MURATS44
Özel Üye
14. Kıssa-i Mûsâ gibi bazı hâdisât-ı cüz'iyenin tekrarı, o hâdisenin büyük bir düsturu tazammun ettiğine işarettir.
Hülâsa: Kur'ân hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem sadırlara şifa, mü'minlere hüdâ ve rahmettir.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Fıtrat-ı insaniyenin garip bir hali, gaflet zamanında letâifle havâssın hükümlerini, iltibasla birbirine benzetir, tefrik edemez. Meselâ, elle gözü birbirine benzetip hizmetlerini ve vazifelerini tefrik edemeyen bir mecnun, yüksekte gözüyle gördüğü birşeyi almak için elini uzatıyor. El gözün komşusu olduğu münasebetle, onun yaptığı işi el de yapabilir zanneder.
Kezâlik, insan-ı gafil, kendi şahsına ait ednâ, cüz'î bir tanzimden âciz olduğu halde, gururuyla, hayaliyle Cenab-ı Hakkın ef'âline tahakkümle el uzatıyor.
Yine insanın fıtratında acip bir hal: İnsanın efradı arasında cismen ve sureten ayrılık varsa da pek azdır. Amma mânen ve ruhen, aralarında zerreyle şems arasındaki ayrılık kadar bir ayrılık vardır. Fakat sair hayvanat öyle değildir. Meselâ, balıkla kuş, kıymet-i ruhiyece birbirine pek yakındırlar. En küçüğü, en büyüğü gibidir. Çünkü insanın kuvve-i ruhiyesi tahdit edilmemiştir. Enaniyetle o kadar aşağı düşerler ki, zerreye müsavi olur. Ubudiyetle de o kadar yükseğe çıkıyor ki, iki cihanın güneşi olur: Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Eşyada esas bekadır, adem değildir. Hattâ ademe gittiklerini zannettiğimiz kelimat, elfaz, tasavvurat gibi serîüzzeval olan bazı şeyler de ademe gitmiyorlar.
Ancak suretlerini ve vaziyetlerini değişerek, zevalden masun kalıp bazı yerlerde tahassunla, adem-i mutlaka gitmezler. Fen dedikleri hikmet-i cedide, bu sırra vakıf olmuşsa da, vuzuhuyla vakıf olamamıştır. Ve aynı zamanda, "Âlemde adem-i mutlak yoktur. Ancak terekküp ve inhilâl vardır" diye ifrat ve hatâ etmiştir. Çünkü, âlemde Cenab-ı Hakkın sun'uyla terkip vardır. Allah'ın izniyle tahlil vardır. Allah'ın emriyle icad ve idam vardır.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur? Evet, vakit yaklaştı. Dünya kazûratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa, onlar istikzarla ikrah edeceklerdir.
Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil'de "Ahmed," Tevrat'ta "Ahyed," Kur'ân'da "Muhammed" ismiyle müsemmâ iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmed'lerle muhat olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatâdır.
_________________________________
'Allah dilediğini yapar.' (İbrahim Sûresi: 14:27.) 'Allah dilediği gibi hükmeder.' (Maide Sûresi: 5:1.)
Hülâsa: Kur'ân hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem sadırlara şifa, mü'minlere hüdâ ve rahmettir.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Fıtrat-ı insaniyenin garip bir hali, gaflet zamanında letâifle havâssın hükümlerini, iltibasla birbirine benzetir, tefrik edemez. Meselâ, elle gözü birbirine benzetip hizmetlerini ve vazifelerini tefrik edemeyen bir mecnun, yüksekte gözüyle gördüğü birşeyi almak için elini uzatıyor. El gözün komşusu olduğu münasebetle, onun yaptığı işi el de yapabilir zanneder.
Kezâlik, insan-ı gafil, kendi şahsına ait ednâ, cüz'î bir tanzimden âciz olduğu halde, gururuyla, hayaliyle Cenab-ı Hakkın ef'âline tahakkümle el uzatıyor.
Yine insanın fıtratında acip bir hal: İnsanın efradı arasında cismen ve sureten ayrılık varsa da pek azdır. Amma mânen ve ruhen, aralarında zerreyle şems arasındaki ayrılık kadar bir ayrılık vardır. Fakat sair hayvanat öyle değildir. Meselâ, balıkla kuş, kıymet-i ruhiyece birbirine pek yakındırlar. En küçüğü, en büyüğü gibidir. Çünkü insanın kuvve-i ruhiyesi tahdit edilmemiştir. Enaniyetle o kadar aşağı düşerler ki, zerreye müsavi olur. Ubudiyetle de o kadar yükseğe çıkıyor ki, iki cihanın güneşi olur: Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Eşyada esas bekadır, adem değildir. Hattâ ademe gittiklerini zannettiğimiz kelimat, elfaz, tasavvurat gibi serîüzzeval olan bazı şeyler de ademe gitmiyorlar.
Ancak suretlerini ve vaziyetlerini değişerek, zevalden masun kalıp bazı yerlerde tahassunla, adem-i mutlaka gitmezler. Fen dedikleri hikmet-i cedide, bu sırra vakıf olmuşsa da, vuzuhuyla vakıf olamamıştır. Ve aynı zamanda, "Âlemde adem-i mutlak yoktur. Ancak terekküp ve inhilâl vardır" diye ifrat ve hatâ etmiştir. Çünkü, âlemde Cenab-ı Hakkın sun'uyla terkip vardır. Allah'ın izniyle tahlil vardır. Allah'ın emriyle icad ve idam vardır.
İ'lem eyyühe'l-aziz! Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur? Evet, vakit yaklaştı. Dünya kazûratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa, onlar istikzarla ikrah edeceklerdir.
Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil'de "Ahmed," Tevrat'ta "Ahyed," Kur'ân'da "Muhammed" ismiyle müsemmâ iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmed'lerle muhat olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatâdır.
_________________________________
'Allah dilediğini yapar.' (İbrahim Sûresi: 14:27.) 'Allah dilediği gibi hükmeder.' (Maide Sûresi: 5:1.)