Nur Hanım
Aktif Üyemiz
Söz istediği kadar coşkulu, istediği kadar cazip ve edebî olsun, inanan bir gönülden, samimi bir kalpten çıkmadıkça donuk ve sönük olur, karşıdaki insana tesir edemez.
İnsan ağzından çıkan sözün canlı bir örneği olmadıkça, söylediğinin hakiki temsilcisi sayılamaz. Bu kimseye itimat eden de bulunmaz. Ancak içi ile dışı bir olduğu zaman, sözler parlak, kelimeler cazip olmasa da halkın imanı ve güveni temin edilebilir. Çünkü o zaman kelime ve sözler kuvvetini nağmelerden değil, bizzat hakikatlerden alır.
Sözün güzelliği parlak ve edebî olduğundan değil, sadakat ve samimiyetinden ötürüdür. Ancak bu takdirde söz, canlı bir erierji kaynağı haline gelir. Artık o, bizzat gerçeğin ifadesi olur.
Bir gerçeği ifade edebilmek için, söz ile hareket, akide ile ahlak arasındaki uyumu sağlamakla imkân bulur. Bu da, sadakatle çalışmayı, O’ndan medet dilemeyi ve O’nun hidayet kaynağı olan hakikatlerden yardım istemeyi gerektirir.
Cenab-ı Hak, sözle yapılan davete fiilen örnek olmayı emreder: “İnsanları Allah’a davet ve kendisi de sâlih amel/iyi davranış ve hareket eden ve, ‘Ben şüphesiz müslümanlardanım’diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?”(28)
Bu ayette, iyiliği emreden davetçide aranacak vasıfların en öneemlileri bir araya getirilmiştir. Burada iyiliğe davet eden davetçi için sâlih amel, işinin sözüne uygun olmasıdır. “Ben şüphesiz müslümanlardanım”demesi ise, davetçinin kendini dinleyicilerden üstün ve ayrı görmemesi, onlarla kaynaşmış, kibar ve gurur gibi duygulara kapılmamış olmasıdır.
Örnek olmak, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma işleminin onsuz gerçekleşemeyeceği ve meyvesini veremeceği bir esasıdır. Çoğu zaman konuşmadan, sözden çok uygulamalar etkili olur. İyiliği emreden ve kötülüklerden sakındıran, nasihat eden kişiler, söylediklerine uymadıkları zaman, muhatabın fitneye düşmesine, davetçinin söylediklerinin doğruluğuna ikna olmamasına götürür. Hasan-ı Basrî şöyle der:
“İnsanlara uygulamanla, fiilinle nasihat et, sözlerinle değil. Nasihatçi, bir şeyi emir ve tavsiye etmek istediğinde kendi nefsinden başlar ve onu önce kendisi yapar. Bir kötülükten de sakındırmak istediğinde ondan önce kendisi sakınır.” (29)
Hz. Ali (r.a.) şöyle der: “Kim kendisini başkalarına bir önder olarak tayin ederse başkasına öğüt vermeden önce kendi kendisine öğüt versin. Diliyle terbiye kurallarını anlatmadan önce davranışlarını o kurallara uydursun. Kendi kendisine öğüt veren ve kendisini düzelten, başkalarına öğüt verip başkalarını düzeltmeye çalışan kimseden daha çok saygıya lâyıktır.”
Muhammed b. Vâsi (k.s) şöyle derdi: “Sözlerinden önce görüntüsünden etkilendiğin insanlarla dostluk kur.”
Zünnûn-i Misrî, “Güzel hal ve sıfatı sana bir şey anlatanın meclisinde otur, sırf diliyle sana bir şeyler anlatanın meclisinde bulunma” diye uyarıda bulunmuştur.
Ondan önce, Hasan-ı Basrî de şöyle diyordu: “Sana amelleriyle hak ve hayrı anlatan kimseyle otur, fakat sırf kelimeleriyle hitap edenle oturma.”(30)
İbn Nüceyd de (k.s) şöyle derdi: “Kendisini görmüş olman seni terbiye etmiyor, hali de seni edebe sevketmiyorsa bil ki o kişinin kendisi henüz terbiye olmamıştır.”(31)
Büyük velîlerden Yahya b. Muâz er-Râzî (k.s), “Bir kimse hocasının hareket ve davranışlarından istifade edemiyorsa gözlerinden hiç istifade edemez” demiştir.(32)
Siraceddin Önlüer
Edep Ya Hu
İnsan ağzından çıkan sözün canlı bir örneği olmadıkça, söylediğinin hakiki temsilcisi sayılamaz. Bu kimseye itimat eden de bulunmaz. Ancak içi ile dışı bir olduğu zaman, sözler parlak, kelimeler cazip olmasa da halkın imanı ve güveni temin edilebilir. Çünkü o zaman kelime ve sözler kuvvetini nağmelerden değil, bizzat hakikatlerden alır.
Sözün güzelliği parlak ve edebî olduğundan değil, sadakat ve samimiyetinden ötürüdür. Ancak bu takdirde söz, canlı bir erierji kaynağı haline gelir. Artık o, bizzat gerçeğin ifadesi olur.
Bir gerçeği ifade edebilmek için, söz ile hareket, akide ile ahlak arasındaki uyumu sağlamakla imkân bulur. Bu da, sadakatle çalışmayı, O’ndan medet dilemeyi ve O’nun hidayet kaynağı olan hakikatlerden yardım istemeyi gerektirir.
Cenab-ı Hak, sözle yapılan davete fiilen örnek olmayı emreder: “İnsanları Allah’a davet ve kendisi de sâlih amel/iyi davranış ve hareket eden ve, ‘Ben şüphesiz müslümanlardanım’diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?”(28)
Bu ayette, iyiliği emreden davetçide aranacak vasıfların en öneemlileri bir araya getirilmiştir. Burada iyiliğe davet eden davetçi için sâlih amel, işinin sözüne uygun olmasıdır. “Ben şüphesiz müslümanlardanım”demesi ise, davetçinin kendini dinleyicilerden üstün ve ayrı görmemesi, onlarla kaynaşmış, kibar ve gurur gibi duygulara kapılmamış olmasıdır.
Örnek olmak, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma işleminin onsuz gerçekleşemeyeceği ve meyvesini veremeceği bir esasıdır. Çoğu zaman konuşmadan, sözden çok uygulamalar etkili olur. İyiliği emreden ve kötülüklerden sakındıran, nasihat eden kişiler, söylediklerine uymadıkları zaman, muhatabın fitneye düşmesine, davetçinin söylediklerinin doğruluğuna ikna olmamasına götürür. Hasan-ı Basrî şöyle der:
“İnsanlara uygulamanla, fiilinle nasihat et, sözlerinle değil. Nasihatçi, bir şeyi emir ve tavsiye etmek istediğinde kendi nefsinden başlar ve onu önce kendisi yapar. Bir kötülükten de sakındırmak istediğinde ondan önce kendisi sakınır.” (29)
Hz. Ali (r.a.) şöyle der: “Kim kendisini başkalarına bir önder olarak tayin ederse başkasına öğüt vermeden önce kendi kendisine öğüt versin. Diliyle terbiye kurallarını anlatmadan önce davranışlarını o kurallara uydursun. Kendi kendisine öğüt veren ve kendisini düzelten, başkalarına öğüt verip başkalarını düzeltmeye çalışan kimseden daha çok saygıya lâyıktır.”
Muhammed b. Vâsi (k.s) şöyle derdi: “Sözlerinden önce görüntüsünden etkilendiğin insanlarla dostluk kur.”
Zünnûn-i Misrî, “Güzel hal ve sıfatı sana bir şey anlatanın meclisinde otur, sırf diliyle sana bir şeyler anlatanın meclisinde bulunma” diye uyarıda bulunmuştur.
Ondan önce, Hasan-ı Basrî de şöyle diyordu: “Sana amelleriyle hak ve hayrı anlatan kimseyle otur, fakat sırf kelimeleriyle hitap edenle oturma.”(30)
İbn Nüceyd de (k.s) şöyle derdi: “Kendisini görmüş olman seni terbiye etmiyor, hali de seni edebe sevketmiyorsa bil ki o kişinin kendisi henüz terbiye olmamıştır.”(31)
Büyük velîlerden Yahya b. Muâz er-Râzî (k.s), “Bir kimse hocasının hareket ve davranışlarından istifade edemiyorsa gözlerinden hiç istifade edemez” demiştir.(32)
KAYNAK
28) Fussilet 41/33.
29) Ahmed b. Hanbel, Kitâbüz-Zühd, s. 273; Abdülkadır-i Geylânî, Fethu’rRabbânî, s. 76.
30) Ahmed b. Hanbel, Kitâbüz-Zühd, s. 273; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtül-Kulûb, 1/158,175.
31) Sülemi Tabakatüs-Sûfiyye, s. 454; Ibnü’I-Mülakkin, Tabakatü’I-Evliyâ, s. 108.
32) Şa’rani Tabakatül-Kübrâ, 1/81.
29) Ahmed b. Hanbel, Kitâbüz-Zühd, s. 273; Abdülkadır-i Geylânî, Fethu’rRabbânî, s. 76.
30) Ahmed b. Hanbel, Kitâbüz-Zühd, s. 273; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtül-Kulûb, 1/158,175.
31) Sülemi Tabakatüs-Sûfiyye, s. 454; Ibnü’I-Mülakkin, Tabakatü’I-Evliyâ, s. 108.
32) Şa’rani Tabakatül-Kübrâ, 1/81.
Edep Ya Hu
Moderatör tarafında düzenlendi: