sırat-ı müstakim
Aktif Üyemiz
' GüL ' Sevgimiz
İbret nazarıyla bakan, basîret sahibi gözler için mahlukatta, Hâlık’a götüren, Rabbinin kudret ve azametine işaret eden nice ayetler vardır. Tasavvuf çevrelerinde kırlara çıkmak, tabiata ibret nazarıyla bakmak için dolaşmak vardır. Nebâtâttan, husûsiyle çiçeklerden mânâlar, temsiller çıkarılır, sembollerle anlatılır. Belli bir makâma gelenler onların tesbihlerini, zikirlerini duyarlar. Şemseddin Sivasî şöyle der:
Her baharda açılır, tesbih okur çiçekler
Birbirinden seçilir, tesbih okur çiçekler.
Tasavvufta gül, ilâhi güzelliği ifade ettiği gibi,
’ın Habîbi, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed sallallâhü aleyhi vesellem'i de temsil eder. Yunus Emre, Sarı Çiçek İlâhî’sinde:
“Yine sordum çiçeğe, gül sizin nenüz olur?
Çiçek eydür ey derviş, gül Muhammed teridir.” der.
Mevlid sâhibi Süleyman Çelebi de bir temsîli şöyle dile getirir:
Terlese, güller olurdu her teri,
Hoş dererlerdi, terinden gülleri.
Bundan dolayıdır ki Rasülullah Efendimiz sallallâhü aleyhi vesellem'in vasıflarının anlatıldığı Hilye-i Şerîfelerinin bazıları Gül-i Muhammedî ismiyle gül şeklinde tanzim edilmiştir. Gülün bu mânâsı dolayısı ile, İslâm sanatlarının her birinde (çini, tezhip, minyatür, kumaş boyama, kitap tezyini, taş oymacılığı ve ağaç işlemelerinde) gül nakşedilmiştir.
Mevlid-i Şerîf okunurken gülsuyu ikrâm edilir. Gülsuyu konulması için husûsi olarak, ağzı dar, gövdesi geniş, kıymetli madenlerden gülâbdânlar yapılmıştır.
Tasavvufî şiirlerde, gonca hâlinde gül, birliği;
Gülşen, gönül açıklığı gonca, halvet hâlini temsil eder.
Gül, ömrünün kısalığı dolayısı ile hayatın geçici olduğunu da temsil eder. Yok olmaya mahkûm dünya için “Gülzâr-ı fenâ”, ebedî olan âhiret âlemi için de "Gülzâr-ı bekâ” tabiri kullanılır. Vâizlerimiz va’z öncesi Fahr-i Kâinât Efendimiz sallallâhü aleyhi vesellem'i “…ol andelîbi gülzâr-ı fesâhat..” diye vasıflandırmışlardır. Anadolu’da, Balkanlar’da, İslâm’ı yayan, öğreten dervişler, takkelerinin etrafını çiçeklerle, husûsiyle de güllerle bezemişler, hırkalarında, kavuklarında güller taşımışlar, “Gül Baba” olarak bu topraklara damgalarını vurmuşlardır. Şâirlerimiz, kitaplarını Güldeste, Gülşen, Gülzâr, Gülistan ile başlayan isimlerle isimlendirmişler, halkımız husûsiyle kız çocuklarına "Gül" ile bitişen isimler vermişler. Ramazan tatlısı, güllaç olmuş, hâsılı hayatımızın her yerine Gül sevgimizi götürmüşüz.
Sultan Birinci Ahmed Han, başında ayak izini taşıdığı Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi vesellem'i:
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet ol kadem sâhibidir,
Ahmedâ, durma yüzün sür kademine ol gülün.
diye tavsıf etmiştir.
İbret nazarıyla bakan, basîret sahibi gözler için mahlukatta, Hâlık’a götüren, Rabbinin kudret ve azametine işaret eden nice ayetler vardır. Tasavvuf çevrelerinde kırlara çıkmak, tabiata ibret nazarıyla bakmak için dolaşmak vardır. Nebâtâttan, husûsiyle çiçeklerden mânâlar, temsiller çıkarılır, sembollerle anlatılır. Belli bir makâma gelenler onların tesbihlerini, zikirlerini duyarlar. Şemseddin Sivasî şöyle der:
Her baharda açılır, tesbih okur çiçekler
Birbirinden seçilir, tesbih okur çiçekler.
Tasavvufta gül, ilâhi güzelliği ifade ettiği gibi,
“Yine sordum çiçeğe, gül sizin nenüz olur?
Çiçek eydür ey derviş, gül Muhammed teridir.” der.
Mevlid sâhibi Süleyman Çelebi de bir temsîli şöyle dile getirir:
Terlese, güller olurdu her teri,
Hoş dererlerdi, terinden gülleri.
Bundan dolayıdır ki Rasülullah Efendimiz sallallâhü aleyhi vesellem'in vasıflarının anlatıldığı Hilye-i Şerîfelerinin bazıları Gül-i Muhammedî ismiyle gül şeklinde tanzim edilmiştir. Gülün bu mânâsı dolayısı ile, İslâm sanatlarının her birinde (çini, tezhip, minyatür, kumaş boyama, kitap tezyini, taş oymacılığı ve ağaç işlemelerinde) gül nakşedilmiştir.
Mevlid-i Şerîf okunurken gülsuyu ikrâm edilir. Gülsuyu konulması için husûsi olarak, ağzı dar, gövdesi geniş, kıymetli madenlerden gülâbdânlar yapılmıştır.
Tasavvufî şiirlerde, gonca hâlinde gül, birliği;
Gülşen, gönül açıklığı gonca, halvet hâlini temsil eder.
Gül, ömrünün kısalığı dolayısı ile hayatın geçici olduğunu da temsil eder. Yok olmaya mahkûm dünya için “Gülzâr-ı fenâ”, ebedî olan âhiret âlemi için de "Gülzâr-ı bekâ” tabiri kullanılır. Vâizlerimiz va’z öncesi Fahr-i Kâinât Efendimiz sallallâhü aleyhi vesellem'i “…ol andelîbi gülzâr-ı fesâhat..” diye vasıflandırmışlardır. Anadolu’da, Balkanlar’da, İslâm’ı yayan, öğreten dervişler, takkelerinin etrafını çiçeklerle, husûsiyle de güllerle bezemişler, hırkalarında, kavuklarında güller taşımışlar, “Gül Baba” olarak bu topraklara damgalarını vurmuşlardır. Şâirlerimiz, kitaplarını Güldeste, Gülşen, Gülzâr, Gülistan ile başlayan isimlerle isimlendirmişler, halkımız husûsiyle kız çocuklarına "Gül" ile bitişen isimler vermişler. Ramazan tatlısı, güllaç olmuş, hâsılı hayatımızın her yerine Gül sevgimizi götürmüşüz.
Sultan Birinci Ahmed Han, başında ayak izini taşıdığı Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi vesellem'i:
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet ol kadem sâhibidir,
Ahmedâ, durma yüzün sür kademine ol gülün.
diye tavsıf etmiştir.