Oradaki yaşam, ne tamamen Türk yaşantısına benzer ne de Hıristiyan yaşantısına… Değerlerine sımsıkı bağlı olan Gök Oğuzlar, farklı ve özgün bir yaşam tarzını benimsemişlerdir. Gagauzlar, doğumdan sonra bebekleri vaftiz edilmeleri için kiliseye götürüyorlarmış. Rahip, çocuğu üç kere okunmuş suya batırıp çıkardıktan sonra dualar okur ve çocuk kilisenin içerisinde dolaştırırmış. Birkaç işlemden sonra bebek annesine teslim edildiğinde ise vaftiz sona erermiş. Ölümde de farklı uygulamalar var. Ölü, üç gün evden çıkartılmaz, bir bakıma sevdikleriyle görüşmesi için ona fırsat tanınırmış. Üç gün boyunca sevdikleriyle vedalaştıktan sonra, gelinlik eşyalarıyla (yorgan, döşek…) birlikte bahçeye çıkartılır, orada Şamanlık özelliği taşıyan bir iki tören yapılırmış. Daha sonra varsa o evin hayvanlarından kesilir, ekmekler ve tatlılar gelenlere ikram edilirmiş. Sonrasında ise cenazede bulunanlar ağır ağır mezarlığa gider, ölüyü toprağa verirlermiş. Bu dini geleneklerin dışında, Türk kimlikleriyle ilgili de çok önemli uygulamaları var. Bildiğimiz gibi “kurt“, Türklerin en eski sembolüdür ve Türkler, kurda çok önem vermişlerdir. Gagauzlar da kurtlara çok değer vermişler, onu bayraklarına taşımışlar ve onun adına “bayramlar” yapmışlardır. Kurda “canavar” diyen Gagauzlar, her yıl 10 – 17 Aralık tarihleri arasında “Canavar Yortusu” (Kurt Bayramı) düzenleyip, kutlama yaparlar. Bu bayramlarda otağlar kurup ata biner, kımızlar içip Türklüklerini yaşatmaya çalışırlar. Gagauz erkeklerinin içinde, Oğuz Ata gibi Türk’e özgü bir tarzla bıyık bırakanlar da çoktur.
Gagauzlar, şaraba çok önem verirler. Çünkü gelirlerinin yarısından fazlası şaraptan elde ederler. Ülkenin topraklarının pek verimli olmaması ve yağış miktarlarının azlığı nedeniyle kurak iklimin görülmesi dolayısıyla, tarım bu bölgede pek gelişememiştir. Toprağı el emeği, göz nuru olarak işlemek isteyen Gök Oğuzlar, belli bölgelerde toprağı canlandırmış ve sulama sorunlarına rağmen özellikle “bağcılığı” geliştirmişlerdir. Çok kaliteli üzümler yetiştiren Gagauzlarda, hemen hemen her evde bu üzümlerden şarap yapılıyormuş. Her evin bodrum katında bir bölüm varmış ve burada şaraplar yapılıp mayalanmaya bırakılırmış. Konuklara şarap ikram edilmeden bırakılmazmış. Zaten ürettikleri şarapların çoğunu, yurt dışına çok iyi paraya satıyorlarmış. Hem böylesine güzel bir gelir kaynağı sağlayan hem de artık kültüre işleyen şaraba bu bağlamda çok önem vermişlerdir. Üzümün dışında, ayçiçeği, tütün, soya… tarımı da yapılıyormuş. Sanayi pek gelişmemiş; fakat yine de irili ufaklı 50′ye yakın farklı dallarda fabrikalar bulunmaktaymış.
Moldova Lirası (ML)’nı kullanan Gagauzlar‘da ekonomik durum orta düzeydedir. Eğitim ise oldukça gelişmiştir. Gagauzya genelinde 45′e yakın kütüphane, ilk – orta ve lise düzeyinde eğitim veren 55 tane okul ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de katkılarıyla kurulan Komrat Üniversitesi bulunuyor. Bunların dışında TİKA’nın desteğiyle kurulan Atatürk Kültür Evi ve müzeler de varmış. Türkiye’ye çok ilgili olan ve Türkiye Türklerini çok seven Gagauzların, genellikle Komrat bölgesinde dinlenebilen Gagauz Radyosu’nda Gagauzca yayınlar yapılıyor ve yayınlardan kalan kısımlarda TRT-FM yayınları veriliyor. Ayrıca her gün, hemen hemen her eve bir gazete girer. Roman, öykü, şiir… gibi türlerde eserler de yazılıp basılmaktadır.
Anlatılanlardan anlayacağınız üzere, Gagauzlar yüzlerce yıldır soydaşlarından ayrı yaşadıkları halde öz dilini kullanan, Türklüğüne bağlı ve çoğu Türkçülerden oluşan bir Türk topluluğudur. Oradaki soydaşlarımızın çoğu, daha iyi şeyler yapabilmek adına bizlerin desteğini ve ilgisini bekliyor. Ben, aynı boydan olduğumuz soydaşlarımıza yürekten sevgilerimi yolluyor ve varlığımızı birleştireceğimiz o kut’lu gün için şu benzetmeyi yapmak istiyorum: Korun (ateşin) üstü külle kaplansa da, ateş o külün dibinde yanmaya devam eder. Bir gün bir rüzgar çıkar da o küller savrulursa dört yana, Türk’ün gücüne benzettiğim o ateş yeniden bütün dünyayı ışıtmaya / ısıtamaya başlar.
NOT
Tanrı, bütün soydaşlarımızı korusun!