MURATS44
Özel Üye
Gazneliler, yani Gazne Devleti, İran asıllı Samani Devleti bünyesinde varlık gösteren Türk Boyları tarafından 968 yılında Kurulmuş, 225 yıl boyunca varlıklarını devam ettirip 1187 yılında Gurlular tarafından yıkılmışlardır.
Gazneliler, İran asıllı Samani Devleti bünyesinde varlık gösteren Türk Boyları tarafından 968 yılında Kurulmuş, 225 yıl boyunca İç Asya’nın güneyinde varlılarını devam ettirip, Asya’da yaşayan diğer Türk Devletleri Karahanlılar, Selçulular ve Oğuzlar ile komşu olmuş, 1187 yılında, İran-Tacik asıllı Gurlular tarafından yıkılmışlardır.
M.s. 2. Yy’da Hun Devletinin tamamen yıkılması ve Türk Yurdu Ötüken’in Çin Hakimiyeti altına girmesiyle batıya doğru yoğun göç hareketlerine girişen Hun Türkleri, Hazar Denizi, Afganistan, İran coğrafyalarına yayılmış, 800’lü yıllardan sonra Karahanlılar Devleti’nin İslâmiyet’i kabul etmesiyle Müslüman olmaya başlamış ve diğer Müslüman Devletlerle komşu olmuşlardı. İç ve Batı Asya’da Oldukça geniş bir Coğrafyaya yayılan Türk Boyları, 800-1000 yılları arasında hem büyük devletler kuruyor hem de pek çok devletin bünyesinde varlıklarını devam ettiriyorlardı. İç Asya’daki bu Türk Devletlerinden biri olan “Gazne Devleti” de, bugünkü Kuzey Hindistan coğrafyasında yaşayan İran kökenli Samani Devleti içerisinde kalabalık kitlelerle yaşayan toplumlar tarafından kurulmuş ve varlığını 225 yıl boyunca devam ettirmiştir.
Gazneliler’in tarih sahnesine çıktığı coğrafya olan Kuzey Hindistan bölgesi, 900’lü yıllardan itibaren İran Kökenli Samani Devletinin kontrolü altındaydı. Abbasilerin İran Coğrafyasında hakim hale gelmesiyle yurtlarında barınamayan Sasaniler(İranlılar), doğu İran topraklarına yerleşerek burada Sasanilerin devamı olan Samaniler Devletini kurulmuş ve Abbasiler ile mücadeleye girişmemek için doğuya ve güneye doğru yayılarak Kuzey Hindistan coğrafyasına ulaşarak bu bölgeye hakim hale gelmişlerdi.
Samaniler, Müslüman Abbasi’lerin hâkimiyeti altına girmeyi kabul etmemişlerdi ancak yine de Müslüman bir toplumdu. Abbasi hâkimiyetini kabul etmemelerinin sebebi ise, Abbasilerin hâkimiyet altına aldığı coğrafyalardaki yerel kültürel yapının yerine Arap kültürünü öne çıkartmalarıydı. Samaniler de bir anlamda kendi kültürlerini yaşatabilmek için yeni bir devlet kurma ihtiyacı hissetmişlerdi. Samaniler, kurdukları devlet ile Hindistan coğrafyasını hakimiyetleri altına alırken bir yandan da İslamiyet’i yayma ve İç Asya’da yaşayan Müslüman toplumları tebaası haline getirme gayreti içerisine girişmişlerdi. Bu gayretler neticesinde Türklerin yoğun olarak yaşadıkları İç Asya ve Maveraünnehir bölgelerine yakın olmaları nedeniyle yeni Müslüman olmuş ya da henüz Müslüman olmamış Türk Boylarını bünyesinde katarak güçlenmeye başladılar. Samanilerin bu gayretleri ile 900-950 yılları arasındaki dönemde yaklaşık 200 Bin Türk, İslamiyet’i kabul etmiş ve Samani Devletinin hâkimiyeti altına girmiştir.
Samaniler, Türk boylarını bünyesine katarak giderek güçleniyor ve Batı Asya’da söz sahibi bir ülke haline geliyordu. Bu durum kaçınılmaz olarak ülke içinde kalabalık kitleler halinde yaşayan Türk Boylarının hem askeri alanda hem de devletin yönetiminde söz sahibi hale gelmesine yol açtı. 900’lü yıllardan itibaren, Maveraünnehir bölgesinden yoğun olarak göç eden Türk boyları, Samani devleti bünyesine katılarak Müslüman oluyor, askeri, siyasi ve idari alanlarda söz sahibi duruma geliyorlardı. Nitekim 910’lu yıllardan itibaren Samaniler bünyesinde yaşayan Türkler vali, komutan ve idareci olarak ön plana çıkmaya başlamışlardır. Zira kültürel yapıları gereği boy-budun teşkilatlanmasına göre yaşana Türkler, tabi oldukları boy sistemini terk etmemiş ve teşkilatlanmalarını kendi liderleri etrafında devam ettirmişlerdi. Bunun yanında askeri vasıfları itibariyle Samani Ordusunda önemli görevler üstlenen Türkler, zamanla Samani savaşlarına yön vererek devletin yönetimine doğrudan tesir etmeye başladılar.
900’lü yıllardan itibaren yükselen ve güçlenen Samani Devleti, 950’li yıllarda önemli bir iç karışıklıkla karşı karşıya kaldı. Samani sarayında entrika ve çekişmeler yaşanıyor, bu çekişmeler ülke yönetimindeki düzeni olumsuz yönde etkiliyordu. Saltanat mücadelesi, Devlet yönetiminde inisiyatif sahibi makamların anlaşmazlıkları ve valilerin bu karmaşadan istifade ederek giriştikleri gayri yasal hareketler kontrol edilebilir olmaktan çıkmıştı. Bu tarihlerde, Samanilerin en nitelikli gücünü oluşturan Horasan Orduları’nın başında Alptegin adlı bir Türk kumandan bulunuyordu. Alptegin, Samanilerin yaşadığı saltanat mücadelesi ve saray entrikalarından faydalanmak maksadıyla Samani Baş Veziri Muhammed Belami ile işbirliği yaparak ortaklaşa belirledikleri bir Saltanat adayını Samani Tahtına geçirmeye teşebbüs ettiler (961). Ancak bu girişimleri ortaya çıkınca baş vezir Belami öldürüldü ve Alptegin hedef haline geldi. Başarılı olamayan bu girişimden sonra Alptegin, kendisine bağlı kalan az sayıdaki Türk Kökenli askerleriyle birlikte Samani Hâkimiyeti altında olmayan Gazne şehrine çekildi. Gazne, bu tarihlerde önemli bir şehir değildi ve büyük devletler tarafından sahiplenilmemişti. Gazne yakınlarında ise Levikler olarak anılan Hint kökenli küçük bölgesel bir yönetim hüküm sürüyordu. Alptegin, kendisine bağlı kalan az sayıdaki askeri gücü ile Levikler üzerine yürüyerek Gazne topraklarındaki hâkimiyetlerine son verdi ve hüküm sürdükleri coğrafyaya sahip çıkarak GaznelilerDevletinin temelini atmış oldu (962).
Gazneliler, oldukça küçük bir coğrafyada kurulmuş olsalar da bağımsızlıklarını ilan etmiş ve bir bakıma devletleşmişlerdi. Henüz tam anlamıyla bir devlet olamayan, daha çok bir Derebeylik ya da Şehir Devleti olarak kurulan Gaznelilerin tebaası ise yalnızca Alptegin ve beraberindeki askerlerinin ailelerinden oluşuyordu. Bu yeni Türk Beyliği, zamanla hem Samani Devletinin hem de Karahanlılar Devletinin içerisinde yaşayan Türk Boylarının tabi olmasıyla giderek kalabalıklaştı ve güçlendi. Bulundukları coğrafyanın ciddi bir dış baskıya ve mücadeleye sahne olmaması da Gazneliler’in büyümesini hızlandırmıştı. Gazneliler’in kurucusu ve ilk lideri Alptegin, bir şehir devleti olan Gazneli Beyliğini kurduktan yalnızca bir yıl sonra vefat etti (963).
Alptegin’in erken ölümü üzerine oğlu Ebu İshak İbrahim ülkenin yönetimini devraldı. Alptegin döneminde Gazne şehri hâkimiyetlerine son verilmiş olan Levikler, Alptegin’in ölümü üzerine tekrar taarruza geçip kaybettikleri toprakları geri almaya teşebbüs ettiler (966). Ebu İshak, Leviklerin bu beklenmedik taarruzlarına karşı koyamayıp Gazne Şehri’ni kaybedince Samanilerden yardım talep etmek zorunda kaldı. Samaniler, önce düşman olarak gördükleri Gaznelileri sonradan müttefik olarak kabul ettiler ve Ebu İshak’ın yardım talebine olumlu yanıt vererek Gazne bölgesini taarruz eden Levik Hanedanlığı üzerinde baskı kurup Gazne’nin tekrar Gaznelilerin hakimiyetine girmesini sağladılar. Gazneliler her ne kadar Gazne şehrini kendi inisiyatifleriyle değil Samani Devletinin desteğiyle geri almış olsalar da Samaniler’e herhangi bir bağımlılıkları bulunmuyordu.
Bilge Tegin Dönemi
Ebu İshak’ın hâkimiyet dönemi uzun sürmedi. Sağlık sorunları yaşayan Ebu İshak İbrahim 966 yılında vefat etti. Ebu İshak’ın oğlu bulunmuyordu. Yönetime geçecek bir halefi bulunmadığından Gazneliler hükümdarlarını Gazne ordusunun kumandanlarından seçerek yönetime Bilge Tegin’i geçirdiler. Gazneliler, Bilge Tegin döneminde Ebu İshak dönemine nazaran daha da güçlenmişlerdi. Karahanlılar ve Kırgızların hâkimiyet alanları dışında kalan ve Müslümanlığı kabul eden Türk Boylarının Gaznelilere tabi olmaları, Gaznelileri hem nüfus bakımından hem de askeri güç olarak daha kalabalık bir kitle haline getirmişti. Gazneliler halen tam anlamıyla bir Devlet olamamışlardı. Zira hem ülkeyi yönetecek bir saltanat ailesi bulunmuyordu hem de Devlet düzenini oluşturan siyasi, ekonomik ve yerel yönetimlerle ilgili idari makamlar oluşmamıştı. Öyle ki halen Samani Devletinin sikkelerini kullanılmaktaydı.
966 yılında seçilerek Gaznelilerin büyük kağanı olan Bilge Tegin, yüksek askeri vasıfları ve cengâver kişiliğiyle Gaznelilerin hakimiyet alanlarını önemli ölçüde genişletti. Ebu İshak İbrahim döneminde Leviklerin baskısı neticesiyle yardım isteyerek iyi ilişkiler içerisine girilen Samani Devleti ile münasebetler hasebiyle giderek Samani Hâkimiyeti altına girilme tehlikesi ortaya çıkmıştı. Bu durum Bilge Tegin’in Gaznelileri tam anlamıyla bağımsız ve Samanilere muhtaç olmayan bir güç haline getirmesiyle ortadan kalktı. Bilge Tegin, 9 yıllık hâkimiyeti döneminde Gaznelilerin sınırlarını genişletmiş, hem Samani Devleti içerisinde hem de İç Asya’da yaşayan Türk boylarını kendine tabi hale getirerek Gaznelilerin kalabalık bir beylik haline gelmesini sağladı. Bunun yanında, Samanilere ekonomik bağımlılık oluşturan Samani Sikkelerinin kullanımına son vererek Gazne Sikkesini bastırarak Gaznelilerin Devletleşme sürecini de hızlandırmış oldu. Bilge Tegin, Gazne Sikkesini bastıktan kısa bir süre sonra Hint toprakları içerisinde bulunan Gerdiz Kalesi kuşatmak için çıktığı gaza seferinde askeri olarak üstün olmalarına rağmen mağlup olup şehit oldu (975). Bilge Tegin, her ne kadar Gaznelilerin büyük kağanı ise de Gazneliler henüz tam olarak devletleşemedikleri ve bir saltanat ailesi oluşturamadıkları için ölen Kağanın yerine geçecek bir halefi bulunmuyordu. Gazneliler, daha önce olduğu gibi Bilge Tegin’in yerine geçecek büyük kağanı Gazne ordusunun komutanları arasından seçtiler. Bilge Tegin’den sonra yine seçilerek büyük kağan olan Piri Tegin, 2 yıl boyunca Gaznelilerin hükümdarlığını üstlendi ancak zamanla yeterli vasıflara sahip olamadığının anlaşılması üzerine, kendilerini seçen Gazne Ordusu tarafından azledildi ve diğer aday olan Sebük Tegin büyük kağan olarak seçildi (977).
Sebük Tegin, Gazneliler Devletinin başlangıç noktası kabul edilir. Zira Sebük Tegin’den önce devletleşemeyip derebeylik olarak yaşayan Gazneliler, Sebük Tegin’in 20 yıllık uzun hâkimiyeti döneminde tam anlamıyla bir Devlet Haline gelecek ve Sebük Tegin’in ailesi saltanat makamı haline gelecektir. Sebük Tegin, kendisinden önce gelen diğer Büyük Kağanlar gibi Gazneliler’in kurucusu olan Alptegin’e Samani Devleti döneminde tabi olmamıştı. Sebük Tegin, kadim Türk Yurdu olan Ötüken bölgesindeki Barsçan şehrinde doğmuş, 960 yılında Müslüman olarak Alptegin tarafından küçük sayılabilecek bir yaşta köle olarak alınmıştı (662). Alptegin, Gazneliler’in temellerini attığı yıllarda henüz Müslüman olan ve himayesine giren Sebük Tegin ile bizzat ilgilenerek onu yetiştirip manevi oğlu olarak kabul etti. Gazne Ordusu içerisinde önemli vazifeler vererek rüştünü ispatladığını görünce de kızı ile evlendirerek Damadı yaptı. Sebük Tegin, hem başarılı bir komutandı, hem de Alptegin’in damadı olarak Gazneliler tarafından büyük saygı görmekteydi.
Sebük Tegin, Gaznelilerin hükümdarlığını aldığı ilk yıllardan itibaren art arda gaza seferlerine çıkarak Gaznelilerin hâkimiyet sahasını fevkalade bir hızla genişletmeye başladı. 977-978 yılındaki seferlerde Tohoristan (İslamabad), Tekin (Kabil’in Doğusu), Zebülistan (Afkanistan’ın güney batısı), Belucistan (Pakistan’ın doğusu) Şehirlerini zapt ederek hâkimiyet alanını neredeyse iki katına çıkarttı. 979 yılında Hindistan’ın kuzey batı bölgesine ilerleyip bölgedeki en büyük Hint hükümdarlığı olan Ceypal’ları mağlup etti ve Hindistan’ın içine doğru ilerleyerek Kabil Nehri’ni takip eden yol üzerinden Peşaver’e kadar ulaştı. Sebük Tegin’in bu topraklara ulaşması aynı zamanda İslam’ın bu coğrafya ya ilk kez ayak basması anlamına geliyordu.
Sebük Tegin, 20 yıllık hakimiyeti döneminde Gaznelilerin hakimiyet alanlarını bugünkü Afkanistan-Pakistan coğrafyasını içine alan geniş bir coğrafyaya yaydı ve Gaznelileri tam anlamıyla bir devlet haline getirdi. Siyasal alandaki hâkimiyet boşluğu, Sebük Tegin ailesinin saltanat makamı haline gelmesiyle dolduruldu. Samaniler, artık Gazneliler için bir hami değil komşu bir ülke halini aldı. Gazneliler’e tabi olan Türk Boyları, devlet teşkilatlanması içerisine alındı. Şehirler ve eyaletler belirlendi, idare makamları oluşturuldu, valiler görevlendirilerek başıboşluk ortadan kaldırıldı ve toplum düzeni sağlandı. Genişleyen Gazne toprakları ile ticaret yolları kuruldu, şehirlerarasında kervan ticaretleri ilerledi. Gazne Sikkesinin kullanımı yaygınlaştırılarak ekonomi güçlendirildi.
Siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısı itibariyle özgün, müstakil ve bağımsız bir devlet haline gelen Gazneliler, Sebük Tegin’in inşa ettiği bu büyük devleti, devam eden iki asır boyunca yaşatarak Türk Tarihinde önemli bir satır başı haline getirdiler.
Sebük Tegin, uzun hakimiyet döneminden sonra 997 yılında ağır bir hastalığa yakalanarak başkent Gazne’de vefat etti. Sebük Tegin’in vefatı üzerine yerine vasiyeti üzerine küçük oğlu İsmail geçti. Ancak töre gereği saltanat varisi büyük oğul Mahmut olmalıydı. Mahmut, babasının vasiyetine rağmen kardeşi İsmail’in hükümdar olmasını kabullenmeyerek saltanat mücadelesine girişerek kardeşini mağlup etti ve hükümdarlığı ele geçirdi (998). Artık Gazneliler için en parlak dönem olan “Gazneli Mahmut” dönemi başlamış oldu.
Gazneli Mahmut dönemine kadar büyük kağanlık makamı kullanılmakta ve hükümdarlara “Tegin” ünvanı verilmekteydi. Bunun yanında bariz şekilde görünmektedir ki Mahmut dönemine kadar hükümdarların isimleri Kadim Türkçe İsimlerden oluşmaktaydı. Bu gelenek Gazneli Mahmut döneminde sona erdi ve devlet ünvanları ve teşkilatlanması yeniden şekillendirildi. Gazneli Mahmut’dan sonra Saltanat ailesi İslami usullere göre isimler vermeye başladılar. Devlet unvanı olarak ta Tegin değil “Han” ve “Sultan” kullanılmaya başlandı.
Gazneli Mahmut, 998 yılında Gaznelilerin Han’ın ve Hükümdarı olduğu yıllarda Samani devleti oldukça zayıflamış durumdaydı. Kuzeyde Karahanlılar ile giriştikleri mücadeleler Samani devletinin toprak kaybetmesine ve askeri olarak zayıflayarak sahip oldukları coğrafyadaki hâkimiyetlerini koruyamamasına neden oluyordu. Üstelik Gaznelilerin hâkimiyet alanları aşılması imkânsız olan Himalayalara kadar dayanmıştı. Gazneliler artık güneyde Hindistan’a ve batıda Samani hâkimiyeti altındaki Horasan’a doğru yayılmak istiyordu. Gazneli Mahmut, Karahanlı hükümdarı Ahmet Togan Han ile birlikte Samani Devletini yıkınca (999) Gazneliler, Samani hakimiyeti altındaki geniş coğrafyada da yayılma olanağı buldu.
Aslında Gazneliler ile Karahanlılar Devleti, Samanileri yıkmak için planlı olarak birlikte hareket etmemişlerdi. Bölgede önemli bir güç olarak geniş bir coğrafyaya hükmeden Samaniler, Karahanlılar içinde Gazneliler içinde önemli bir rakip ve İç Asya’da yayılmak için kaçırılmayacak bir fırsat niteliği taşıyordu. Bu noktada ortak hareket etmeseler de eşzamanlı giriştikleri taarruzlarla Samani Devletini birlikte yıkmış oldular.
Gazneliler, Karahanlılarla eşzamanlı olarak giriştikleri taarruzlar ile Samanileri yıkınca, Samani hâkimiyeti altındaki topraklar bu iki devlet tarafından sahiplenildi. Karahanlılar, kendileri için büyük önem taşıyan Maveraünnehir’i, Gazneliler ise önemli bir ticaret kenti olan Horasan’ı sınırlarına dâhil ettiler. Böylelikle iki büyük Türk Devleti olan Karahanlılar ve Gazneliler sınır komşusu oldular. Bu komşuluk ilişkileri, 2 yıl sonra yapılan barışla müspet şekilde gelişmeye başladı. Maveraünnehir ile Horasan arasında bulunan Seyhun Nehri sınır kabul edilerek karşılıklı barış ve iyi niyet anlaşması sağlandı (1001).
Gazneli Mahmut, Kuzey Batı sınırları olan Horasan’ı Karahanlılar ile yaptığı barışla güvence altına aldıktan sonra Hindistan’a yoğun seferlere girişti. Önce Hindistan yolu üzerindeki Sintan, Cüzcan, Caganiyan, Huttal ve Harezm’i sınırlarına dahil etti (1002). Bu hazırlık seferlerinden üç yıl sonra Hindistanın en güçlü kenti olan Pencap’ı ele geçirerek Kuzey Hindistan Coğrafyasını tam anlamıyla hâkimiyeti altına almış oldu (1005). 1005 yılında Hindistan seferlerini sonuçlandıran Gazneli Mahmut, Gazne’ye döndüğünde beraberinde eşi görülmemiş büyüklükte getirmişti. Gazneli Mahmut’un İslam sancaktarlığı ile giriştiği bu gaza seferlerinin tek amacı ülkesini genişletmek ve ganimet toplamak değil, aynı zamanda Hindistan coğrafyasında İslam ile tanışmayan Budist toplumları İslam âlemine kazandırmak ve İslam’ın yayılmasına engel olan Budist Hint krallıkları bertaraf etmekti. Gazneli Mahmut’un Hindistan coğrafyasına gerçekleştirdiği seferlerin izlerini bugünün Hindistan’ında açıkça görmekteyiz. Zira Hindistan bugün, içerisinde en çok Müslüman nüfus barındıran ülke durumundadır. Bu toplumların İslam’a katılmalarına şüphesiz Gazneliler vesile olmuşlardır.
Gazneli Mahmut’un Hindistan seferlerinden döndüğü yıllarda, İslam âleminde bazı sapkın inançlar itibar görmeye başlamıştı. Bu inançlardan biride Batınilikdi. Batınilik, Şii (Şia) mezhebi içerisinde vücut bulmuş, İslam’a mistik inançlar empoze eden İslam ruhuna aykırı inanışlar içeriyordu. Bu inanışlara göre Kuran, ifade ettiğinden daha derin ve gizemli anlamlar içeriyordu ve bu anlamları yalnızca Allah ile ilişki kurabilen masum (Günah yazılmayan) imamların anlayabileceğine inanılıyordu. İslam’a açıkça fitne sokan bu sapkın inanç, Multan Emirliğinde yoğun şekilde itibar görmeye başlamıştı ve Multan Emiri Ebü’l Feth Davut’da bu inanışı devlet erkiyle desteklemekteydi. Gazneli Mahmut, bu sapkın inanışla mücadele etmek için güçlü bir orduyla Multan Emirliği üzerine Gaza seferine çıktı. Gaznelilerin güçlü ordusuna karşı koyması imkânsız olan Davut, kaçarak Sint ırmağında bulunan bir adaya sığındı. Multan’ı zapt eden Gazneli Mesut, Davut’u bulamasa da geri dönmedi ve Davut’u bulana dek Multan istilasını kaldırmadı. Nihayet Davut’u sığındı limanda ele geçirip Bâtıniliği yayan ve sorumlu sıfatı taşıyan herkesi öldürerek bu sapkın hareketi ortadan kaldırmış oldu.
Gazneli Mahmut, Gaza’yı tamamladıktan sonra Multan şehrini hâkimiyeti altına alıp vergiye bağladı ve Nevase Şah adlı önde gelen bir Multan’lıyı vali olarak atayıp Gazne’ye geri döndü (1006). Ancak, Gaznelilere bağlı bir vali olarak atanan Nevase Şah, bir yıl sonra vergi vermeyi reddedip isyan edince tekrar sefere çıkarak Nevase Şah’ı hapsedip yerine daha emin bir vali atadı. Multan Seferinden sonra ise tekrar Hindistan seferine çıkarak önce Ganj vadisini ele geçirdi, sonra da Norayan seferine çıkarak bu bölgeyi de hâkimiyeti altına aldı. Bu son seferleri ile Hindistan ticaret yolu tam anlamıyla Gaznelilerin kontrolü altına girmiş oldu (1007). Gazneli Mahmut, Kuzey Hindistan’daki hâkimiyetini sağlamlaştırdıktan sonra sefer dönüşünde Horasanın Karahanlılar tarafından zapt edildiği haberini aldı. Bunun üzerine Gazne’ye dönmek yerine Horasana sefere çıktı (1008).
Karahanlı hükümdarı İlek Nasr, her ne kadar Seyhun Nehrini Gazne-Karahanlı sınırı olarak kabul etmiş olsa da, Maveraünnehir’den sonraki en büyük idealleri olan Horasan’a sahip olmak için anlaşmayı çiğneyerek Horasana taarruz etti. İlek Nasr’ın amacı, güçlü Gazne ordusunu sefer dönüşünde yorgun halde yakalamak ve Horasan’a yerleşerek burada savunma savaşı yapmaktı. Ancak Gazne ordusu, yorgun bile olsa Karahanlı ordusundan daha güçlü durumdaydı. Zira Hindistan seferlerinde yoğun olarak kullandığı Savaşçı Filler, Karahanlıların karşı koyamayacağı bir mücadele unsuruydu. Gazneli Mahmut, Tarihe Belh Savaşı olarak geçen bu savaşla Karahanlıları ağır bir mağlubiyete uğratarak Horasan’ı geri aldılar. Karahanlılar ise bu savaştaki yenilgileri sebebiyle büyük iç karışıklıklar yaşadılar ve Karahanlıların bölünmesine sebep olacak süreci başlatmış oldular.
10. Yüzyıl, Türk Dünyasının en parlak, en geniş coğrafyaya hükmettiği dönem olarak Dünya Tarihine geçmiştir. Karahanlılar, Kadim Türk Yurdu Ötüken yakınlarında ve Maveraünnehir’de hakimiyet kurmuş, 3. Yüzyıldan itibaren batıya göç eden Türk boylarından olan Kıpçaklar, Peçenekler ve Oğuzlar Avrupa’ya ilerleyip kuzey Karadeniz ve Doğu Avrupa Coğrafyasını Kıpçak yurdu yapmış, Güney Hazar bölgesinde Büyük Selçuklu Devletinin temelleri atılmış, Gazneliler de İç ve Güney Asya’da fevkalade bir hakimiyet kurmuşlardı. Gazneliler, artık Türk Dünyasının 10. Yüzyıldaki en büyük Türk Devleti haline gelmişti.
Gazneli Mahmut, Samanileri yıktıktan sonra İç Asya’daki hakimiyetini kesinleştirip, İslam sancaktarlığı vazifesiyle Gaza seferlerini Hindistan üzerine yoğunlaştırdı. Karahanlıların Horasan’ı işgal etme teşebbüslerini püskürttükten sonra Hindistan seferlerine devam etti. 1008-1010 yılları arasında Hindistan’a yaptığı seferlerle hem Hindistan ticaret yolunun hâkimiyetini sağlamlaştırdı hem de Putperest inançlar benimseyen ve İslam’la tanışmayan Ganj, Norayan, Pencap bölgelerini fethederek bu bölgelere Camiler ve İslami kültürel eserler inşa edip Din adamları atayarak İslam’ın bu bölgelerde yayılmasını sağladı.
Gazneli Mahmut, Hindistan seferlerini 30 yıl boyunca kararlılıkla devam ettirdi. Bu dönemde Arap Yarımadası kesin olarak İslamiyet’i kabul etmişti. İç Asya ve Hazar bölgesi de Karahanlılar ve Selçuklular ile İslam coğrafyasına dahil edilmişti. Oysa Hindistan, fevkalade kalabalık bir coğrafya olarak halen Putpeterst inançlara sahipti. Bu bakımdan Hindistan coğrafyasının Müslümanlıkla tanışması hem oldukça zordu hem de büyük bir vazifeydi. Gazneli Mahmut’un en çetin mücadelesi 1012 yılında Nadana’lılarla giriştiği mücadeledir. Mahmut’un Nadana’ya gerçekleştirdiği seferde Hintliler, 150 Bin kişilik muazzam bir ordu hazırlamışlardı. Mahmut Han, bu seferinde de muvaffak olarak Nadana’yı fethedip Hindistan coğrafyası üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmiş oldu. Nadana’nın alınmasından sonraki hedef Tanisar’dı. Tanisar, Putperest inanışın en çok itibar gören ve kutsal sayılan Put’unu barındırıyordu. Mahmut Han, bu Putu devirmek için giriştiği seferle zorlanmadı ve şehri zapt ederek tüm putları yıktırdı (1014).
Hint coğrafyası Gazneli Mahmut’un taarruzlarına karşı koyamaz duruma gelmişti. Öyle ki, Mahmut Han pek çok seferinde mukavemet görmüyor, Gazne Ordusunun geldiğini haber alan yeren hükümdarlıklar savaşmadan şehirlerini teslim ediyordu. 1018 yılına gelindiğinde Gucerat ele geçirilmiş, Raca adı verilen Hint şehir devletleri birer birer Gaznelilerin hakimiyeti altına girmeye başlamıştı. Gazneli Mahmut’un en mühim seferi 1025 yılında Somnat’a düzenlediği gaza seferiydi. Öyle ki, Somnat zaferi ile Hint coğrafyası üzerinde artık İslam sancağı dalgalanır hale gelmişti. Bu büyük zafer, tüm İslam âleminde büyük yankı uyandırdı. Somnat zaferinden sonra Gazneli Mahmut, Ehli Sünnet toplumlar arasında büyük İslam kahramanı olarak anılmaya başlamıştır.
Gazneli Mahmut, Somnat zaferinden sonra dikkatini doğu bölgesine doğru çevirdi. Bu tarihlerde Horasan, yoğun şekilde Türkmen göçlerine sahne olmaktaydı. Gazneli Mahmut, önceleri Müslüman Türkmenlerin hâkimiyeti altındaki Horasan topraklarına girmesinde mahsur görmeyip müsaade etmişti ancak Bozkır kültürünün tesiri ile zamanla bağımsızlık ve isyan hareketlerine girişince bu durumdan rahatsız oldu. Gazneli Mahmut’un izni ile Horasan’a girebilen Türkmen toplulukları, zamanla isyan ve istila hareketlerine girişince Gazneli Mahmut, bu duruma müdahale ederek kalabalık Türkmen topluluklarının isyan ve istila hareketlerini bastırarak huzuru sağladı. Ancak Türkmenler, her ne kadar Gazneli Mahmut döneminde bastırılmış olsalar da ilerleyen dönemlerde Gazneliler için büyük bir tehdit oluşturacaklardır.
Gazneli Mahmut, ülkesinin sınırlarını Hindistandan Irak’a, Umman denizinden Maveraünnehir’e kadar genişletmişti. Hindistan seferlerindeki büyük başarılarından sonra ise artık yeni hedef ülkenin batı sınırlarındaki muhtelif sınır boyu düşmanlarıydı. Bu düşmanlardan biri, Sasani (İran) kökenli Büveylilerdi. Büveyliler, önce Kuzey Irak coğrafyasında hâkimiyet kurmuş, baskılar neticesinde Irak’ın güney sınırlarına doğru ilerlemek zorunda kalmışlardı. Bu tarihlerde, Gaznelilerin hâkimiyet sınırları Irak Acem boyuna kadar ilerlemişti. Büveylilerin Gazne sınırlarında oluşturduğu tehditler neticesinde Gazneli Mahmut, Büveyliler üzerine taarruz ederek hem Irak-ı Acem hattını topraklarına katmış hem de bu yeni sınır tehdidini ortadan kaldırmış oldu.
Gazneli Mahmut, 32 yıllık hakimiyet dönemi sonrasında, ilerleyen yaşı hasebiyle ömrünü tamamlayıp 1030 senesinde vefat etti. Gazneli Mahmut’un vefatından sonra yerine büyük oğlu Muhammed Han geçmişti ancak diğer oğlu Mesut, Ağabeyinin hükümdarlığını kabul etmeyerek onu tahttan indirdi ve Gaznelilerin hükümdarı oldu (1030).
Sultan Mesut, Gaznelilerin Sultanlığına geçince önce sınır komşuları ile münasebetlerini yeniden gözden geçirdi. Gazneli Mahmut, komşuları ile iyi ilişkiler kurmayı yeğliyordu. Ancak Sultan Mesut, komşularına karşı daha agresif ve tehditkar bir tutum izledi. Sultan Mesut’un bu tutumu, ilerleyen dönemlerde Gazneliler için menfi gelişmeler hazırlayacaktır. Sultan Mesut, yönetimi eline aldıktan 3 sene sonra (1033), Hindistan coğrafyası üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmek ve istikrarını sağlamak amacıyla seferler düzenledi. Bu seferler neticesinde Sarsuti kalesini ele geçirerek bölgedeki hâkimiyetini pekiştirdi.
Sultan Mesut döneminde Gaznelilerin batı sınırlarında yükselen ve güçlenen Selçuklular, hâkimiyet alanlarını giderek genişletiyor ve Türk Dünyasının en büyük Devleti olma yolunda ilerliyordu. Gazneli Mesut, Selçuklular ile münasebetlerini müspet şekilde geliştirmek yerine tehdit ve tahammülsüz bir tavır izlemeye başladı. Selçuklular, bu dönemde İran, Harezm ve uzun süredir Karahanlıların idaresinde olan Maveraünnehir’e hakim hale gelmişlerdi. Selçukluların bu hızlı ilerleyişi Gazneliler ile Selçukluları sınır komşusu haline getirmişti. Selçuklular, aslında önceleri Gazne Devletine tabi durumdaydılar ve Gazne ordusuna asker vermekteydiler. Bölgede yaşayan Türkmenlerle birlikte Horasan’a göç etmiş ve zamanla güçlenerek Harezm ve Maveraünnehir üzerinde hakim hale gelmişlerdi. Selçukluların 1035 yılında, Sultan Mesut’dan izin almadan Horasan’a girmesi Selçuklular ile Gazneliler arasındaki ilk mücadelenin fitilini ateşledi. Sultan Mesut, Selçukluların Horasan’a girmelerine tepki vermemişti ancak Horasan’ı geçip Merv şehrine ilerlemeleri mücadeleyi kaçınılmaz hale getirdi.
Tuğrul ve Çağrı bey idaresindeki Selçuklular, Horasan’a Sultan Mesut’dan izin almadan girdikleri için, o dönemdeki diplomatik nezaket gereği resmi bir mektup göndererek Gazne Devletine bağlılıkları karşılığında Horasan’da oturma ve barınma izni istediler. Sultan Mesut, bu durum karşısında Selçuklulara müsamaha göstermek yerine, giderek daha büyük bir tehdit oluşturmalarını engellemek için ordusunu Selçukluların üzerine sefere gönderdi. Neticesinde Selçuklular ile Gaznelilerin ilk mücadelesi 1035 yılında Nesa şehrinde gerçekleşti. Sultan Mesut, Selçukluların sahip olduğu gücün tam olarak farkında değildi ve gönderdiği ilk ordu başarılı olamadı. Gazne Ordusu, bu mücadelede tam anlamıyla bir bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun yanında Selçuklular, Gazne Devletine bağlı bir toplum olmaktan çıkmış ve bağımsızlıklarını açıkça ilan etmişlerdi.
Sultan Mesut, yeterince ciddiye almadığı Selçuklular ile mücadelesini kaybedince zorunlu olarak Horasan, Fergana ve Merv şehirlerine Selçukluların ikametlerine müsaade etti. Selçuklular, artık Merv, Horasan ve Fergana şehirlerinde barınarak güçleniyor, çevre bölgelerdeki Türk Boylarının da kendilerine tabi olmasıyla kalabalıklaşmaya başlıyorlardı. Zamanla güçlenen Selçuklular, Nesa galibiyetlerinden üç yıl sonra (1038) Sultan Mesut’dan üç şehirde daha ikamet izni istediler. Sultan Mesut, daha önce olduğu gibi Selçukluların bu talebini de kabul etmeyip bu kez daha güçlü bir orduyla Selçukluların üzerine taarruz etti. Ancak Selçuklular, 3 yıl öncesine göre çok daha güçlü durumdaydılar. Gazne Ordusu, bu mücadelede de mağlup olarak büyük bir hüsran yaşadılar. Sultan Mahmut döneminde hiçbir cephede yenilmeyen muazzam Gazne Ordusu, tam anlamıyla bir devlet bile olamamış Selçuklu Beyliği karşısında Muaffak olamamaktaydı. Sultan Mesut, son mağlubiyetten sonra Selçuklular üzerinde kesin bir hâkimiyet sağlayabilmek için ordusunun tüm imkânlarını kullanarak hazırlıklarına başladı ve bizzat ordusunun başına geçerek yeni bir taarruza hazırlandı. Bu mücadele tarihe Dandanakan Savaşı olarak geçecek, Selçuklu Beyliğinin büyük bir devlet haline gelmesine, Gaznelilerin ise yıkılmasına sebep olacak sürecin başlamasına sebep olacaktır.
Sultan Mesut, 2 yıl süren hazırlıkları neticesinde 1040 yılında ordusunu takviye etmiş, birliklerini güçlendirmiş, çoğunluğu süvarilerden oluşan hızlı hareket kabiliyetine sahip 100 Bin kişilik büyük bir ordu teşekkül ederek savaşa hazırlanmıştı. Bu dönemde de Selçuklular Fergana, Merv ve Horasan şehirlerinde tam anlamıyla yerleşik hale gelerek bölgedeki Türk Boylarını da kendisine tabi hale getirmiş durumdaydı. Kıyaslandığı zaman Gazne Ordusu, Selçuklu Ordusuna nispeten daha kalabalık ve güçlü durumdaydı. Sultan Mesut, 13 Ocak 1040’da yola çıkarak 16 Ocak’ta Nişabur şehrine ulaştı. Sultan Mesut, mücadeleyi Nişabur üzerinden gerçekleştirmeyi düşünüyordu ancak 1038’deki Sarah savaşında ağır tahribata uğrayan Nişabur, hem temiz su hem de erzak sıkıntısı içerisindeydi. Yaşanabilecek olası sıkıntılar üzerine çevre şehirlerden erzak ve su tedarik etmeye çalışsa da yeterli olmayınca Ordusunu Selçukluların kontrolünde bulunan Merv şehrine konuşlandırmaya karar verdi. Selçuklular, ilerleyen kalabalık Gazne Ordusunu yavaşlatmak için vur kaç saldırıları düzenliyor, böylece onları hem yavaşlatıyor hem de hırpalıyordu.
Gazne Ordusu, Selçukluların vur kaç saldırıları neticesinde yavaş ilerleyip yeterli erzak ve su ikmalini yapamadığı için oldukça yorgun düşmüştü. Gazne Ordusu, tüm imkânsızlıklara rağmen Mevr Şehrine ulaşmayı başardılar. Sultan Mesut, mücadeleyi, Merv Şehrinde bulunan Dandanakan kalesine konuşlanarak Savunma taktiği ile yapmayı planlıyordu. Ancak yorgun, aç ve susuz kalmış ordusu, Dandanakan kalesine konuşlanırsa dışarıdan erzak ve su ikmali imkânsız hale gelecekti. Bu sebeple kaleye ulaşmak yerine birkaç kilometre daha güneyde bulunan Su Kuyularına gidip ikmal yaptıktan sonra kaleye geçmeye karar verdi. Gazne Ordusu, Merv’e girdikleri andan itibaren Selçuklu taarruzlarına maruz kalmaktaydı. Üstelik Gazneliler, Su kuyularına ulaşmak istediklerinden ötürü Selçukluların taarruzlarına karşılık veremiyor ve önemli kayıplar veriyorlardı. Gazne Ordusunun su kuyularına ulaşmaya çalıştığını fark eden Selçuklu Ordusu, taarruzlarını daha da şiddetlendirerek Gazne Ordusu yıpratmaya uğraşmaktaydılar. Gazne Ordusu, sayıca üstün olmalarına rağmen susuzluk ve beraberinde getirdiği yorgunlukla mücadele etmek zorunda kalarak Selçukluların taarruzları karşısında etkinliğini kaybetmeye başladılar. Üstelik askerlerin su ihtiyacı hasebiyle ilk amaç Su kuyularına ulaşmak olduğundan Selçuklu taarruzlarına yeteri kadar mukavemette gösterilemiyordu. Bu keşmekeş, Gazne Ordusunun disiplininin bozulmasına sebep oldu. Gazne Ordusunun süvari birlikleri, su kuyularına ulaşmak için düzensizce ilerliyor, Selçuklular ise planlı ve yoğun taarruzlarıyla Gazne Birlikleri üzerinde büyük tahrifatlar veriyordu. Ortaya çıkan bu keşmekeş neticesinde Gazne Ordusu, mağlubiyeti kabul etmek zorunda kalarak düzensiz şekilde geri çekilmeye başladılar. Sultan Mesut ise stratejik hatalarla dolu bu mağlubiyet neticesinde askerlerinin saygısını yitirmişti. Bu sebeple hem Selçuklulardan hem de kendi ordusundan kaçmak zorunda kaldı. Kendisine bağlı az sayıdaki askerle savaş meydanından uzaklaşarak Selçuklulardan kaçmayı başardı. Selçuklular ise zaferden sonra Gazne Şehrine girerek Gazne Devletinin hazinesine el koydu. Savaş Meydanından kaçan Sultan Mesut, Selçukluların Gazne Hazinesine el koyması üzerine duyurmadan Saltanat makamına gelerek Selçuklulardan kalan Devlet Hazinesini yanına alarak Lahor’a gitmek üzere yola çıktı. Ancak henüz yola çıkmışken muhafızları tarafından yakalanarak hapsedildi. Hapiste 7 ay kaldıktan sonra ise yeğeni tarafından öldürüldü (1041).
Gazneliler, Dandanakan hezimetinden sonra hem iç hem dış sorunlar yaşamaya başladılar. Sultan Mesut’dan sonra yerine, hükümdarlığı elinden aldığı ağabeyi Muhammed geçti. Ancak Sultan Mesut’un oğlu Mevdud, babasının öldürüldüğü haberini alınca Gazne’ye gelerek amcası Muhammed’i tahttan indirip yerine kendisi geçti. Mevdud, Gaznelilerin yeni hükümdarı olmuştu ancak ülke, Dandanakan mağlubiyetinden sonra hem Batı topraklarını hem de itibarını kaybetmiş durumdaydı. Üstelik Selçuklular, hâkimiyeti altındaki Merv, Horasan ve Fergana’dan sonra Dandanakan savaşı sonrasında Tohoristan ve Zemindaver’i de ele geçirmişlerdi. Sultan Mevdud, ilerleyen Selçuklu akınlarını durdurmak için komşu devletlerden yardım talep ederek zorda olsa Selçukluların ilerlemelerini durdurabilmişti. Ancak genç yaşına rağmen hastalanarak 1049 yılında ölünce Gazne Devleti içerisinde saltanat mücadeleleri baş gösterdi.
Sultan Mevdud’un ölümü üzerine yerine önce 2. Mesut çıktı. Sultan Mevdud’un oğlu bu durumu kabul etmeyince 2. Mesud’un yerine Sultan Mevdud’un kardeşi (Sultan Mahmut’un torunu) Ali yönetime geçirildi. Sultan Ali, saltanat ailesinin en yaşlı mensubu olan amcası Abdürreşit'i (1. Mahmu'un oğlu) kendisine rakip olmaması için hapse attırdı. Ancak Sultan Ali'nin bu hamlesi veziri ve ordu kumandanı olan Tuğrul Bozan'ın Abdürreşit'i hapisten çıkartıp ordusunu emrine vererek sultan ilan etmesiyle bertaraf oldu. Ordusunun amcası Abdürreşit'in elinde olduğunu göre Sultan Ali, kaçmaya çalışsa da yakalanarak öldürüldü ve Gaznelilerin hükümdarlığına Abdürreşit Han geçti.
Abdürreşit Han yönetime geçmişti ancak Gaznelilerin içinde bulunduğu zor durum ve iç zafiyetler saltanat makamına göz dikenlerin sayısını arttırmıştı. Yaşı oldukça ilerlemiş olan Abdürreşit, saltanat makamının saygınlığını yitirmesi sebebiyle makamını ele geçirmek isteyen kişilerle baş edememekteydi. Gazne Ordusunun başkumandanı Tuğrul Bey, ülkenin içinde bulunduğu zor durum ve saltanat kavgası sebebiyle zayıflayan Gazne Devletinin itibarını yeniden kazandırmak için yönetime el koydu ve tüm saltanat varislerini öldürerek hükümdarlığını ilan etti (1050).
Tuğrul Bozan Han, Gaznelilerin kötü gidişatına son vermeyi başardı. Saltanat varislerini öldürerek taht mücadelesine son vermişti. Bu hamlesiyle devlet içindeki mücadeleler sona erdi. 1040 yılından buyana devam eden Selçuklu akınları da Sultan Ali döneminde durduruldu. Gaznelilere kaybettiği itibarı yeniden kazandırmak için hem devlet içindeki teşkilatlandırmayı güçlendirdi, hem ordunun nizamını ve gücünü yeniden toparladı hem de sınır komşuları ile ilişkileri kontrol altına aldı. Bu anlamda, Sultan Ali, Gaznelilerin 2. Sebüktegin’i olarak anılmaya başlanmıştır. Tuğrul Bozan Han, başarılı hâkimiyet dönemi sonrasında 1059 yılında vefat edince yerine kardeşi İbrahim geçti.
Sultan İbrahim, Gaznelilerin hükümdarı olduğu ilk yılında ilk iş olarak Selçuklularla sulh yaptı. Zira Selçuklular artık bir beylik değil büyük bir Devlet haline gelmişlerdi ve Gazne Devleti, Selçuklularla mücadele edebilecek güce sahip değillerdi. Selçuklularla yapılan sulhun ardından iyi ilişkiler kurmak için oğlu Mesut’u Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kızı ile evlendirdi. Böylelikle sağlanan barış, akrabalık ilişkileri ile pekiştirilmiş oldu. Sultan İbrahim, batı sınırındaki Selçuklu tehdidini sulh ile bertaraf ettikten sonra, atası Gazneli Mahmut döneminde fethedilen Hindistan coğrafyası üzerinde kaybettiği hakimiyeti geri kazanmak için yoğun çaba sarfetti. Art arda giriştiği Hindistan seferleri ile doğu sınırlarını Ganj nehrine kadar ilerletti. 40 senelik saltanatı döneminde Gaznelilerin güçlenmesini ve yeniden ayağa kalkmasını sağladı. 1099 yılında vefat edince de yerine oğlu 3. Mesut geçti.
Sultan İbrahim’den sonra yerine geçen oğlu 3. Mesut, babasının iyi ilişkiler içerisine girdiği ve aynı zamanda damadı olduğu Selçuklular ile dostluğunu devam ettirdi. Bu dostluk neticesinde 16 yıllık hâkimiyeti döneminde Selçuklular ile Gazneliler arasında hiçbir savaş meydana gelmedi ve ülkenin batı sınırları güvence altına alınmış oldu. Doğuda ise babası İbrahim’in seferlerle yeniden kontrolü altına aldığı Hindistan bölgesi üzerindeki fütuhatı devam ettirerek Gaznelilerin Hint coğrafyasındaki etkinliğini pekiştirdi. 3. Mesut, 16 yıl boyunca ülkesini dış tehditlerden uzak tutmayı başararak hem ülke içinde huzuru sağladı hem de Gaznelilerin bölgesel hâkimiyetini muhafaza etti. Ancak 3. Mesut’un vefatından sonra Gazneliler yine iç karışıklıklarla boğuşmak durumunda kaldı. 3. Mesut’un 1115 yılında vefat etmesiyle yerine oğlu Şirzad geçti.
3. Mesut’dan sonra yerine oğlu Şirzad’ın geçmesiyle veliaht kardeşler arasında saltanat mücadelesi baş gösterdi. 3. Mesut’un diğer oğlu Arslan, kardeşi Şirzad’ı öldürerek yerine geçti. Arslan, aynı akıbetin kendi başına gelmemesi için diğer saltanat rakibi olan kardeşi Behram’ın üzerine yürüyerek ortadan kaldırmaya teşebbüs etti. Ancak Behram, Selçuklu Devletine sığınınca Selçuklular Gaznelilerin içine düştüğü bu durumdan istifade ederek Behram’ı desteklediler ve Gazne üzerine peş peşe iki sefer düzenleyerek Sultan Arslan’ı öldürüp yerine Behram’ı getirdiler (1117). Behram, Selçuklu sultanı Sencer Bey’in desteği ile Gaznelilerin Sultanı olmuştu ancak Gazne Devleti artık Selçuklu boyunduruğu altına girmiş durumdaydı.
Behram Şah, Selçukluların himayesi ve desteğiyle Gaznelilerin Sultanı olabilmişti. Bu durum, giderek Selçukluların Gazneliler üzerindeki politikalarını da şekillendiren bir unsur haline geldi. Selçuklular, artık Gaznelileri bir nevi vilayet gibi idare ediyor, vergi alıyor, Devlet politikalarını belirleyerek Gazne Askerlerini kendi ordusu içerisinde kullanabiliyordu. Zira Gazne Devleti de bölgesel otoritesini yitirmiş durumdaydı ve karşılaştığı zorluklarla tek başına mücadele edebilecek güce sahip değildi. Bu durum, giderek zayıflayan Gazneliler için sonun başlangıcı anlamına geliyordu. Zira Gazneliler, Selçuklu devletine faydalı olabildikleri sürece varlıklarını devam ettirebiliyorlardı ve Gaznelilerin karşılaşacakları olası bir dış tehdit Selçukluların milli meselesi değil, sadece bölgesel siyasetinin bir parçası olacaktır. Behram Şah, Selçuklu Sultanı Sencer’e sadakatini 1135 yılına kadar devam ettirdi. 1135 yılında, Selçuklu boyunduruğundan kurtulmak için kimi teşebbüslerde bulunduysa da Sultan Sencer’in Gazne’ye girerek Devlet Hazinesine el koyması üzerine Hindistana kaçtı. Bu durum karşısında ancak Sultan Sencer’e tekrar itaatini bildirerek yeniden Gazne Hükümdarı olabildi.
Gazne Devleti, artık Selçuklu boyunduruğu altında zayıflayıp idari otoritesini kaybetmiş durumdaydı. Behram Şah da Selçukluların müsaadesiyle ülkesine hükmedebiliyordu. Behram Şah, 31 yıl boyunca Selçuklu boyunduruğu altında varlığını devam ettirdi. Bu durum 1148 yılına kadar devam etti. Bu tarihlerde, Gazne’nin kuzeyinde bulunan Gur şehrinde, İran-Tacik-Hint toplumlarının bir araya gelerek oluşturduğu yerel bir toplum bulunmaktaydı. Bu toplum, ilerleyen zamanlarda Delhi Sultanlığı olarak anılacak olan Gurlulardır. Gazne Ülkesinin kuzey bölgesinde yaşayan Gurlular, Gaznelilerin zayıflamasından da istifade ederek güçlenmiş ve bağımsızlıklarını ilan etme gayreti içerisine girmişlerdi. Bu gayret ile Gazne Hükümdarı Behram Şah ile görüşmek için Gazne Şehrine gelen Gur Hükümdarı Kutbettin, Behram Şah tarafından halen bilinmeyen bir sebepten ötürü öldürüldü. Hükümdarlarının öldürülmesi üzerine ayaklanan Gurlular, Kutbettin’in kardeşi Suri liderliğinde isyan ederek Gazne ve Bust şehirlerine girdiler. Şehri yağmalayıp tahrip eden Gurluların isyan hareketini bastıramayan Behram, Hindistan’a kaçtı. Gurlular, Gazne şehirlerini yağmalayıp zaten yıkılmak üzere olan Gaznelilerin saygınlığını, itibarını ve idari otoritesini telafi edilemeyecek şekilde yıpratmış oldular. Hindistan’a kaçan Behram Şah, himayesi altında bulunduğu Selçuklular’dan yardım talep edince Selçuklu Sultanı Sencer, 1152 yılında Gazne şehrine girerek Gurluları mağlup etti ve Behram Şah’ın tekrar Gazne’ye dönmesini sağladı. Behram Şah, bir kez daha Selçuklu desteğiyle tahta geçti ve 6 yıl daha hükümdarlık yaparak 1157 yılında vefat etti.
Behram Şah’ın vefatından sonra yerine oğlu Hüsrev geçmişti. Hüsrev Şah da, babası gibi Selçuklu himayesini kabul ederek varlığını Sultan Sencer’e sadakati ile sağlayabilmişti. Ancak hükümdarlığa geçtikten sadece birkaç ay sonra Selçuklu Sultanı Sencer, Oğuzlar ile mücadelesinde mağlup olarak esir edilince himayesiz kaldı. Selçukluların desteği olmadan ayakta durması mümkün olmayan Gazne Şehri, Selçukluların korkusundan Gazne’den çekilmek zorunda kalan Gurluların taarruzlarına maruz kaldı. Gurlular, Selçuklu tehdidinin bertaraf olmasıyla tekrar Gazne’ye taarruz ederek şehri zapt ettiler ve kontrol altına aldılar. Gurlular’a karşı koyamayan Hüsrev Şah da, Gazne’yi terk ederek Pencap bölgesine yerleşti ve burada kurduğu hâkimiyeti 1186 yılına kadar devam ettirdi. Ancak Gurlular, 1186 yılında Pencap bölgesine de taarruz edince mağlup olarak esir düştüler ve yıkılarak tarih sahnesinden silindiler. Gaznelilerin tebası olan Türk Boyları ise Selçuklular, Karahanlılar, Oğuzlar ve diğer Arap kökenli devletlere sığınarak diğer toplumların arasına karıştılar.
Gazneliler, İran asıllı Samani Devleti bünyesinde varlık gösteren Türk Boyları tarafından 968 yılında Kurulmuş, 225 yıl boyunca İç Asya’nın güneyinde varlılarını devam ettirip, Asya’da yaşayan diğer Türk Devletleri Karahanlılar, Selçulular ve Oğuzlar ile komşu olmuş, 1187 yılında, İran-Tacik asıllı Gurlular tarafından yıkılmışlardır.
Gaznelilerin Kuruluşu
M.s. 2. Yy’da Hun Devletinin tamamen yıkılması ve Türk Yurdu Ötüken’in Çin Hakimiyeti altına girmesiyle batıya doğru yoğun göç hareketlerine girişen Hun Türkleri, Hazar Denizi, Afganistan, İran coğrafyalarına yayılmış, 800’lü yıllardan sonra Karahanlılar Devleti’nin İslâmiyet’i kabul etmesiyle Müslüman olmaya başlamış ve diğer Müslüman Devletlerle komşu olmuşlardı. İç ve Batı Asya’da Oldukça geniş bir Coğrafyaya yayılan Türk Boyları, 800-1000 yılları arasında hem büyük devletler kuruyor hem de pek çok devletin bünyesinde varlıklarını devam ettiriyorlardı. İç Asya’daki bu Türk Devletlerinden biri olan “Gazne Devleti” de, bugünkü Kuzey Hindistan coğrafyasında yaşayan İran kökenli Samani Devleti içerisinde kalabalık kitlelerle yaşayan toplumlar tarafından kurulmuş ve varlığını 225 yıl boyunca devam ettirmiştir.
Gazneliler’in tarih sahnesine çıktığı coğrafya olan Kuzey Hindistan bölgesi, 900’lü yıllardan itibaren İran Kökenli Samani Devletinin kontrolü altındaydı. Abbasilerin İran Coğrafyasında hakim hale gelmesiyle yurtlarında barınamayan Sasaniler(İranlılar), doğu İran topraklarına yerleşerek burada Sasanilerin devamı olan Samaniler Devletini kurulmuş ve Abbasiler ile mücadeleye girişmemek için doğuya ve güneye doğru yayılarak Kuzey Hindistan coğrafyasına ulaşarak bu bölgeye hakim hale gelmişlerdi.
Samaniler, Müslüman Abbasi’lerin hâkimiyeti altına girmeyi kabul etmemişlerdi ancak yine de Müslüman bir toplumdu. Abbasi hâkimiyetini kabul etmemelerinin sebebi ise, Abbasilerin hâkimiyet altına aldığı coğrafyalardaki yerel kültürel yapının yerine Arap kültürünü öne çıkartmalarıydı. Samaniler de bir anlamda kendi kültürlerini yaşatabilmek için yeni bir devlet kurma ihtiyacı hissetmişlerdi. Samaniler, kurdukları devlet ile Hindistan coğrafyasını hakimiyetleri altına alırken bir yandan da İslamiyet’i yayma ve İç Asya’da yaşayan Müslüman toplumları tebaası haline getirme gayreti içerisine girişmişlerdi. Bu gayretler neticesinde Türklerin yoğun olarak yaşadıkları İç Asya ve Maveraünnehir bölgelerine yakın olmaları nedeniyle yeni Müslüman olmuş ya da henüz Müslüman olmamış Türk Boylarını bünyesinde katarak güçlenmeye başladılar. Samanilerin bu gayretleri ile 900-950 yılları arasındaki dönemde yaklaşık 200 Bin Türk, İslamiyet’i kabul etmiş ve Samani Devletinin hâkimiyeti altına girmiştir.
Samaniler, Türk boylarını bünyesine katarak giderek güçleniyor ve Batı Asya’da söz sahibi bir ülke haline geliyordu. Bu durum kaçınılmaz olarak ülke içinde kalabalık kitleler halinde yaşayan Türk Boylarının hem askeri alanda hem de devletin yönetiminde söz sahibi hale gelmesine yol açtı. 900’lü yıllardan itibaren, Maveraünnehir bölgesinden yoğun olarak göç eden Türk boyları, Samani devleti bünyesine katılarak Müslüman oluyor, askeri, siyasi ve idari alanlarda söz sahibi duruma geliyorlardı. Nitekim 910’lu yıllardan itibaren Samaniler bünyesinde yaşayan Türkler vali, komutan ve idareci olarak ön plana çıkmaya başlamışlardır. Zira kültürel yapıları gereği boy-budun teşkilatlanmasına göre yaşana Türkler, tabi oldukları boy sistemini terk etmemiş ve teşkilatlanmalarını kendi liderleri etrafında devam ettirmişlerdi. Bunun yanında askeri vasıfları itibariyle Samani Ordusunda önemli görevler üstlenen Türkler, zamanla Samani savaşlarına yön vererek devletin yönetimine doğrudan tesir etmeye başladılar.
900’lü yıllardan itibaren yükselen ve güçlenen Samani Devleti, 950’li yıllarda önemli bir iç karışıklıkla karşı karşıya kaldı. Samani sarayında entrika ve çekişmeler yaşanıyor, bu çekişmeler ülke yönetimindeki düzeni olumsuz yönde etkiliyordu. Saltanat mücadelesi, Devlet yönetiminde inisiyatif sahibi makamların anlaşmazlıkları ve valilerin bu karmaşadan istifade ederek giriştikleri gayri yasal hareketler kontrol edilebilir olmaktan çıkmıştı. Bu tarihlerde, Samanilerin en nitelikli gücünü oluşturan Horasan Orduları’nın başında Alptegin adlı bir Türk kumandan bulunuyordu. Alptegin, Samanilerin yaşadığı saltanat mücadelesi ve saray entrikalarından faydalanmak maksadıyla Samani Baş Veziri Muhammed Belami ile işbirliği yaparak ortaklaşa belirledikleri bir Saltanat adayını Samani Tahtına geçirmeye teşebbüs ettiler (961). Ancak bu girişimleri ortaya çıkınca baş vezir Belami öldürüldü ve Alptegin hedef haline geldi. Başarılı olamayan bu girişimden sonra Alptegin, kendisine bağlı kalan az sayıdaki Türk Kökenli askerleriyle birlikte Samani Hâkimiyeti altında olmayan Gazne şehrine çekildi. Gazne, bu tarihlerde önemli bir şehir değildi ve büyük devletler tarafından sahiplenilmemişti. Gazne yakınlarında ise Levikler olarak anılan Hint kökenli küçük bölgesel bir yönetim hüküm sürüyordu. Alptegin, kendisine bağlı kalan az sayıdaki askeri gücü ile Levikler üzerine yürüyerek Gazne topraklarındaki hâkimiyetlerine son verdi ve hüküm sürdükleri coğrafyaya sahip çıkarak GaznelilerDevletinin temelini atmış oldu (962).
Alptegin Dönemi
Gazneliler, oldukça küçük bir coğrafyada kurulmuş olsalar da bağımsızlıklarını ilan etmiş ve bir bakıma devletleşmişlerdi. Henüz tam anlamıyla bir devlet olamayan, daha çok bir Derebeylik ya da Şehir Devleti olarak kurulan Gaznelilerin tebaası ise yalnızca Alptegin ve beraberindeki askerlerinin ailelerinden oluşuyordu. Bu yeni Türk Beyliği, zamanla hem Samani Devletinin hem de Karahanlılar Devletinin içerisinde yaşayan Türk Boylarının tabi olmasıyla giderek kalabalıklaştı ve güçlendi. Bulundukları coğrafyanın ciddi bir dış baskıya ve mücadeleye sahne olmaması da Gazneliler’in büyümesini hızlandırmıştı. Gazneliler’in kurucusu ve ilk lideri Alptegin, bir şehir devleti olan Gazneli Beyliğini kurduktan yalnızca bir yıl sonra vefat etti (963).
Ebu İshak İbrahim Dönemi
Alptegin’in erken ölümü üzerine oğlu Ebu İshak İbrahim ülkenin yönetimini devraldı. Alptegin döneminde Gazne şehri hâkimiyetlerine son verilmiş olan Levikler, Alptegin’in ölümü üzerine tekrar taarruza geçip kaybettikleri toprakları geri almaya teşebbüs ettiler (966). Ebu İshak, Leviklerin bu beklenmedik taarruzlarına karşı koyamayıp Gazne Şehri’ni kaybedince Samanilerden yardım talep etmek zorunda kaldı. Samaniler, önce düşman olarak gördükleri Gaznelileri sonradan müttefik olarak kabul ettiler ve Ebu İshak’ın yardım talebine olumlu yanıt vererek Gazne bölgesini taarruz eden Levik Hanedanlığı üzerinde baskı kurup Gazne’nin tekrar Gaznelilerin hakimiyetine girmesini sağladılar. Gazneliler her ne kadar Gazne şehrini kendi inisiyatifleriyle değil Samani Devletinin desteğiyle geri almış olsalar da Samaniler’e herhangi bir bağımlılıkları bulunmuyordu.
Bilge Tegin Dönemi
Ebu İshak’ın hâkimiyet dönemi uzun sürmedi. Sağlık sorunları yaşayan Ebu İshak İbrahim 966 yılında vefat etti. Ebu İshak’ın oğlu bulunmuyordu. Yönetime geçecek bir halefi bulunmadığından Gazneliler hükümdarlarını Gazne ordusunun kumandanlarından seçerek yönetime Bilge Tegin’i geçirdiler. Gazneliler, Bilge Tegin döneminde Ebu İshak dönemine nazaran daha da güçlenmişlerdi. Karahanlılar ve Kırgızların hâkimiyet alanları dışında kalan ve Müslümanlığı kabul eden Türk Boylarının Gaznelilere tabi olmaları, Gaznelileri hem nüfus bakımından hem de askeri güç olarak daha kalabalık bir kitle haline getirmişti. Gazneliler halen tam anlamıyla bir Devlet olamamışlardı. Zira hem ülkeyi yönetecek bir saltanat ailesi bulunmuyordu hem de Devlet düzenini oluşturan siyasi, ekonomik ve yerel yönetimlerle ilgili idari makamlar oluşmamıştı. Öyle ki halen Samani Devletinin sikkelerini kullanılmaktaydı.
966 yılında seçilerek Gaznelilerin büyük kağanı olan Bilge Tegin, yüksek askeri vasıfları ve cengâver kişiliğiyle Gaznelilerin hakimiyet alanlarını önemli ölçüde genişletti. Ebu İshak İbrahim döneminde Leviklerin baskısı neticesiyle yardım isteyerek iyi ilişkiler içerisine girilen Samani Devleti ile münasebetler hasebiyle giderek Samani Hâkimiyeti altına girilme tehlikesi ortaya çıkmıştı. Bu durum Bilge Tegin’in Gaznelileri tam anlamıyla bağımsız ve Samanilere muhtaç olmayan bir güç haline getirmesiyle ortadan kalktı. Bilge Tegin, 9 yıllık hâkimiyeti döneminde Gaznelilerin sınırlarını genişletmiş, hem Samani Devleti içerisinde hem de İç Asya’da yaşayan Türk boylarını kendine tabi hale getirerek Gaznelilerin kalabalık bir beylik haline gelmesini sağladı. Bunun yanında, Samanilere ekonomik bağımlılık oluşturan Samani Sikkelerinin kullanımına son vererek Gazne Sikkesini bastırarak Gaznelilerin Devletleşme sürecini de hızlandırmış oldu. Bilge Tegin, Gazne Sikkesini bastıktan kısa bir süre sonra Hint toprakları içerisinde bulunan Gerdiz Kalesi kuşatmak için çıktığı gaza seferinde askeri olarak üstün olmalarına rağmen mağlup olup şehit oldu (975). Bilge Tegin, her ne kadar Gaznelilerin büyük kağanı ise de Gazneliler henüz tam olarak devletleşemedikleri ve bir saltanat ailesi oluşturamadıkları için ölen Kağanın yerine geçecek bir halefi bulunmuyordu. Gazneliler, daha önce olduğu gibi Bilge Tegin’in yerine geçecek büyük kağanı Gazne ordusunun komutanları arasından seçtiler. Bilge Tegin’den sonra yine seçilerek büyük kağan olan Piri Tegin, 2 yıl boyunca Gaznelilerin hükümdarlığını üstlendi ancak zamanla yeterli vasıflara sahip olamadığının anlaşılması üzerine, kendilerini seçen Gazne Ordusu tarafından azledildi ve diğer aday olan Sebük Tegin büyük kağan olarak seçildi (977).
Sebük Tegin Dönemi
Sebük Tegin, Gazneliler Devletinin başlangıç noktası kabul edilir. Zira Sebük Tegin’den önce devletleşemeyip derebeylik olarak yaşayan Gazneliler, Sebük Tegin’in 20 yıllık uzun hâkimiyeti döneminde tam anlamıyla bir Devlet Haline gelecek ve Sebük Tegin’in ailesi saltanat makamı haline gelecektir. Sebük Tegin, kendisinden önce gelen diğer Büyük Kağanlar gibi Gazneliler’in kurucusu olan Alptegin’e Samani Devleti döneminde tabi olmamıştı. Sebük Tegin, kadim Türk Yurdu olan Ötüken bölgesindeki Barsçan şehrinde doğmuş, 960 yılında Müslüman olarak Alptegin tarafından küçük sayılabilecek bir yaşta köle olarak alınmıştı (662). Alptegin, Gazneliler’in temellerini attığı yıllarda henüz Müslüman olan ve himayesine giren Sebük Tegin ile bizzat ilgilenerek onu yetiştirip manevi oğlu olarak kabul etti. Gazne Ordusu içerisinde önemli vazifeler vererek rüştünü ispatladığını görünce de kızı ile evlendirerek Damadı yaptı. Sebük Tegin, hem başarılı bir komutandı, hem de Alptegin’in damadı olarak Gazneliler tarafından büyük saygı görmekteydi.
Sebük Tegin, Gaznelilerin hükümdarlığını aldığı ilk yıllardan itibaren art arda gaza seferlerine çıkarak Gaznelilerin hâkimiyet sahasını fevkalade bir hızla genişletmeye başladı. 977-978 yılındaki seferlerde Tohoristan (İslamabad), Tekin (Kabil’in Doğusu), Zebülistan (Afkanistan’ın güney batısı), Belucistan (Pakistan’ın doğusu) Şehirlerini zapt ederek hâkimiyet alanını neredeyse iki katına çıkarttı. 979 yılında Hindistan’ın kuzey batı bölgesine ilerleyip bölgedeki en büyük Hint hükümdarlığı olan Ceypal’ları mağlup etti ve Hindistan’ın içine doğru ilerleyerek Kabil Nehri’ni takip eden yol üzerinden Peşaver’e kadar ulaştı. Sebük Tegin’in bu topraklara ulaşması aynı zamanda İslam’ın bu coğrafya ya ilk kez ayak basması anlamına geliyordu.
Sebük Tegin, 20 yıllık hakimiyeti döneminde Gaznelilerin hakimiyet alanlarını bugünkü Afkanistan-Pakistan coğrafyasını içine alan geniş bir coğrafyaya yaydı ve Gaznelileri tam anlamıyla bir devlet haline getirdi. Siyasal alandaki hâkimiyet boşluğu, Sebük Tegin ailesinin saltanat makamı haline gelmesiyle dolduruldu. Samaniler, artık Gazneliler için bir hami değil komşu bir ülke halini aldı. Gazneliler’e tabi olan Türk Boyları, devlet teşkilatlanması içerisine alındı. Şehirler ve eyaletler belirlendi, idare makamları oluşturuldu, valiler görevlendirilerek başıboşluk ortadan kaldırıldı ve toplum düzeni sağlandı. Genişleyen Gazne toprakları ile ticaret yolları kuruldu, şehirlerarasında kervan ticaretleri ilerledi. Gazne Sikkesinin kullanımı yaygınlaştırılarak ekonomi güçlendirildi.
Siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısı itibariyle özgün, müstakil ve bağımsız bir devlet haline gelen Gazneliler, Sebük Tegin’in inşa ettiği bu büyük devleti, devam eden iki asır boyunca yaşatarak Türk Tarihinde önemli bir satır başı haline getirdiler.
Sebük Tegin, uzun hakimiyet döneminden sonra 997 yılında ağır bir hastalığa yakalanarak başkent Gazne’de vefat etti. Sebük Tegin’in vefatı üzerine yerine vasiyeti üzerine küçük oğlu İsmail geçti. Ancak töre gereği saltanat varisi büyük oğul Mahmut olmalıydı. Mahmut, babasının vasiyetine rağmen kardeşi İsmail’in hükümdar olmasını kabullenmeyerek saltanat mücadelesine girişerek kardeşini mağlup etti ve hükümdarlığı ele geçirdi (998). Artık Gazneliler için en parlak dönem olan “Gazneli Mahmut” dönemi başlamış oldu.
Gazneli Mahmut Dönemi
Gazneli Mahmut dönemine kadar büyük kağanlık makamı kullanılmakta ve hükümdarlara “Tegin” ünvanı verilmekteydi. Bunun yanında bariz şekilde görünmektedir ki Mahmut dönemine kadar hükümdarların isimleri Kadim Türkçe İsimlerden oluşmaktaydı. Bu gelenek Gazneli Mahmut döneminde sona erdi ve devlet ünvanları ve teşkilatlanması yeniden şekillendirildi. Gazneli Mahmut’dan sonra Saltanat ailesi İslami usullere göre isimler vermeye başladılar. Devlet unvanı olarak ta Tegin değil “Han” ve “Sultan” kullanılmaya başlandı.
Gazneli Mahmut, 998 yılında Gaznelilerin Han’ın ve Hükümdarı olduğu yıllarda Samani devleti oldukça zayıflamış durumdaydı. Kuzeyde Karahanlılar ile giriştikleri mücadeleler Samani devletinin toprak kaybetmesine ve askeri olarak zayıflayarak sahip oldukları coğrafyadaki hâkimiyetlerini koruyamamasına neden oluyordu. Üstelik Gaznelilerin hâkimiyet alanları aşılması imkânsız olan Himalayalara kadar dayanmıştı. Gazneliler artık güneyde Hindistan’a ve batıda Samani hâkimiyeti altındaki Horasan’a doğru yayılmak istiyordu. Gazneli Mahmut, Karahanlı hükümdarı Ahmet Togan Han ile birlikte Samani Devletini yıkınca (999) Gazneliler, Samani hakimiyeti altındaki geniş coğrafyada da yayılma olanağı buldu.
Aslında Gazneliler ile Karahanlılar Devleti, Samanileri yıkmak için planlı olarak birlikte hareket etmemişlerdi. Bölgede önemli bir güç olarak geniş bir coğrafyaya hükmeden Samaniler, Karahanlılar içinde Gazneliler içinde önemli bir rakip ve İç Asya’da yayılmak için kaçırılmayacak bir fırsat niteliği taşıyordu. Bu noktada ortak hareket etmeseler de eşzamanlı giriştikleri taarruzlarla Samani Devletini birlikte yıkmış oldular.
Gazneliler, Karahanlılarla eşzamanlı olarak giriştikleri taarruzlar ile Samanileri yıkınca, Samani hâkimiyeti altındaki topraklar bu iki devlet tarafından sahiplenildi. Karahanlılar, kendileri için büyük önem taşıyan Maveraünnehir’i, Gazneliler ise önemli bir ticaret kenti olan Horasan’ı sınırlarına dâhil ettiler. Böylelikle iki büyük Türk Devleti olan Karahanlılar ve Gazneliler sınır komşusu oldular. Bu komşuluk ilişkileri, 2 yıl sonra yapılan barışla müspet şekilde gelişmeye başladı. Maveraünnehir ile Horasan arasında bulunan Seyhun Nehri sınır kabul edilerek karşılıklı barış ve iyi niyet anlaşması sağlandı (1001).
Gazneli Mahmut, Kuzey Batı sınırları olan Horasan’ı Karahanlılar ile yaptığı barışla güvence altına aldıktan sonra Hindistan’a yoğun seferlere girişti. Önce Hindistan yolu üzerindeki Sintan, Cüzcan, Caganiyan, Huttal ve Harezm’i sınırlarına dahil etti (1002). Bu hazırlık seferlerinden üç yıl sonra Hindistanın en güçlü kenti olan Pencap’ı ele geçirerek Kuzey Hindistan Coğrafyasını tam anlamıyla hâkimiyeti altına almış oldu (1005). 1005 yılında Hindistan seferlerini sonuçlandıran Gazneli Mahmut, Gazne’ye döndüğünde beraberinde eşi görülmemiş büyüklükte getirmişti. Gazneli Mahmut’un İslam sancaktarlığı ile giriştiği bu gaza seferlerinin tek amacı ülkesini genişletmek ve ganimet toplamak değil, aynı zamanda Hindistan coğrafyasında İslam ile tanışmayan Budist toplumları İslam âlemine kazandırmak ve İslam’ın yayılmasına engel olan Budist Hint krallıkları bertaraf etmekti. Gazneli Mahmut’un Hindistan coğrafyasına gerçekleştirdiği seferlerin izlerini bugünün Hindistan’ında açıkça görmekteyiz. Zira Hindistan bugün, içerisinde en çok Müslüman nüfus barındıran ülke durumundadır. Bu toplumların İslam’a katılmalarına şüphesiz Gazneliler vesile olmuşlardır.
Gazneli Mahmut’un Hindistan seferlerinden döndüğü yıllarda, İslam âleminde bazı sapkın inançlar itibar görmeye başlamıştı. Bu inançlardan biride Batınilikdi. Batınilik, Şii (Şia) mezhebi içerisinde vücut bulmuş, İslam’a mistik inançlar empoze eden İslam ruhuna aykırı inanışlar içeriyordu. Bu inanışlara göre Kuran, ifade ettiğinden daha derin ve gizemli anlamlar içeriyordu ve bu anlamları yalnızca Allah ile ilişki kurabilen masum (Günah yazılmayan) imamların anlayabileceğine inanılıyordu. İslam’a açıkça fitne sokan bu sapkın inanç, Multan Emirliğinde yoğun şekilde itibar görmeye başlamıştı ve Multan Emiri Ebü’l Feth Davut’da bu inanışı devlet erkiyle desteklemekteydi. Gazneli Mahmut, bu sapkın inanışla mücadele etmek için güçlü bir orduyla Multan Emirliği üzerine Gaza seferine çıktı. Gaznelilerin güçlü ordusuna karşı koyması imkânsız olan Davut, kaçarak Sint ırmağında bulunan bir adaya sığındı. Multan’ı zapt eden Gazneli Mesut, Davut’u bulamasa da geri dönmedi ve Davut’u bulana dek Multan istilasını kaldırmadı. Nihayet Davut’u sığındı limanda ele geçirip Bâtıniliği yayan ve sorumlu sıfatı taşıyan herkesi öldürerek bu sapkın hareketi ortadan kaldırmış oldu.
Gazneli Mahmut, Gaza’yı tamamladıktan sonra Multan şehrini hâkimiyeti altına alıp vergiye bağladı ve Nevase Şah adlı önde gelen bir Multan’lıyı vali olarak atayıp Gazne’ye geri döndü (1006). Ancak, Gaznelilere bağlı bir vali olarak atanan Nevase Şah, bir yıl sonra vergi vermeyi reddedip isyan edince tekrar sefere çıkarak Nevase Şah’ı hapsedip yerine daha emin bir vali atadı. Multan Seferinden sonra ise tekrar Hindistan seferine çıkarak önce Ganj vadisini ele geçirdi, sonra da Norayan seferine çıkarak bu bölgeyi de hâkimiyeti altına aldı. Bu son seferleri ile Hindistan ticaret yolu tam anlamıyla Gaznelilerin kontrolü altına girmiş oldu (1007). Gazneli Mahmut, Kuzey Hindistan’daki hâkimiyetini sağlamlaştırdıktan sonra sefer dönüşünde Horasanın Karahanlılar tarafından zapt edildiği haberini aldı. Bunun üzerine Gazne’ye dönmek yerine Horasana sefere çıktı (1008).
Karahanlı hükümdarı İlek Nasr, her ne kadar Seyhun Nehrini Gazne-Karahanlı sınırı olarak kabul etmiş olsa da, Maveraünnehir’den sonraki en büyük idealleri olan Horasan’a sahip olmak için anlaşmayı çiğneyerek Horasana taarruz etti. İlek Nasr’ın amacı, güçlü Gazne ordusunu sefer dönüşünde yorgun halde yakalamak ve Horasan’a yerleşerek burada savunma savaşı yapmaktı. Ancak Gazne ordusu, yorgun bile olsa Karahanlı ordusundan daha güçlü durumdaydı. Zira Hindistan seferlerinde yoğun olarak kullandığı Savaşçı Filler, Karahanlıların karşı koyamayacağı bir mücadele unsuruydu. Gazneli Mahmut, Tarihe Belh Savaşı olarak geçen bu savaşla Karahanlıları ağır bir mağlubiyete uğratarak Horasan’ı geri aldılar. Karahanlılar ise bu savaştaki yenilgileri sebebiyle büyük iç karışıklıklar yaşadılar ve Karahanlıların bölünmesine sebep olacak süreci başlatmış oldular.
10. Yüzyıl, Türk Dünyasının en parlak, en geniş coğrafyaya hükmettiği dönem olarak Dünya Tarihine geçmiştir. Karahanlılar, Kadim Türk Yurdu Ötüken yakınlarında ve Maveraünnehir’de hakimiyet kurmuş, 3. Yüzyıldan itibaren batıya göç eden Türk boylarından olan Kıpçaklar, Peçenekler ve Oğuzlar Avrupa’ya ilerleyip kuzey Karadeniz ve Doğu Avrupa Coğrafyasını Kıpçak yurdu yapmış, Güney Hazar bölgesinde Büyük Selçuklu Devletinin temelleri atılmış, Gazneliler de İç ve Güney Asya’da fevkalade bir hakimiyet kurmuşlardı. Gazneliler, artık Türk Dünyasının 10. Yüzyıldaki en büyük Türk Devleti haline gelmişti.
Gazneli Mahmut, Samanileri yıktıktan sonra İç Asya’daki hakimiyetini kesinleştirip, İslam sancaktarlığı vazifesiyle Gaza seferlerini Hindistan üzerine yoğunlaştırdı. Karahanlıların Horasan’ı işgal etme teşebbüslerini püskürttükten sonra Hindistan seferlerine devam etti. 1008-1010 yılları arasında Hindistan’a yaptığı seferlerle hem Hindistan ticaret yolunun hâkimiyetini sağlamlaştırdı hem de Putperest inançlar benimseyen ve İslam’la tanışmayan Ganj, Norayan, Pencap bölgelerini fethederek bu bölgelere Camiler ve İslami kültürel eserler inşa edip Din adamları atayarak İslam’ın bu bölgelerde yayılmasını sağladı.
Gazneli Mahmut, Hindistan seferlerini 30 yıl boyunca kararlılıkla devam ettirdi. Bu dönemde Arap Yarımadası kesin olarak İslamiyet’i kabul etmişti. İç Asya ve Hazar bölgesi de Karahanlılar ve Selçuklular ile İslam coğrafyasına dahil edilmişti. Oysa Hindistan, fevkalade kalabalık bir coğrafya olarak halen Putpeterst inançlara sahipti. Bu bakımdan Hindistan coğrafyasının Müslümanlıkla tanışması hem oldukça zordu hem de büyük bir vazifeydi. Gazneli Mahmut’un en çetin mücadelesi 1012 yılında Nadana’lılarla giriştiği mücadeledir. Mahmut’un Nadana’ya gerçekleştirdiği seferde Hintliler, 150 Bin kişilik muazzam bir ordu hazırlamışlardı. Mahmut Han, bu seferinde de muvaffak olarak Nadana’yı fethedip Hindistan coğrafyası üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmiş oldu. Nadana’nın alınmasından sonraki hedef Tanisar’dı. Tanisar, Putperest inanışın en çok itibar gören ve kutsal sayılan Put’unu barındırıyordu. Mahmut Han, bu Putu devirmek için giriştiği seferle zorlanmadı ve şehri zapt ederek tüm putları yıktırdı (1014).
Hint coğrafyası Gazneli Mahmut’un taarruzlarına karşı koyamaz duruma gelmişti. Öyle ki, Mahmut Han pek çok seferinde mukavemet görmüyor, Gazne Ordusunun geldiğini haber alan yeren hükümdarlıklar savaşmadan şehirlerini teslim ediyordu. 1018 yılına gelindiğinde Gucerat ele geçirilmiş, Raca adı verilen Hint şehir devletleri birer birer Gaznelilerin hakimiyeti altına girmeye başlamıştı. Gazneli Mahmut’un en mühim seferi 1025 yılında Somnat’a düzenlediği gaza seferiydi. Öyle ki, Somnat zaferi ile Hint coğrafyası üzerinde artık İslam sancağı dalgalanır hale gelmişti. Bu büyük zafer, tüm İslam âleminde büyük yankı uyandırdı. Somnat zaferinden sonra Gazneli Mahmut, Ehli Sünnet toplumlar arasında büyük İslam kahramanı olarak anılmaya başlamıştır.
Gazneli Mahmut, Somnat zaferinden sonra dikkatini doğu bölgesine doğru çevirdi. Bu tarihlerde Horasan, yoğun şekilde Türkmen göçlerine sahne olmaktaydı. Gazneli Mahmut, önceleri Müslüman Türkmenlerin hâkimiyeti altındaki Horasan topraklarına girmesinde mahsur görmeyip müsaade etmişti ancak Bozkır kültürünün tesiri ile zamanla bağımsızlık ve isyan hareketlerine girişince bu durumdan rahatsız oldu. Gazneli Mahmut’un izni ile Horasan’a girebilen Türkmen toplulukları, zamanla isyan ve istila hareketlerine girişince Gazneli Mahmut, bu duruma müdahale ederek kalabalık Türkmen topluluklarının isyan ve istila hareketlerini bastırarak huzuru sağladı. Ancak Türkmenler, her ne kadar Gazneli Mahmut döneminde bastırılmış olsalar da ilerleyen dönemlerde Gazneliler için büyük bir tehdit oluşturacaklardır.
Gazneli Mahmut, ülkesinin sınırlarını Hindistandan Irak’a, Umman denizinden Maveraünnehir’e kadar genişletmişti. Hindistan seferlerindeki büyük başarılarından sonra ise artık yeni hedef ülkenin batı sınırlarındaki muhtelif sınır boyu düşmanlarıydı. Bu düşmanlardan biri, Sasani (İran) kökenli Büveylilerdi. Büveyliler, önce Kuzey Irak coğrafyasında hâkimiyet kurmuş, baskılar neticesinde Irak’ın güney sınırlarına doğru ilerlemek zorunda kalmışlardı. Bu tarihlerde, Gaznelilerin hâkimiyet sınırları Irak Acem boyuna kadar ilerlemişti. Büveylilerin Gazne sınırlarında oluşturduğu tehditler neticesinde Gazneli Mahmut, Büveyliler üzerine taarruz ederek hem Irak-ı Acem hattını topraklarına katmış hem de bu yeni sınır tehdidini ortadan kaldırmış oldu.
Gazneli Mahmut, 32 yıllık hakimiyet dönemi sonrasında, ilerleyen yaşı hasebiyle ömrünü tamamlayıp 1030 senesinde vefat etti. Gazneli Mahmut’un vefatından sonra yerine büyük oğlu Muhammed Han geçmişti ancak diğer oğlu Mesut, Ağabeyinin hükümdarlığını kabul etmeyerek onu tahttan indirdi ve Gaznelilerin hükümdarı oldu (1030).
Gazneli Mesut Dönemi
Sultan Mesut, Gaznelilerin Sultanlığına geçince önce sınır komşuları ile münasebetlerini yeniden gözden geçirdi. Gazneli Mahmut, komşuları ile iyi ilişkiler kurmayı yeğliyordu. Ancak Sultan Mesut, komşularına karşı daha agresif ve tehditkar bir tutum izledi. Sultan Mesut’un bu tutumu, ilerleyen dönemlerde Gazneliler için menfi gelişmeler hazırlayacaktır. Sultan Mesut, yönetimi eline aldıktan 3 sene sonra (1033), Hindistan coğrafyası üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmek ve istikrarını sağlamak amacıyla seferler düzenledi. Bu seferler neticesinde Sarsuti kalesini ele geçirerek bölgedeki hâkimiyetini pekiştirdi.
Sultan Mesut döneminde Gaznelilerin batı sınırlarında yükselen ve güçlenen Selçuklular, hâkimiyet alanlarını giderek genişletiyor ve Türk Dünyasının en büyük Devleti olma yolunda ilerliyordu. Gazneli Mesut, Selçuklular ile münasebetlerini müspet şekilde geliştirmek yerine tehdit ve tahammülsüz bir tavır izlemeye başladı. Selçuklular, bu dönemde İran, Harezm ve uzun süredir Karahanlıların idaresinde olan Maveraünnehir’e hakim hale gelmişlerdi. Selçukluların bu hızlı ilerleyişi Gazneliler ile Selçukluları sınır komşusu haline getirmişti. Selçuklular, aslında önceleri Gazne Devletine tabi durumdaydılar ve Gazne ordusuna asker vermekteydiler. Bölgede yaşayan Türkmenlerle birlikte Horasan’a göç etmiş ve zamanla güçlenerek Harezm ve Maveraünnehir üzerinde hakim hale gelmişlerdi. Selçukluların 1035 yılında, Sultan Mesut’dan izin almadan Horasan’a girmesi Selçuklular ile Gazneliler arasındaki ilk mücadelenin fitilini ateşledi. Sultan Mesut, Selçukluların Horasan’a girmelerine tepki vermemişti ancak Horasan’ı geçip Merv şehrine ilerlemeleri mücadeleyi kaçınılmaz hale getirdi.
Tuğrul ve Çağrı bey idaresindeki Selçuklular, Horasan’a Sultan Mesut’dan izin almadan girdikleri için, o dönemdeki diplomatik nezaket gereği resmi bir mektup göndererek Gazne Devletine bağlılıkları karşılığında Horasan’da oturma ve barınma izni istediler. Sultan Mesut, bu durum karşısında Selçuklulara müsamaha göstermek yerine, giderek daha büyük bir tehdit oluşturmalarını engellemek için ordusunu Selçukluların üzerine sefere gönderdi. Neticesinde Selçuklular ile Gaznelilerin ilk mücadelesi 1035 yılında Nesa şehrinde gerçekleşti. Sultan Mesut, Selçukluların sahip olduğu gücün tam olarak farkında değildi ve gönderdiği ilk ordu başarılı olamadı. Gazne Ordusu, bu mücadelede tam anlamıyla bir bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun yanında Selçuklular, Gazne Devletine bağlı bir toplum olmaktan çıkmış ve bağımsızlıklarını açıkça ilan etmişlerdi.
Sultan Mesut, yeterince ciddiye almadığı Selçuklular ile mücadelesini kaybedince zorunlu olarak Horasan, Fergana ve Merv şehirlerine Selçukluların ikametlerine müsaade etti. Selçuklular, artık Merv, Horasan ve Fergana şehirlerinde barınarak güçleniyor, çevre bölgelerdeki Türk Boylarının da kendilerine tabi olmasıyla kalabalıklaşmaya başlıyorlardı. Zamanla güçlenen Selçuklular, Nesa galibiyetlerinden üç yıl sonra (1038) Sultan Mesut’dan üç şehirde daha ikamet izni istediler. Sultan Mesut, daha önce olduğu gibi Selçukluların bu talebini de kabul etmeyip bu kez daha güçlü bir orduyla Selçukluların üzerine taarruz etti. Ancak Selçuklular, 3 yıl öncesine göre çok daha güçlü durumdaydılar. Gazne Ordusu, bu mücadelede de mağlup olarak büyük bir hüsran yaşadılar. Sultan Mahmut döneminde hiçbir cephede yenilmeyen muazzam Gazne Ordusu, tam anlamıyla bir devlet bile olamamış Selçuklu Beyliği karşısında Muaffak olamamaktaydı. Sultan Mesut, son mağlubiyetten sonra Selçuklular üzerinde kesin bir hâkimiyet sağlayabilmek için ordusunun tüm imkânlarını kullanarak hazırlıklarına başladı ve bizzat ordusunun başına geçerek yeni bir taarruza hazırlandı. Bu mücadele tarihe Dandanakan Savaşı olarak geçecek, Selçuklu Beyliğinin büyük bir devlet haline gelmesine, Gaznelilerin ise yıkılmasına sebep olacak sürecin başlamasına sebep olacaktır.
Sultan Mesut, 2 yıl süren hazırlıkları neticesinde 1040 yılında ordusunu takviye etmiş, birliklerini güçlendirmiş, çoğunluğu süvarilerden oluşan hızlı hareket kabiliyetine sahip 100 Bin kişilik büyük bir ordu teşekkül ederek savaşa hazırlanmıştı. Bu dönemde de Selçuklular Fergana, Merv ve Horasan şehirlerinde tam anlamıyla yerleşik hale gelerek bölgedeki Türk Boylarını da kendisine tabi hale getirmiş durumdaydı. Kıyaslandığı zaman Gazne Ordusu, Selçuklu Ordusuna nispeten daha kalabalık ve güçlü durumdaydı. Sultan Mesut, 13 Ocak 1040’da yola çıkarak 16 Ocak’ta Nişabur şehrine ulaştı. Sultan Mesut, mücadeleyi Nişabur üzerinden gerçekleştirmeyi düşünüyordu ancak 1038’deki Sarah savaşında ağır tahribata uğrayan Nişabur, hem temiz su hem de erzak sıkıntısı içerisindeydi. Yaşanabilecek olası sıkıntılar üzerine çevre şehirlerden erzak ve su tedarik etmeye çalışsa da yeterli olmayınca Ordusunu Selçukluların kontrolünde bulunan Merv şehrine konuşlandırmaya karar verdi. Selçuklular, ilerleyen kalabalık Gazne Ordusunu yavaşlatmak için vur kaç saldırıları düzenliyor, böylece onları hem yavaşlatıyor hem de hırpalıyordu.
Gazne Ordusu, Selçukluların vur kaç saldırıları neticesinde yavaş ilerleyip yeterli erzak ve su ikmalini yapamadığı için oldukça yorgun düşmüştü. Gazne Ordusu, tüm imkânsızlıklara rağmen Mevr Şehrine ulaşmayı başardılar. Sultan Mesut, mücadeleyi, Merv Şehrinde bulunan Dandanakan kalesine konuşlanarak Savunma taktiği ile yapmayı planlıyordu. Ancak yorgun, aç ve susuz kalmış ordusu, Dandanakan kalesine konuşlanırsa dışarıdan erzak ve su ikmali imkânsız hale gelecekti. Bu sebeple kaleye ulaşmak yerine birkaç kilometre daha güneyde bulunan Su Kuyularına gidip ikmal yaptıktan sonra kaleye geçmeye karar verdi. Gazne Ordusu, Merv’e girdikleri andan itibaren Selçuklu taarruzlarına maruz kalmaktaydı. Üstelik Gazneliler, Su kuyularına ulaşmak istediklerinden ötürü Selçukluların taarruzlarına karşılık veremiyor ve önemli kayıplar veriyorlardı. Gazne Ordusunun su kuyularına ulaşmaya çalıştığını fark eden Selçuklu Ordusu, taarruzlarını daha da şiddetlendirerek Gazne Ordusu yıpratmaya uğraşmaktaydılar. Gazne Ordusu, sayıca üstün olmalarına rağmen susuzluk ve beraberinde getirdiği yorgunlukla mücadele etmek zorunda kalarak Selçukluların taarruzları karşısında etkinliğini kaybetmeye başladılar. Üstelik askerlerin su ihtiyacı hasebiyle ilk amaç Su kuyularına ulaşmak olduğundan Selçuklu taarruzlarına yeteri kadar mukavemette gösterilemiyordu. Bu keşmekeş, Gazne Ordusunun disiplininin bozulmasına sebep oldu. Gazne Ordusunun süvari birlikleri, su kuyularına ulaşmak için düzensizce ilerliyor, Selçuklular ise planlı ve yoğun taarruzlarıyla Gazne Birlikleri üzerinde büyük tahrifatlar veriyordu. Ortaya çıkan bu keşmekeş neticesinde Gazne Ordusu, mağlubiyeti kabul etmek zorunda kalarak düzensiz şekilde geri çekilmeye başladılar. Sultan Mesut ise stratejik hatalarla dolu bu mağlubiyet neticesinde askerlerinin saygısını yitirmişti. Bu sebeple hem Selçuklulardan hem de kendi ordusundan kaçmak zorunda kaldı. Kendisine bağlı az sayıdaki askerle savaş meydanından uzaklaşarak Selçuklulardan kaçmayı başardı. Selçuklular ise zaferden sonra Gazne Şehrine girerek Gazne Devletinin hazinesine el koydu. Savaş Meydanından kaçan Sultan Mesut, Selçukluların Gazne Hazinesine el koyması üzerine duyurmadan Saltanat makamına gelerek Selçuklulardan kalan Devlet Hazinesini yanına alarak Lahor’a gitmek üzere yola çıktı. Ancak henüz yola çıkmışken muhafızları tarafından yakalanarak hapsedildi. Hapiste 7 ay kaldıktan sonra ise yeğeni tarafından öldürüldü (1041).
Saltanat Mücadeleleri ve Gaznelilerin Zayıflaması
Gazneliler, Dandanakan hezimetinden sonra hem iç hem dış sorunlar yaşamaya başladılar. Sultan Mesut’dan sonra yerine, hükümdarlığı elinden aldığı ağabeyi Muhammed geçti. Ancak Sultan Mesut’un oğlu Mevdud, babasının öldürüldüğü haberini alınca Gazne’ye gelerek amcası Muhammed’i tahttan indirip yerine kendisi geçti. Mevdud, Gaznelilerin yeni hükümdarı olmuştu ancak ülke, Dandanakan mağlubiyetinden sonra hem Batı topraklarını hem de itibarını kaybetmiş durumdaydı. Üstelik Selçuklular, hâkimiyeti altındaki Merv, Horasan ve Fergana’dan sonra Dandanakan savaşı sonrasında Tohoristan ve Zemindaver’i de ele geçirmişlerdi. Sultan Mevdud, ilerleyen Selçuklu akınlarını durdurmak için komşu devletlerden yardım talep ederek zorda olsa Selçukluların ilerlemelerini durdurabilmişti. Ancak genç yaşına rağmen hastalanarak 1049 yılında ölünce Gazne Devleti içerisinde saltanat mücadeleleri baş gösterdi.
Sultan Mevdud’un ölümü üzerine yerine önce 2. Mesut çıktı. Sultan Mevdud’un oğlu bu durumu kabul etmeyince 2. Mesud’un yerine Sultan Mevdud’un kardeşi (Sultan Mahmut’un torunu) Ali yönetime geçirildi. Sultan Ali, saltanat ailesinin en yaşlı mensubu olan amcası Abdürreşit'i (1. Mahmu'un oğlu) kendisine rakip olmaması için hapse attırdı. Ancak Sultan Ali'nin bu hamlesi veziri ve ordu kumandanı olan Tuğrul Bozan'ın Abdürreşit'i hapisten çıkartıp ordusunu emrine vererek sultan ilan etmesiyle bertaraf oldu. Ordusunun amcası Abdürreşit'in elinde olduğunu göre Sultan Ali, kaçmaya çalışsa da yakalanarak öldürüldü ve Gaznelilerin hükümdarlığına Abdürreşit Han geçti.
Abdürreşit Han yönetime geçmişti ancak Gaznelilerin içinde bulunduğu zor durum ve iç zafiyetler saltanat makamına göz dikenlerin sayısını arttırmıştı. Yaşı oldukça ilerlemiş olan Abdürreşit, saltanat makamının saygınlığını yitirmesi sebebiyle makamını ele geçirmek isteyen kişilerle baş edememekteydi. Gazne Ordusunun başkumandanı Tuğrul Bey, ülkenin içinde bulunduğu zor durum ve saltanat kavgası sebebiyle zayıflayan Gazne Devletinin itibarını yeniden kazandırmak için yönetime el koydu ve tüm saltanat varislerini öldürerek hükümdarlığını ilan etti (1050).
Tuğrul Bozan Dönemi
Tuğrul Bozan Han, Gaznelilerin kötü gidişatına son vermeyi başardı. Saltanat varislerini öldürerek taht mücadelesine son vermişti. Bu hamlesiyle devlet içindeki mücadeleler sona erdi. 1040 yılından buyana devam eden Selçuklu akınları da Sultan Ali döneminde durduruldu. Gaznelilere kaybettiği itibarı yeniden kazandırmak için hem devlet içindeki teşkilatlandırmayı güçlendirdi, hem ordunun nizamını ve gücünü yeniden toparladı hem de sınır komşuları ile ilişkileri kontrol altına aldı. Bu anlamda, Sultan Ali, Gaznelilerin 2. Sebüktegin’i olarak anılmaya başlanmıştır. Tuğrul Bozan Han, başarılı hâkimiyet dönemi sonrasında 1059 yılında vefat edince yerine kardeşi İbrahim geçti.
Sultan İbrahim Dönemi
Sultan İbrahim, Gaznelilerin hükümdarı olduğu ilk yılında ilk iş olarak Selçuklularla sulh yaptı. Zira Selçuklular artık bir beylik değil büyük bir Devlet haline gelmişlerdi ve Gazne Devleti, Selçuklularla mücadele edebilecek güce sahip değillerdi. Selçuklularla yapılan sulhun ardından iyi ilişkiler kurmak için oğlu Mesut’u Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kızı ile evlendirdi. Böylelikle sağlanan barış, akrabalık ilişkileri ile pekiştirilmiş oldu. Sultan İbrahim, batı sınırındaki Selçuklu tehdidini sulh ile bertaraf ettikten sonra, atası Gazneli Mahmut döneminde fethedilen Hindistan coğrafyası üzerinde kaybettiği hakimiyeti geri kazanmak için yoğun çaba sarfetti. Art arda giriştiği Hindistan seferleri ile doğu sınırlarını Ganj nehrine kadar ilerletti. 40 senelik saltanatı döneminde Gaznelilerin güçlenmesini ve yeniden ayağa kalkmasını sağladı. 1099 yılında vefat edince de yerine oğlu 3. Mesut geçti.
3. Mesut Dönemi
Sultan İbrahim’den sonra yerine geçen oğlu 3. Mesut, babasının iyi ilişkiler içerisine girdiği ve aynı zamanda damadı olduğu Selçuklular ile dostluğunu devam ettirdi. Bu dostluk neticesinde 16 yıllık hâkimiyeti döneminde Selçuklular ile Gazneliler arasında hiçbir savaş meydana gelmedi ve ülkenin batı sınırları güvence altına alınmış oldu. Doğuda ise babası İbrahim’in seferlerle yeniden kontrolü altına aldığı Hindistan bölgesi üzerindeki fütuhatı devam ettirerek Gaznelilerin Hint coğrafyasındaki etkinliğini pekiştirdi. 3. Mesut, 16 yıl boyunca ülkesini dış tehditlerden uzak tutmayı başararak hem ülke içinde huzuru sağladı hem de Gaznelilerin bölgesel hâkimiyetini muhafaza etti. Ancak 3. Mesut’un vefatından sonra Gazneliler yine iç karışıklıklarla boğuşmak durumunda kaldı. 3. Mesut’un 1115 yılında vefat etmesiyle yerine oğlu Şirzad geçti.
Gaznelilerin Selçuklu Hakimiyeti Altına Girmesi ve Yıkılması
3. Mesut’dan sonra yerine oğlu Şirzad’ın geçmesiyle veliaht kardeşler arasında saltanat mücadelesi baş gösterdi. 3. Mesut’un diğer oğlu Arslan, kardeşi Şirzad’ı öldürerek yerine geçti. Arslan, aynı akıbetin kendi başına gelmemesi için diğer saltanat rakibi olan kardeşi Behram’ın üzerine yürüyerek ortadan kaldırmaya teşebbüs etti. Ancak Behram, Selçuklu Devletine sığınınca Selçuklular Gaznelilerin içine düştüğü bu durumdan istifade ederek Behram’ı desteklediler ve Gazne üzerine peş peşe iki sefer düzenleyerek Sultan Arslan’ı öldürüp yerine Behram’ı getirdiler (1117). Behram, Selçuklu sultanı Sencer Bey’in desteği ile Gaznelilerin Sultanı olmuştu ancak Gazne Devleti artık Selçuklu boyunduruğu altına girmiş durumdaydı.
Behram Şah, Selçukluların himayesi ve desteğiyle Gaznelilerin Sultanı olabilmişti. Bu durum, giderek Selçukluların Gazneliler üzerindeki politikalarını da şekillendiren bir unsur haline geldi. Selçuklular, artık Gaznelileri bir nevi vilayet gibi idare ediyor, vergi alıyor, Devlet politikalarını belirleyerek Gazne Askerlerini kendi ordusu içerisinde kullanabiliyordu. Zira Gazne Devleti de bölgesel otoritesini yitirmiş durumdaydı ve karşılaştığı zorluklarla tek başına mücadele edebilecek güce sahip değildi. Bu durum, giderek zayıflayan Gazneliler için sonun başlangıcı anlamına geliyordu. Zira Gazneliler, Selçuklu devletine faydalı olabildikleri sürece varlıklarını devam ettirebiliyorlardı ve Gaznelilerin karşılaşacakları olası bir dış tehdit Selçukluların milli meselesi değil, sadece bölgesel siyasetinin bir parçası olacaktır. Behram Şah, Selçuklu Sultanı Sencer’e sadakatini 1135 yılına kadar devam ettirdi. 1135 yılında, Selçuklu boyunduruğundan kurtulmak için kimi teşebbüslerde bulunduysa da Sultan Sencer’in Gazne’ye girerek Devlet Hazinesine el koyması üzerine Hindistana kaçtı. Bu durum karşısında ancak Sultan Sencer’e tekrar itaatini bildirerek yeniden Gazne Hükümdarı olabildi.
Gazne Devleti, artık Selçuklu boyunduruğu altında zayıflayıp idari otoritesini kaybetmiş durumdaydı. Behram Şah da Selçukluların müsaadesiyle ülkesine hükmedebiliyordu. Behram Şah, 31 yıl boyunca Selçuklu boyunduruğu altında varlığını devam ettirdi. Bu durum 1148 yılına kadar devam etti. Bu tarihlerde, Gazne’nin kuzeyinde bulunan Gur şehrinde, İran-Tacik-Hint toplumlarının bir araya gelerek oluşturduğu yerel bir toplum bulunmaktaydı. Bu toplum, ilerleyen zamanlarda Delhi Sultanlığı olarak anılacak olan Gurlulardır. Gazne Ülkesinin kuzey bölgesinde yaşayan Gurlular, Gaznelilerin zayıflamasından da istifade ederek güçlenmiş ve bağımsızlıklarını ilan etme gayreti içerisine girmişlerdi. Bu gayret ile Gazne Hükümdarı Behram Şah ile görüşmek için Gazne Şehrine gelen Gur Hükümdarı Kutbettin, Behram Şah tarafından halen bilinmeyen bir sebepten ötürü öldürüldü. Hükümdarlarının öldürülmesi üzerine ayaklanan Gurlular, Kutbettin’in kardeşi Suri liderliğinde isyan ederek Gazne ve Bust şehirlerine girdiler. Şehri yağmalayıp tahrip eden Gurluların isyan hareketini bastıramayan Behram, Hindistan’a kaçtı. Gurlular, Gazne şehirlerini yağmalayıp zaten yıkılmak üzere olan Gaznelilerin saygınlığını, itibarını ve idari otoritesini telafi edilemeyecek şekilde yıpratmış oldular. Hindistan’a kaçan Behram Şah, himayesi altında bulunduğu Selçuklular’dan yardım talep edince Selçuklu Sultanı Sencer, 1152 yılında Gazne şehrine girerek Gurluları mağlup etti ve Behram Şah’ın tekrar Gazne’ye dönmesini sağladı. Behram Şah, bir kez daha Selçuklu desteğiyle tahta geçti ve 6 yıl daha hükümdarlık yaparak 1157 yılında vefat etti.
Behram Şah’ın vefatından sonra yerine oğlu Hüsrev geçmişti. Hüsrev Şah da, babası gibi Selçuklu himayesini kabul ederek varlığını Sultan Sencer’e sadakati ile sağlayabilmişti. Ancak hükümdarlığa geçtikten sadece birkaç ay sonra Selçuklu Sultanı Sencer, Oğuzlar ile mücadelesinde mağlup olarak esir edilince himayesiz kaldı. Selçukluların desteği olmadan ayakta durması mümkün olmayan Gazne Şehri, Selçukluların korkusundan Gazne’den çekilmek zorunda kalan Gurluların taarruzlarına maruz kaldı. Gurlular, Selçuklu tehdidinin bertaraf olmasıyla tekrar Gazne’ye taarruz ederek şehri zapt ettiler ve kontrol altına aldılar. Gurlular’a karşı koyamayan Hüsrev Şah da, Gazne’yi terk ederek Pencap bölgesine yerleşti ve burada kurduğu hâkimiyeti 1186 yılına kadar devam ettirdi. Ancak Gurlular, 1186 yılında Pencap bölgesine de taarruz edince mağlup olarak esir düştüler ve yıkılarak tarih sahnesinden silindiler. Gaznelilerin tebası olan Türk Boyları ise Selçuklular, Karahanlılar, Oğuzlar ve diğer Arap kökenli devletlere sığınarak diğer toplumların arasına karıştılar.