Sevgili!
Önce kum deryalarına düştük sonra serâba,
Bugüne kadar umutlardı bizi ayakta tutan,
Sevdandı kimsesiz çöllerde yürekleri bir tutan,
Yalnızlığa açılır bütün kapılar sensiz.
Sen yoksun diye sicim sicim karanlık yeşerdi içimizde ,
Dalga, dalga hasretindi kalbimizde alevlenen ,
Gönlümüze batan dikenler ne ki ,
Büyüttüğümüz güller sadece sen kokmak içindi.
Sevgili!
En haşin haliyle girdaba düştük,
Sensizliğe sürgün edildik ilkin,
Sonra mağara arkadaşın bırakıp gitti bizi.
Sonra kılıçların efendisi
Ardından cennet gençlerinin efendileri
Ve diğerleri birer birer bırakıp gittiler bizi
Dilimiz lâl âmâ kaldı gözlerimiz
Sen olmasaydın kalpler sevmeyi öğrenebilir miydi!
Ey ihsanda nisan bulutunu geçen Sevgili.
Örümcek gözlerde hâlâ en kalın perdedir
Sırların sırrı kisranın sarayında
Ondört burcunun düştüğü yerdedir.
En büyük mucizen Kur’an’dı sonra Sen’din
Güneşi sağ eline ayı da sol eline alsaydın
Yine de çözülmezdi ebterlerin kalbindeki kir!
Ey ay yüzlü güzel!
Bütün kelamları yazan kalemin emriydi gidişin,
Oysa ne kadar çok beklemişti gelişini hira,
Ne kadar da çok yolunu gözlemişti Râhip Bahira.
Bir tek Bilâl değil cihan alışmıştı sana,
Hüzündü ardında biriktirdiğimiz,
Yokluğunun vadilerinde yuvarlanırken.
yaralı kalbimizin fısıltısına,
günâha battık ama konuşan gözlerimizin hıçkırığına,
“Tebessüm sadakadır” fermânınla.
Bir damla bengisu ver n’olur,
N’olur nûrunu gönder yoksul umutlarımıza.
Asırlardır yetimliğe açılır gözlerimiz,
Bir pazartesi ilk defa aşk gibi aşk yaşamıştı dünya,
İlk defa karşı karşıya gelince Bedir’de baba ve oğul,
Çoğalmıştı dillerdeki keşkeler,
Haberler uçuran bir güvercinin kanatları altında,
Eleverir bizi ahir zaman.
Sen gittin hazan düştü bahçemize,
Sen gittin tarumar oldu her şey,
Sen gittin geriye doyumsuz bir aşk bıraktın bize.
Hicretimiz var kervan kervan yurduna,
Bizi de coşkuyla karşılar mı Medineli kadınlar,
Kardeş kabul eder mi ensar bizi de,
Ondört asırdır takvimlerde kalınca bahar ,
Adı Muhammed olmayan güller dövünür.
Omuzlarımızda taşıyamadığımız en ağır yük,
Bestelenmemiş gidişindi sevdandı,
Hasretindi her taşa desen desen nakşettiğimiz!
Heybemizde senin özlemin,
Dünya saltanatına bedel kaç insan,
Hizmetkarın olmayı istemişti.
Şimdi bahtsız bir kıtada iz süreriz sana kavuşmak için,
Şimdi resimlerle tarifsiz uçurum kenarında dünya,
Gül iklimini çoktan yitirdik sevgili,
Hicran mevsimine düştük masallarla büyütüldük,
Oysa adın anılınca susuyor bütün masallar,
Kırmızı kokuyor özlemin gül kırmızısı,
Ne çok yakışırsınız birbirinize,
Sen ve kırmızı!
Ey Nebi! senin getirdiğin nurla yeniden dirileceğiz
Düştüğümüz yerden kaybolduğumuz yerden kalkacağız yeniden
Ey gelişiyle karanlıkları aydınlığa çeviren sevgili!
Bugün gibi yine bir pazartesiydi gidişin
Yüz yirmi beş bin değil şimdi milyonlar diyor ki ey Resûl:
"
'ın elçiliğini ifa ettin
Vazifeni hakkıyla yerine getirdin
Bize vasiyet ve nasihatte bulundun!"
"Şâhid ol yâ Rab! şâhid ol yâ Rab! şâhid ol yâ Rab!"
Alıntı!
Önce kum deryalarına düştük sonra serâba,
Bugüne kadar umutlardı bizi ayakta tutan,
Sevdandı kimsesiz çöllerde yürekleri bir tutan,
Yalnızlığa açılır bütün kapılar sensiz.
Sen yoksun diye sicim sicim karanlık yeşerdi içimizde ,
Dalga, dalga hasretindi kalbimizde alevlenen ,
Gönlümüze batan dikenler ne ki ,
Büyüttüğümüz güller sadece sen kokmak içindi.
Sevgili!
En haşin haliyle girdaba düştük,
Sensizliğe sürgün edildik ilkin,
Sonra mağara arkadaşın bırakıp gitti bizi.
Sonra kılıçların efendisi
Ardından cennet gençlerinin efendileri
Ve diğerleri birer birer bırakıp gittiler bizi
Dilimiz lâl âmâ kaldı gözlerimiz
Sen olmasaydın kalpler sevmeyi öğrenebilir miydi!
Ey ihsanda nisan bulutunu geçen Sevgili.
Örümcek gözlerde hâlâ en kalın perdedir
Sırların sırrı kisranın sarayında
Ondört burcunun düştüğü yerdedir.
En büyük mucizen Kur’an’dı sonra Sen’din
Güneşi sağ eline ayı da sol eline alsaydın
Yine de çözülmezdi ebterlerin kalbindeki kir!
Ey ay yüzlü güzel!
Bütün kelamları yazan kalemin emriydi gidişin,
Oysa ne kadar çok beklemişti gelişini hira,
Ne kadar da çok yolunu gözlemişti Râhip Bahira.
Bir tek Bilâl değil cihan alışmıştı sana,
Hüzündü ardında biriktirdiğimiz,
Yokluğunun vadilerinde yuvarlanırken.
yaralı kalbimizin fısıltısına,
günâha battık ama konuşan gözlerimizin hıçkırığına,
“Tebessüm sadakadır” fermânınla.
Bir damla bengisu ver n’olur,
N’olur nûrunu gönder yoksul umutlarımıza.
Asırlardır yetimliğe açılır gözlerimiz,
Bir pazartesi ilk defa aşk gibi aşk yaşamıştı dünya,
İlk defa karşı karşıya gelince Bedir’de baba ve oğul,
Çoğalmıştı dillerdeki keşkeler,
Haberler uçuran bir güvercinin kanatları altında,
Eleverir bizi ahir zaman.
Sen gittin hazan düştü bahçemize,
Sen gittin tarumar oldu her şey,
Sen gittin geriye doyumsuz bir aşk bıraktın bize.
Hicretimiz var kervan kervan yurduna,
Bizi de coşkuyla karşılar mı Medineli kadınlar,
Kardeş kabul eder mi ensar bizi de,
Ondört asırdır takvimlerde kalınca bahar ,
Adı Muhammed olmayan güller dövünür.
Omuzlarımızda taşıyamadığımız en ağır yük,
Bestelenmemiş gidişindi sevdandı,
Hasretindi her taşa desen desen nakşettiğimiz!
Heybemizde senin özlemin,
Dünya saltanatına bedel kaç insan,
Hizmetkarın olmayı istemişti.
Şimdi bahtsız bir kıtada iz süreriz sana kavuşmak için,
Şimdi resimlerle tarifsiz uçurum kenarında dünya,
Gül iklimini çoktan yitirdik sevgili,
Hicran mevsimine düştük masallarla büyütüldük,
Oysa adın anılınca susuyor bütün masallar,
Kırmızı kokuyor özlemin gül kırmızısı,
Ne çok yakışırsınız birbirinize,
Sen ve kırmızı!
Ey Nebi! senin getirdiğin nurla yeniden dirileceğiz
Düştüğümüz yerden kaybolduğumuz yerden kalkacağız yeniden
Ey gelişiyle karanlıkları aydınlığa çeviren sevgili!
Bugün gibi yine bir pazartesiydi gidişin
Yüz yirmi beş bin değil şimdi milyonlar diyor ki ey Resûl:
"
Vazifeni hakkıyla yerine getirdin
Bize vasiyet ve nasihatte bulundun!"
"Şâhid ol yâ Rab! şâhid ol yâ Rab! şâhid ol yâ Rab!"
Alıntı!